hesabın var mı? giriş yap

  • "sadece 1 kere mfö denmiş olması sözlüğün aktif kullanıcılarının yaş ortalamasının 30 altı olduğunun ispatı gibidir." diyenler için inanılmaz bir haberim var!

    bazılarımız başlıkta arayıp, hali hazırda yazılmış olanı tekrar yazmamak gibi çok acayip bir şey yapıyoruz. ben de inanamıyorum ama nedense oluyor yani.

    adetullah: (bkz: mfö) diyeyim bari

  • maalesef "toplumsal histeri" yaratıp ciddi anlamda saçmalıyor artık. şurda anlatmaya çalıştım:

    ortada "milliyetçi hezeyana" veya "bir şeyi de beğenin" isyanına sebep olacak bir durum yok.

    insanlar şu farkı bir anlasın :

    -hastalığa karşı kotuyan ilaç. (aşı vb.)
    -virüsü öldürmek için kullanılan ilaç. (remdesivir)
    -virüs yüzünden hasta olanların semptomlarını gidermek için kullanılan ilaç.

    bu ilaç işte bu son gruba giriyor. şu ana kadar denenen başka bir çok ilaç gibi "hastalığı engelleme veya yok etme" gibi bir özelliği olmayan ama hastalığın yarattığı semptomları azaltması amacıyla "kullanılması önerilebilir".

    covid-19 hastaların bağışıklık sistemi karşı koymaya başladığında ciğerleri iltihaplanıyor ve orada biriken sümüksü/balgamsı yapı ciğerleri doldurduğu için nefes darlığı sıkıntısı başlıyor. eğer bu ilaç o iltihap sorununu çözebilecekse bir doktorun yapması gereken bunun için "deneme izni almak" ve bunu "akademik kurallara uyarak" yapmasıdır.

    şu anda bu tartışmaları çıkartan doktorların hepsi ercüment ovalı gibi "onkoloji uzmanı". yüksek miktarda c vitamini takviyesini tavsiye eden prof dr mutlu demiray'da onkoloji uzmanı.

    bu insanlar kanser tedavisi üzerine çalışan uzmanlar. yani hayatları "bütün bilinen tedavi yöntemlerinin işe yaramadığı ve müdahale edilmezse ölüme gidecek" hastalarla geçiyor. bu nedenle bu uzmanlar belli protokolleri takip ederek "deneysel" veya "etkinliği kanıtlanmamış" tedavi yöntemleri deniyorlar hastalığın son evresindeki hastalara.

    diğer uzmanlar ile onkologlar arasında bugünlerde alevlenen tartışma da bu nedenle. onkologlar "artık çaresi kalmamış hastalarda" denenebilecek fikirler öne sürüyorlar.

    farmakologlar ve diğer uzmanlar ise bir sürü cahil insanın "hah bu ilaç covid-19 hastalığına kesin! çözüm buluyormuş" şeklinde yanlış bir inanca kapılmasını engellemek için itiraz ediyorlar.

    yaşı yeter hatırlar, bir zamanlar bir doktor çıkıp zakkum ektresinden kanser ilacı elde ettiğin iddia etmişti. zehirli bir bitki olan zakkumu kaynatıp içen vs bir sürü insan boş yere ölmüştü bu ülkede.

    şu anda bir sürü insan "madem çözümü bulunmuş, bari bir an önce covid-19 olayım da bağışıklık kazanayım" veya "artık ilacı olduğuna göre korunma kurallarına uymasak da olur!" gibi salakça fikirlere kapılıyor bu açıklamalar yüzünden.

    toplum sağlığı "bu tarz kanıtlanmamış fikirlerle" tehlikeye atılmayacak kadar önemli bir konu. ercüment ovalı'nın sürekli yaptığı kişisel reklam ve kanıtlanmamış umut pompalama kampanyalarının yaratacağı sonuçlar da çok tehlikeli. özellikle "bir kere de türk doktoruna güvenin", "bu sorunu da bizimkiler çözsün" tarzı iyi niyetli olan ama çok saçma sonuçlara yol açabilecek yaklaşımlar da bu nedenle çok tehlikeli.

    artık aradaki şu farkı anlayın. ercüment ovalı eğer gerçekten bir "buluş" yapsa bile bunu twitter kampanyaları ile yapması saçmalığın daniskası. elindeki bulgularla gerekli yerlere başvuruyu yapar, izinleri alır, başka uzmanların fikirleri alınır, bilimsel kurallara uygun olarak klinik denemeler yapılır, sonuçlar tıp camiasına sunulur, herkes bu konuda fikrini belirtir vs.

    modern tıp dünyası bu şekilde ilerliyor. bunu yapmayıp da insanlara yanlış umut verenlere "üfürükçü" diyoruz biz. kimse de hayatında hiç görmediği bir adama sırf profesör diye güvenip de "gönüllü taraftarlık" ile onun hatasına ortak olma hatasına düşmemeli.

  • ülkede hiçbir canlının mutlu olmaya hakkı yok resmen.

    çok üzücü, insanı kahreden görüntüler maalesef.

    köylü işine bakacak, bakan gereken yapılacak diyecek olan yine gariban hayvanlara olacak.

  • ios 13 ile gelen optimize şarj özelliğiyle cihaz, siz uykuya dalıp telefonunuzu şarja taktığınızda, sadece %80'e kadar şarj oluyor. son %20 ise uyanmadan kısa bir süre önce tahsil edilecek; böylece uyandığınız dakika %100 olmuş olacak. böylece lityum pilin teknolojisine ayak uydurulmuş olunuyor...

    sitesinde böyle yazıyor:”optimize edilmiş pil şarjı
    yeni bir seçenek, iphone'unuzun tam olarak şarj edilme süresini azaltarak pilin yaşlanma hızını yavaşlatmaya yardımcı olur. iphone, günlük şarj etme rutininizden öğrenir, böylece kullanmanız gerekene kadar% 80'in üzerinde şarj işlemini bitirmeyi bekleyebilir.”

    *ayrıca dark mode'a otomatik kullan (gece olunca aç, gündüz olunca kapat) seçeneğide gelmiş.

  • bir tek bizim eve mi mahsus olduğunu merak ettiğim gerilim.

    baş sorumlusu
    -sütlacı evdeki insan sayısına kalansız bölünecek şekilde hazırlamayan kişi mi?
    -süd ürünlerine meraklı obur ev halkı mı?
    -ya da eve ortalama üstü bir lezzet/lüks girdi diye aniden beliriveren orta sınıf hırsı, daha fazlasına sahip olmalıyım tümörü mü?

    sırf bu gerilim yüzünden aile dağılma noktasına her seferinde.
    şaka gibi, sorunları çözen kurum bolulu hasan usta oldu.
    gizli gizli oraya gidip süd ürünü yiyorum evdeki gerilime katlanamadım için.
    evet gizli gizli! çünkü isterse aylık gelirim 10.000 dolar olsun fark etmez, kadın anam bir kase sütlaca o kadar para verdiğimi duysa yine ağzıma sıçacak.
    kadın huzur içinde istediğim kadar sütlaç yemeyi yasakladı arkadaş bana...

    kadın anam ne zaman evdeki südü fazla bulur, sütlaç yaparsa eve bir gerilim çöküyor.
    buzdolabındaki 10 kase sütlaç sinirlerimi bozuyor.
    gidip yiyorum, on dakika sonra yine yiyorum. sonra "lan ya herkes benim gibi ayıysa ve yarım saat sonra kalmazsa" diye üçüncüyü yemeye niyetlenmiş mutfağa gidiyorken abim "hepsini yeme" diye kükrüyor.
    "sen kaç tane yidin?" deyince 2 tane diyor.
    "e sen de çok yeme" deyince kadın anam "tartışmasanıza ya" diye ünlüyor.
    bi gidiyorum 4 tane kalmış. abim doğru söylediyse kadın anam da 2 tane yemiş.

    kalan 4 taneyi hane halkı sayısına bölünce 1,3 çıktığını görüyor, iyice geriliyorum.
    "2 tane yersem nasıl kendimi adil biçimde savunabilirim?" diye oturup düşünüyorum.
    ciddiyetimi gören de sokrat'ın savunmasını yazıyorum sanır mına koyim.

    sonuç olarak o sütlaçlar birkaç saat içinde bitmeden evdeki soğuk savaş da bitmiyor.

    tabii buzdolabından muz, nutella, fanta 2,5 litrelik eksik olmamış 90 sonrası doğumlu gençler ne demek istediğimi pek anlayamazlar.

    not: bu gerilime dayanamadığım için vakti zamanında yaptığım büyük bir hayvanlığı yazmak istiyorum:
    10 yaşında falandım. ertesi gün misafir gelecekti. annem 15 kase sütlaç yaptı. yarına kadar dokunmamamı özellikle rica etti.
    sinsice mutfağa girip tezgahtaki sütlaçlara baktım ve henüz sıcak olduklarını fark ettim.
    "henüz çorba gibiler, 1 kaşık alsam belli olmaz. şekli tam oturmamış zaten." diye düşünüp hepsinden birer kaşık aldım.
    odama gittim, uyudum.
    bir saat kadar sonra annemin bağırmasıyla uyandım. birer kaşık aldığım tüm sütlaçlar, birer kaşıklık boşluklarıyla donmuşlardı. 15 kasenin hepsinin ortasında büyükçe bir çukur... insan gibi de kaşıklamamışım.
    annem delirdi, bağıra çağıra hepsini alıp çöp poşetine attı ve beni gece yarısı çöp poşetini atmaya dışarı yolladı.
    yolda birkaç tanesini de avuçlayıp yemiştim, ellerimi de cami avlusunda yıkamıştım. bazı kaseler hunharca poşede konduğu için kırılmıştı, kesilmiş poşetten yere sütlaç damlıyordu.
    olan 15 cam kaseye oldu, harçlığımdan kesildi.

  • kim milyoner olmak ister yarışmasını izliyoruz, kişisel gelişim kitapları ile ilgili bir soru soruluyor. eşime;

    - ben de bir kişisel gelişim kitabı yazsam. diyorum. adını da "dipten zirveye" koyarım

    - yaz tabi, ikinci isim olarak da "hiç görmediğim yerler" dersin.

    - dip mi?

    - zirve!

    - kırıcısın

  • topaç. apartuman hayatı zor hakkaten de!

    dışarıda oyna diyeceklere peşin bilgi: dışarıda oynamaya cesaretim yok. 55 yaşında kadınım, kendime göre bi ağırlığım var, dünürlerim var... (duvarlarım kendimden, çaylar şirketten. her zamanki gibi)

    aslında döndürmeyi beceremiyorum. yapabilsem bi...

  • çok haklı ve anlayış ile karşılanması gereken bir şüphe. ben de tedavi edilmeye başlamadan önce bu tür şüpheler ile insanları gözler ve düşünürdüm. 24 yaşıma kadar fubolcuların döner bıçağı taşımak için konçlarını şortuna kadar çekip sahaya çıktığını, uzun boylu olanların ise konç yetmeyeceği için kilotlu çorap giydiğini sanırdım.

    sonra ilaç kullanmaya başladım ve geçti bunlar... oluyor. şefkat ile çözülüyor.

  • ironik durum. geleneksel olan ne? denize gs bayrağı bırakmak. neden gs bayrağı köprüde? gs şampiyon olduğu için. neden geleneksel? çünkü gs genelde şampiyon.

    adamlar ezikliğin kitabını her cümlede tekrar yazıyorlar. üzülüyorum. viera başkaaaaan gel bizi kurtar.

  • market ya da ormanda yürüyüş dışında dışarı çıkmadığım, eşim dışında hiç kimseyle fiziki olarak görüşmediğim karantina sürem 1 ayı geçti.

    neredeyse her gün ne kadar şanslı olduğumu düşünüyorum bu aralar. evlenirken “hayatı beraber geçirmek istediğin insan”ı seçtiğini düşünüyorsun ama birebir yaşayıp görmek çok değişik bir duygu.

    mutlu olunca “kesin bir bokluk olacak” diye düşünen bir insan olduğum için, şimdiye kadar hep içimde evlendik ama belki birkaç yıl sonra aslında doğru insan olmadığızı anlarız belki gibi bir korku vardı. “ya hata yaptıysam” korkusu. şu bir ayı geçirdikten sonra, anladım ki çok doğru bir karar vermişim.

    başka hiç kimse olmadan, 1+1 ufacık evde mutlu mutlu yaşayabildiğim bir insanı bulmuş olmak inanılmaz.

    o kadar insan içinden nasıl oldu da böyle harika bir insanla ikimiz de bekarken tanıştık, ikimiz de birbirimizi çekici bulduk, zaman geçti iyice bağlandım, o da bana bağlandı ve mutlu olduk. nasıl bu ufak ihtimal gerçekleşti? aklım almıyor.

    ilerde daha ufak bir yere taşınsak şehir hayatını özler miyiz, beraber sıkılır mıyız tantana olmadan diye düşünüyordum arada. çok daha mutluymuşuz meğer.

    mutlu evde büyümediğimden herhalde bana öyle olağanüstü ve inanılmaz geliyor ki... neyse hayat bu ama şimdilik pek güzel.