hesabın var mı? giriş yap

  • harika bir netflix belgeseli, insanin turizmle ilgili ufkunu aciyor resmen. ızlerken dusundum turkiye'ye gelse nereyi ziyaret eder diye. muhtemelen antakya'da kunefe izdihami, denizli'de havlu izdihami izlemeye gelir.

    dipnot olarak intro'nun yikildigini belirtmeliyim, acaba kim yapmis?

  • (bkz: goal 3)

    pc için yapılsa şahane olur. ama çok fazla süslemeden, orijinalinden çok kopmadan. hd olabilir, orijinaline ek olarak başka ülkeler, başka sahalar eklenebilir. age of empires ii hd'deki gibi. age of'un üçüncüsü bambaşka bir oyun olmuştu. ama ii'nin hd versiyonu tam kıvamında bir yenilikti benim için. goal 3 de aynı şekilde pc ve oyun konsolları için uyarlanabilir.

  • salak salak milliyetçilik kasan iki ülke vatandaşlarının ve siyasetçilerin dışında iki ülke halkının da birbiriyle derdi yok ki. zorla düşmanlık çıkartıyorlar.

    tanım: katıldığım önermedir.

  • tek ve gerçek nedeni kediler.

    her sokakta 3-5 kap mama var. kediler de korunmadığı için kontrolsüz çoğalıyorlar. ve serçe falan bırakmıyorlar.

    doğanın dengesiyle oynadınız.
    ben küçükken hiç bir sokakta mama falan yoktu. yer kabuğu soğumamış, kedi maması keşfedilmemişti.

    ama sokaklarda kediler yaşıyordu. çöpten buluyorlardı, fare yakalıyorlardı ama karınlarını doyuruyorlardı. güçsüz olan hayatta kalamıyordu bu da dengeyi sağlayan bir unsurdu.

    edit: kedileri sebep gösterdik diye hedefe koyulduk. kediler hayvan da serçeler değil sanki. kedilerin genlerinde avlanmak var. önceden bir kedi 8 yavru yaptıysa 1 tane bilemedin 2 tanesi hayatta kalıyordu. şimdi sokakta doğan her kedi yaşıyor ve onlar da çoğalıyor.

    serengeti deki bütün aslanlar yaşasa ne olur aslandan başka canlı kalmaz. besin zinciri diye bir şey var amk. küçükken belgesel izlerdim aslan antilopu boğarken kamera ekibi niye kurtarmıyor hayvanı diye kızardım. bazılarının aklı da benim o yaştaki aklım gibi çalışıyor.

  • annemin bir dayısı var, ekrem dayı, biz bildiğimizden bu yana bekar, kendi halinde takılan, sessiz sedasız bir adam. izmir'de yaşıyor ama ne zaman başka birilerinin evinde kalması icap etse, evlerde öyle pek de istenmeyen bir adam oluyor. sebebini çok sonraları, vefatının ardından annemden öğrendim.

    ekrem dayı, yakışıklı bir adam, bakınca gençliği hızlı geçmiştir diyeceğiniz insanlar var ya, onlardan. saçları beyaz ama hala gür, güzel güler hatta keyfi yerindeyse şöyle bir kahkaha savurur, sağlam içer. gençliğinde bir kadına aşık olmuş, evliyken ve çocuklarına rağmen. hani hep öyle gelir ya insana, çocuk olunca gönül işleri bitirilmeli gibi, ya da çocuklar büyüyene kadar bu işler ertelenmeli, doğrusunu böyle bildik hepimiz. ekrem dayı, bildiklerine öğrendiklerine rağmen aşkının peşinden gitmiş, sonra da kavuşmamışlar hiç kadınla. günahı boyunlarına ama kadın da biraz şeymiş diyorlar, bilirsiniz, kötü kadın işte. bu lafı duyunca da kötülük mevzusunu bir kere daha masaya yatırası gelir insanın.

    sonrası beklenen son, sevdiğine kavuşamayan, hani hiçbir zaman o eskisi gibi olamayan insanlardan ekrem dayı da. kavuşamadıkça içmiş, içtikçe işinden olmuş, işinden oldukça içmiş, içtikçe yalnızlaşmış. insanların evinde olmasından rahatsız olacağı, çocuklara kötü örnek bir adam olarak kabul edilmiş çoğusu tarafından.

    mevzunun sonunda, yani benim aklım onu tanıyacak kadar erdiğinde, kimseye bir zararını görmediğim, neden arkasından öyle kısık sesle konuşmalar yapıldığını anlamadığım, az gülen ve az konuşan bir adamdı. kulübeden hallice bir yerde yaşıyormuş ve ölümünden önce, o kadar parasızlık çekmiş ki, cebine para koyan uzaktan akrabaları kanser olan babalarını ekrem dayının sırtında taşıtıyormuş hastane odasına kadar.

    ekrem dayı, bir sanayi sitesinde, eski arabasını yaptırıp dönerken tamirci çırağının yaptığı kaza sonrası vefat etti. kazayı duyanlar, ilkin, alkollü araba kullandığı için sonunda kendini öldürdüğü yakıştırmasını yapmış da gerçeği öğrenip evine gidence, yalnızlığını ve yoksulluğunu anlatıp durdular. ölünün arkasından yalnızlığa, vefasız akrabalara, hayırsız çocuklara, hayattayken nasıl da kıymet bilinmediğine ağıt yakmak bizde bir cenaze ritüelidir zaten. öldüğünde o derme çatma kulübeye gitmişler ya, "bir tane çürümeye yüz tutmuş mandalina varmış masanın üstüne, tabağın içinde" dedi annem, başka da yiyecek hiçbir şey yokmuş.

    nasıl bazı yerler bazı insanları, bazı kokular bazı anları hatırlatır. mandalina da bana hep ekrem dayı'yı hatırlatır ve ağır roman'daki o sözler gelir aklıma:

    "savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye, zaman ki sana hasta olmuş, incelikli haytasın. nüksederken raksına mahallenin maşallahı, eyvallahı; güzelleş be oğlum şimdilik ölümüne kadar hayattasın. şimdilik, ölümüne kadar hayattasın..."

  • bilgisayar başında izlerken gece gece canımı sıkmış video'dur. böyle şeyleri doğal ortamda canlıların kendi habitatlarında olurken bir belgeselde falan izlerken rahatsızlık duymuyorum, sonuçta doğa acımasız bir sistemdir ve her şey olması gerektiği için oluyordur. ama şöyle insan eliyle yapılan sentetik ortamlarda sırf haz amacı güden bir iki piç kurusu tatmin olsun diye canlıların yaşam hakları suistimal edilmiyor mu ifirit oluyorum. şerefsiz piçler.

  • şarkı "kötü" değil, "uğraşılmış kötü" resmen.
    bilmeden yapamazsın bu kadar kötü şarkıyı, uğraşman lazım.

  • cidden acayiptir. adamın neden dokunduğu meçhul kapağın açılacağını da bilemez dokunan kişi. gerçekten son zamanlarda izlediğim en ilginç video.

  • almanya'da erasmus yapan birkaç türk genci olarak bindiğimiz şehir içi otobüste* biraz fazla ses çıkarıp, gülmemiz üzerine şöförün dahili mikrofondan türkçe olarak ''çocuklar, hayatınız boyunca hep böyle gülüp mutlu olursunuz inşallah.'' anonsunu yapması.

  • akıl almaz boyutlarda bir evrenden bahsediyoruz. bu gerçeklik karşısında aklı bulanmayan insan yoktur. evrende toz tanesi bile değiliz. samanyolu galaksisindeki küçük bir güneş sisteminde yaşayan canlıllarız. jüpiter, dünyanın bin katı, güneş ise bir milyon katı büyüklüğündedir. ve bu galakside güneşten milyonlarca, milyarlarca kat büyük karadelikler, yıldızlar var. saniyede 300.000 km hızla ilerleyen ışığın bilinen evren sınırlarına ulaşması 96 milyar ışık yılı sürüyor. aman allah'ım çıldırmamak elde değil. evren ve uzayla ilgili her belgesel izlediğimde insanoğlu olarak acizliğimizi, önemsizliğimizi daha iyi kavrıyorum. tarihteki en güzel en anlamlı sözlerden olan şu sözü hiç unutamıyorum.

    “mikroskop insana önemini gösterdi, teleskop da önemsizliğini.”
    manly palmer hall.