• bindiğim otobüsün trafik kazası geçirmesini istiyordum. geri kalan kırk küsür yolcunun ne suçu vardı bilmiyorum ama benimle beraber onlar da gitmeliydi. organlarımdan sorumlu değildim. midemi iki gündür doldurmuyordum. o da açlık zilini çalmıyordu zaten. annemle vedalaştım. otobüse bindim. yanımda bücür bir adam oturuyordu. çok sempatik ve tanıdıktı. küçük yastığını kıçının altına koymuş elindeki mini radyosunu parmaklayıp duruyordu. hiçbir kanal onu memnun etmiyordu. derken bu adamın kim olduğunu hatırladım. koskoca ahmet telli gelmiş benim yanıma oturmuştu. o kulağına uygun bir müzik arıyorken ben kendisiyle sohbet başlatmak için uygun bir girizgah konusu arıyordum. boş verip ağzıma gelen soruyu yönelterek yalınayak başıkabak giriverdim dergahına...

    "-şey... siz şair ahmet telli değil misiniz?"
    "-evet. beni tanıyorsun galiba."

    nasıl tanımazdım? şiirinden etkilenerek su çürüdü deneyi bile yapmıştım. bir sene boyunca bardağa koyup terk ettiğim su çürüyememişti. yaraladığım sinekleri örümcek ağına atıp zavallı sineğin örümcekle yaptığı nafile mücadeleyi zevkle izleme faaliyetimden sonra yaptığım nice irili ufaklı saçmalıktan birisiydi sadece. adam ne güzel anlatmış çürümeyi senin yaptığına bak! 1. ağır depresyon etkinlikleri programının en saçma faaliyetiydi belki de. diğerlerini saysam bıkarsınız.

    "-ankara'da sevdiklerimle kucaklaşacağım," dedi ben sormadan.

    imza günü falan vardı herhalde. akabinde bir konferans yakışırdı. yok ama ankara'ya dönüyormuş. orada yaşıyormuş. bir süredir dönememiş. deplasmana dönmüş kendi sahası. derin adamlar bu şairler. ben ancak bir otobüs koltuğu rastlantısıyla yaklaşabilirim onlara. düşündüm de, bu adam her şiiriyle uçurumun kenarına gidip tekrar dönüyor. ne zor iş, sen de oturmuş zırıltılı depresyonunu felaket senaryolarıyla kuşandırmaya çalışıyorsun. acaba ona olası bir trafik kazasından şoförün değil benim sorumlu olacağımı söylesem bana ne der acaba? tamam şairler delileri severler ama dur orada bakalım. adama "depresyondayım ahmet bey. haricimde dönüyor dünya" desem, koltuğunu değiştirir mi acaba? elbette yapmaz. bana mücadeleyi öğütler. tanrım, bir şairle nasıl sohbet edilir ki? karşımdaki adam son derece kısa boylu bir şair de olsa, benim boyumu aşar bunlar. hem de gece yolculuğu. adamı sıkmayayım.

    "-biliyor musunuz? bir imza gününde kitap imzalatmıştım size. aynen şunu yazmıştınız. 'hiç kimse bir aşkı onarmaya kalkmasın / kaybedilmeye değer en güzel anında yitirilmişse eğer."

    etkilenmişe benziyordu. en azından hoşuna gitmişti.

    "-evet. çok yorulurum ama özenirim kitap imzalarken."

    kızarmıştı, mahcup olmuştu sanki. adam nasıl da mütevaziydi. bir kat daha büyümüştü gözümde. aklıma büyük aşklar yolculuklarla başlar dizesi geldi ustanın. acaba bir otobüs yolculuğunda mı gelmişti aklına? saçmalıyordum yine. sormaktan vazgeçtim. ama ona mutlaka çok kötü durumda olduğumu söylemek istiyordum. kendimi öldüremeyecek kadar hayatı sevdiğimi ama aynı zamanda yaşamak istemediğimi bu adama anlatmak istiyordum. onu ilgilendirmezdi ama bilmiyorum işte. söylemek istedim.

    "-biliyor musunuz? şu sıralar hayat çok üstüme geliyor. hiçbir şeyden zevk alamıyorum*."

    nasıl ağzımdan çıktı bilmiyorum "ama yardım et be baba" alt metniyle söyleyiverdim işte.ferhan şensoya söylemek isterdim bir de. eminim siklemezdi. bir de charles bukowskiye belki. o hiç siklemezdi. zaten ölüydü. onlara söylemek istememin nedeni belki de bu pek kutsal siklememe yetenekleriydi.

    ahmet telli mimikten yoksun bir yüzle baktı. sonra birden gülmeye başladı. o ciddi şairi güldürmüştüm. derken ben de gülmeye başladım. ben gülüyordum, o gülüyordu. gülümseyen bir otobüste gecenin ucuna yolculuk yapıyorduk. ciddiyetiyle ünlü koskoca bir şairi güldürmüştüm. allah iyiliğimi versindi. ne çılgın bir andı. allah allah. oysa ben cidden böyle durumlar için söyleyebilecek kallavi moral lafları vardır diye düşünüyordum. belki de adam kahkahalarıyla bana en doğru cevabı vermeye çalışıyordu.

    depresyonun dibine vuran adam gerçekten çok komik oluyordu, anlamıştım bunu. kendi içimdeki o orospu çocuğu sancı beni gebertirken, bunu dışavurumumdaki saçmalık her şeyi gülünçleştirmişti belki de. binbir başlı depresyonum kamil koç koltuklarında kahkahalarla ayaklar altına alınıyordu. ne kutsal bir ritüel alanı. teşekkürler kamil koç. teşekkürler ahmet telli. gerçekten ikiniz de çok iyi markalarsınız.

    bir şair ve bir deli kahkahalar atıyordu. ve ön koltukta oturan anne çocuğunun uyuduğunu ve sessiz olmamızı rica etti. ona depresyon kovma ritüelimin atmosferini bozduğunu söyleyemezdim. sustum...

    depresyon şişesinin dibindeydim. ve o çok ciddi ve saygın şair, çok sevgili ahmet telli'nin düşük volümlü kahkahaları beni biraz kendime getirmişti. şairler bazen istemeseler de kurtarıcı olabiliyorlardı, anlamıştım.

    otobüs kaza geçirmedi maalesef...
    geçirseydi bu satırların yazarı bunları yazamazdı zaten.

    ama bir şey söyleyeyim mi?

    eğer gerçekten bir kaza gerçekleşseydi kamil koçtan sadece iki kişi sağ çıkabilirdi o gece:
    bir şairle bir deli...
  • uçurumların şairi.

    "şimdi beni uçurumdan atsan, düşene kadar aklımdaki tek şey; sırtıma değen ellerin olurdu"
  • "kavgadan uzak kalmissan, sevdadan da uzaksin demektir" demis ve nice guzel tespitlere kosmus bir sair.
  • bugun hrant dink icin yuksel'de yapilan eylemde bir sureligine mikrofonu eline almis ve onun icin "sen dostumdun benim" siirini okumustur. bu siirle dizimizin bagini cozmus, gozumuzun yasini akitmis, ve tam o anda telefonuma bir dostumun agos'a ugrayip benim icin de karanfil biraktigi mesajini dusurmustur.

    "sen dostumdun benim, gülünce güneşler açan
    bulutlara, rüzgara asarım suretini her akşam
    her akşam bir mektup yazarım dağlar kadar
    kayıp bir adresten geliyor sesin şimdi, üşüyorsun
    unutma dostumsen sen, neredeysen orada ölmek isterim"

    a. telli
  • biten bir aşk için
    söylenecek söz şu olmalı:
    -güzeldi yine de

    ***

    hiç kimse bir aşkı
    onarmaya kalkmasın
    kaybedilmeye değer
    en güzel anında bitirilmişse eğer
  • "özgürlük ve vicdandır şiirin kadrajı" der ahmet telli ve ekler "egemenlikçi sistemin hizaya getirici baskısına boyun eğmemek, hizaya gelmemek, hizayı bozmak şairin refleksi değil midir zaten? diye de sorar. şu sözlerinden sonra aşağıya pek bilinmeyen bir şiirinin bir bölümünü bırakıyorum. ve en aşağıda onun sesiyle "êdî bes e" deyişi.

    ***

    "enkaz altından geliyor sesin tarih deme bana
    nabzımda biriken kimya patlamak üzere
    hakikat nedir diye sormaya vakit kalmamış
    ronya’yı gördün mü kardeşimin emanetiydi
    saçlarını uzatmaya vakti oldu mu öğren
    çığlık onundu êdî bes e êdî bes e êdî bes e
    sen seni unutma ve şehri sakın terketme
    biz dağa çekiliyoruz yanan ormanlardan geçerek
    biz dağa çekiliyoruz küllenmiş hâtıralara

    ronya’yı unutma ronya’yı unutma."

    dinlemek için:
    https://youtu.be/xixh2e32gni
  • ''şimdi beni uçurumdan atsan,
    düşene kadar aklımdaki tek şey
    sırtıma değen ellerin olurdu.''

    dizelerinin şairi.
    daha önce hiç okumamıştım herhangi bir şiirini. yeni rastladığım bu bir kaç dizesi, tamamiyle ruhumu anlatmış ve özetlemiştir. çok düşündüm bu sözler üzerine ve sanırım düşünmeye de devam edeceğim.
  • "şairler şiir okuyamaz" tezini ve suyu çürüten şair.
  • 12 eylül döneminde aynı zamanda eski bir öğrencisi olan polis memuru tarafından dövülmüş yüce şair.
  • tam on sene önce yani ben henüz 18 yaşında bir üniversite öğrencisiyken, çocuksun sen kitabını imzalatma şansım olmuştu kendisine.. hiç aklımdan çıkmaz, imzasının hemen üzerine yazdığı temenni..

    "yüreğindeki çocuk hiç incinmesin diye."

    keşke dediği gibi olsaydı..
hesabın var mı? giriş yap