*

  • genellikle bir adet aglayan ve hiç de hos kokmayan bebegi, bir adet sürekli konusup soru soran küçük çocugu, bir adet horlayan amcayi, iki adet yüksek sesle konusan teyzeyi ve geriye kalan sikintili 43 kisiyi bir sehirden digerine tasiyan araç.
  • cok ozel bir otomotiv alanidir.. ula$imi karayollarina bagimli ulkelerde onemi iyice artar.

    a$agi yukari her be$ yilda jenerasyon degi$tirirler.. turkiye yollarinda en cok dola$anlari mercedes o403, man s2000, man s2000 mega, man fortuna, mercedes travego, mitsubishi maraton, mitsubishi prenses, mitsubishi safir, setra ve neoplan olagelmektedir.

    1990'lardan sonra, son mercedes 302s'lerin de ortadan kalkmasini takiben buyuk bir konfor arti$i olmu$tur.. titre$imsiz sessizce giden teknolojiyi "ağabey lambayi kapatir misin yolcu uyuyameyor"'la bozan muavinlerimiz olsa da; raconunu bilene bu otobuslerde saatlerce yolculuk yapip kitap falan okumak, muzik dinlemek, dinlenme tesislerinde i$eyip alakasiz bir $ehrin dag havasini hissetmek cok zevklidir..

    $ehirlerarasi otobusler konforla beraber yerden yukselmi$tir. dinamik olarak cok uygun olmayan bu hareket ba$ta bagaj kapasitesini arttirmak amaclidir. (diye tahmin ediyorum)
  • çocuk sesleri, nadiren de olsa hissedilen sigara dumanı ve bangır bangır duyulan süper efem tınılarıyla birilkte daha da çekilmez hale gelebilen faydalı araç...
    (bkz: nilüfer)
  • sehirler arasi insan tasimaciliginin gayet gayriinsani bir yolu.
  • (bkz: yeni hayat)
    (bkz: orhan pamuk)
  • hayatın en duygusal anlarının mekanıdır.
    sabah alacakaranlıkta tarlaya giden köylüler, akşam eve dönme telaşındaki küçük kasaba insanları, öğlen güneşinde boş arsada top oynayan çocuklar, anadolu kırkikindi yağmurlarını penceresinden izleyen ve hayal kuran ev kızları, gecenin ıssızlığında terkedilmiş gibi duran doğunun ıssız kasabaları, yağmurlar, karlar, yıldızlar ve her cama baktığında yüzünün yansıması arkasında gördüğün ovalar, dağlar ,denizler, her göz açıp kapamanla değişen ve her birini ilk defa gördüğün en güzel sinema filminden daha güzel ve daha gerçek kareler. ve tüm bunların arasından sanki bir görünmezmişsin gibi geçmek hem dışında olup hem tam ortasından geçmek.. yalnızken ayrı bir güzel omzunda sevdiğinin başıyla ayrı güzel.. o hep istanbul gürültüsünde gördüğün bağrıştığın sevgili, o kadar sessiz ve masum uyur ki omzunda, kafanı sağa çevirince saçlarının kokusu sola çevirince her saniye değişen bir coğrafya ,insanlar ya da karanlık, yıldızlar.. bi de kulağında bir müzik... gözün tenin kulağın burnun tüm duyuların anın tadını çıkarır
    onun için her uzunyol seyahatinin benim için illaki otobüsle olması gerekir. bu güzellkler varken o uçak denen ruhsuz taşıttaki yapay hostes gülüşleri, tedirgin anlar, anlamsız uğultular, gazete okuyan sevimsiz insanlar ve en önemlisi küçük salak pencerende sadece bulutların değiştiği hep aynı görüntüler..
    varsın 24 saat sürsün otobüs ama ben o anların tadıyla uçağa göre 22 saat kaybım yok hayatın tadından 22 saat karım var
  • önceden şoförün zevkine kalmış müzik dinlenirken, artık herkesin kendi istediği müziği * * dinleyebildiği otobüsdür. bir de geçenlerde gördüm her koltuğun arkasında bir lcd ekran, televizyon kanallarını, dvd filmleri izleyebiliyorsunuz...
  • şehirler arası otobüslerde vazgeçtim insan olmaktan. otlu peynir kokusu ve bir tutam yakarış gibi. neresinden tutsam pipiymiş hissi veriyor. elde kalmaması imkansız.

    bu trajedi yüklü hikayenin beni en çok etkileyen satırları, adanalı avukat gencin sahneye adım attığı o andı. nitekim, "dayı nasılsın" girizgâhı tarih boyunca hiç bu kadar ızdırap verici olmamıştı.

    "ergenekon nasıl bir şey, yalanır mı" birikimine sahip canlının (insan türü muaf tutulmuştur) the times'daki satırbaşlarından söz etmesi dünyada görülmüş en büyük çelişki olmayabilir, ama bence zerk ettiği acının dozu gayet başarılıydı. beni öldürmeyen acı, beni adeta sikti. öyle bi sikiş ki; msn iletilerine olan inancım zayıfladı. sular yükseldi, dolunay çıktı, tavuklar tilki kovaladı. bir an, ayaklar altındaki harika avcı'dan sonra sürünebilen ikinci beşer olduğumu idrak ettim. fakat acı çekiyordum. aynı an izmir'deki elli bin avukatın aslında azılı birer mason olduğunu da öğrenmiş bulunuyordum. acım perçinlendi. toparladım kendimi ve adanalı genco’dan gelebilecek bir sonraki muhtemel teoriye odaklandım. "dünya öküzün taşaklarında" olabilirdi pekâlâ.

    taşak korkusundan olsa gerek öküzü bir kenara attı. ama muhabbetin hastası, keskin geçişlerin ustası var hemen arkamda. öküzden ergenekon'a, ordan da sevgilisiyle olan uyumuna dikey geçiş yapması sadece bir kaç salisesine mâl oldu. ron dennis bile kronometreyle bu kadar içli dışlı değil. genç, zamanın değerinden haberdar. nakite çevirme konusunda sıkıntı yaşamıyor.

    girit asıllı, izmirli ünlü optikçinin kızı ve giydiği bikiniler dayının da hoşuna gitmişti (gözlerinden okunuyor bikini seviyorsun). "o bikini giyilmeyecek" alt başlıklı metin ise, bence, atraksiyonu yüksek ve en heyecan verici bölümdü. “ya bu deveyi güdersin, ya bu bikiniyi giymezsin” çıkışı dayıyı da en az ben kadar kontrpiyede bırakmış olacak ki fona horlama efekti eklendi. kontrpiyede kalmanın uykuyu tetiklediğine dair bilimsel kanıtlar vardı artık elimde. fakat sevgiliyle sokakta gezerken göz atılan vitrinler ve bu vitrinlerden yansıyan silüetlerin, çiftlerin uyumu konusunda önemli bir yer teşkil ettiğine dair hâlâ şüphelerim yok değil. o vitrin ayna vazifesini ne kadar iyi yapıyor olabilir ki? en fazla çay, kahve takımı koyarsın. meydan larousse’u dizersin, bence.

    of be hacı bitmez bu hikaye. ömrümün sonuna değin çeşitli sıfatlar yakıştırabilirim sana. elden ayaktan ve adsl’den kesilmedikçe bunu yapabilirim. aslında fiziksel açıdan o kadar çok benziyoruz ki; babangida, babayaro, omamba üçlüsünden biri olabilirmişin hissiyatını vermiyor değilsin. o elektriği alıyorum, lâkin kafamın üstünde beliren ampulü aydınlatmaya yetmiyor. belki de elimi şıklatmayı unutuyorum. inan jerry bu duruma çok üzülüyor.

    unutmadan; gömlek giyebiliyor olman ve kemer takman, 20 dakikalık molalarda tuvalet ihtiyacını giderip, çay içebilmen beni ciddi düşüncelere gark eyliyor. yalnız garkla gurkla işim olmaz benim.

    sen insan değilsin. he hacı, nasıl bir kimya seninkisi?
hesabın var mı? giriş yap