• ingilizce name veya türkçe ün anlamında melodi.
    (bkz: yav bir ses duydum sanki)
  • mecazi olarak, 'birinin yalandan ve nazlanarak söyledigi söz' manasina gelir.
  • aşık olsam nick kullanmasını tavsiye edeceğim isme sahip kişi.
  • hilmi yavuz (eski) zaman gazetesi yazılarından birinde demişti ki:
    "yahya kemal*, şöyle der: ‘lirik şiir eski yunan’dan beri tekâmül ede ede sazını bırakmış, yalnız nağme kesilmiştir."

    [kaknus güzel, fakat acayip bir kuştur. yeri yurdu da hindistan'dadır.

    uzun, kuvvetli bir gagası vardır. o gagada ney gibi birçok delik bulunur.

    yüze yakın delik vardır. sonra bu kuşun eşi de yoktur. tektir bu kuş!] feridüddin attar - mantıku't-tayr

    [bu kuşun ömrü bin yıla yakındır. öleceği vakti iyice bilir.

    öleceğini anladı da kendisinden ümit kesti mi, çalı çırpı toplar, onları çepeçevre yığar.

    tam ortasına da kendisi geçer, yüzlerce türlü nağmelerle feryada başlar.] feridüddin attar - mantıku't-tayr
  • bu isimde bir ingilizce öğretmeni tanımıştım. tavanları izlemeyi seviyordu. bir ara kaybolup gitti ortalıktan.
  • güzel, uyumlu ses, ezgi, melodiye verilen isimdir. osmanlı türkçesindeki nağme yerine, günümüz türkiye türkçesinde ezgi kullanılmaktadır.
  • notalar arası hızla geçiş yaparak ezgiyi süsleme gibi bir şey olabilir.
  • nağme, ezgi anlamındadır. dünyada anlık olarak iyi gelen çok nağme, ezgi dinleriz ama
    zikirle dolu bir gönül gibi hiç biri allah'ı zikretmek ile gelen o muhteşem huzuru vermez, vermesi de mümkün değildir zaten.

    cenâb-ı hak buyuruyor:
    bismillahirrahmanirrahim

    “yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes o’nu tesbîh eder. o’nu hamd ile tesbîh etmeyen hiçbir şey yoktur. ne var ki siz, onların tesbîhini anlayamazsınız…” (isrâ, 44)

    rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

    “rabbini zikredenle etmeyenin farkı, diriyle ölünün farkı gibidir.” (buhârî, daavât 66)

    ebû’l hasan harakânî hazretleri buyurur:

    “dünyada en üstün ve değerli şey; her zaman ve mekânda allâh’ın zikriyle dolu bir gönüldür.”

    göklerde ve yerde bulunan bütün varlıklar, allâh’ı kendi dillerince zikrederler. bundan dolayıdır ki bülbüllerin bir damlacık yüreklerinden dökülen feryat nağmeleri, kumrulardan yükselen “hû, hû”lar, leyleklerin “lek, lek”leri, ârif kulların nazarında hep duygu dolu birer “zikir” tezâhürüdür.

    nitekim bu hakîkatin birer misâli sadedinde, nebevî terbiye altında yetişen güzîde sahâbîlerden abdullah ibn-i mes’ud (ra);

    “biz boğazımızdan geçen lokmaların tesbihlerini duyar hâle gelmiştik!” buyurmuştur.

    yine hak dostlarından hüdâyî hazretleri; koparmak için uzandığı bütün çiçeklerin kendi dillerince hakk’ı tesbîh ettiklerini işitmiş ve hiçbirini koparmaya kıyamamış, neticede üstâdına ancak, sapı kırılmış olduğu için zikri bitmiş bulunan bir çiçeği takdim edebilmiştir.

    yani kâinattaki ilâhi nizam gereği, insanlar ve cinlerin dışındaki canlılardan zikri bitenin, ömrü de biter. bu demektir ki, allah teâlâ’nın yarattığı bütün canlılar için hakîkî hayat; zikrin feyiz ve bereketiyle geçen hayattır. dolayısıyla allâh’ı unutan bir kalp, zâhiren yaşıyor olsa da, hakîkatte ölü demektir.

    zikrin, kalpler üzerindeki bu hayâtî ehemmiyetine dâir, sâmi efendi hazretleri de şöyle buyurmuşlardır:

    “hakîkî hayat sahibi, ancak kalbi diri olan kimsedir. çünkü kalp beytullah’tır (nazargâh-ı ilâhîdir). orada allah muhabbeti ve zikri yoksa, o kalp ölüdür…” (m. sâmi efendi, menâkıb, 25.) (osman nûri topbaş, hak dostlarından hikmetler, erkam yay.)

    gaflet ve kasvete müptelâ bir kalbin en tesirli ilâcı, “zikrullah”tır.
hesabın var mı? giriş yap