• okumayı yıllara yaydığım ve bundan da büyük keyif aldığım kitap. bitmesini istemiyorum. sanki o bitince düşünsel yolculuğum da sona erecek gibi geliyor. bu motosiklet yolculuğu bitmez zaten, motor bu kadar çabuk kavranamaz. bu başlığı koyan lowlife arkadaşıma çok teşekkürler
  • abd'li felsefeci, akademisyen ve gezgin robert m. pirsig'in 1974 yılında yayımlanmış, bir adamın oğlu ve iki arkadaşıyla yaptığı seyahatlerinde karşılarına çıkan problemleri motosiklet parçaları ile insanlar arasında özdeşlik kurarak felsefi açıdan ele aldığı, geçmişine doğru gerçekleştirdiği bir nevi iç yolculuk kitabı.

    1953'te yayımlanan ve eugen herrigel’nin “okçuluk sanatında zen” isimli kitabından kelime oyununa dayandırılarak ismini alan kitapta, 17 günlük plastik düşünme ve tüketme alışkanlığından uzaklaşma serüveninde insanlığın teknoloji ile olan ilişkisi, batının temel problemleri ”bugün ortak bilincimizin akıntısı kendi kıyılarını bozuyor.” diyerek iç seslerle tartışılırken klasik (akılcı-nesnel) anlayışla romantik (öznel) anlayışı bir araya getirmenin yollarını aranıyor. “ben bir chautauqua söylevcisi değil de bir romancı olsaydım…” biçiminde kitabı ile ilgili tespitlerde bulunan pirsig, çeşitli makinelerin kullanma kılavuzlarını hazırladığından bahsederek bu kılavuzları örneklerinde kullanıyor. ama neden motosikleti tercih ettiğini şöyle ifade ediyor: ”motosiklette bir kafes yoktur. her şeyle doğrudan temastasınızdır. artık, izlemekten öte, sahnedesinizdir; bunu kuvvetle hissedersiniz. ayağınızın on santim altında vızıldayan asfalt gerçektir, her zaman üzerinde yürüdüğünüz şeydir, oradadır; öyle flulaşır ki gözünüzü üzerinde odaklayamazsınız, ama istediğiniz an ayağınızı aşağı indirip dokunabilirsiniz ve dolaysız bilinciniz hiçbir şeyi, hiçbir yaşantıyı kaçırmaz.” zaten, “kimse, nereye gittiğini bilmeyen kişi kadar yükseklere çıkamaz!”

    kitapta aslında, çalışma hayatına minnesota üniversitesinde biyokimyager olarak başlamış 1958 yılında profesör olmuş pirsig tarafından 1961 yılında paranoid şizofreni ve klinik depresyon teşhisiyle hastahaneye yatırılıp birçok kez tedavi görüşünün öyküsü phaedrus isimli bir başkasına başka bir deyişle altbene yükleyerek anlatılıyor. phaedrus batı dünyasının ilk öğretmenlerinden ve niteliği ön planda tutan grek retorikçilerden. (platon kendi çıkarı için retorikçileri aşağılamış olsa da onlar hakkında bilinenler de hep platon’dandır.) gerçi pirsig’in ifadesiyle, kendisi buda’yı çevresindeki olguların niteliğinde bulmayı tercih eden bir aristocu iken phaedrus yapı olarak tam bir platoncu’dur.

    [alıntı: robert m. pirsig, 1928 minneapolis, abd doğumlu. yazar, ülkesinde felsefe, kimya ve gazetecilik öğrenimi gördükten sonra, benares hindu üniversitesinde de doğu felsefesi okumuştur.1959 – 1962 arasında montana ve ıllinois’deki çeşitli üniversitelerde retorik ve kompozisyon dersleri veren yazar, ağır bir sinir krizi geçirmiş ve elektrik şoku terapisi görmüş. daha sonra 1963- 1967 arasında minneapolis’te teknik yazar olarak çalışmış. yazarın, bu eserinden başka, yine süha sertabiboğlu tarafından, dilimize çevrilmiş bir eseri daha var: lila- ahlâkın sorgulanması.]

    yolculuk boyunca yanında olan oğlu chris, babasının hastalığı ile ailenin yaşadıklarından olumsuz etkilenmiş, psikolojik destek almakta olan ve karın ağrıları ve kolayca değişen ruh hali nedeniyle bazen sırtında taşıdığı bir yük bazen de ilişkilerindeki sorunlara rağmen sırtını yasladığı gerçeklik olarak betimlenmiş. diğer motosikletteki yol arkadaşları john ve slviya yani sutherland’lar ise yazarın motosikletini tamir etme merakını (“alışılmadık davranışlar öteki insanlarda yabancılaşma yaratma eğilimdedir ki bu yabancılaşma da alışılmadık davranışları artırır” diye ifade ettiği gibi) alışılmadık bir davranış olarak görüp yadırgarken, teknoljiden kaçışları ile bir şekilde bu romanı yazmasının (chautauqua’sının) sebebini oluşturuyorlar denebilir.

    pirsig kitap boyunca, çağın hemen bütün temel meselelerine değinmek üzere tüm formel bilimsel yöntemleri einstein’dan alıntılar ve kant’tan fikirlerle ele alırken bir yandan akılcılığı da eleştiriyor. hipotezlerin sonsuzluğundan, seçimsel olduklarından bahsederken bilimsel yöntemleri kullanarak değişmez hakikate varmak için uğraştıkça hakikatten uzaklaştığımızı ifade ediyor.

    “her öğretmenin kendisine en çok benzeyen öğrencilere not verme eğilimi vardır.” ya da “burada sadece öğretirsiniz. araştırma için zaman yoktur. düşünmek için zaman yoktur. dış olaylara katılmak için zaman yoktur. zekanız söner, yaratıcılığınız körlenir. aynı şeyleri anlatan otomatik bir makine olursunuz. sizi sönük bulan öğrenci size karşı sayısını yitirir” diyerek bozeman’da bir eğitim fakültesinde çalıştığı günlere istinaden eğitim sistemine yönelik tespitlerde de bulunuyor, not ve sınıf geçme de dahil pek çok şeyi nitelik arayışı ekseninde eleştiriyor. çünkü ona göre “gerçek nitelik anlayışı sistem’e hizmet etmez, hattâ onunla mücadele etmez, hattâ ondan kaçmaz. gerçek nitelik anlayışı sistem’i yakalar, evcilleştirir ve kişinin kendisinin kullanması için çalıştırır, kişiyi de kendi iç yazgısını gerçekleştirmesi için özgür bırakır.”

    pirsig üç alandan bahsediyor. din-sanat-bilim. seyahat boyunca, bunları iç sesi ile tartışıp bize de aktarırken, “sanatla teknolojiyi yeniden birleştirmenin zamanı çoktan gelmiş de geçmiş bile.” “toplumsal değerlerin doğru olması için bireysel değerlerin doğru olması gerekir. dünyayı düzeltmenin yeri ilk olarak kendi yüreğimiz, kafamız ve ellerimiz ve sonra onlardan çıkan iştir.” “ama açık söylemek gerekirse gerçek kötülük teknolojik nesnelerde değil, teknolojinin insanları yalnızlık verici nesnellik tavırları içinde soyutlama eğilimindedir.” gibi pek çok tespitte bulunuyor.

    robert m. pirsig tekrar tekrar gördüğü ve anlattığı rüya aslında onun gerçekliğidir. romanın başında rüya oldukça kısadır. yolculuk ilerledikçe yazarın düşünceleri ve yaşadıkları rüyasına eklenmektedir. bir bakıma bu rüyayı da roman içerisinde ayrı bir öykü ya da katman olarak görebilir ve inceleyebilir.

    bolca alıntı yaparsak:
    “motosikletle gezerken her şeyi, öteki araçlardayken gördüğünüzden tümüyle farklı görürsünüz. arabayla gezerken hep kapalı bir yerdesinizdir ve alışık olduğunuzdan, araba penceresinden gördüklerinizin televizyondakilere benzediğini fark etmezsiniz. pasif bir gözlemcisinizdir ve sizinle birlikte giden sıkıcı bir kafes içindesinizdir.”

    “iyi vakit geçirmek istiyoruz, fakat önem derecesi vurgulamasında ‘iyi’, ‘vakit’e ağır basıyor. bunun yerini değiştirirseniz tüm yaklaşım değişir.”

    “bu yolculukta, insanın ne olduğuyla ne yaptığı arasındaki bu garip ayrımın, yirminci yüzyılda neyin yanlış gittiğini bulmamız için bize ipuçları verip veremeyeceğine baksak, biraz araştırsak iyi olacak. aceleye getirmek istemiyorum. zaten bu acelecilik kahrolası bir yirminci yüzyıl tavrıdır. bir konuda acele etmek istiyorsanız ona pek özen göstermiyor, başka şeye geçmek istiyorsunuz demektir.”

    “romantik tarz öncelikle eşcinsel, düşsel, yaratıcı, sezgiseldir. duygular olgulardan önce gelir. ‘sanat’, ‘bilim’le karşılaştırıldığında genellikle romantiktir. aklı ya da yasaları izlemez. yalnızca duyguları, sezgileri ve estetik vicdanını izler. kuzey avrupa kültürlerinde romantik tarz genellikle kadınlıkla özdeşleştirilmiştir, ama bu kesinlikle, zorunlu bir özdeşleştirme değildir.”

    “eğitimsiz bir gözlemci yalnızca fiziksel çalışmayı görür ve genellikle, tamircinin yaptığı başlıca şeyin fiziksel çalışma olduğu düşüncesini edinir. aslında fiziksel çalışma tamircinin yaptıklarının en küçük ve en kolay bölümüdür. çalışmasının açık farkla en büyük bölümü dikkatli gözlem ve doğru düşünmedir. tamircilerin bazen, deneme yaptıklarında suskun ve soğuk davranmalarının nedeni budur.”

    “insanların bilgi alanı bugün öylesine geniş ki, hepimiz birer uzman konumundayız; uzmanlık konuları arasındaki açıklık öylesine büyümüş ki bunlar arasında özgürce dolaşmak isteyen biri çevresindekilerle yakınlık kurmaktan neredeyse vazgeçmek zorunda. öğle yemeğinde ne konuşulacağı bile uzmanlık konusu.”

    “okulların, kiliselerin, hükümetlerin ve her tür politik örgütün kendi işlevlerini sürdürmek için ve bu işlevlere hizmet eden bireyleri kontrol edebilmek için, düşünceleri hakikat dışındaki amaçlara yönlendirmeye çalıştığını anlıyordu. erken başarısızlığın şanslı bir kaza, kendisi için konmuş bir tuzaktan rastlantısal olarak kurtulması olduğunu anladı ve ondan sonra, kurumsal hakikatlerin tuzağına karşı hep tetikte oldu.”

    “yalnızlığı çok daha fazla görüyorsunuz şimdi. öyle bir paradoks ki en büyük yalnızlığa insanların en kalabalık ve sıkışık olduğu, doğu’nun ve batı’nın büyük kıyı kentlerinde rastlıyorsunuz. öte yanda insanların geniş alanlara yayıldığı batı oregon, ıdaho, montana ve dakota’da yalnızlığın daha çok olacağını sanırsınız, ama biz öyle görmedik.”

    “insani değerlerle teknolojik gereksinimler arasındaki çelişkiyi çözmenin yolu, teknolojiden kaçmak değildir. bu olanaksızdır. çelişkiyi çözmenin yolu ikici düşüncenin bariyerlerini kırmak, bu engelleri kaldırarak teknolojinin ne olduğunu gerçekten anlamaktır.”

    “geçmiş, yalnızca anılarımızdadır; gelecek yalnızca planlarımızdadır. şimdi ise bizim tek gerçeğimizdir.”

    “saldırı sonuçlara olduğu sürece hiçbir değişim olanaklı değildir. nedenlere saldırmak gereklidir. nedenler sistemdir, akılcılıktır….sistematik bir hükümet devrimle yıkılır ama o hükümeti üreten sistematik düşünce kalıpları sağlam kalırsa yeni hükümetler ürer.”

    ”düşünmek televizyon seyretmekten öylesine daha ilginçtir ki daha çok kişinin düşünmeyi tercih etmemesi utanç verici.”

    “tümüyle güvendiğiniz bir şeye asla kendinizi adamazsınız. gerçek üniversite zihinsel bir durumdur. mala mülke sahip değildir. ücret ödemez ve maddi bir aidat almaz. yüzyıllardır sürüp bize dek gelmiş ve herhangi belli bir yeri olmayan büyük akılcı düşünce mirasıdır. gerçek üniversite aklın kendisinin sürüp gitmesinden başka bir şey değildir.”

    “krizin nedeni var olan düşünce biçimlerinin sorunun çözümünde yetersiz kalmasıdır. akılcılıkla sorun çözülemez. çünkü bizatihi sorunun kaynağı akılcılıktır. ondan vaz da geçemeyiz. akılcılığın doğasını bir çözüme ulaşabilecek şekilde genişletmek gerekli. bu değişim dallarda değil köklerde olmalıdır.”

    “gerçek bilim engellere takılmakla başlar. rönesans colomb’un amerika’yı keşfinden sonra yaşanan karmaşıklıktan doğmuştur. bugünün aklı orta çağın “dünya düzdür” diyen aklına benziyor. farklı düşünmek, ötesine geçmek delilik kabul ediliyor. klasik akıl, analitik, diyalektik akıl soyut sanat karşısında iflas etmiştir.”

    ”uygarlık arabasının katırlar tarafından çekildiğini düşünüyorsanız bu yaygın, profesyonel bina görüşüdür. kilise tavrı değildir. kilise anlayışı uygarlığa katırların değil özgür insanların hizmet etmesini gerektirir. not ve sınıf geçme sisteminin değişmesi katırları özgür insanlara dönüştürme isteğidir.”

    “eğer değerleriniz katı ve değişmezse yeni olgular öğrenemezsiniz”

    “kendinize yüksek bir değer biçiyorsanız yeni olguları tanıma yeteneğiniz zayıflar.”
  • bir cok insanin "hayatimi degistiren kitap" olarak tanimlayabilecegi (evet, itiraf diyorum, ben de bu insanlardan biriyim), su an kult seviyesine ulasmis, 70'lerin en onemli eserlerinden biri. felsefeye baslamak, retorik ve analitik dusunce tarzina giris yapabilmek icin ideal bir eser. aslinda ne tam anlamiyla teknik bir kitap -tamir sanati deyince-, ne de felsefe alanindan bakinca felsefi bir kitap. kitaba adini veren zen dusuncesi ile karsilastirinca o konunun cok derinine inmedigini de soylemeliyim. zaten kitabin basinda yazarin dedigi gibi boyle bir iddiasi da yok. roman, felsefi deneme, semiotobiyografi karisimi ilginc bir eser sadece. kitap felsefeye giris icin iyi bir baslangic olabilir ama felsefe hakkinda hic bir bilginiz yoksa okumasi ve anlamasi cok zor bir kitaptir aslinda.

    yazarin kendi hayatindan kesitlerle anlattigi arayis, kitabin enigmatik karakteri phaedrus esliginde (ya da yazarin kendisi mi desem) hem fiziksel hem de psikolojik bir yolculuk seklinde yer almakta. bu romandan once teknik cevirmen olarak calisan, hatta doguya gidip dogu felsefesiyle hasir nesir olmus yazar, kendi yasaminda surdurdugu arayisin sonucunu elektrosok tedavisi olarak geri almis. kendisinin ne kadar agir bir travmadan gectigini, bunun hayatini nasil etkiledigini kitaptan gormek mumkun.

    kitabin zamaninda bu kadar tutulmasinin bir sebebide 60'lardan itibaren, alan watts, jack kerouac gibi yazarlarin da sayesinde, batida alaka gormeye baslayan dogu ve zen felsefesi.

    kitabi yayinlayan yayincinin yayinlama sebebi, kitabin kendisine neden yayinciliga basladiginin nedenini hatirlatmasiymis. o anlamda seyahatin amacinin, bir yere ulasmaktan cok seyahat etmenin kendisi oldugunu bana ogreten bir kitap (seyahat kelimesinin metaforik oldugunu belirteyim).
  • ‘kitap isimleri , kitabın içeriğini de yansıtmalıdır ‘ der tolstoy .
    bu kitap öyle bir kitap . değerlerin sorgulanmasi … fazlasını yansıtıyor bu kitap. yer yer bu fazlalık insanı yoruyor paragraflar içinde . motosiklet tutkunu olmanıza gerek yok bu kitabı okumak için , iktidar olgusuna muhalifseniz , sizi biçimlendiren ‘şeyleriniz ‘ var ise bu kitap size göredir . kitap modernite eleştirisi yapıyor , gezinti halinde . alaska’dan , klamath gölüne kadar gidiyorsunuz . roman felsefeyle buluşunca özne-nesne tartışmalarına girilince afallama başlıyor . kavramlar kuramlar yoruyor . halihazırda düz bir metin okuma arzusundasınız çünkü . ama r.pırsıg bu gerçek yaşamöyküsünde sizi girdaplarda dolandırmaktan vazgeçmiyor sonuna dek .

    ‘’öyle ki , büyük zekalar , insanlar daha uzun yaşasınlar diye hastalıkları iyileştirme savaşımı verirler , ama yalnızca deliler neden diye sorar .’’ bu bir nevi foucault’un deliliğin tarihine kalem çalmaktadır . foucault’ta bu minvalde analizde bulunur .
    normal insan kurgudur . deli anormal insandır çünkü bilinmezliği vardır . bu onda bir giz yaratır . bu yüzden tımarhaneler yaratılmıştır .

    ‘kendi kimliğinin bağından kurtulmak istiyordu . çok garip bir şekilde buldu bu özgürlüğü ‘…hepimizde bu dönemler olmuyor mu ? kimiz , nasıl yaratıldık , neden yaşıyoruz * ismimiz bile bize ait değil , bunalımları verili kimliği yakmakla başlıyor . zinciri kırmakla başlıyor .

    ‘kişiliği bir mal gibi insanın giyeceği bir giysi gibi düşünerek hata ediyorlardı .
    kişilik çıkarılınca ne kalır geriye ? kemikler ve etler .’’ işte bu felsefenin ana sorusudur ? düşünmezsen ne anlamın var ? ne kıymetin var ? düşünmezsen sürüleşirsin . çünkü senin yerine düşünecek ve bundan güç alarak seni yöneteceklerdir …

    motosiklet üzerinden iktidar analizine ulaşılır mı ?
    r.pırsıg bunu yapıyor . kitapta en etkilendiğim yerdir ;

    ‘şu aletler , örneğin şu somun anahtarı belirli bir romantik güzelliğe sahip olmasına karşın amacı daima saf klasiktir . makinenin saklı biçimini değiştirmek üzere dizayn edilmişlerdir .
    /motosiklet-bileşenler-işlevler-güç grubu-devinim grubu -
    kavramlardan oluşmuş bu yapıya bilimsel dilde hiyerarşi denir ve antikçağdan beri tüm batılı bilginin temelini oluşturmuştur .
    motosiklet bir sistemdir . ‘

    bu kitap ; maddi başarıya karşı başka daha ciddi alternatifler önerir . maddi başarı amerikan rüyasıdır...

    kitapsizlik değil belki de .

    *
    (2017de okumuşum, dün gibi)

    robert m. pirsig
  • hikaye bir adamın, oğlu ve iki arkadaşıyla birlikte yaptığı uzun motosiklet yolculuğundan oluşuyor. yolcular, metalik-plastik yalnızlıklarının hüküm sürdüğü, özdeki çirkinlikleri yapay bir stil cilasıyla kapatılmaya çalışıldığı, stilize nesneler, stilize insanlar ve ilişkilerle dolu bir hayatın yaşandığı amerikan kentlerinden, sapa dağ yollarından, uçsuz bucaksız düzlüklerden geçer, bir dağa tırmanır ve en sonunda okyanusa varırlar.
    adam yolculuk boyunca bir de iç yolculuk yaşamakta, başka doruklarda gezinmektedir. kendi deli geçmişine, aklın ötesinde yolculuk yapmaktadır. akılcılık dediği hayaletin peşinde antik greklerden modern bilim felsefesine kadar bütün batı düşüncesini kat eder. etrafındaki bütün çirkinliğin, sahteliğin sebebi olduğu söylenen teknolojiyi suçlamaz. sorun, teknoloji üreten insanlarla ürettikleri nesneler arasındaki ilişkidedir. bunun da temelinde gerçekliği, özne ve nesne diye uzlaşmaz karşı kutuplar koyutlayarak kavramaya çalışan akıl anlayışındaki genetik bir bozukluk yatar. bu anlayış, nitelik sorunuyla hesaplaşamaz. bir sanatçının yapıtını oluşturduğu, bir tamircinin bir motosikleti özenle tamir ettiği saf nitelik anlarında özne ve nesne özdeştir. bir yanda bir insan, bir yanda dünya/nesne yoktur. değer yoksa olgu da olamaz. iyi gerçekliğin bir biçimi değildir, kendisidir.
    pirsig’e göre dünyayı politik programlar oluşturarak düzeltemezsiniz, bunlar ancak temeldeki değerler sisteminin doğru olması durumunda işe yarar. dünyayı düzeltmenin yeri önce kendi yüreğimiz, kafamız ve ellerimiz ve onlardan çıkan iştir. bu yüzdende insanoğlunun yazgısını düzeltmekten değil, motosikletin nasıl onarılacağından bahseden bir kitaptır bu. çünkü gerçek motosiklet kendimiz denen motosiklettir.
    ayrıntı yayınlarından çıkan kitabın, arka kapak yazısından alıntı..
  • hamahlatlik ya da ingilzcesi ile squareness sozcugu yuzunden kafayi yememe yol acan kitap. bunca entryde de bahsedilmemis, herkes biliyo muydu bu sozcugu yani... ne tdk, ne hali hazirdaki eksi sozluk derman olamadi derdime.
  • --- spoiler ---

    nankör birine "nankör" derseniz, ona bir ad vermiş olursunuz. ama bu hiç bir şeyi çözmez.

    --- spoiler ---
  • malum motor yolculuğu bahsi geçen kitaba sığmadığı için, devam kitabı "lila"nın yazılmasına mahal veren a2 ehliyetli kitap..
  • çocuk yaştaki oğluna* seviyesinin üzerindeki kitapları soru cevap yolu ile tartışarak okuduğunu yazıp, birkaç sayfa sonra da oğlunun geçirdiği sinir krizlerinin nedenini anlayamadığını söyleyebilen bir yazarın otobiyografik eseri. niteliğin tanımını yapamayıp kökenini aramaya koyulduğunda sıkmaya başlıyor.

    kitapçıdan "teknik kitap satmıyoruz abi" cevabını almamın da müsebbibidir.
  • 19yy sonlari 20yy baslarinda yasanan endustriyel ve teknolijik devrimin iyice aciga cikardigi rasyonalite-duygusallik (romantisizm) catismasini, insanlarin bu catismanin farkli ekstremlerine dogru itildigi 50ler ve 60larda, tekrar makul bir olcekte, koklere donerek sentezleme amaci guden her yonu ile asmis, insanin hayatini yuz seksen derece degistiren kitap.

    spoiler

    bu kitabi ilk okudugumda zen den yeterince bahsetmemis olmasina biraz kafam bozulmustu, adini zen hede hodo koymussun, zenden iki gram bahsediyorsun, ulen hadi kabul et cok satsin diye boyle bi trik yaptin di mi pirsig ehehe diyordum ki yillar sonra jeton oyle bir dustu ki, yillarca bunu nasil anlayamadigima inanamadim: kitabin tamami modern bir dille zen hakkinda. dogulularin zen hakkinda konustugu gibi konusmuyor kitap, ama batinin kavramlari ve kelimeleri ile tamamen zenden bahsediyor. zaten kitabin baska bolumlerinde pirsig batida quality dedigimiz, antik yunanda arete, doguda dharma denen seyin ayni sey oldugunu soyluyor. daha da otesi, phaedrusun quality pesindeki yolculugu, buda nin nirvana pesinde aydinlanma yolculuguna paralel. en son baticil bir perspektifte kafayi yedigi bolum, buda nin bodh gaya da bir agacin altin 49 gun meditasyon yapip aydinlanmasi gibi, phaedrus da 3 gun yerinden kipirdamiyor ve en sonunda aydinlaniyor aslinda. bilincinin cozulmesi, ben kavraminin ortadan silinmesi, kendisi , cevresindekiler ve dunya icin sevgiyle dolup aglamasi, direk aydinlanmanin tasviri. tabi buddha dan farkli olarak, bizim phaedrus 20yy in modern hastenelerinde apar topar elektrikli sok tedavisi ile kimligini kaybediyor, aydinlamasi da cope gidiyor.
hesabın var mı? giriş yap