• bir illüzyon ustası olmasının yanı sıra kitle hipnozunda da başarılı bir isimdir. izmir fuarı zamanında bir gazinoda sanırım, bir aile dostumuz izlemiş. bize anlatırken hâlâ şaşkındı.

    zati sungur sahneye elinde bir asma dalıyla gelir. kuru, bildiğin asma çubuğu. masalara gösterir, sonra konuşmaya başlar. "şimdi bu asma dalı, sihir sayesinde canlanacak ve yeşerip yapraklar ve başka dallar çıkartacak. hatta üzüm verdiğini bile göreceksiniz. üzüm salkımlarını kesmek için hazırlanacaksınız. ama ne olursa olsun, ben size söylemeden üzümleri kesmek ve yemek yok."

    nitekim sözleri bitince bir an sessizlik olur, sonra o sessizlik içinde asma dalı yeşerip yapraklanmaya başlar. yeni dallar çıkar, zati sungur'un elinden aşağı doğru iner, masaların arasını kaplamaya başlar. asma çubuğu tüm gazinoyu saran bir ormana dönmüştür adeta. sonra salkımlar belirmeye başlar, üzümler önce korukken olgunlaşır, sapsarı, sulu sulu iri tanelere dönüşür. insanlar da masalardaki meyve bıçaklarını alır ve salkımların sapına dayar ama kesmeden beklemeye başlarlar.

    o sırada artık sungur kahkaha mı atmış, parmak mı şıklatmış ne olmuşsa, birden herkes ayılır. bakarlar ki ortada asma masma yok. herkesin elinde bir bıçak, bir elleriyle burunlarını tutmuşlar, bıçakları da dayamışlar burunlarına, zati bey'in iznini bekliyorlar.

    bir gösterisini izlemeyi çoook isterdim. nur içinde yatsın.
  • bir mizah dergisinde şöyle bir illüzyonunu okumuştum rahmetlinin;

    akşam 21:00'da başlayacak bir gösterisi için yüzlerce insan toplanır, beklemektedirler. fakat sahne saati gelmesine rağmen zati sungur ortada yoktur.
    saat artık 22:00 olmuştur, zati baba sahneye gelir, seyirciler homurdanmaktadır. "sorun nedir" der zati sungur.

    seyircilerden biri; "efendim bir saattir sizi bekliyoruz, ayıp değil mi?" gibisinden laflar eder.
    zati sungur "olur mu efendim, saatlerinize bakın lütfen" der.

    bir bakarlar ki, herkesin saati 21:00'ı gösteriyor.

    "geldiğiniz için çok teşekkür ederim, hepinize iyi akşamlar" der ve gider.
  • albüm dergisi'nin şubat 98 tarihli sayısında zati sungur'un gösteri afişleri yayınlanmıştı ve bu afişlerdeki bazı tanıtım sloganları şöyleydi: "mysteries of the orient", "the turkish master of magic".

    ama bunlardan en ilginç olanı, basılan son afişinde yer alır: "hayali oyunlar üstadı". üstelik sadece slogan değil, bu son afişindeki kolaj da son derece ilgi çekicidir. sihir ve gizemi gerilim sıfatına yüklemeyi başaran, tek göz'ün * göz bebeğinden çıkan bir ışıltı ile zati sungur'un elleri arasında uçuşan oyun kağıtları ve bir kafatasını aydınlatan, "deep dark" bir afiş.
  • sihir, dil ve yetenek konularında üstün yetenekliymiş.

    gösterilerinde kullandığı aletleri kendi yaparmış. (değnek, mendil, şapka, güvercin, ebru şallı vbg.)

    o aletleri yapan aletleri de kendi yaparmış.*
  • zamanında dünyanın en büyük sihirbazları arasında gösterilen, atatürk'e de bir gösteri yapmış, vefat ettiğinde david copperfield'in eşine başsağlığı mektubu yolladığı sihirbaz.
  • pek rağbet görmemiş yeni kuşaklar tarafından ama dünya modern illüzyon tarihinin en önemli isimlerinden ve öncülerinden biridir.

    hakkındaki şehir efsanelerini bir kenara bırakırsak; bir insanı ikiye bölme numarasını ilk kez sergileyen isimdir. bununla birlikte şapkadan olmasa bile boş kutulardan tavşanlar, keçiler, koyunlar çıkaran ilk isim yine zati sungur'dur.

    bahriyeli bir askerken almanya'ya eğitim için gitmiş; patlayan birinci dünya savaşı nedeniyle de türkiye'ye dönememiştir. orada illüzyona merak sarınca ufak tefek iskambil oyunlarıyla kariyerine başlayıp dönemin ünlü sihirbazlarından biri tarafından keşfedilince gösterilerini büyütmüştür.

    maalesef gösterilerine dair öyle çok materyal yok ama eldekilerden anlaşıldığı kadarıyla dekorlarında mistik ve ezoterik ortamı yakalayarak o yıllar için çok farklı bir tarz yakaladığı görülüyor.

    almanya'daki gösterilerinde ustalaştıktan sonra para kazanma amacıyla arjantin'e gitmiş. işte bu dönem meşhur ''kız kesme'' numarasını ilk kez arjantin'de denemiş. hatta gerçekçi olması amacıyla gerçek hayvan kanı ve bağırsağı kullanılınca gösteride yardımcı olan kadının eşi tarafından kurşulanmış sahnedeyken. bu olaydan sonra bir nevi özel efekt kullanımından vazgeçiyor.

    arjantin'de yaşadığı dönemde; o devrin insanının ortadoğululara sıcak bakmaması üzerine takma bir isimle sahne alıyor bir süre. tipi de almanlar'a benzediğinden pek yadırganmıyor. daha sonra kendisinin türk olduğunu öğrenen bir başka türk duruma inanmayıp eski türkçe ile

    ''tebrik ederim. görüşelim birader'' tarzından bir not yazıyor kendisini denemek amacıyla. zati sungur da eski türkçe ile cevap veriyor. ''memnun olurum. görüşelim.''

    daha sonra bu zatın davetiyle türkiye'ye gelip illüzyon gösterilerine başlıyor. tiyatro sahnesinde bir cipi içindeki altı kadınla beraber yok ediyor vs.

    aynı zamanda korkunç kuklasıyla beraber vantrologluk da yapıyor.

    gerçekler böyle lakin milletimiz abartmayı seviyor. bana da rahmetli dedem anlatırdı. zati sungur anadolu turnesine çıktığı zaman malatya'ya geliyor. yolda bir manava portakalların fiyatını soruyor. portakalları pahalı bulunca da manavın yanında ayrılıyor, peşinden de tezgahtaki portakallar hareketlenip zati sungur'u takip ediyor.

    trt güzel bir belgesel hazırlamış kendisiyle ilgili; ben aklımdakileri özetlemeye çalıştım elimden geldiğince. detaylı bilgiyi izleyerek öğrenebilirsiniz.

    aslında bir dizi veya filmi yapılabilecek güzel bir hikayesi var. bbc tarzı dönem dizisi çekebilsek birileri el atardı kesin bu hikayeye de.
  • türkiye'nin en yetenekli sihirbazıydı. ölümünden bu kadar sene geçmesine rağmen hala yeri doldurulamamıştır.
  • eksik olmasın,naçiz bir kaynaktan dinlediğim kısa bir hikayeye hatta rivayete göre:

    zati sungur ve bir arkadaşı iddiaya girerler. "yapamazsın zaticiğim" diyen biriyle tutuşulmuş bir iddiadır bu. yapılamicak şeyse şöyledir: zati sungur gazete kağıtlarını, kağıt para ebadında keser ve bunları bir para çantasına doldurur.(hani filmlerde teslimat sırasında açarlar ya,öle bi çanta. dikdörgen şeklinde,bavul gibin...)
    çantayla birlikte adını bilmediğim bir bankaya gider ve vezne görevlisine bankaya para yatırmak istediğini söyler. para çantasını uzatır. vezne görevlisi para çantasını açar,içindeki paralara (gazete kağıtlarına) bakar ve kendince saydığı yüklüce tutarı (kaç paraysa artık:-a) bankaya yatırır. bu esnada hiç mi hiç sorun çıkmaz ve zati sungur nırmal bir müşteri edaasıyla evine döner.
    iddiaya tutuşan şahıs g.t olmuştur tabi.
    daha sonra parayı kasaya aktarırken görevli mi farketmiştir, bankayı arayıp zati sungur mu "eheh,şakha yaptık size" demiştir, durumu bildirince mi anlaşılmıştır, tomarla gazete kağıdı kasaya girmiştir sonra mı farkedilmiştir bilemiyorum açıkçası...
    velhasıl göz göre göre vezne görevlisini yemiştir... tabi vezne görevlisinin işinin akibetiyle ilgili bir bilgim yok.
    ama işte böyle büyük bir üstaddır kendisi... keşke izleyebilseydik, tanık olabilseydik demekten kendimizi alamıyorus.
  • "sermet erkin rahmetli babam zati sungur’un ilk ve tek öğrencisi değildi. babam yaşamı süresince mesleğini devredebileceği aradığı niteliklerde tek bir illüzyoniste rastlamadı. sermet, babamdan ilham alan, onu usta kabul eden sayısız amatör ve profesyonel illüzyonistlerden biridir. sermet erkin ve ailesi ıstanbul’a taşındıkları 1964 yılından itibaren hiçbir zaman rahmetli babam zati sungur’un kiracısı olmadılar. onlar ailece teşvikiye’de beşiktaşa inen deryadil sokakta topoğlu garajının üstüne taşındılar ve sermet birkaç sene önce karamürsel’e geri dönünceye kadar o adreste oturdular. sermet erkin medyadaki bütün biyografilerine babamın kiracısı olduklarını eklemiş. 21 ekimdeki halk tv’de “iz bırakanlar” programında 1964 yılında zati sungur’un teşvikiye’deki üç katlı evinin üst katında kiracı olarak oturduklarını, orta katta bizim oturduğumuzu, alt katın depo olduğunu, babamı ilkokul birden itibaren her gün görerek büyüdüğünü, mahalledeki esnafın onu torunu zannettiklerini anlattı. sermet erkin’in beyanlarını doğru kabul ederek babamla ilgili anılara büyük bir içtenlikle ve sevgiyle yaklaşan tuba emlek’e teşekkür ederim. babamın 1945 yılında satın alarak yerleşmiş olduğumuz, kızkardeşimle benim bahçesinde ve içinde mutlulukla büyüdüğümüz şekayik sokak 37/1 numaradaki (şimdi 23) o üç katlı art niveau tarzı taş evi ve turnelerden önce kapının önünde duran renkli resimli kamyonu sermet hiç görmedi. sadece fotoğraflarını gördü. nasıl görsün ki, babam 1962 yılında o evi apartmana çevirmek üzere müteahhitle anlaşmıştı, evi boşaltarak inşaat süresince topağacında ortanca apartmana taşınmışlardı. babam kendi eliyle o resimli kamyonu wohnwagen’e çevirmişti ve kızkardeşimi 2 yıllık bir okula bırakmak üzere annem ve kızkardeşimle kara yolundan almanya’ya gidip topağacındaki daireye dönmüşlerdi. 1964 yılında inşaat bitmiş ve babamla annem kızkardeşimle birlikte yeni yapılmış olan 6 katlı sungur apartmanın çift daire olan üst katına taşınmışlardı. bodrum katına sahne sandıklarını ve atölyesini kurmuştu. kendi payına düşen daireleri de muhtelif kişilere kiraya vermişlerdi. üç katlı taş evde yıkılıncaya kadar tek bir kiracımız olmuştu: çocukluğundan itibaren esin eden ( yazar ve tiyatro sanatçısı, sağ ) ve ailesi üst katımızda yaşadılar. 1970 yılında babam 1965’te kurmuş olduğu sihirbazlık ve illüzyon stüdyosunda yeni katalog hazırlığı yaparken sermet erkin 13 yaşındayken sungur apartmanın altıncı katındaki evimizde bir süre harçlıkla masa başında kağıt çiçek üretiminde ve tebrik kartı yazmakta çalıştı ve katalogdan birkaç oyun satın aldı. sermet’in ailesiyle annem ve babam tanıştılar ve annem sermet’in melek gibi annesini çok sevdi, onun hatırına sermet’e kol kanat gerdi ve annem sermet üniversitedeyken ve kervansaray’da çalışmaya başladığında babamla röportaj için eve gazeteciler geldiğinde veya bir davet verdiğimizde sermet’i de çağırırdı ki meşhur olsun diye. ben 1965 yılında oğlumun babasından boşanmıştım ve üç yaşındaki oğlumla babamın evine dönmüştüm, hep ailemle birlikte, annemin 2003 yılında vefatından iki yıl sonraya kadar kısa ayrılıklar hariç hep o evde yaşadım. ben gündüzleri işe giderken oğlum annemle babamın evinde büyüdü. yani esnaf uzun boylu ince yapılı oğlumu çok iyi tanıyordu, esnafın sermet erkin’i babamın torunu zannetmeleri olanak dışıydı. oğlum üniversiteden sonra çalışmaya başlayıp evlendiğinde o sırada tüm oyun sandıklarını babamın asistanı ressam ve illüzyonist kaya elöver’e hediye ederek boşaltmış olduğumuz bodrum katına oğlumu yerleştirdik. . babamın kimseye ödünç olarak bile vermediği tamamı yabancı dilde 1918’lerden başlayan eşsiz kitap ve dergilerden oluşan mesleki kütüphanesini, sahne ve özel fotoğraflarını, yabancı illüzyonistlerin vhs kasetlerini, uluslararası kongrelerde kendi çektiği 8 mm film rulolarını, güney amerika’da ve yunanistan, mısır, kıbrıs, italya, avusturya gibi tüm dünyadaki turnelerinde ve türkiye’de hakkında çıkan gazete küpürlerini ihtiva eden ciltleri, tüm dünyadaki gösterilerinde yayınlamış olduğu el ilanlarını, 1920’den itibaren sahneyi bırakıncaya kadar her gün detaylı olarak tuttuğu program defterlerini, sahne afişlerini, ingilizce, fransızca, almanca, italyanca, ispanyolca yabancı dilde tüm yazışmalarını, el yazısı ile son yılında yazdığı anılarını, sahnede giydiği ve kimseye hediye etmediği silindir şapkasıyla bastonunu, pelerinini, frakını, kolalı sahne gömleklerini, altın yüzüğünü ve saatini, monokl’unu, tüm fotoğraflarını, vefatından önce son ayda cerrah makaslarıyla ipek kağıttan kestiği gölge siluetler koleksiyonunu,ve pek çok değerli şeyi evimde ona ayırdığım iki odada muhafaza ediyorum. şu anda ben, kızkardeşim, oğlum, kızkardeşimin oğlu, bursa’daki rahmetli amcamın dört oğlu, onların çocukları ve torunları, tüm aile hepimiz sağ ve iyiyiz, rahmetli babamın vefatından sonra sermet erkin’in şöhret olmak için tüm gazetelerde ve tv ‘lerde programlara çıkarak yayınladığı, bizi çok üzen “ben zati sungur’un ilk ve tek öğrencisiyim.” “zati sungur şapkasını, bastonunu, tüm kitaplarını kasetlerini bana bıraktı”, “beni torunu zannederlerdi”ve “zati sungur’un kiracısıydık” beyanlarına artık ihtiyacı olmadığını, yeterince tanındığını düşünüyoruz.

    aynur sungur tuncer."

    -alıntıdır-
  • babamın akrabası olması sebebiyle küçükken şahsıma özel gösterilerini izlediğim tonton amcam... illüzyon malzemeleriyle de oynardım... bir dizine beni bir dizine de kuklası keloğlan'ı oturtur kuklayı konuştururdu... ne sinir bozucu bir kuklaydın lan sen keloğlan... o değil de yanlış hatırlamıyorsam torunu sözlük yazarlarından porcelain'in hayatını kaybettiği kazaya sebep olmuştu galiba...
hesabın var mı? giriş yap