• yusuf, nasıl islam'a döndü?
    gençliğini 1970'lerde yaşayanlar onu çok iyi anımsıyorlar: cat stevens o yılların süper starıydı. plağının bulunmadığı ev yok gibiydi. besteleri daima liste başıydı. isa suretlerini andıran rum asıllı bu ingiliz genç, gitarından yankılanan duygulu şarkılarıyla zirveye yerleşmişti.
    cat stevens 1970'lerin sonlarına doğru aniden ortadan kayboldu. ardından müslüman olduğu haberi yayıldı. hayranları şok oldular. plakları hâlâ kapışılırken o kendini unutturdu. londra'da bir ilkokul açıp din eğitimi vermeye başladı. dünün süperstarı artık müslüman'dı. yeni yaşamıyla birlikte, yeni bir yüz ve yeni bir isim de edinmişti:
    yusuf islam...

    yıllar önce 32. gün için onunla londra'daki okulunda buluştuğumda gözlerime inanamamıştım.
    plaklarını hâlâ saklayıp dinlediğim star, şimdi uzun entarisi, başında sarığı, ayağında terliği, cebinde telefonu ile usame bin ladin'i andırıyordu.
    sesi, dalgalı saçları ve gözleri olmasa bu 45'lik müminin, cat stevens olduğuna inanmak imkânsızdı.
    üstelik söyleşi boyunca o da kendisinin cat stevens olmadığına beni inandırmak için çırpınıp durmuştu.
    tuhaf bir durumdu:
    ben onun bir kalemde silip attığı (renkli) gençliği(miz) için hayıflanırken o da türklerin bir kalemde silip attığı (islami) geçmişine ağıt yakıyordu.
    yerde bağdaş kurup diz dize oturduk.
    ve onun nasıl müslüman olduğunu dinlemeye koyulduk:
    "aradığımı kur'an'da buldum"
    islam'ı seçmeden önceki yaşantınız nasıldı, bir süperstar olarak mutlu değil miydiniz?
    islam'dan önceki hayatım tamamen batı tarzındaydı. batılı eğitim almıştım. maddi başarılar peşindeydim. kısa zamanda müzik alanında bu başarıyı yakalamıştım. büyük kitleler önünde, çığlıklar atan genç kızlara şarkılar söyledim. çok kazanıyor ancak anlık yaşıyordum. bu yaşam aynı zamanda benim sonumu da hazırlıyordu. şov dünyası içindeki ilk yılım sonunda verem oldum. bunun üzerine hayatımı yeniden düşünmeye başladım. arayış içindeydim. bütün dinleri ve 'izm'leri inceledim. şöhretim bir yandan büyüyordu ama o büyüdükçe ben daha da içime kapanıyordum. uyuşturucu dahil her şeyi denedim, ama ruhumun derinliklerinde aradığım o huzura bir türlü kavuşamıyordum. sonunda 27 yaşımda kur'an'la tanıştım. kardeşim kudüs'e gittiğinde bir camiyi ziyaret etmiş ve müthiş etkilenmişti. onun getirdiği kur'an'ı okuyunca aradığımı bulduğumu anladım.
    sizi en çok etkileyen ne oldu?
    kur'an sanki doğrudan bana konuşuyormuş gibiydi. sanki bedenimden, ruhumdan, düşüncelerimden haberdardı. adeta durumumu biliyordu. korkularımın, endişelerimin farkındaydı. herbir bölümü bitirdiğimde yıllardır cevap aradığım soruları kur'an'ın çoktan yanıtladığını gördüm. içinde özellikle hatalar aradım, bulamadım. sonunda anladım ki asıl hataları olan benim... kur'an ise mükemmeldir.
    neden kendinize yusuf ismini seçtiniz?
    kur'an'daki bir sureden esinlendim. açıkçası hz. yusuf'la ilgili bölüm beni çok etkileyen bölümdü. yusuf aleyhisselam bir semboldü. allah onu pekçok dönemlerden geçirmiş, bir dönem felaketlerle karşılaştırmıştı. ama sonuçta yusuf, selamete ermişti. bu bölümü okurken ağlamaya başladım. o anda kalbim islam'a açıldı.
    yusuf islam 1977 yılında londra'daki merkez camii'ne giderek müslüman oldu. oradakilerden ibadeti ve dinin gereklerini öğrendi. fazla öne çıkmamaya gayret gösterdi. ilk zamanlar müzikten tamamen kopmamıştı. televizyonlarda hâlâ konserleri birbiri peşi sıra yayınlanırken bir soru beynini kurcalamaya başladı:
    müzik mubah mı? islam'da müziğe yer var mı?
    o zamanlar müziğin islam'daki yerini araştırırken vardığım nokta şuydu: eğer şarkı sözleriniz günahkâr değilse müzik yapmaya dinen bir engel yoktur. kur'an bir yasak koymuyordu. hatta hz. peygamber tersine, yolda, işte, düğünde hatta savaşta şarkı söylenmesini teşvik ediyordu. ama bugün müzik, hz. peygamber'in sözünü ettiği türde şarkı söylemenin çok ötesinde bir sektöre, dev bir endüstriye dönüştü. ibadeti engelleyen bir ticaret haline geldi. bu yüzden sonunda müziğin aleyhinde bir yoruma vardım.
    müziği inançlarınız doğrultusunda kullanmak mümkün değil mi?
    bu hep cevabını aradığım bir soru. kendime hep şunu soruyorum: 'bunu allah için mi yapıyorum, yoksa kendim için mi?' işte bu noktada kendimi rahat hissetmiyorum. belki hiçbir zaman profesyonel olmamış, plaklar yapmamış, şöhrete ulaşmamış biri için normal olabilir ama ben müzikle tatmin olmak ve müzikten para kazanmak konusunda öyle eğitildim ki bu özel durumum nedeniyle müzik konusunda tutucu davranıyorum.
    müziği özlüyor mu?
    yine de yusuf islam müziği tamamiyle bırakmadı, ilahiler için yeniden stüdyoya girdi. satış gelirlerini islami örgütlere akıttı. yardım konvoylarıyla kimi zaman afganistan'da, kimi zaman bosna'da göründü. dünün pop yıldızı eskiden konser verdiği alanlarda artık vaaz da veriyordu.
    laik hayranları cat stevens'ın plaklarını hâlâ inatla dinlerken yusuf islam'a garipseyerek bakıyorlardı. işin komik tarafı yusuf islam da hâlâ cat stevens dinleyen eski hayranlarına garipseyerek bakmaktaydı.
    röportajdan sonra, bir arkadaşımın yolladığı plağını imzalamasını istedim; "artık imzalara inanmıyorum" diye reddetti.
    hiç eski plaklarını, şarkılarını ya da gitarını özleyip özlemediğini sordum.
    "hayır" demedi.
    "pek özlemiyorum" dedi.
    nitekim sonunda yeniden gitarına dönecekti.
    peki islam'ın batı dünyasında geleceği olabilir mi?
    batı dünyasının geleceği islam'dır. çünkü diğer dinlerin değişen zamana uyması zor. oysa islam, her döneme uyarlanabilecek genel ilkelere sahiptir. bugünkü modern dünyada develer yerine arabalarımız, uçaklarımız var, ama ulaşım ulaşımdır. yapılacak iş islam'ın koyduğu ilkeleri günümüz koşullarına uyarlamaktan ibarettir.
    yani siz batı tipi bir demokrasiye inanmıyorsunuz.
    batı'da bile demokrasi sadece küçük bir liberal azınlık için var, oysa toplumun büyük kesimi köleliği yaşıyor. islam bunun için nihai çözümdür. teorik olarak temsili demokrasi elbette kötü bir şey değil, hatta islam'ın nasıl işlemesi gerektiğini gösteren bir sistem... ama demokrasinin bazen nasıl kirli bir sözcük haline gelebileceğini cezayir'de gördük. eğer demokrasinin nihai amacı insanları dinsiz yapmaksa bu tüm toplumu kapsayamayacağı anlamına gelir. çünkü inanan insanlar daima olacaktır. oysa dini bir yönetim insanlara dinsiz olma hakkını da verir. hangisinin daha demokratik olduğuna varın siz karar verin.
    dünyada halen iran, türkiye, cezayir gibi birbirinden çok farklı islam örnekleri var. sizce bunların hangisi 'gerçek islam'ı uyguluyor?
    dünyada islam'ı tam tatbik eden bir sistem yok. türkiye'de hilafet çöktüğünden beri islam alemi iyice güçsüzleşti. milli sınırlarla bölündü. eğer müslümanlar tek vücut olabilseler, bosna'da yaşananlar olmazdı.
    yusuf islam, islam'ı tanıtma uğruna ülke ülke geziyor. türkiye'ye de -çoğunlukla seçim arifelerinde defalarca gelip, islamcılar için propaganda yaptı.
    türkiye izlenimlerini sorunca erbakan gibi cevap verdi:
    "kendimi evimde hissettim. eşim kafkas kökenli, ben de aslen rum olduğum için çok rahattım. ayrıca çok gururlandım. çünkü türk halkının islam'ın gelişmesine yaptığı katkıyla elde ettiği gücü gördüm. bu arada bu gücün son derece manasız çabalar için terk edilmeye başladığını gördüğüm için üzüldüm. şimdi türkiye avrupa topluluğu'na girmek için çabalıyor. bu ne kadar onur kırıcı bir şey... oysa türkiye bir zamanlar dünyanın hükümdarlığı koltuğunda oturan bir ülkeydi. şimdi o dünyaya arka kapıdan girmeye çalışıyor. türk halkının bir kimlik krizi yaşadığını sanıyorum. bence türk toplumu doğal olarak güçlü ve gelişmeye açık bir toplum. ama gelişmesi bu gücü ona kazandıran temel değerlere başta da islam'a sıkı sıkıya sarılmasından geçiyor."
    can dündar
  • yasim geregi kendisini cok fazla tanimasam da (islam oncesi ve sonrasi), hayati gercekten enterasan, ve mucadele icinde gecmis insan..
    anladigim kadariyla, islama ilk girdiginde gitar (mizrapli calgilar) calmanin haram oldugu soylenmis kendisine, bu yuzden uzun bi sure uzak durmus, sonra herhalde bu konudaki farkli gorusleri kabul ettirmis nefsine geri donmus gitarina..

    http://www.youtube.com/…mshbazqjdm4&feature=related

    linkte bbc'de ciktigi bi programda soyledigi sarkilardan birisi var.. sarkinin basinda su meshur hadisi ingilizce okuyor: (izleyici kitlesi de sadece musluman degil, hatta zannederim ki cogu musluman olmayabilir)

    inanmadikca asla cennete giremezsiniz,
    birbirinizi sevmedikce inanmis sayilmazsiniz,
    size yaptiginiz zaman aranizdaki sevgiyi arttiracak bir sey soyleyeyim mi
    aranizda selamlasmayi arttirin

    fakat yusuf islam bu hadisi ingilizce soylerken son cumleyi

    "spread the message of peace" -- baris mesajini aranizda yayin

    seklinde soyluyor ki, daha once cok defa duydugum bu hadise cok daha farkli bakmami sagladi saolsun.. selamlasmayi yaymak, sadece kuru bir sekilde (yani yalnizca ((yanlizca?! hangisi dogru bilemedim simdi)) dil ile) 'selamun aleykum' demek bu guzel hadisi serifin kapsamini cok sinirlandirmis gibi geldi.. bundan sonra 'selamun aleykum' derken aklima bunu getirecegim..
  • zamanında türkiye'ye gelmişti. mehmet ali birand'ın programında*, adamın "gitarınızı özlüyor musunuz" sorusuna, bir an durakladıktan sonra "hayır" diye cevap vermişti. o akşamki hüznümü hala unutmam.
  • tarafımca satanist olsa bile sevbilecek insandır. yaşadıkları onu bu yöne götürmüştür. yeni şarkılarını sevmiyoruzdur. olsundur. sonuçta sıradan bir insanın hayatı boyunca yapamadığı güzellikte şeyler yapmıştır. hala da iyi bir insandır. koyu bir katolik olucağına şu anda ezilenleri yani islam dünyasını seçmiştir ki bu da şimdiki hayatı için de kendisine artı bir saygı duymama sebep olur. sonuçta her zamanki gibi bir barış ve sevgi insanıdır.
  • can dündar'ın 1995 yılında kendisiyle yaptığı röportaj sonrası köşesinde yayınlanan yazı.

    --- spoiler ---

    yusuf islam'la bir televizyon röportajı yapmak için londra'ya uçarken, bütün çocukluğuma damgasını vuran o hazin şarkı çınlıyordu kulaklarımda... müşfik ve babacan bir ses, yuvadan uçma vaktinin geldiğini hisseden oğluna öğüt veriyordu şarkıda... "daha çok gençsin..." diyordu, "öğreneceğin çok şey var. aceleye gerek yok. sabırlı ol. bir kız bul, evlen. ben de senin gibiydim bir zamanlar. şimdi yaşlıyım ama mutluyum. yarın sen yine burada oalcaksın, ama düşlerin..."

    o sırada gençten bir ses olanca hırçınlığıyla bozuyordu şarkının ritmini...
    oğul cevaplıyordu babasını:
    "oldum bittim, hep aynı eski hikaye / dillendiğim andan beri / hep dinlemem emrediliyor / ama bir yol var biliyorum / ki artık gitmem gerekiyor.."

    father and son'ı dinlediğimde 15-16 yaşlarındaydım en fazla... çat pat ingilizcemle elde sözlük, bu platin sesin söylediklerini anlamaya çalışıyordum. sanki beni anlatıyordu. 15-16 yaşındaki her yeni yetme gibi, bu türden öğütler dinlemekten bitap düşmüştüm. ve artık "gitme vaktinin geldiğine" inandırıyordum kendimi... çünkü hissediyordum ki, kalırsam, "yarın yine burada oalcağım... ama düşlerim, artık beni terketmiş olacak..."

    ergen ruhumuzda isyan ateşleri yakan bu sözlerin sahibini ankara'da bir plakçı dükkanının vitrininde görmüştüm ilk kez... uzun siyah saçları ve isa tablolarını andıran oval narin yüzüyle bir long-play arkasından gülümsüyordu. ve işte bu ilk karşılaşmadan yaklaşık 15 yıl sonra o gülümseyen narin yüzün sahibiyle tanışmaya gidiyodum londra'ya...
    dünkü yeni yetmeler, o 15 yıl içinde ya babalarının sözünü dinleyip sabretmiş ve bir kız bulup evlenmişlerdi ya da o hırçın delikanlının sözüne kanıp ayakalnarak, meçhul bir yolda düşlerinin peşine düşmüşlerdi.
    ya o şarkıyı söyleyen delikanlı...?
    o, babasına resti çekip evi terkettikten sonra kendini önce karanlık sokaklara, sonra bol ışıklı caddelere vurmuş, derken hiç ummadığı bir anda huzuru bir cami avlusunda bulmuştu.
    "o şimdi müslüman"dı...

    ***
    hayatımın en tuhaf söyleşilerinden biriydi.
    ben müslüman bir ülkede cat stevens'la yetişmiştim. o, cat stevens'lığından, müslüman olmak adına vazgeçmişti.
    ben o'nun şarkılarını anlayabilmek için ingilizce öğrenirken, o islam'ı öğrenebilmek için arapça'ya merak sarmıştı. sanki ikimiz de sahip olduğumuz kimlikten(doğulu ya da batılı, müslüman ya da ateist, müzisyen ya da mümin) başka birşey olabilmek için yola koyulmuştuk. ben (ve türklerin çoğunluğu) islam'a sırt çevirip dolu dizgin batı'ya koşarken; o, batı'dan kaçış yolunda islam'a rastlamıştı. işte ters yönlere doğru yelken açarken, şimdi yolda karşılaşmıştık.
    söyleşi boyunca ikimiz de birbirimize terkettiğimiz mazilerimizden dem vurduk. ben o'na eski kimliğini ve şarkılarını anımsattıkça, o da bana türklerin o şarkılar dinlemeden önce, hilafet döneminde ne kadar mutlu yaşadıklarını anlattı durdu. ben o'na lady d'arbanville'in ölen bir sevgilinin ardından yazılmış bir ağıt olduğunu öğrendiğimde ne kadar üzüldüğümden sözederken, o bana, yusuf peygamberin onca felaketten sonra nasıl selamete erdiğinden bahsediyordu.
    türkiye'deki cat stevens hayranları nasıl o'nun "kandırılmış bir star" olduğuna inanıyorlarsa, o da türkiye'deki cat stevens hayranlarının "kandırılmış müslümanlar" olduklarını düşünüyordu. ama işin garip tarafı o müslümanları kandırmakla suçladığı adam, aslında kendisiydi ve hemen karşımda oturduğu halde cat stevens'tan "koca bir yalan"mış gibi sözediyordu.

    ***
    sesine bir "baba"nın olgunluğu egemen olmuştu. "ben de senin gibiydim bir zamanlar" der gibiydi. "şimdi yaşlı, ama mutlu"ydu.
    bense gençliğimin isyan ateşlerini yakan o deli dolu delikanlıyı bunları söylerken görmenin şaşkınlığını yaşıyordum bir yandan...
    ...bir yandan da gençliğimizin özeti olan o şarkılara "koca bir yalan" demeye o şarkıları söyleyen adamın bile hakkı olmadığını düşünüyordum.
    söyleşinin bir yerinde daha öğreneceğim çok şey olduğunu ima etmeye kalkışınca hafifçe doğruldum ve hırçın bir ses tonuyla "artık gitmem gerekiyor" dedim.
    düşlerimi topladım... ve çıktım.

    --- spoiler ---
  • bazı kaynaklarda (twitter, facebook), kendi ifadesi olduğu söylenen "müslümanları görseydim müslüman olmazdım, iyi ki islamı kur'an'dan öğrenmişim" sözleri var. doğru, yanlış bilemiyorum.
  • veda hutbesi'ndeki "bugün burada bulunanlar, vasiyetimi burada bulunmayanlara ulaştırsın. olur ki burada bulunan kimse, bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur."un son tezahürlerinden, güzel, samimi, barışsever bir müslüman ademoğlu.
    ayrıca bazılarının sandığı -veya çarpıttığı- gibi yaşlandığında değil 1976-77 yıllarında islam'la tanışarak (28 yaşında) müslüman olmuştur.
  • billur gibi sesiyle dinleyenleri uzaklara götüren kadife sesli vasat sanatçı. ülkemize konsere gelen bir çok insana "sen gelme ulan ayı" derim ama iş kendisine geldi mi;

    "sen gel sen gel mübarek adam"
  • live earth'de başarılı bir performans ortaya koymuş ünlü adam... ama ekrana bakarak izlediğimde, mahmutpaşa esnafından rıza amca sahneye gitarla çıkmış gibi bir hissiyat uyandırdığından şaşırtıcı... yine de kendisinden wild world dinlemek çok keyifliydi...
  • dogru bilinen yanlisa sebep olmus kisi.soyleki; kendisinin soyledigi ben islami muslumanlardan ogrenmedim diye baslayip devam eden sozu, aydin oldugunu dusunen ve ulkemizin tamami tarafindan sozune yakinlik duyularak sosyal medyada paylasilan kisidir.halbuki kendisi sozu tamda o tur insanlara atifta bulunmak icin soylemistir, halihazirda sarikli hirkali sakalli ve bea vakit namazinda bir kisidir, gordugum kadariyla raki masasinda paylasilan bu sozun icine dahil oldugu kesim aslinda tamda karsisindadir.bir yanlisi daha duzelttigim icin kendime tesekkur ederim.
hesabın var mı? giriş yap