• şüphesiz burada bir çoğumuzun küçüklüğünü beraber geçirdiği şeker, herkesin ayrı mutluluğu anısı olmuştur, benim kabusumda bir başlangıçtı. şöyle;

    bir gün yumiyum almak için babamın cebinden para çalmıştım. bir kaç tane yumiyum aldim geldim eve annemle babam mutfakta bekliyor. annem aynen şöyle;

    a: oğlum babanın cebinden sen mi çaldın parayı?
    o: yumiyum çekti aney canım uyuyordunuz almaya gittim.
    b: sen benim cebimden para çalıp yumiyum almaya utanmiyormusun?

    ulan sanki hidrojen bombası aldık altı üstü yumiyum lan bebeyim daha ben. ama işte sarpa sardi babam beni abiler'e vermeye karar verdi. ulan sırf yumiyum yedim diye dinsiz imansız olduğum kanısınamı vardı ne yaptı bilmiyorum cebinden para çalıp bira alsam "babaaaa sana bira aldım" reaksiyonu; oo ne güzel aslan oğlum olurdu. ama yumiyum alınca dinsiz imansız ateist kanısına vardı. neyseki abiler maceram kısa sürdü adamlar tahammul edemediler fazla bana artık sen hafız oldun diyip yollamışlardı. ama hayat bana birşey öğretti, 8 yaşındaysanız yumiyum almak gerçekten zordu..
  • sıcakta dışındaki kağıdı açmak zor oluyordu. içindeki şeker yumuşadığından kağıda yapışıyordu. şimdi terden kıçım donuma yapışınca hatırladım bunu.
  • eskiden bolca yedigim portakalli muzlusu cileklisi olan ama artik bakkallarda satilmayan elastik sekerleme.
  • çocukluğumun en güzel şekerlemelerinden.
    ve maalesef benim için garip bir hatırası vardır.
    yumiyum ilk çıktığında ilkokul 2. sınıf öğrencisiydim. her yerde satılmıyordu o zaman. sınıfta benden gören arkadaşlarım onlara da almamı istiyordu. ama harçlığım onlara ısmarlamaya yetmiyordu. ben de onlardan parasını alıp ertesi gün getiriyordum. sınıfta bana uyuz olan bir kız öğretmene şikayet etmiş beni. sonra derste öğretmen beni ayağa kaldırdı ve sınıfın ortasında bağırmaya başladı. şimdiden bu şekilde satış yapıyorsam ilerde uyuşturucu da satarmışım. evet meslek sahibi olmam açısından daha o yaşta güzel yönlendirilmiştim. ama maalesef öğretmenimin gösterdiği başarılı yoldan devam edemedim. her yerde satılmaya başlamasından sonra - tabi ki yumiyum - ben de unutuldum. pazarda tutunamadım. ticaretin bana göre olmadığına karar verip uyuşturucu patronluğunu başlamadan bıraktım. arada beni ispikleyen kızı da pataklamış olabilirim.
  • bunun paketi bile lezzetliydi.
  • eskiden saklambaç oynarken "sen yumma ben yumiyum" dediğimiz çılgın toffe.
  • kudretinden şüphe duyulmayan kudretli devletimiz, 90'ların başında yüksek enflasyon ve düşük büyüme oranları ile cebelleşiyordu. hanehalkı tüketimi yeterli düzeyde değildi. yüksek enflasyon karşısında devlet para basmaktan çekiniyor, ancak ortada para olmayınca da istenilen büyüme gerçekleşmiyordu. devlet büyükleri ve yetkili merciiler aylarca bu konu üzerine kafa patlattılar, harvardlı, london business schoollu adamları ülkemize getirtip inceleme yaptırdılar. fakat bir türlü çözüm bulunamıyordu.

    hilmi o zamanlar esatta bir bakkaliye işletiyordu. kendi halinde, sessiz, mahallesinde sevilen bir bakkaldı. yine sıcak bir temmuz günü hilmi dükkanında otururken içeri bir müşteri girer. takım elbiseli, bakımlı, babayiğit bir müşteridir bu. hilmiden bir paket marlboro sigarası ister, parayı uzatır. aksilik bu ya, hilminin olivetti kasasında hiç bozuk parası kalmamıştır. para üstü olarak yumiyum verir. yağız ve babayiğit müşteri biraz afalladıktan sonra yumiyumu alır ve dükkandan çıkar.

    yolda yürürken elindeki yumiyuma bakar. bunun şu an kendisine para olarak verildiğini, fakat aynı zamanda bunun gsyih'yi artıracak bir ticari ürün olduğunu farkeder. bu demekti ki piyasada yumiyum dolaşırsa para basmaya gerek kalmadan yüksek büyüme oranı yakalanabilirdi. bu yağız ve babayiğit müşteri, ki kendisi az evvel bahsi geçen yetkili mercii de çalışanlardan biridir, bu olayı teorileştirdi, yüce devletimize sundu ve 2000'li yıllara güçlü türkiye olarak girmemizi sağlayacak olan ekonomik modelin temelini oluşturdu.

    bugün amerikadan avustralyaya, avrupadan japonyaya kadar bir çok business school'da bu teori "yumiyum effect" adıyla ders olarak okutulmaktadır.

    teşekkürler yumiyum.
  • bizim mahallede öpüşme oyunlarında kullanırdı bu, çileklisinin en tatlı olduğu şeker.

    yumiyum yemece ismi verilen bu oyunda yumiyumun iki ucu, iki velet tarafından ağıza alınır, yavaşça emilirdi. oyun da yumiyum da çok tatlı ve basit, oyunun başı da sonu belli aslında; e yumiyum zaten parmak boyunda bi şeker. böyle daha oyunun en başından öpücüğün de yumiyumun da tadı yerleşverir insanın ağzına..
    oyunun söylenmeyen ama içgüdüsel uygulanan kuralı, öpüşme anına ulaşmayı geciktirmek için şekeri elden geldiğince yavaş emmektir. aslında bilmeden daha fantastik hale getiriyormuşuz bu oldukça tatlı oyunu. hani yumiyum kısacık bişey olduğundan, bilinen ve baştan oynamakla birlikte kabul edilen son, öpücüktür. işte burada asıl kural geliyor: ilk kim kaçarsa o dudak dudağalıktan o kaybeder. yani, yumiyumu dudağından ilk bırakan oyunu kaybetmiş olur.
    böyle tatlı öpmüşken neden bilinmez, kaçan, utanan ve yenilen taraf genelde kız tarafı olurdu. birbirinin dudaklarını yumiyum tadında anarlar sanırım sonra. yok, madem bu oyunu yaratıp oynayacak kadar fantastiksin kaçmasana. kıkırt, ama olur öyle..

    ben bu süper fantastik yumiyum yemece oyununa bir kez katılabildim yazık ki. yani aslında bizim yarışmada ben, biraz gaza gelip yumiyumu çekip, öpücüğe sıra gelmeden ısırınca şeyi, yani yumiyumu ve partnerimin dudağını, biraz heyecanlanınca yani, yanlışlıkla aslında, yarışmayı kazanmıştım.*

    işte yaşıtlarım ve tüm mahalle bu sebeple 8-9 yaşında ilk öpücükle tanışırken, ben kelle gibi 10 küsür yıl beklemiştim. vah bana vahlar bana.

    hoş tesellim de yok değil, o yumiyumu yedim bak. zaten yumiyum mu, asla affetmem.
  • çocukluğumda bazen ısırırken kağıdı ile birlikte yediğim şeker.
  • kağıdıyla bile yerdim lan bazen. iyice sapıtmışsam demekki.
hesabın var mı? giriş yap