• kara filmlerde megapollerin dehşetengiz uzamı anti-kahramanların bilinçaltıdır genellikle. işte bu tanımlamanın örneklendiği bir film daha. geç dönem bir post-noir.

    kara filmlere nüfuz etmek için amnezi, anksiyete, paranoya üçlüsü oedipus miti ile birlikte ele alınarak psikanalitik bir vizyon geliştirilmeli. aksi halde yüzey yapıda kalınarak birçok detay es geçilebilir. çünkü bu filmler görünenden ziyade görünmeyenle, anlatılandan ziyade ima edilenle ilgilidir. bu da tastamam öyle bir film.

    psycho, taxi driver, no country for old men, eyes wide shut ve melville'in samuray filmine göndermelerle ilerleyen kolajvari bir neo-noir var önümüzde. bu nedenle sinema tarihinde bir gezinti hissiyatı yaratıyor.

    filmin üç katmandan oluştuğunu düşünüyorum: anti-kahramanın domestik şiddete maruz kaldığı mazisi. işvereni ve annesi ile yaşadığı hayat. son olarak hapsolduğu düşler ve fantezi dünyası.

    bu farklı gerçeklikler iç içe sunulduğu için filme bakmak biraz problematikleşiyor. mesela:

    bu üç gerçeklik içinde gidip gelen joe, senatörün kızını mı kurtarır yoksa çocukluğunda maruz kaldığı şiddeti fantezi yoluyla bastırmaya mı çalışır? genç kızın nezdinde esasen travmatik çocukluğunu mu kurtarır? politik komplo sarmalında mücadele ettikleri polisler ve kiralık katiller mi yoksa babasının sadistik izdüşümleri midir? sorular gayet açıktır.

    günümüz sinemasının 'iyi' işlerinden biri.
  • you were never really here : incinmiş çocukların öyküsü

    yaşı her ne olursa olsun travmalarından ibaret olan insanlar, daima çocuk kalırlar. bildikleri rakamları sayar ve kurtarılacakları ânı beklerler ve sonra : you were never really here

    yersiz çözümlemeler ile uğraşmayacağım, bu kadar ağır dertlerle boğuşmanıza da gerek yok, bir şekilde travmatik bir çocukluk yaşayan insanların perdeye baktığında gördüğüyle, yaşamayanların gördüğü bambaşka şeyler.

    aile içi şiddete, savaşa, çocuk tacizine, faili meçhul ölümlere lanet olsun.
  • buralar taxi driver karşılaştırmaları ile dolacak.

    (dolmadı)
  • --- spoiler ---

    we need to talk about kevin'e bayılmış biri olarak bu filmi sevmekle sevmemek arasında kaldım. öncelikle reji anlamındaki çoğu sekans hoşuma gitmedi ancak filmin rahatsız etme isteğine güzel hizmet ettiğini söyleyebilirim.

    filmin konusu da baya teorilere açık olsa da gözden kaçan bir şey olduğunu düşünüyorum yorumlarda, o da şu ki joe'yi fbi üniformasıyla kaçırılan insanların cesetlerini bulduğu bir sekansta da görüyoruz flashback olarak. hatta bu sokakta yürürken kızların fotoğrafını çekmesini istediği sahnede, orada nefessizlikten ağızları açık olarak ölen insanları hatırlıyor. buradaki flashbackte önemli bir ipucu var, joe burada ses olarak şunları hatırlıyor "(telsiz: parayı görene kadar hareket etmeyin, joe: biz ne yapıyoruz?, telsiz: go go go)" sonrasında da fbi konteynır'da cesetleri buluyor. burada tahminim fbi suç üstü yapmak için süre geçiriyor ve bu kaçırılan ya da fuhuşa sürüklenen insanların havasızlıktan ölmelerine sebebiyet veriyor geç kalmaları ile.

    joe'nin bu flashbackleri ve asker, fbi geçmişi yaşanan olayların gerçek olma olasılığını arttırıyor. nitekim nina'yı ilk almaya geldiğinde yaptıklarını güvenlik kamerasından görüyoruz bence bu yönetmenin "bunlar gerçek" demek istemesi. (tabi iki sıkıntılı sahne de var hayal olabilecek joe'nın havalimanındayken su içerken onu izleyen kız ve tren beklerken tek gözü mor kadının joe'yu izlemeleri) bu arada valinin evini basan joe orada güvenliklerin cesediyle karşılaşmıyor, güvenlikleri joe öldürüyor. bu sadece izleyiciye gösterilmiyor. dış kapı güvenliğinin kafasına çekiçle vurulduğu açıkça görülüyor.

    bu noktada bana kalırsa çok da teoriye girmeden, çocukluğu, askerliği ve fbi'deyken travma yaşayan joe'nın psikolojik gel gitleriyle gerçek bir öykü izlediğimizi düşünüyorum. pedofil bir vali ve pedofil bir senatör anlaşmazlığa düşüyor ve senatör kendisinin de istismar edildiği kızının "kurtarılması" için joe'ye ulaşıyor. bundan sonrası ise vali gücünü kullanarak tüm insanları öldürüyor.
    --- spoiler ---
  • gerçekçi bir bakış açısındansa alegorik bir bakışla izlenmesi gerekiyor. bu nedenle taxi driver'dan ise the shining'le daha çok örtüşüyor.

    --- spoiler ---

    başlangıçta uzakdoğulu olduğunu düşündüğümüz bir kızın eşyalarını toplarken görüyoruz antagonistimizi, cep telefonu, kızın vesikalığı ve kolyesi dikkatimizi çekiyor, daha sonrasında karakterin uzakdoğulu bir kızla karşılaşmasında ilk film başındaki üç detay tekrar karakterimizin önüne geliyor. ardından ancak bu iki olayın karakterin eski bir travmasının, bir kamyon içerisinde bulduğu onlarca ölü uzakdoğulu kadını, çağrışımı olduğunu anlıyoruz. bu ufak gönderme ile film nasıl işlediğinin ipucunu veriyor.

    karakterimizin başından geçen asıl büyük travma ise anneyi ve onu istismar eden bir baba, babayı hatırlatan özellikler olarak çekici, ıslak havluyu ve poşeti ağzına kapatarak rahatlamasını izliyoruz. babanın sahip olduğu gücü kazanarak onunla baş edeceğini düşünen karakterimiz filmin ilerleyen kısımlarında bu cinsel erk sahibini, burada babanın yarattığı travmanın tekrar canlandırması olarak senatörler karşımıza çıkıyor, daha büyük bir erkle ve şiddetle yenmeye çalışırken daha büyük bir boşluğa düşüyor. annesinin kaybıyla travmayla olan yüzleşme tamamlanıyor. psikolojik olarak bir kırılma noktası olan bu anda annenin cesedinin son kurtardığı senatörün kızına dönüştüğünü görüyoruz. ve filmin sonunda da kızın onu kaçıran senatörü kendi elleriyle öldürmesiyle adamın travmasının çözümünün yeni bir baba figürü oluşturmaktansa anne figürünün güçlendirilmesi olduğunu anlıyoruz. antagonistimizin kızı görünce ağlaması ve kızın onu teselli etmesi bu yüzden. kızla olan son sahnedeki ölüm ise tam anlamıyla baba figürünün adamın içinde yok oluşunu gösteriyor.

    --- spoiler ---

    film bunun dışında eros ve tanatos ikilemiyle de anlamlandırılabilir lakin benzer sözler söylenecektir. bu ana hikaye göndermesi dışında elbette bir çok filme yine gönderme var lynne ramsay cannes'a giderken dersini iyi çalıştığını bayağı göstermiş. konuşulan tüm diyaloglar göndermeler üzerinden(psycho, shawshank redemption, taxi driver etc.) gereksiz hiçbir diyaloga yer verilmemiş. ancak bunca güzel görüntü yönetimi, oyunculuğa rağmen film ses yönetimi ve kurguda sınıfta kalmış gibi gözüküyor. gerilim vermeye çalışılırken ses tam tersi etki yaratarak sizi filmden uzaklaştırıyor. flashbacklerde kullanılan kareler, travmatize edici detayları vermeye çalışırken çok tekrara düşüyor ya da savrulup gidiyor filmin akışıyla.(sonuçta travma sonrası stres bozukluğunu canlandırmak istiyorsanız güçlü görsellerin seyircinin de aklında kalması gerekiyor.)

    özetle, biblo gibi bir film, kare kare izleniyor, tüm göndermeler alınıyor ancak yeni bir şey söylemiyor seyirciye.
  • bittiğinde “ne oldu yani şimdi?” kategorisinde bir filmdir.
  • --- spoiler ---

    film aslında birbirinden ayrı iki parçadan oluşmakta.bunlardan ilki joe'nun gerçek yaşamı, diğeri ise kafasında kurduğu hayal dünyası.gerçek yaşamında joe toplumdan kopuk, sürekli antidepresan kullanan ,güçsüz olduğunu düşünen ve korkularla dolu biri.bu yaşamından uzaklaşmak için bir hayal dünyası kuruyor.o dünyada güçlü,ölümcül bir kahraman.film boyunca da yalnızca çekiçle bile oldukça profesyonel bir şekilde bir sürü adam öldürebilen veteran bir asker ile psikolojik sorunlarıyla boğuşan, pasif ve aciz bir birey arasında ; hayal ve gerçek arasında gidip geliyoruz.bu yüzden askerlik flashbackleri ,kiralık katil olarak istismara uğrayan kızları kurtardığı kısımlar ve nina hiç gerçekleşmeyen hayaller.gerçek olan kısım ise çocukluğunda ailesi ile yaşadığı sorunlar nedeniyle psikolojik sıkıntılarla boğuşması, sürekli ilaç kullanması, topluma uyum sağlayamaması ve bunun sonucunda önce bakıma muhtaç annesini sonra da kendini öldürmesi.bunun içine ımdb'de yazılmış joe ve annesinin aralarında ensest bir ilişki bulunması ve hayallerindeki nina'nın annesinin,valinin ise babasının tezahürleri olması teorisi de pekala yedirilebilir.
    --- spoiler ---
  • hayatımda izlediğim en sikimsonik filmlerden biriydi.

    psikolojik gerilim bu değil, silence of the lambs.

    bu son senelerde acaip sükse yapan içi boş,neyin ne sik olduğu belli olmayan art house saçmalığı.

    taxi driver’la karşılaştırıldı bir de dünyada.

    (bkz: hasiktir ordan)
  • sanki lynne ramsay değil de sinema-tv okulundan yeni mezun olmuş toy bir yönetmenin elinden çıkmış gibi duran epey dağınık, fokusu olmayan bir film. yönetmenimiz şekerci dükkanına giren çocuk gibi her kurgu ve çekim tekniğine dalıp çıkmış ama bir bütünlük ve doku oluşturamadığı için hikayecilik ve etki anlamında ortaya koca bir hiç çıkmış.

    çorbaya dönen rejiyi affettik varsayalım, senaryoya gelirsek de elimizde topu topu bir sayfalık basit bir öykü var, o da gerçekle gerçeküstü arasında tuhaf bir dünyada geçen tesadüfi olaylar silsilesinden ibaret. film boyunca olayların nedenleriyle ilgili hiçbir sorunun cevabının verilmemesi bir tercih mi yoksa kaçış mı? bana sanki ikincisi gibi geldi. hatta sankisi fazla.

    yönetmene toy dememin bir sebebi de psyhco, taxi driver gibi kült filmlere öykünmesi ama sadece bununla kalıp üzerine hiçbir şey koyamaması. hitchcock'u hatırlatan keskin gerilim müzikleriyle bezeli yüzeysel travma flashbackleri filme bir şey katmamış , aksine zaten iki ileri bir geri giden kurguyu daha da aksak hale getirmiş. depresif ve yalnız adamın gece ışıklarında şehirde kendi halinde dolaşması falan artık bayık konseptler. şu geçtiğimiz birkaç senede bile daha iyi örnekleri çekildi (driver, nightcrawler, vs.) ve maalesef filmin yarısı bu görüntülerden ibaret. abi tamam anladık joaquin phoenix kilo almış, man-bun yapmış sakal bırakmış karizmatik olmuş, çok da üzgün, bir de o kadar narin, kıyamam. ee? sonra? bir oyuncuya bu kadar da bel bağlanmaz ki, joaquin phoenix'in bir gününü izleseydik belki bundan iyi olurdu.

    --- spoiler ---
    kült olması için zorlanmış sahnelerin (joe'nun öldürdüğü adamla yan yana yatıp şarkı söylemesi, ceplerine taş doldurup annesiyle suya batması vs.) eğretiliğine yorum dahi yapmak istemiyorum. yeterli miktarda film izlemiş, az çok sinemaya doymuş hiçbir izleyici bu zorlama sahneleri yemez. kült film böyle olunmuyor, sen filmin yüzde doksanını boş çek, araya kağıt üzerinde duygusu yüksek ama sinematografisi sıradan üç tane sözüm ona büyük sahne koy, büyük film yaptım.keşke bu kadar kolay olsa. geçelim.
    --- spoiler ---

    sonuç olarak, vasat sıfatına sonuna kadar hak eden, imdb'de aldığı puanı (şu anda 7,4) kesinlikle hak etmeyen, eksiği bol, dolgusu fazla, adını duyurduğu ilk filminde şov yapan bir yönetmene yakışmayan bir film.
  • daha çok psikolojik gerilim modunda geçen bir film. bu türü çok sevmediğim için bana çok ilgi çekici gelmedi. en büyük farkı yüksek şiddet içermesine rağmen bunu seyirciye pek göstermeden bilinç altına etkili bir şekilde işlemesi oldu.
hesabın var mı? giriş yap