• - niye hep yorgunuz?

    - a) kan değerlerimiz düşük
    b) yapacak işlerimiz üstümüze çullanmış
    c) mutsuzuz
    d) şükürsüzüz
    e) hepsi

    - peki neden hep mutsuzuz?

    - çünkü hayal ettiğimiz kişi olamıyoruz.
  • çok yorgunum. yorgunluk bünyemde adeta çernobil'in çatılarında biriken radyoaktif döküntüler gibi birikti, temizlenemiyor. şöyle 2 km2lik full ortopedik bir yatakta döne döne 2 ay uyusam, ara sıra uyanıp boş beyaz tavana bakıp uyumaya devam etsem belki dinlenirim. beynim sabahları "yepyeni bir gün, her şey harika olacak!" veya "s.k gibi bir gün, dünden daha boktan olacak" gibi normal ve sağlıklı insan sinyalleri vermiyor. verdiği tek sinyal "bugün de köpek gibi yorulacaksın nıhahahaha". acilen 25 sene sürecek bir doğum iznine çıkmaya ihtiyacım var, doğurmak hiç bu kadar parıltılı gelmemişti. neyse, yorgunluğun beyne giden ana arterler üzerindeki etkisini şöyle anlatayım; dün işe çok erken başlayınca görece erken bir saatte (17:00) eve geldim, üzerimi değiştirdim, artık anlamlı sesler çıkarma kabiliyetim olmadığı için telefonu uçak moduna alıp uyudum. uyandım, baktım çok ama çok tatlı bir güneş yüzüme vuruyor, ooo dedim "ne güzel, cumartesi sabahı olmuş gün doğuyor:) çok güzel uyumuşum ha". açlıktan midemi tapirler kemirdiği için yüzümü yıkadığım gibi mutfağa gittim, çırpılmış yumurta yapıp kahve demledim. yüzüm gözüm koreli bebeklere dönmüş böyle yumuş yumuş, zeka seviyem o sırada daha düşük olduğu için telefondur, saattir kesinlikle bakmadan sadece uykumun ve peynirli yumurtamın güzelliğini düşünüyorum. çok mutluyum kafamın içinde sıkıştırılmış elyaf var gibi.
    mutlulukla kahvaltı ederken birden gün batmaya başladı. şok oldum.
  • gönüle dair olanını insan istese de saklayamıyor.

    iyi ki "her dem yeniden doğmak" diye bir şey var. yoksa ayağa kalkamazdı insan...
  • çaresi mutlak bir sessizlik olan.
    10 günden fazladır çok az uyuyorum, kendime hiç vakit ayırmıyorum, çok çok fazla okuyup yazıp çiziyorum. beynim, immün sistemim, sol omzum, psikolojim tamamen çöktü, o kadar ki günlerdir uğruna uçan hollandalı'ya döndüğüm, "ne pahasına olursa olsun geçeceğim" kişisel ümit burnu'nu sunmaya çıkınca sesim kısıldı, toparlamasam her şey güme gitmişti. o kadar iflas etmiş vaziyetteydim, ve dinlenebileceğim yegane bir günüm vardı: bugün. fakat annemin de katastrofik bir fikri varmış: misafir.

    10 günden sonra 13 saat uyumuşum fakat kalktığımda tam olarak şu haldeydim. insanın saç dipleri ağrır mı? benim ağrıyordu işte, her bir hücrem sızlıyordu ve nasıl oldukları beni zerre kadar alakadar etmeyen insanlara "mihihi hoşgeldiniz", "ayy nasılsınız" filan demek, bir fili omuzlarıma alıp kaldırmaktan daha zor geldi yeminle. değil misafir, ne aşk, ne dost, hatta ana baba, yorgunken insan kimseye selam vermek bile istemiyor.

    siz siz olun, yorgun birine ilişmeyin, yaklaşmayın, onu yatağı, tavanı ve sessizlikle başbaşa bırakıp, çenenizi de kapayıp dışarı çıkın. royal highness olduğumdan defolun demiyorum bakın. dışarı çıkın.
  • "sonuçta varoluşun neden olduğu en büyük yorgunluk belki de insanın yirmi yıl, kırk yıl boyunca, hatta daha bile uzun süre, aklı başında kalmak için harcadığı o olağanüstü çabadır, basitçe, derinden kendi, yani tiksindirici, dehşetengiz, saçma olmamak uğruna. baştan veri olarak elimize tutuşturulan şu aksak ikinci sınıf insanı, sabahtan akşama kadar hep küçük bir evrensel ideal, birinci sınıf bir insan olarak sunmak zorunda kalmamız ne de büyük kabus."

    louis-ferdinand celine, voyage au bout de la nuit
  • mutsuzluğun, isteksizlikten peydahladığı velet.
  • eve yururken muzik dinlemek icin kulakliklarimi cantamdan cikaracak kadar bile enerji bulamamaktir bazen.

    haftanin 6 gunu bisikletle ise kosturup donup kutuphanede teze calisip ustune 3 gun kosmaya calisiyorum. bazen insanlar beni gorunce once "merhaba" deyip ardindan"sen iyi misin?" diye soruyorlar. fiziksel olarak saglikliyim. iyi hissediyorum ama, yorgunum. hem de cilgincasina yorgunum. biraksaniz gunlerce uyuyabilirim ve ne yalan soyleyeyim, bazen o kadar yorgun hissediyorum ki cok erken yatip her zamanki saatimde ancak uyanabildigim gunler oluyor. isten donup yemek yiyor ve kostura kostura okula geciyorum. sonra bir de bakmisim ki aksam olmus bile. ne zaman uyandim, ise ne zaman gidip de dondum, okula gidip de ne zaman calistim, donup ne zaman yemek yapip yedim, ay ne ara yukseldi anlayamiyorum. gun boyunca yaptigim seyleri dusununce gun hem cok uzun hem de cok kisa geliyor. makaleye egilmis okurken kendimi gozum acik uyurken yakaladigim oluyor arada. artik japonlarin neden hemen her yerde ve her kosulda uyuyakaldiklarini anlayabiliyorum. mumkunmus. oylesine yorgunum ki kosmak disinda kendime ayirdigim zamanlarda da sakince oturup gokyuzunu izlemekten baska bir sey istemez oldum.

    bisikletle ve kosarak katettigim kilometrelerce yol, beynimle katettigim sayfalarca bilgi... yasadigimi hic bu kadar derinden hissetmemistim. yalnizca kendime degil, yasadigim topluma ve gelecek kusaklara ufacik da olsa bir katki saglayabildigimi bilmek beni oylesine mutlu ediyor ki, bunu sozcuklere anlatmama olanak yok.

    artik cok daha iyi anliyorum ki gucumuzu, emegimizi ve zihnimizi dogru ve verimli olarak kullanmiyoruz turkiye'de. hatta bunlarin hicbirini kullanmadigimiz bile oluyor. calismadigimiz ve uretmedigimiz, bunlari sevmedigimiz ve bir yasam bicimi olarak gormedigimiz, yapsak bile emeklerimizin karsiligini alamadigimiz icin mutsuzuz. bedenimizin ve zihnimizin sinirlarini zorlamiyoruz. neler yapabilecegimizi bilmiyoruz. calisirken bile calismiyoruz aslinda. tek yaptigimiz tuketmek. farkinda degiliz ama, kendimizi tuketiyoruz.
  • eve girer girmez, üzerimi değiştirip, çoraplarımı çıkardım. barok dönem müziği açıp, yatağıma girdim. ayaklarımı uzatıp boş boş duvara bakmaya başladım. hiçbir şey hissetmiyordum, sadece karnımın açlığını hissettim, midemi rahatsız etti. gün içinde olup bitenler, ertesi gün olacaklar, duygu ve düşüncelerim boşboş duvara karıştı; aklım da duvardan farksızdı.

    yoruldukça hiçlikten ibaret; hiç olduğunuzu hissedebiliyorsanız, yorgunluk anlam kazanıyor.
  • adamı ilk akşamdan yatağa sokar ama uyutmaz.

    böyle de çileli bir şefkati var.
  • insanlardan mütevellit ise geçmiyor, geçmek bilmiyor. geriye dönüp bakıldığında ise hiç bir şey aynı olmuyor.

    "her şey yerli yerinde"* duruyor evet, ama serin bir gölgede uyuyan var mı yok mu, bilinmiyor.

    aslında yorgunsan pek bir önemi de kalmıyor. zira ruh azapta gibi durmadan gıcırdıyor.
hesabın var mı? giriş yap