• çok içtiniz, bi kussanız rahatlayacaksınız ama kusamıyor musunuz? aklınıza bunları getirin, denenmiş taktik. benim gözlemlediğim yetmez ama evetçi tayfa ikiye ayrılıyor:

    - nilüfer göle adlı hortkuluk ve beraberindeki sanatçı sepetçi - akademisyen tayfa: bunların bir kısmının dedeleri osmanlı'nın kaymak tabakasıyken cumhuriyetle birlikte sadrazam taşağından düşmüş sıfatlarını kaybettiler, yine büyükada'daki yazlık eve gittiler ama eski hava kalmadı. moraller çok bozuldu, bu travmayı atlatamadılar. diğer kısım ise, asla yakın temas etmek zorunda kalmadıkları islamcıları çok egzotik buldular, hindistan'a giden batılı turist gibi, "oovv baharatlar, tütsüler, çakra, karma, sari, sidik kokusu <3 <3" hayranlığıyla, hayatlarına gerçekten nüfuz etse anında ülkeden topuklayacak ya da yolda yürürken onlarla arasına paravan çektirecek paraya sahip oldukları kesimi aşiret dizilerindeki kerroları çekici bulan kızlar gibi içten içe şehvetle sevdiler. nasılsa oturdukları elit mahalleye adım bile atamazlardı, uzaktan görüp mastürbasyon yapmak, "onun bıçkın görüntüsü altında masum bir çocuk var aslında :((" demek hoşlarına gitti.

    - ünlü olmayan yaeciler: dinci ailelerden ve aşiretlerden çıkıp teyzesinin oğlu, halasının kızıyla kafası açmadığı için modern arkadaş edinmek isteyen birileri. adamın babasının memlekette 2 karısı, 11 çocuğu var ama kendisi kantinde kemalist vesayet çok kötüydü ceren diye saçmalıyor asdasd. memlekete her gittiğinde 1. dereceden kuzeni ile evlendirilmeye çalışan adam/kadın içten içe bu opsiyonun mantıklı olduğuna inanırken bir yandan da metropolde şeker bayramında kahve yanında likör ikram eden ailelerin, yürümeye başladıkları andan itibaren ev ayakkabısı giydirilmiş çocukları ile oturup kalkmak, bienal gezmek istiyor. ah o kemalist vesayet olmasaydı, ceren ve ailesi memleketteki molla dedeyi, çok sevilen sayılan şeyhi şıhı ya da 2 anneyi görünce tanık koruma programıyla yüzlerini değiştirip sıvışmazlardı. marabalar elden gitmezdi. nalet olsun dostum ahasdfgfhdsj.
    gülen'le aynı yolda yürümüş eleman bugün dahi utanmadan sıkılmadan kemalist dikta, 28 şubat diye sayıklıyor ya, looollll. çok deşip düşünmeyin, hırs ve kaşıntıları tamamen kişiseldir, yaeci özetle budur.
  • 210 adet gelmişini geçmişini siktiğimin aydınsılarıdır bunlar.

    ülkede bir kaymak tabaka listesi aranıyorsa bu 210 isime bakabilirler.

    iştee burdaa
  • postal ya da hakim cübbesi yalamayı reddederek, recep tayyip erdoğan'ın ayağını! yalamayı tercih etmiş grup. pişman olmayacaklar asla. gün gelir o bana dokunmayan yılan bin yaşasın dediğiniz yılan size de dokunur. bakalım sesinizi duyurabilecek birilerini bulabilecek misiniz

    17 aralık sonrası edit: sonunda o yılan size de dokundu. istediğiniz kadar bağırın, sesinizi hiç duymuyoruz, duymayacağız da.
  • 12 eylül 2010 anayasa değişikliği referandumu'nun öncesini yaşayanlar meselenin ne olduğunu gayet iyi biliyor. yetmez ama evet kampanyasına katılıp bayrağını taşıyanlar, bu konunun unutulmasını sessizce bir kenarda bekleseler daha iyi olur bence. bu büyük utancın arkasında görünmez olmaya çalışmak yerine çıkıp ipe sapa gelmez laflarla pişkin pişkin üste çıkma çabaları çok acınası bir durum. ülkenin bugün içinde bulunduğu durumdan sizler de sorumlusunuz ve isimleriniz diğer sorumlularla birlikte anılmaya devam edecek.

    öncelikle bir konuyu açıklığa kavuşturalım. yetmez ama evetçilerin manifestocu kadrosu sayıca azdı evet ama etki alanları genişti. tek tek ve ismen fazla bir etki yaratamayacakları düşünülse de ellerinde çok etkili iki araç vardı. birincisi yurt dışı bağlantıları, ikincisi sahip oldukları kitle iletişim gücü. başını eski marksist yeni liberal kadronun çektiği bu insanlar gazete, tv, radyo ve yayınevi gibi araçlara sahipti ve alıcı kitlesi akp'yle pek ilgisi olmayan, özgürlük, demokrasi, avrupa birliği gibi konularda akp'nin ne mal olduğu henüz tam ortaya çıkmamış olduğundan, dünya görüşü bakımından dönem itibariyle akp'ye henüz sadece şüpheyle bakan bir kitleyi de içeriyordu.

    üstüne üstlük aynı dönem demokratik açılım diye bir nane de vardı. yaygın bilinen adıyla kürt açılımı, 2009 ve 2010'un en gözde goy goy konusu oldu. o dönemin etnik milliyetçi partisi barış ve demokrasi partisi de referandumu boykot edip sandığa gitmeme çağrısı yaparak akp'nin ekmeğine yağ sürdü.

    2010 yılına bir dönüp bakalım: instagram yok; twitter yeni yeni çıkıyor, yaygın değil; youtube ve bir sürü platform türkiye'de yasaklı; whatsapp kullanılmıyor. sosyal medya namına sadece ve sadece facebook var, o da emekleme döneminde, millet anca birbirini dürtüyor (poke). bugünkü diğer popüler sosyal medya uygulamaları yok. üstelik çok çok az insanda akıllı telefon var, nokia, blackberry falan revaçta olmaya devam ediyor.

    işte böyle bir dönemde, referandum için yetmez ama evet kampanyası başlatanlar aynı zamanda kitle iletişim araçlarını da kontrol edenler olunca, sabahtan akşama kadar referandum maddelerinin ne kadar harika olduğunu anlatan insanlar gazete, tv, dergi, kitap, radyo demeden boğucu bir propagandaya başladılar. işte yetmez ama evetçileri tarihin çöplüğüne gömen de esasen budur. anayasa değişkliği gibi çok karmaşık bir konuyu "referandum hayırcıları postal yalayıcıdır" seviyesine çekerek kara propaganda yapmışlardır ve bu propaganda sayesinde anayasa değişikliği maddeleri tartışılamamıştır bile.

    "anayasa değişiklik maddeleri neden torba şeklinde geliyor, neden madde madde oylanmıyor? darbecilerle ilgili maddelere evet diyen ama yüksek yargı vs. ile ilgili değişikliklere hayır diyen insanların sesine de kulak verelim" diyenlerin sesini kesenler de akp'nin yemlediği kalemşörler ve bu yetmez ama evetçilerdi.

    bu konunun altını çizmek istiyorum. akp'nin en sık kullandığı strateji, bir torba hazırlayıp torbanın üstüne üç kağıtçı pazarcılar gibi malın iyisini koyması ama altını tamamen çürük çarıkla doldurması ve tüm kampanyayı üstteki iyi mal üstünden yapıp istediğini almasıdır. ülkenin kaderini değiştiren bu referandumda da aynısı oldu. bu altı boş liberal tayfanın kibirli eblehliğini sonuna kadar sömürerek, kemalist vesayet, darbe, asker, postal, kenan evren, 12 eylül gibi anahtar kelimelerden oluşan bir paket oluşturup bunu "türkiye geçmişiyle yüzleşecek", "darbeciler yargılanacak" diye pazarlattı. bu tezgahın üstündeki çekici gelen maldı. esas malsa, akp'yi yargı denetiminden çıkaracak ve ülkedeki yargı sistemini hükümete yani akp'ye bağlayacak anayasal değişkliklerdi. yüksek yargıda atamaların çoğunluğu hükümet ve meclis tarafından yapılacak, hakimler ve savcılar yüksek kurulu akp'nin kontrolüne geçecekti. bu sayede yargı ayağımıza bağ oluyor diye yakındıkları en önemli engeli ortadan kaldıracaklardı. nedir bu? kuvvetler ayrılığı. evet bu anayasa değişikliğiyle ülkede kuvvetler ayrılığı fiilen bitmiştir. sonra adım adım yapılan diğer değişikliklerle ve eylemlerle en sonunda başkanlık sistemi denen ucubeye kadar gelinmiş ve fiili durum resmiyete de dökülmüştür. bu sayede, mesela, seçimi iptal ettirmek için usulen yüksek seçim kurulunda oylama yaptırılmış, sonucu şansa bırakmamak için asli üyelerin sayısı tam olmasına rağmen, yedek üyelere bile oy kullandırılmış, kimse de ağzını açamamıştır. yasada açık seçik aksi yazmasına rağmen mühürsüz pusulalar kabul edilmiş, başkanlık referandumu kıl payıyla geçmiştir, kimse de itiraz edememiştir. sonuçları şaibeli bir seçimden sonra "atı alan üsküdarı geçti" denebilmiş, yargı bir figürana dönmüştür. ülke o referandumda fiilen yarım yamalak da olsa sahip olduğumuz demokrasiden otoriter yönetime geçiş yapmıştır. güçler ayrılığı ve özerk kurumlar demokratik yapının temelidir. yargı denetiminden çıkan bir siyasi iktidar ülkede istediği gibi at koşturur ki bugün geldiğimiz nokta budur.

    akp'nin ülke yararına iş yapacağını düşünen beyinsizler de "ama referandumdaki anayasa değişikliklerinin bu sonucu vereceğini nerden bilebilirdik ki? o günün değişiklik teklifi iyi görünmüştü" şeklinde bence tarihe geçmesi gereken bir savunma mekanizması geliştirdiler. okuduğunu anlamaktan ve yorumlamaktan aciz bu güruh nedeniyledir ki insanların büyük bölümü neyi oyladıkları konusunda bilgi sahibi olamadılar. çarşaf gibi uzayıp giden anayasa maddeleriyle ilgili bilgi edinemedikleri gibi, dönüp dolaşıp karşılarına çıkan "referandumda hayır diyorsan darbecisin, postal yalayıcısın, vesayetçisin" suçlamalarına maruz kaldılar. işin komiği ortada bir vesayet varsa bile teklif edilen değişiklikler vesayeti bitirecek maddeler değildi, el değiştirmesine hizmet edecek maddelerdi. yetkiyi kurumlardan alıp hükümete veriyor, üstüne üstlük hükümeti denetimden kaçırıp sorumsuz hale getiriyordu. vesayet bitecek diye çığlıklar atan süzmeler vesayeti elleriyle akp'ye teslim ettiler.

    yargılanacak dedikleri darbeci generaller, artık yaşlılıktan altı bezlenen, sağını solunu bilemeyecek, demansa uğramış, bir gözü toprağa bakan yaşı 80 üstü insanlardı, önemli bir kısmı da mezardaydı. referandum geçince de sembolik bir iki yargılama yapıldı, geçildi, kimse de hapse falan girmedi, cezalar da sembolik kaldı, kimse iplemedi.

    şimdi dönelim yetmez ama evetçilere. öncelikle yurt dışı bağlantıları sayesinde akp'ye uluslararası meşruiyet kazandırdılar ve dış desteğin de sağlanması için uğraştılar. içerden dışardan bir ağız anayasa değişkliğinin ne kadar iyi olacağına dair sesler herkesin sesini bastırdı. arada "yahu bu maddeler akp'yi yargı denetiminden çıkarıyor, üstüne de yargıyı hükümete bağlıyor" demeye çalışanları susturup darbe sever diye rezil etmeye çalıştılar. kitle iletişim araçları bu tiplerin elinde olduğu için sabahtan akşama koro halinde akp propagandası yaptılar. konunun yabancısı olan ve akp'yle bir bağı da olmayan kendi halindeki insanlar bile "evet" demeye ikna olduysa, işte bu yetmez ama evetçilerin başarısıdır, gurur duysunlar.

    ülkenin bugün geldiği nokta işte 2010'daki o referandumla başlayan bir sürecin sonucudur. akp sabırla adım adım planını işletmiş, o gün kime ihtiyacı varsa onla yakınlaşıp işbirliği yapmış, ne istedilerse vermiş, alacağını alınca da dönüp gitmiştir. bu yetmez ama evetçiler arasında çok sayıda günah çıkartan olsa da alenen sıçıp batırdığını kabul eden pek çıkmıyor nedense. en fazla o günün şartları kem küm diye üste çıkmaya çalışıyorlar. o günün şartlarında bile neyin ne olduğu gün gibi ortadaydı. 1 mart tezkeresi akp'li pek çok milletvekilinin de hayır oyu vermesiyle meclis'te reddedildikten sonra ilk seçimlerden önce erdoğan partide kıyım yapmış ve hayır verenleri partiden dışlamıştır. demokrasinin amaca giden yolda bir araç olduğunu ve amaca ulaşılınca demokrasiye ihtiyaç kalmayacağını defaatle dile getirmiş, iktidarın ilk gününden itibaren sadece popülizmle yolunu bulmaya çalışmış, birbirinden haz etmeyen gruplar arasında gerilimi sürekli yüksek tutup kendini aradan sıyırıp o gün hangi grup işine yarıyorsa onunla yürümüş, işi bitince de başka bir grupla flört etmiş bir partidir. ne demokrasi umrundadır ne hukuk ne adalet ne refah ne halkın mutluluğu ne de ülkenin menfaatleri. varsa yoksa iktidarı koruma ve ülkeye ne şekilde olursa olsun hükmetme isteği.

    işte hal buyken bu yetmez ama evetçi piyonlar, bu durumu kavramaktan aciz maşalar olarak işlerini yapmış, ülkenin tapusunu hükümete verecek süreci başlatan değişiklikler için insanları yanlış yönlendirecek propaganda yapmıştır. bu tip hataların affı falan olmaz. bu insanlar önlerine konan anti-demokratik teklifin bile ayırdına varamayacak kadar yetersiz bir grup insandı. sırf bu bile ellerini ayaklarını çekip bir köşede kendi hallerinde takılıp gitmeleri ve ülke işlerine bir daha burunlarını sokmamaları için yeterli olmalıydı ama pişkinlik böyle bir şey işte, utançtan ağzını açmaması gerekenler car car konuşabiliyor.

    daha fazlası için (bkz: #111952652)

    buraya bir ekleme yapmak ve biraz daha ayrıntı vermek gerekiyor:

    yüksek yargı ile ilgili duruma bir bakalım: anayasa mahkemesi üyelerinin seçimini düzenleyen madde 146, yüksek yargı üyelerinin atamasını düzenleyen madde 149 ve hakimler ve savcılar yüksek kurulu'nun atamasını düzenleyen madde 159.

    teklif edilen değişiklikle, yüksek yargı üyelerinin seçimi ağırlıklı olarak cumhurbaşkanına (o dönem abdullah gül) ve meclise (akp çoğunluğu) veriliyor ve haliyle seçilen üyeler akp'nin atadığı insanlar haline geliyor. sonra bu yüksek yargı üyelerinin seçim hakkı bulunan hsyk'nın üye sayısı 22'ye çıkarılıyor ve yine cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanı ve hükümetin seçtiği yüksek yargı üyelerinin seçtiği insanlar hsyk üyesi oluyor ve bağımsız yargının özlük haklarını kontrol eden hsyk'da adalet bakanı ve adalet bakanı müsteşarı üye olarak kalmaya devam ediyor, demokles'in kılıcı gibi.

    yani önce danıştayı, sayıştayı, yargıtayı şekillendirme imkanı artırılıyor, sonra da bunların da seçme hakkına sahip olduğu hsyk'yı tamamen kontrol etme imkanı sağlanıyor. üye sayısı artırılarak ilk atamada yapı tamamen ele geçiriliyor zaten.

    ezcümle birkaç yıl içinde, yaş haddi gelenlerin yerine yapılan vs. atamalarla ve açılan ek kontenjanlarla tüm yüksek yargının baştan aşağı siyasetçilerin atadığı isimlerden oluşması sağlanmış ve bir sonraki anayasa değişikliğine kadar bu dönüşüm bitirilmiştir. siyasetçilerin atadığı bu kişilerin bir kısmı şimdi cemaat ilişkisi nedeniyle hapiste, bir kısmı da yurt dışında kaçak ve aranıyor ki bu bile atamaların nasıl yapıldığına ve değişen maddelerin neye yol açtığına dair bir gösterge.

    görüntüde, bu aday üyelerin belirlenmesinde çoğulcu bir yaklaşım var gibi görünüyor ama yok. zurnanın zırt dediği yer de burası zaten. hesapta yargı mensuplarının oluşturduğu sivil toplum verdiği oylarla da adaylar belirleniyor gibi görünüyor. ancak kaç oy verilmiş olursa olsun yine de liste cumhurbaşkanının önüne geldiğinde, her grupta üçer üye oluyor ve seçim bu üç kişi arasından yapılıyor.

    bu ülkede yeterince yaşamış herkes bilir ki işin içinde siyaset varsa, yüksek yargı vs fark etmez, bir mevki için adaylık söz konusuysa taraflardan en az biri hükümet yanlısı grubun adayı olur, en az biri muhalif kanattan olur, araya bir iki tane de bağımsızlardan biri sıkışır ama nihai liste oluştuğunda ilk üç isimden biri mutlaka hükümetin istediği kişidir. (bu durumun kırılamadığı tek yer büyük şehir barolarıydı, onda da çoklu baro sistemini getirdiler en sonunda.)

    haliyle (partili) cumhurbaşkanı son sözü söyleyecekse, kimin seçileceği de ayan beyan ortada. bu referandumla birlikte hsyk'nın nasıl hükümetin çiftliğine döndüğünü de gördük. üye sayısı 22'ye çıkarılarak ve adalet bakanı ve müsteşarı, 1982 anayasasının ruhuna uygun olarak hakim ve savcıların siyasi baskı altında çalışmasının en büyük nedenlerinden biri olan kurul üyeliklerine devam etti. hem teklif edilen maddelerin 1982 anayasasının yargı üzerindeki siyasi baskıyı devam ettirmesi hem de sonuçları itibariyle bu referandumun sonucu ülkeye zarar vermiştir.

    bu maddeler sayesinde siyasetçilerin yargıya hiç olmadıkları kadar hakim olmalarının önü açıldı. hem kontenjan artışları hem cumhurbaşkanı ve meclis çoğunluğunun aynı siyasi partiden olması ve geçmişlerinde en ufak bir demokratik teamül olmaması ve alınan netice, referandumdaki maddelerle hedeflenen şeyin, yargıyı orta vadede tamamen kontrol etmek ve tamamen siyasetçilerin seçimlerine endekslemek olduğu aşikâr.

    siyasetçilerin yüksek yargı üyelerinin atanmasına burnunu sokmasını bu kadar vurgulayan bir anayasa değişikliğinin demokrasiyi güçlendirmesi falan mümkün değil. şöyle düşünelim. söz konusu cumhurbaşkanı gül değil de ahmet necdet sezer olsaydı, bu anayasa maddeleri bu şekilde teklif edilir miydi? edilmezdi.

    olması gereken uygulama, yargı mensuplarının özlük haklarını denetleyen ve kontrol eden hsyk başta olmak üzere, kurumların kendi seçimlerini yapmalarını sağlamak ve seçimlere saygı duymaktı. devlet kurumları da denetleyici rolünü oynardı. işte o zaman demokratik olurdu.
  • mutlu musunuz lan ?

    edit: lan ağzından salya saçan sümüklü bir hocanın mezardaki ölülere bile oy kullandırmalıyız dediği tarafa oy atan gerizekalılar hala kemalist goygoyu yapıyor. bu aptallığınızı kemalist goygoyuyla kapatamazsınız sayın sümüklü severler. kemalist vs diyede aptal aptal mesaj atmayın.
  • bugünümüzün baş sorumluları. istemeden ve bilmeden yaptılar demiş biri. bilakis, gayet istediler ve bildiler tam da bugünleri. bunlar eskiciye verilip yerine leğen bile alınamayacak yaratıklardır.
  • genelde bu zibidileri hep ben hatırlatırım. bu sefer üstteki arkadaş benden önce davranmış. altta yazacak arkadaşlara küfür servisi açık.
  • sorumlu siyasi merciler tarafından ölü taklidi yapılan kamuda usulsüz atamaları, kopya skandallarını, günbegün gündem olan provokatif şovenist, gerici söylemleri, dünyada işçi ölümlerinde ilk üçe taşıyan taşeronlaşma, esnek istihdam ve güvencesizliğin hükme bağlandığı mevzuatlar ve bunların pratik sonuçlarına ilişkin demokratik direnişleri de kapsayan toplumsal hareketlere yönelik yüzlerce gözaltıyla birlikte sistemli şiddet kullanımı (bkz: 1 mayıs 2007) (bkz: 1 mayıs 2008) (bkz: tekel direnişi), (bkz: tek hatamız tekel işçilerine merhamet etmek), poşudan terör örgütü üyeliği çıkarmaları, parasız eğitim pankartına, yumurta atmaya 5-8 yıl altsınırdan başlayan hapis cezalarını ve nihayet tüm muhalefet alanının bir kamp hukuku altında peyderpey derdest edildiği mutlak dikta arefesi silivri kanguru mahkemeleri ve kck operasyonları gibi ilerici demokrasi programlarını da içeren 2010 öncesi akp iktidarının çözümlenişini ancak metafizik kabilinden müneccim olma ehliyetine hasrettikleri için, niyet okuma'dan muaf bir "nesnellikle" muhafaza edilen konsensüs temelli bir siyasetin mümkün olabileceğine ikna oldukları için (bkz: qandırıldık) (bkz: nuray mert/#45431294), otoriter devlet sorununu neoliberal yağmacılıktan bağımsız kemalizm heyulasına, demokrasi sorununu hangi dönüşümün kime hizmet ettiğine kör bir soyut siyasal liberalizme indirgedikleri ve bu sayede siyasal islamcı mağduriyetinden özgürlükçü, anti-sistemik dönüştürücü potansiyel türetebildikleri için (kuramsal kusmuğu için (bkz: merkez-çevre), "referandum öncesi demokrasimizin çok iyi bir noktada olmayışı" gerekçesiyle izah edilen dikta inşasına toplumsal rıza harçlamanın tatava yapma'da küçümsedikleri ehveni şercilikten farkı olmadığı için, kendilerini eleştirmenin iktidarı eleştirmeye engel olmadığı, bilakis gayet kararlı ve sistemli örgütledikleri ikna sürecini iktidar ilişkilerine dışsallaştırıp hedef saptıran "hırsızın hiç mi suçu yok" (meali "dikta ilk üç gün süperdi ondan sonra bozdu") özründense kapsamlı bir eleştiri açısından bu iki eleştiri konusunun birbirini gerektirdikleri için kendilerini eleştiriyor, 10 yaşındaki çocukların çatır patır katledilmesiyle organik aydın rolleri arasında tarihsel bir alaka kuruyor ve halen aynı ağızlardan demokrasi, özgürlük terennümlerini duymaya tahammül edemiyorum. ve lakin "itibarsızlaştırma" bana da anlaşılır gelmiyo hakkaten, hayatlarında bir konuda yıldıray oğur, ceren kenar kişileriyle aynı dümende buluşan insanların itibarsızlaştırılmalarına gerek yok.
  • hiç birisinin samimi olarak pişman olmadığını düşündüğüm güruhtur. bugün aynı ortam oluşsun gene 1 sn. düşünmeden destek olurlar.

    bu adamların öngörüsüz, düşük zekalı, bu günleri hesaplayamayan adamlar olduklarını söylemek, bunlara bu argüman üzerinden vurmak çok ama çok büyük bir hata. o zaman bu adamları aklamış oluyorsunuz. sanki bunlar iyi niyetli insanlarmış, samimi demokratlarmış da işte siyasal islamcılara aldanıp yapmışlar bir hata gibi tablo ortaya çıkıyor.

    hayır. bu tipler salt kötü insanlardır. bunlar en küçük hücrelerine kadar bu ülkeye düşman olan insancıklardır. 2010'daki hayalleri, düşünceleri ne ise gram değişme olmadan bugün de odur. sadece artık muhalefete düştükleri için mecburen yanına sığındındıkları kitlenin gazabından korktukları için sinsi bir şekilde pusuda beklemektedirler. yarın en küçük bir boşluğu yakaladıklarında aynı haltları yiyeceklerinden kimsenin şüphesi olmasın.

    şimdi bir kısmı hapislerde çürümekte ki bin beter olsunlar, bir kısmı yurtdışına kaçtı ki dönüşleri olmaz inşallah, bir kısmı da chp'nin içinde, hdp'nin içinde, medyada sanki zamanında o naneleri hiç yememişçesine en çok ben bilirim edasında sağa sola parmak sallamakta, başka maskelerle ve yüzlerle yollarına devam etmekteler.
  • aldıkları ahlar ile sırtlarında bayağı bir yuk oluşan ülkeyi satmış olan grup
hesabın var mı? giriş yap