aynı isimde "yas (şarkı)" başlığı da var
  • (son okuduğum romanlardan birinde yasla ilgili kısa bir hikaye geçiyordu. yasın paylaşılmasına, yaşanmasına ve böylece aşılmasına dair bir mesel. çok beğendim buraya da yazayım dedim)

    bir kadının oğlu ölüyor ve kadın acıyla oğlunu kucaklayıp buda'ya gidiyor. dizlerinin üstüne çöküp, 'yalvarıyorum acı bana, oğlumu tekrar hayata döndür' diyor. buda bunun mümkün olmadığını biliyor elbette ama kadına diyor ki 'şimdi git bana ölümün hiç uğramadığı bir evden bir hardal tohumu getir'

    kadın hardal tohumunun peşine düşüyor, kapı kapı, ev ev dolaşıyor. aylar boyunca dağı taşı geziyor. her girdiği evde hikayesini ve ne aradığını anlatıyor. evlerdekiler de ona ölümün evlerine nasıl uğradığını, yani kendi kayıp hikayelerini anlatıyorlar.

    böylece o tohumu bulamasa da kadın başka insanların kayıplarını dinlerken, başka acı çekenlerle dertleşirken, hem kendi oğluna hem de ölen başka evlatlara diğer yaslı analarla birlikte ağlarken kendi yasını tutmuş.

    buda oğlunu diriltememiş elbet ama ona duygudaşlar ile birlikte yasını tutturarak şifa vermeyi başarmış.
  • neyin üstünde çalışsan, vakit geçirsen, tecrübe etsen onunla daha kolay başa çıkmayı öğrenirsin normalde. ancak bir sevdiğini kaybetmenin kederiyle başa çıkma öğrenilmiyor, yasına alışılmıyor, ve ona dair becerilerimiz asla iyileşmiyor. keder her seferinde senin içinden lav yakıcılığı, yavaşlığı ve durdurulamazlığında geçiyor. bir noktada o lavın azalıp biteceğini ve sende geriye sadece dumanı tüten oyuklar bırakacağını biliyorsun. her seferinde başka bir şey denemeye yelteniyorsun ama yok, o keder yine ciğerlerini yakıyor, iç organlarını deşiyor, varlığını ortasından yarıyor.

    ha ne oluyor; zamanla farklı farklı kayıpların için tuttuğun yaslardan geçtikçe kendi kendine bir noktada geçeceğini öğreniyorsun. o yüzden yas esnasında en çok kendine "bunun benzerlerini daha önce yaşadın, bir noktada illa ki geçecek"i hatırlatıyorsun. o senin içinde bulunduğun vaziyete daha anlayışlı yaklaşmanı sağlıyor. kolaylamıyor, ama zorluğu hoşgörmeni sağlıyor.

    bir de biliyorsun ki ne yaparsan yap yas hafif geçmeyecek, o zaman da "bari doyasıya yaşayayım" deyip o lav havuzunda sırtüstü yatıp gökyüzünü izliyorsun. eriyorsun, eriyiklere batıp çıkıyorsun, sonra yeniden bütünleşiyorsun, ve tekrar eriyorsun. çeliğe su verir gibi kaybettiklerine biçtiğin sevgiye gözyaşı veriyorsun, ruhun buhara boğuluyor.

    arada hayata dönüyorsun. yaşam devam ediyor. hayat ne tuhaf vapurlar filan. güneş var. bir şeyler. yakınındaki insanlar seni yüzdüğün lavdan çekip çıkaramıyorlar, mümkün değil. sen de aslında gerçekten onların yanında olmuyorsun o sırada; senin yerine seni temsilen bir hologramın oluyor. ama en azından dikkatini dağıtıyor, yalnızlığını alıyor. her seyahat gibi yas da yol arkadaşlarıyla en kolay geçiyor.

    her yas geçirdiğinde tüm fizik kurallarını ihlal eden bir gerçeğe daha çok ikna oluyorsun: sevgi sarf ettikçe artıyor. ne kadar uzun süre sevdiysen, kaybettiğinde de o kadar parlak bir elektrik arkı kutbunu kaybetmiş gibi bedeninde dolanıyor. zamanla, belki haftalar, belki aylar sonra, o elektrik akımı zıplayabileceği öbür kutbun gelmeyeceğine ikna olup kendine kalbinde dingin bir köşe buluyor aynı parıltıyla. bazen hatırlıyorsun, özlüyorsun, o parıltı yine kalbinden fırlıyor tekrar tüm odayı ışık şovuna buluyor. ne görkemli, ne kadar coşkulu olduğunu hatırlıyorsun. acıtsa da mutlu oluyorsun, o kadar acıtacak kadar güzel olduğunu hatırlıyorsun çünkü. biliyorsun ki kalbinden bir yere gitmeyecek, sen yaşadıkça seninle var olacak.

    nasıl bir hatırayı sana en canlı olarak bir fotoğraf ya da bir video hatırlatıyorsa, duyduğun sevgiyi de sana en canlı olarak kaybetmenin acısı hatırlatıyor. hem sevginin kıymetini hatırlatıyor, hem ne kadar sevebildiğini hatırlatıyor, belki gelecekte ne kadar sevebileceğini de.

    yas bir gün bitiyor, keder azalıyor ve sevgi hep kalıyor. zaten öyle de olsun istiyorsun.
  • ''kaybettiklerimiz için yas tuttuğumuzda, iyi ya da kötü kendimiz için de yas tutarız. eskiden olduğumuz ve artık olmadığımız kişinin yasını tutarız. günün birinde hiç var olmayacağımız için yas tutarız. [...] yas tutan birinin söylemiş olduğu gibi: 'bir ilişkiden vazgeçebilmek için, o ilişkinin ne olduğunu bilmem gerekir.' yas uğraşının bu kadar uzun ve acı verici olmasının sebeplerinden biri de budur. nihayetinde yas, kendimizin bir parçasından gerçekten vazgeçmemizi içerir. kendi imgemizden feragat etmek zorunda kalırız.'' * *
  • kısa süre öncesine kadar, 6 aydan fazla sürdüğü takdirde psikolojik yardım gerektirdiğini bildiğim, şu günlerde okuduklarımda ise, 1 - 2 yıl sürmesinin normal olduğunu okuduğum acı süreç.

    yas sürecinin, eski filmlerde hep siyah giysilerin hiç çıkarılmadan yaşandığını görmüştüm. br de hiç durmadan ağladıklarını. fark etmiyor. ne renk giyilirse giyilsin, fark etmiyor. ne kadar gülümsenirse gülümsensin, fark etmiyor. mideyle boğaz arası hep tıkalı. gözler ağlamaya her an hazır. değil 6 ay, 60 yıl geçse, hiç bitmeyecek sanırım.

    ablam aradı. bir şey söyledi, gülüştük. sonrasında sesi titredi. "göz pınarlarım hep yaş dolu. annemi unutamıyorum. dün, ölsem de kurtulsam dedim."

    yas; siyahlar giyilmese de, "bir gün bir kafeye gidelim, biraz açılalım, tamam mı?"ların gerçekleştirilemediği, "tatile gidelim ama onunla gittiğimiz yere değil. şu otel iyi galiba." planlarının suya yattığı, "tamam, gideceğimiz yer iyi ama gece müzik çalarlar. ben dayanamam, onu hatırlarım."ların engel olduğu, hiçbir şeyin içe sinmediği, üç beş saatliğine deniz kenarı gezintisine giderken, arabada 3 kişinin aynı anda ağlamaya başladığı, hayatı zehir eden, yaşıyormuş gibi görünenlerin, şu hayatı yarım yaşadığı ruh hali.

    "şimdi uzaklardasın, hayallerdesin, rüyalardasın."
  • "hayat çoktan ayrılmış bu dudaklardan;
    bütün kırların en güzel çiçeği üzerine vakitsiz yağan kırağı gibi ölüm onun üzerinde..." william shakespeare, (bkz: romeo ve juliet)

    kimileri kaybettiklerinin anısını yaşatırken çok zorlanır, bir an önce toparlanıp yola devam etmek isterler ama pişmanlık duyarlar. kimileri de ölümü kabullenmekte zorlanır, ömrü boyunca kaybıyla yaşar kopamaz ondan.

    işte böyledir yas ve ona çok benzeyen aşk. ikisinin de belli bir kuralı yoktur.
  • çoğumuzun yas tutmaya yardımcı olmaktan anladığımız, yasın kaynağı hakkında sorular sormaktan ibaret, çünkü meraklıyız. merakımızı giderme arzusunu, o insana destek olma gibi ulvi bir amacın ardına gizleyerek tatmin etmeye çalışıyoruz.

    yas tutan kişiye sürekli sorular sormak, yası değil inkar aşamasını uzatıyor.
  • 3 yıl önce dayımı kaybettim. ani bir ölümdü. ölmeden önceki bir kaç senede seyrek telefon görüşmeleri dışında görüşememiştik. öldüğünde oğlum küçüktü, ona bakan annem elbette cenazeye gidecekti. bana çok uzak ve ulaşım açısından ters bir sehrinde oturduğu için küçük çocukla yola düşüp cenazeye gidemedim.

    zaten seyrek görüştüğümüz ve cenazeye de gidemediğim için sanki orada bir yerde hala yaşıyor olduğu illuzyonu oluşmuştu bende.

    balkonda oturup içmeyi çok severdi. aynı benim gibi. tek farkımız onun iflah olmaz bir alkolik olmasıydı. içtiğinde arardı bazen. aşırı sevecen bir adamdı. bana da çok düşkündü. telefondan birine sarılmanın mümkün olduğunu o konuşmalarla anlamıştım. konuşmalarıyla sıkı sıkı sarılırdı bana.

    geçen gece balkonda rakı içerken telefonumdan bir arkadaşıma mesaj atacak oldum. whatsapp listesinde 'd' harfine geldim. birden 'dayım' çıktı karşıma. tanımadığım birisinin fotoğrafı vardı karşısında. dayım çoktan toprak olmuş, telefon hattı bile bir başkasına devredilmiş. birden ölümün gerçekliği vurdu yüzüme. aralıksız 3 saat ağladım. neden aramadın dedim kendime kızdım, komik anıları hatırlayıp ağlarken güldüm, daha çocukken bile bana erişkin muamelesi yapıp akıl danıştığı zamanlar geldi aklıma..o an fark ettim ki ertelediğim yası tutma vaktim gelmiş. oturup dayımı düşünmek öyle acı ama öyle iyi geldi ki bana..ertesi gün elimdeki eski resimlere bakıp bir iki kez daha ağladım ve kesinlikle mezarını ziyaret etmeye karar verdim.

    yas, çok zor bir süreç, o acıyı kaldırmak zor ama kesinlikle acısı yaşanarak atlatılabiliyor. o gözyaşları dökülmeden ve ölümün gerçekliği ile yüzleşmeden tamamlanamıyor. birini kaybettiğinizde 'çevremdekileri üzmeyeyim' ya da ' ... için güçlü olmalıyım' diyerek gözyaşlarınızı içinize akıtmayın, dayanamam diye cenazeye gitmemezlik etmeyin, acınız ne kadar yoğun olursa olsun ilk günlerde sakinleştirici türevi ilaçlar almayın. acılar yaşandıkça ve paylaşıldıkça hafifliyor gerçekten, babanızı mı kaybettiniz, kardeşlerinizle ağlayın, güzel anıları anlatın, özleminizi paylaşın, annem üzülür, kardeşim kahrolur deyip sağlam durduğunuzda, karşınızdaki de acısını rahat yaşayamaz oluyor, içeride tutuluyor her şey, büyüyor, ağırlaşıyor..emin olun bunları yaparsanız acınızı daha iyi şekilde yaşayacak ve yasınızı daha iyi tutacaksınız.
  • kişinin duygusal yapısı, kaybedilen ilişkinin özgül doğası, kayıbın koşulları veya günümüzde kederin dışa vurumuna getirilen kısıtlamalar sebebiyle yas tutma yetimiz bozulabilir. yas, kabullenilmesi acı çekilmesi bol bol ağlanıp özlem duyulması gereken bir süreçtir. bu süreçte içimize attığımız her davranış, bize daha sonra panik atak, depresyon vb. hastalıklar olarak geri dönecektir. özellikle kayıp şeklinin ani olduğu ölümlerin yanlış yaşanan yaslarının ardından paranoyak durumlar baş gösterecek hayatınızı zindana çevirecektir.
    yas süreci sadece sevilen bir insanın kaybından sonra yaşanmaz. sevilen biri, çok değer verilen bir eşya, bir şehri bir ülkeyi terkediş, sevgiliyi terkediş, daha iyi bir yaşam için bile olsa alışılmış yaşamınızdan vazgeçmek zorunda oluşunuz, üniversiteyi bitirişiniz, bunların hepsi değişik şiddetlerde yas süreçleri yaşamanıza sebep olabilirler.
    yas sürecinin ne kadar şiddetli olacağı, kişinin hayatında değişilik olmasına ne kadar açık olduğuna ve yaşananlardan neler çıkarabildiğimize, devam etme gücümüze, kaybın büyüklüğüne göre değişir.

    her kayıp bizi kaçınılmaz bir keder içine sürükler. her kayıp gemiş kayıpları canlandırır. her kayıp eğer yası tam olarak tutulabilirse, büyüme ve yenilenme için bir araç olabilir.

    yolumuza gelişerek ve büyüyerek devam etmemiz, bazen sevdiklerimizi yaşatmanın en güsel yoludur.
  • bugünlerde çocukluğumun yasını tutuyorum. hiçbir şeyden sorumlu olmadığım günlerin yasını.
    nasıl da geçti günler diyorum kendi kendime.
    ne zaman büyüdük?
    neden büyüdük?
    büyümeyi durdurmanın yolu yok muydu?
    hep aynı yaşta ve zamanda kalamaz mıydık?
  • “yitimsiz sevgi yoktur. ve bir miktar yas tutmaksızın yitimin ötesine geçmek diye bir şey yoktur.
    yaş tutamamak, ölüm ve yeniden doğumun büyük, insanca döngüsüne girememektir.”robert jay lifton

    yas sürecine bazen anılar, bazen nereden çıktığı belli olmayan bir fotoğraf bazen de kelimeler eşlik eder. yas; yüreğin derinlerinden gelen hiç geçmeyecek bir sızı, bir kederdir. tam oradadır. bazen orada olduğunu unutursun sonra biri sana sarılır ve ortaya çıkar.

    bazen yokluğundaki varlığa sarılmaktır yas. senin dünya dilimindeki yokluğuna sarılıyorum babaanne. sensiz koskoca bir yıl geçti, ben alışamadım. hiç hem de…
hesabın var mı? giriş yap