• "yaratmak, iki kez yaşatmaktır."

    camus, sisifos söyleni
  • güneş doğmasaydı
    kuşlar uçmasaydı da
    eksikliğini hissetmez
    inanırdım sana

    rüzgar neden esmiyor
    yaprakları hışırdatmıyor diye
    vazgeçmezdim senden
    bilemezdim
  • yobazların insanlar için kullanılmasını sevmediği kelime.
    üniversite kütüphanesinde sanat tarihi ile ilgili bir kitap almıştım.
    sanatla ilgili bir kitapta da elbette bol bol “yaratmak – yaratıcılık” kelimeleri geçer.
    artık bu zavallı kitap, hangi yobazın eline geçtiyse, yaratmak – yaratıcılık ve bunların türevi olan tüm kelimelerin üzeri çizilip “oluşturmak” fiilinden türetilen sözcüklerle doldurulmuştu.

    bunu kim yaptıysa cennete gitmenin kısa yolunu bulmuş. bu kişiyi, cennete gitme konusunda haksız rekabet yaptığı için allah’a şikayet edeceğim.
  • en çok sevdiğim uyuşturucu. veya en vefakarı.

    bir de;

    (bkz: empty spaces/#21406555)

    bana bu şarkının sorduğuna bir cevap varsa, ancak bu olabilir gibi gelmiştir hep.

    en azından kendisinin uyuşturucu etkisi, uzunca bir süre sizi her şeyden uzaklaştırabilir, her şeye farklı bir filtreden baktırabilir... gibi...

    sonuçta sanki hayatta aradığımız sadece doğru uyuşturucu. en azından idrak etmişin veya etmemişin hali bu, gözüken. işi komik yanı; algıları açık insanlar algıları kapalı insanlara tahammül edemezler ama algılarını da kapatabilmek için uğraşıp dururlar yol boyu.

    neyse. iki gün de bir aşık olabilenler var mıdır bilmem, varsa da onlara değil sözüm, ama genel olarak daha efektif bir uyuşturucu bu güne kadar görmedim derim ben.
  • allah yaratıcıdır. ve her insanın ruhuna kendinden biraz üflemiştir.bu her müslümanın bildiği bişeydir. o halde insan da yaratıcıdır. kendi halinde bişeyler yaratmaya üretmeye çalışır. insana yaratıcı diyenlere kafir gözüyle bakanlara gelsin bu entry.
  • (bkz: poiesis)
  • her yaratan bir tanrıdır aynı zamanda. içinde tanrılık yetisi barındırır. bir kibir vardır onda, ne tamamen yendiği ne tamamen yenilebildiği bir kibirdir bu. bir şeyler koyar ortaya, keskin kibri çığlık atıyordur, engelleyemez onu. kendinden taşanı akıtıyordur eserine, eserinde benliğini veriyordur görene, görülmüş olandır artık, vardır, belki tanrı da bizleri yaratırken, görülmek istedi. yaratılırken, bizi yaratan, kendine benzeyeni yaratmak istemez mi? bizim yarattıklarımız bize benzeyenler değil mi? yaradılan, yaratana benzer. yaratılan, asla yaradandan bağımsız, kopuk değildir. kendindendir, kendi kibrindendir, kendi varoluşundandır, kendi parçasıdır bıraktığı.
    yaratan, gözleriyle bakarken dünyaya, yarattığının verdiği övgüyle bulanık görür dünyayı. bir haz sarhoşluğu içerir bu aslında, bir düğündür, bazen yas, ama yaratmak kendi içinde bir sarhoşluk içerir.
    bir sarhoşluktur ki; kendini kaybettiği, dökülen kelimelerin her birinin içine doğduğu gerçeklerden alıp götürdüğü… kibir, gerçeklerini kabullenmemektir. bir isyandır. yenisini yaratmaktır. varolana, varoluşa bir savaştır. yaratmak, kibrin eyleme geçmiş halidir. tanrılığın yansımasıdır. gerçeğe kılıç çekmek, ona boyun eğmemektir. gerçeği bükmektir. gerçeğe, kendi penceresinin ışığını, kendi güneşini dayatmaktır. ve böylece, inatla, vazgeçmeyerek, savaşa savaşa gerçeklerde yeni çiçekler açtırır yaratan. tanrı, o gün gülümser işte; yarattığı yarattığında; yaradılan, gülümsediği anda.

    yaratmak, insanın yürüyüşüdür. insan yarattığında canlıdır. çünkü tanrı da, yarattığında varolmuştur aslında; belki de bunu bizden istemektedir. karışmadığı ve beklediği şey, hesaplaşma değildir; insanın kendi kendini yarattığı andır. cennet cehennem değildir hazırladığı, insanın kendi cehennemini yendiği andır. alevlerinden varolan insandır; cehennemde diri diri yanmak, yeniden yanmak, yanmaya devam etmek. cennetin güzel bahçeleridir; insanın yarattıkları, kendini var ettikleri, savaştıkları… tanrı, bizi bekler. biz ise onu bekleriz; kendimizi yarattıklarımızda var etmemiz gerekirken. o zaten bizi yaratırken anlatmıştır yapmamız gereken asıl şeyi.

    yaradılan, yaratması gerekendir. varlığı yaratmaya dayanmaktadır. varlığı burada saklıdır.
  • bir nevi turnusoldur.

    yeni bir insanla tanıştığımda onun ne ayak olduğunu hızlı bir şekilde anlayabilmek için üzerine basa basa bu fiili kullanırım.

    bu fiili herhangi bir cümle içinde kullandıktan sonra yüzüme "yaratmak mı? ahaa yaratmak dedi şerefsiz! senin yerinde olsam o kelimeyi kullanmazdım mendebur" bakışı görürsem kibarca "peki oldu o zaman bana müsade der" yoluma devam ederim.

    bir kişinin cemaatçi olup olmadığını bu test ile akolayca anlayabilirsiniz. şuh bir edayla suratınıza boyun omurga düzlemi 50 derece yapacak şekilde bakış atar ve "senin yerinde olsam o kelimeyi kullanmazdım" der.
  • ibn-i arabi'nin fusus'undaki anahtar kavramlar kitabından
    "yaratılış"la ilgili bir bölüm:

    .."allah "tekvin"(var etme, oluşturma) işinin allah'a değil
    (yaratılan) şeyin kendisine atfedildiğini beyân etmiştir.
    bu işte allah'a atfedilen yalnızca o'nun emr'idir. allah bu işteki katkısını:
    "muhakkak ki bizim bir şeye kavlimiz (sözümüz), onu (yaratılmasını) irâde ettiğimizde
    ona "ol" dememizdir: o da olur (yâni varlığa bürünür)" (16/40) diyerek açıklamaktadır.

    şu hâlde "tekvîn", her ne kadar yaratılacak olan şey allah'ın emr'ine
    itaatle hareket ediyorsa da gene de, yaratılan şeye atfedilmektedir.
    ve (biz bu beyânı olduğu gibi kabûl etmek zorundayız, çünkü) allah sözünde sâdıktır.

    öte yandan bu tekvîn (in şeye nisbet edilmesi de) hakikatte akla uygundur.

    nitekim bir misâl vermek gerekirse,
    kendisinden korkulan ve kendisine isyân edilmesi mümkün olmayan bir âmir
    eğer kölesine "kalk!" (arapçası: "kum!") derse,
    köle efendisinin bu emrine uyarak derhâl ayağa kalkar.
    o'nun ayağa kalkışında efendisinin ona bunu emretmiş olmasından başka bir şey yoktur.
    kölenin bizzât ayağa kalkması ise
    efendisinin fiili değil bizzât kendi fiilidir.

    demek ki "tekvîn"in aslı teslîs temeli üzerinedir.
    yâni hakk (yaratıcı) tarafından ve mahlûk (yaratılan) tarafından olmak üzere
    her iki yönden de üçer unsur bu işe katkıda bulunmaktadır.

    buradaki nüans şudur ki allah bu âyette fe yukevvin
    (yâni oldurur ya da varlığa büründürür) değil de
    feyekûn (yâni"o" da olur ya da varlığa bürünür) demektedir ki
    burada cümlenin öznesi şeyin kendisidir.

    fusûs, s. 140/116/174-175/ıı-335-336.

    bu bakımdan ibn arabî'nin düşünce sisteminde islâmî "yoktan yaratılış" ilkesi geçerli olmaktadır.
    ama onun tezini sıradan "yoktan yaratılış"dan farklı kılan ibn arabî'nin gözünde yokluğun tümüyle şartsız bir adem değil de
    somut varlık düzeyindeki "adem" oluşudur.
    onun yokluk diye baktığı ayan-ı sabite (idealar) düzeyinde ya da,
    aynı şey demek olan, allah'ın bilinci'ndeki "varlık"dır.
    onun "yokluk" dediği, ontolojik görü açısından,
    "mümkün olan"dan yâni varlığa bürünebilme kuvvetine sâhip olandan başka bir şey değildir.
    "hilkat"i bir çeşit tek kişilik ilâhî bir piyes gibi gören sıradan telâkkînin
    menşeinde "mümkînât"a izâfe edilmesi gereken müsbet kuvvetin bilinmemesi (cehli) yatmaktadır.
    gizli iken allah'ın ontolojik emrine cevap olarak varlığa bürünme hususunda her şey,
    ibn arabî'ye göre, yeterince güç-kuvvet sâhibidir.

    buna göre yaratılmışların âlemi fâ'iliyyet'in pençesindedir. ve bu âlemi teşkil eden eşyâ da
    kendi yaratılışına müsbet bir biçimde bilfiil katkıda bulunmaktadır.

    kile şekil vererek (çanak-çömlek gibi) bir takım eşyâ yapan bir sanatkâra bakıldığında,
    sathî bir gözlemle, kilin kendisi bakımından hiçbir müsbet "fâ'iliyyeti" haiz olmadığı ve
    sanatkârın hoşuna giden hangi şekil olursa olsun o şekle girdiğini müşâhede etmek mümkündür.

    böyle bir teşhisde bulunan bir kimsenin gözünde o sanatkârın elindeki kilin hâli mahzâ pasiflik,
    mahzâ fiilsizliktir. bu kimse kilin de, kendi yönünden, sanatkârın faaliyetini müsbet bir biçimde
    tâyin ettiğini farketmemektedir. hiç şüphesiz bu sanatkâr kilden oldukça büyük bir çeşitliliğe
    sâhip pekçok eşyâ yapabilir, ama ne yaparsa yapsın kilin tabîatının kendisine vaz ettiği mahdut
    sınırların ötesine geçmesi mümkün değildir. başka bir şekilde ifâde edecek olursak, aslında,
    kilin kuvveden fiile çıkan mümkün bütün şekillerini tâyin eden kilin bizzât kendisidir.
    işte "yaratılış" sürecindeki bir şeyin durumu da aşağı-yukarı bunu andırır."
  • çeşitli formlarda "var olan" somut veya soyut madde ve düşüncelerin harmanlanması, alaşımlanması, birleştirilmesi veya sentezlenmesi anlamına gelen "oluşturmak" sözcüğü ile sıkça karıştırılan sözcük. bundan farklı olarak yaratılmak için yaratıcısından başka bir olguya sahip olmak zorunda olmayan bir eylemi açıklar.

    bu sebepten dolayı dini inanç anlamında hiçlikten var edebilme kabiliyetine sahip tek unsur olan tanrı ile özdeşleşmiştir.
hesabın var mı? giriş yap