• aynanın ilgi alanındaki konu.
  • kent ozanları albümünde yer alan süper bir murat hasarı şarkısı. sözlerini de yazayım tam olsun:

    bir deli rüzgar gibi
    uçar bedenim
    akıyor zaman gözlerimden
    bu yüzey çok derin
    yanıyor bir ışık
    uzuyor yollar
    daraltır çizgiler beni
    sarılır bedenim
    beni anlatsam
    ne gelir elden
    fa sol fa sol fa sol sol fa sol...
    bana bana bana bak bana...
    yana yana yana yanyana...
  • içerisinde sabıka bağlasan diye bir tanım olan ancak sözlük karşılığını bulamadığım saçma bir öbek içeren şarkı. gerçekten çok güzel başlıyor ama lost gibi bitiyor,
  • şarkının ilk 1 dakikası harika melodisi ve duygusal sözleriyle çok etkileyici. neden devamında çok kötü bir pop şarkısına dönüşüyor akıl alır gibi değil. seviye zirveden dibe keşke sadece derya uluğ giriş atmosferindeki gibi devam ettirseydi yazık olmuş şarkıya
  • iddialı başlangıcı ve derya uluğ'un sesiyle heyecanlandırarak başlayan fakat sonrasında asil gök'ün şarkıya girişiyle rahatsızlık veren şarkı. manasızca autotune basmışlar ama o da fayda etmemiş. uzun zamandır bu kadar rahatsız edici tiz bir erkek sesi performansı dinlememiştim. sözleriyle de apayrı saçmalık olmuş. üzücü.
  • aramızda o yansıma geçeli
    sularda bile yalnız gibiyiz artık,
    aşklar hafiflerdi,günler gölgeli
    çok oldu,yükünü aldı o kayık

    gölün ötesinde görünen neydi?
    bahçene gülleri yeniden oku!
    bir su perisi... o beyaz duygu
    orada kaldı,adı? unuttuk şimdi...

    derin açılırdı-- kalpteki sökük
    camlarda yırtılırken manzara,
    aşklar onun ipiydi,usulca gömdük
    o bulanık anıyı serin sulara

    --- can bahadır yüce ---
  • son yılların en iyi şarkısı olabilecekken erkek vokalin kısmıyla dibe vurmayı başarmaları da ayrı bir başarı bence.
  • ''okuldan sonra arkadaşlarımı toplayıp yakınlardaki dereye giderdim. derenin üzerinde bir köprü var ve o köprüden geçtiğinizde başka bir dünyaya adım atıyorsunuz. köprünün öte tarafındakiler ve beri tarafındakiler olmak üzere ikiye ayrılıyoruz. neticede öte tarafta kimse yaşamazsa dere çok sıkıcı olurdu. koşuyoruz dere boyunca, dere şırıl şırıl akıyor masmavi demek isterdim ama aslında dere kupkuru. yine de herkesi inandırıyorum derenin şırıl şırıl aktığına. onlar da buna inanmakta zorlanmıyorlar, çünkü dereyi öyle hayal etmek hoşumuza gidiyor. biz oradayken her şey olduğundan başka. ama bir vakit sonra büyü bozuluyor. birileri artık bunun saçma olduğunu söylüyor ve kağıttan bir kule gibi dağılıyoruz. elbette saçma! elbette gerçek değil! ama meselemiz gerçeklik değil ki zaten. bunu anlatmaya vakıf olmadığımdan anlayacak birileri varsa bile kimseye anlatamıyorum ve kimse de anlamıyor. büyü bozuluyor işte birileri ‘gerçeği’ söyleyince. sonraları yine tek başıma veya birilerini de bulabilirsem öte tarafa geçmek için gidiyorum dereye. ama dediğim gibi, öte tarafta kimse olmayınca sıkıcı oluyor artık beri taraf da. artık ben de gitmez oluyorum dereye. ben de yavaş yavaş gerçekliğin bir parçası haline geliyorum. gerçeklik beni tokatlıyor, morartıyor yüzümü, aklımı zedeliyor, hayallerimi alıyor ve kendime inancımı. en nihayetinde kendim diye bir şey olmadığını anlıyorum. hiç olmuş muydum bilmiyorum ama olmuş idiysem bile o derede bırakmış olsam gerek kendimi. olmayan bir şeye inanmak onu var etmiyor, her ne kadar öyle olduğu düşünülse bile. kendine inanmıyorsan kendini kandıramazsın. kendine inanmak ise zaten kendini kandırmakla yapılabilecek bir şeydir ancak. işte kendimi bulduğum çıkmaz sokak böyle bir yer ve burada ne adım var ne de herhangi bir sıfatım. sadece var oluvermişim. buradan çıkmak için kendime diğer yolların bir yerlere vardığı yalanını yedirmem yeterli. ama yapmıyorum, çünkü ben ne kadar yoksam onlar da o kadar yok.

    ben varmışım gibi davranan insanlar ise her seferinde şaşırtıyor beni. kendimi karşılarında çeşitli rolleri oynarken buluyorum. benden beklentisi olanlar, benimle ilgili hayalleri olanlar, benden hoşlanmayanlar, beni sevmek isteyenler, aşağılamak isteyenler vs. vs. bir sürü insan. beni anlamaktan uzaklar genelde ve kendimi anlatmak için gösterdiğim en ufak bir çaba bile dünyanın en faydasız eylemi gibi geliyor. çoğu zaman kendimi hiç yormuyorum zaten. hiçbir şeyin önemi yok ki, anlasalar da anlamasalar da her yer aynı çıkmaz sokağa çıkıyor; ben yokum, kimse değilim. bana sıfatlar yakıştırdıklarında dahi, tanımladıklarının ben olmadığımı biliyorum. hoş veya nahoş olsun, onların aklının bir ürünü olarak beni tanımlıyorlar. benden tamamen bağımsız bu. çünkü ben yokum. olmayan biri olmak yine de duygularını gösterme gerekliliğinden azade olmayı sağlamıyor. kötü sözler karşısında hiçbir şey hissetmemek iyi bir şey olarak görülse dahi, güzel sözler karşısında da aynı tavır hoş karşılanmıyor. bazı şeylere kızmak gerektiğini öğreniyorum ve bazılarından hoşlanmak. ancak, zamanın çok küçük dilimlerinde ise yokluğum o kadar belirginleşiyor ki, bunları yapamıyorum. başkalarının yansıması olarak ben, kayboluyorum. tepki vermek zorlaşıyor.

    bir yansıma olduğunu fark etmemiş olmak ne güzel olurdu kim bilir.''
  • az önce metronun camında yansımamı gördüm. bir an için bilincim yerinde değilmiş gibi "bu kim" dedim. inanılmaz renksiz gözüküyordum. başka birine baktığım izlenimine kapıldım. ygs'den yeni çıkmış lise öğrencilerine benziyordum. 16 17 yaşından sonra yıllar geçti ama insanlarda sanki ben hep o yaşta kalmışım gibi bir izlenim yarattığımı fark ettim. bankaya para yatırmaya girdiğimde veznedeki abinin benimle inanılmaz sevimli bir şekilde konuşurken kimliğimi verince ciddileştiğini gördüm. ben de bu küçük gösterme işini biraz kullandım açıkçası. dondurma aldığımda filan fazla koydurdum örneğin ya da indirim yaptırdım bazı şeylerde. neyse işte bugünkü yansımamı hiç sevmedim. o kadar donuk ki sanki cesedin içine ruhumu sığdırmışım gibi. otobüse doğru yürürken benim üç evrem olduğunu fark ettim. bazı dönemler bilincini kaybetmiş insanlar gibi dolanıyorum etrafta, genelde insanlar çarpıp geçiyorlar ya da çarpmalarına ramak kalmış oluyor, arabaların kornaları sürekli bana çalıyor filan. bazı dönemler "sizi öldürme potansiyelim var" dercesine bakıyorum tüm insanlara, şimşek gibi hızlı yürüyor, önüme çıkanlara ofluyorum filan. bazı dönemler de herkese her şeye gülümseyen bir manyak gibi yürüyorum yolda, sanırsınız pollyanna'nın cin ali serisiyim. ışık saçıyorum adeta, dans ediyorum, kendi kendime kahkaha atıyorum, kendimi güldürüyorum kafamın içinde olmadık şeylerle, yerimde duramıyor, evde kim varsa sarılıyorum, onlar da sadece bakmakla yetiniyorlar filan."gülüyor kendi kendine anlamadım" filan diyorlar birbirlerine, bu sefer daha çok gülüyorum "ne düşündüğümü bilmiyorsunuz ki" diye. öyle işte ben biraz hızlanacağım şimdi. bu yazının adı da "filan".
  • bazen estetik görsel bazen de şirincesine tatlı görsel olmasının bir mahzuru yoktur.
hesabın var mı? giriş yap