• büyük bir alışveriş merkezinin bir köşesine iliştirilmiş gibi duran bir cafédeki kuytuda bir masada oturuyoruz karşılıklı. saçların kısalmış, adını hiç bir zaman bilemeyeceğim bir şeyler yaptırmışsın onlara, daha düz ve açık renkli duruyorlar... biraz kilo almışsın, yüzünün o çocuksu ince uzun hali gitmiş, yaptığın makyajla beraber çok kadınsı duruyorsun şimdi karşımda... bu sefer çok daha dikkatli bakıyorsun bana, bakışların sanki tenimi delip çok içerilerde bir şeyleri görüyor. benim gözlerim ise kucağında tutmaya çalıştığın ve nadiren masanın üstüne çıkardığın elindeki tek taş yüzüğe takılıyor bu sefer. söylemek istediğimiz onca şeyin gerçekte neler olduğunu ve onları nasıl söyleyeceğimizi hayat bir güzel öğretmiş bize geçen yıllarda... ama şu anda böyle karşılıklı otururken bunları söylemenin yeri ve zamanı olmadığını da belletmiş bir güzel.
    bir telefon çalıyor çantanda, tek kelimelik cevaplar veriyorsun karşındakine. bir mazaret bile belirtmeden "gitmem lazım" diyerek kalkıyorsun, sandalyenin kenarına bıraktığın alışveriş torbalarını da alarak. ince topuklu ayakkabılarınla uzaklaşırken vitrinlerin arasında, bir an için dönüp bana bakmanı bekliyorum boşuna. kalkıyorum ben de, öteki taraftaki vitrinlere doğru yöneliyorum. bir müzik dükkanından yine tanıdık bir ses sanki sadece bana sesleniyor:
    "birden sen gelsen aklıma, seni unutsam bazı bazı, meraklansam gizlice, delice kıskansam seni, hep yalnızlık var sonunda..."
    adımlarımı boşuna hızlandırmaya çalışıyorum. boğazıma yine bir şey oturuyor, gözlerim bu sefer biraz da hınçla doluyor. bir vitrin camında bana bakan korkunç bir hayalet görüyorum ve kolonya servisinde beni es geçen muavine, tam on yıl sonra bu davranışından ötürü hak veriyorum.
  • bir dönem kaybedenler kulübü'nde pek sık duyulan mfö parçası:

    senle beraber olsam da sevgilim,
    ayrılsak da ölsek de bu yolda
    hep yalnızlık yavrum yalnızlık ömür boyu
    yalnızlık ömür boyu
    senle beraber olsam da sevgilim
    hiç görmesek birbirimizi,özlesek
    ömür boyu bağlansak da,sevinsek de,üzülsek de
    yalnızlık ömür boyu
    birden sen gelsen aklıma,seni unutsam bazı bazı
    meraklansam gizlice, delice kıskansam seni
    hep yalnızlık var sonunda,yalnızlık ömür boyu
    hep yalnızlık var sonunda,yalnızlık ömür boyu
  • tozlu bir meydan ve bir binadan oluşan otobüs terminalinin bir köşesine iliştirilmiş gibi duran çay ocağındaki tek masada oturuyoruz karşılıklı. herzaman sıcak olan ellerimden -terlerdikleri için- çektiğin ellerinden biri masanın üstünde. diğeri ile içtiğin gazozun kamışıyla oynuyorsun. parmağındaki işporta yüzüğe takılıyor gözlerim. senin gözlerin ise uzaklara, çok uzaklara bakıyor, bütün ufkun sıra sıra dağlarla çevrili olduğu bu yerde. çocuk denebilecek yaştayız henüz, ne söylemek istediğimiz onca şeyin ne olduklarını anlıyoruz tam olarak, ne de onları nasıl söyleyeceğimizi biliyoruz... iç geçirerek oturuyoruz seninle, o kadar.
    gelen otobüs tozu dumana katarak meydanda bir daire çiziyor ve terminal binasının önünde duruyor. "... yolcusu kalmasın" diye bağırıyor bir kaç dakika sonra yanık tenli, beyaz gömlekli bir muavin. istemeye istemeye otobüse biniyorum ve yerimi bulup oturuyorum. otobüsün yanında, ayakta bekliyorsun... rüzgar saçlarını dağıttıkça, toplayıp kulağının arkasına yerleştiriyorsun uçuşan telleri. otobüs hareket ediyor, ben elimi cama yapıştırıp sana bakarken, sen belli belirsiz bir el sallıyorsun arkamdan. koltuğuma geri yaslanıp, walkman'imin kocaman turuncu süngerli kulaklığını takıyorum kafama. bir tuşa basıyorum ve çok tanıdık bir ses kulağıma şunları söylüyor:
    "senle beraber olsam da sevgilim, hiç görmesek birbirimizi, özlesek, ömür boyu bağlansak da, sevinsek de, üzülsek de, yalnızlık ömür boyu..."
    otobüs beni dağların arasından kıvrıla kıvrıla yalnızlığıma götürürken, boğazıma bir şey oturuyor, gözlerim doluyor. nasıl göründüğüm ve baktığım hakkında en ufak bir fikrim yok ama muavin kolonya servisinde beni es geçmeyi tercih ediyor.
  • "düşmedim, sadece ayağım takıldı" demek istediğim tüm kırgın anlarıma deva olan şarkı. halbuki düştüm amına koyim, her yerim kanıyor...
  • (bkz: kelimelerin yetersiz kalmasi) durumunda dinlenen ve aglanan sarki
  • önümde klavye, 3 sıra tuş var ama ne yazacağımı bilmiyorum. yalnızlığı seviyorum. yalnız kalmak üzerine çok düşünce var, hepsi söylenmiş ve ben yalnızlığı bile tanımlayamıyorum.

    25 eylül 2005 - 7 eylül 2014
    pazar - pazar

    cumartesiyi dün gibi hatırlıyorum. ankara'nın kızılay meydanı akşam saat 18:00. seni bekliyorum. ama yalnızım koskoca ankara'da. öğrenciyim, 21 yaşındayım. sonunda bir şekilde veda edeceğim dünyada, eğitilmek amacıyla 600 km. yol kat edip ailesinden uzaklaşmış genç bir öğrenciyim. güneş batmak üzere ve sen geliyorsun uzaktan. gölgen de uzun haliyle. seni ufacık webcam aracılığıyla görmüşüm. kalbim bir gümbürtüyle atarken sokaktaki arabaların sesleri bile duyamıyorum. tanıyamıyorum seni. ama sen beni tanıyorsun neyse ki. 'merhaba, nasılsın' ile arkadaşlığımız başlıyor. 'bir daha senle görüşmeyeceğiz' ile biteceğini bilmeden...

    oturuyoruz leman kültür'e. sen kahve içiyorsun ben ise birşeyler yiyorum. aynı anda beşiktaş ta gol yiyor. beşiktaş o maçta mağlup olurken ben yalnızlığıma galip geliyorum, bir arkadaşım oluyor, çok seveceğim bir arkadaşım. o gün 'mantı olsa da yesek' diyorsun, arkadaşlığımızın yaşandığı 3270 gün boyunca kısmet olmuyor. hayatın cilvesi. sonra sen galatasaray maçını izlemeye gidiyorsun yalnız başına. ben de yurduma dönüyorum. 10 kişilik odamda yapayalnız kalıyorum.

    sakarya caddesinde bira içiyoruz. dertleşiyoruz, sıkıntılarımız çokmuş ikimizin de. kendimizi o zaman özel zannediyoruz ama kimin sıkıntıları yok ki.

    beni evine davet ediyorsun, ailenle tanışıyorum. çok iyi insanlar, allah uzun ömür versin.

    iş çıkışında seni kapının önünde bekliyorum. 45 dakika da önceden gelmişim, geç kalmayayım diye. oturuyorum. arkamdan tren geçiyor. sonra sen geliyorsun yukarıdan. yürüyerek kızılaya gidiyoruz. yolda durup sigara içiyorsun, çok gerekliymiş gibi. üst geçit varken 'ne gerek var, alt geçit var burada' diyerek hızlı hızlı geçen arabaların arasında geçiriyorsun beni. kahve falı baktırıyoruz, çok eğlenceli şeyler çıkıyor. kardeşinin dershane taksidini ödemeye gidiyoruz sonra.

    sonra 2007 oluyor. insanların evlenmek için kuyruğa girdiği 7/7/7 tarihinde sizin evin balkonunda çekirdek çitliyor, dondurma yiyoruz. sonra ben mezun olup terk ediyorum ankara'yı. yine yalnız kalıyorum. yüzlerce insan arasında yalnız başıma.

    aralık 2007'de askere gidiyorum. 19 ekim 2008'de dönüyorum. aynı gün ankara'daki 3-0'lık gençlerbirliği galibiyetimizi tvden izliyorum. 15 dakikada 3 gol atıyoruz. o gün aklıma gelmiyorsun hiç.

    3-5 gün sonra diplomayı almak için ankara'ya dönüyorum. görüşüyoruz. özlemişim galiba. sarılıyorum sıkıca. birkaç gün sonra sana küsüyorum. sebebini ben de bilmiyorum. şu an konuşuyor olsaydık 'gülüp geçilecek anılar' sınıfına sokardık bu durumu. ankara'yı yine terk ediyorum.

    bir süre konuşmuyoruz. sonra yine başlıyoruz konuşmaya. derken 2010-haziran ayında 'sana aşık oldum' içerikli bir mail atıyorum. nasıl olduysa... 2 sene boyunca hiç konuşmuyoruz.

    2012 ağustos oluyor. çalışıyorum. hiç aklımda yoksun. saat 4 olmuş, yoksun. derken o sırada telefon çalıyor. ekranda senin adın çıkıyor. 3 hece 6 harf. kalbim hızlı hızlı atmaya başlıyor. 'nasılsın' diyorsun. 'iyiyim'

    21 ekim 2012 gününde oynanan beşiktaş trabzon maçından 1 gün önce buluşuyoruz. istanbulda çalışıyorsun o sırada. bir gece sende kalıyorum, ertesi gün kapalıda bağıyorum. son dakikada karşı karşıya golü atamıyorum ama.

    durup dururken hediye alan insanlardan biri olarak sana hep sürprizler yapıyorum. evini hediyelerle dolduruyorum. twitter'da 'puff' yazdın diye bakkaldan 'eti puf' alıp sana veriyorum. bonibondan adını rengarenk yazmak amacıyla süpermarketten 30 kutu bonibon alıyorum. ama sen diyet yaptığın halde bana adını yazdırmamak için onların hepsini yiyorsun. bu konuda seni ayıplıyorum ama kızamıyorum. sırf seni güldürüp yalnızlığımı kovmak için neler yapıyorum. 'dünyanın en güzel insanı' oskarını sana ulaştırıyorum. mutlu olduğunu hissederek gülümsüyorum tek başıma.

    sonra bir gün benden uzaklaşmayı tercih ediyorsun. seninle iletişim kurma çabalarımı görmezden geliyorsun. üzülüyorum. sen benim kalbimi kırıyorsun, ben de senin. arkadaşlığımız bitiyor. telefon numaranı 7 eylül 2014 günü, yine yıllar sonra aramaman için engelliyorum. 9 senede o kadar çok şey yaşıyoruz ki, artık arkadaşlığımız da eskiyor ve değeri kalmıyor. birbirimizi tanıyoruz. yine yalnız kalıyorum. olur da alkol alırsam seni aramayayım diye numaranı siliyorum. türlü gariplikler yaparak güldürmeye çalıştığım, her sabah günaydın mesajları attığım arkadaşımı siliyorum. daha önce de silip tekrar yazmıştım ama bu kez öyle olmayacağını düşünüyorum. ve yine beşiktaş maçı var bu akşam. bu da bir tesadüf olmalı.

    yalnız hayatımın 9 senesini seninle geçiriyorum ama bitiyor. 'hiç bitmese' dediğimiz şeyler kategorisindeki bir ilişki yok olup gidiyor. yok olsun istiyorum ama özlüyorum. hiç iletişim kurmadan ancak 11 gün dayanabiliyorum. yine de konuşmuyorum ama elim yazıyor bu kez. anlıyorum ki, yalnızlık ömür boyu.

    yalnızlık, ölümün canlı halidir. ikisi de çok uzun sürer ama birisi aşağıdadır diğeri yukarıda.
  • bu şarkı aslında ferhan şensoy'un şahları da vururlar oyunu için bestelenmiştir. ilk versiyonunda başka sözler vardır. mfö daha sonra bu şarkıya şu anda bildiğimiz sözlerini yazmıştır.
  • hayatın fonunda bağıra bağıra çalan şarkı. sesini kısar, sarkıyı unuturuz. vokaller huysuzdur. nedeni ölümlü olmak mıdır acaba... unutmaya çalıştığımızı itiraf eder vokaller.. hırçındırlar. üç kişi söyler şarkıyı. ama hepsi yalnız söyler. sesleri birleşmez hiç.
  • "yalnızım, yalnızsın, bize kim gülümseyecek."*
  • aşk olayını çözmüş şarkı.
hesabın var mı? giriş yap