• fikrimce almanca en güzel kelimelerden biridir. "dünya acısı" anlamındadır ve varoluştan kaynaklanan tüm ıstırabı böyle bir anda özetleyiverir.
  • her geçen gün daha fazla hıza sahip olmamanın bize kaybettirdiği vakitten yakınarak daha fazla hıza sahip oluyor/olma imkânlarıyla karşılaşıyor ve artık gerçekten varolmayan, marjinal faydası genellikle sadece bedensel olarak durmak ama zihinsel olarak katediyormuş gibi görünerek tükenmek olan sanal bir hızı tüketiyoruz.

    ekranlara aitiz artık, ekranları daha hızlı yeniliyor ya da kaydırıyor, bir ekrandan diğerine geçerek günü bitiriyor; kötüye, acıya, yüzümüzü deviren tarihi muallak bir gerçek projeksiyonuna bakmaktan, onu zihnimizde taşımaktan, tesiriyle yorulmaktan, bir süre sonra da "gafa beyin galmaması" tabir ettiğimiz sürmenajla kendimizi yatağa düşürmekten kaçamıyoruz. belki kaçıyormuşuz gibi oluyor, "bir sonrakine" (bir sonraki ekran, bir sonraki tarayıcı, bir sonraki tweet, bir sonraki post, bir sonraki fotoğraf) geçiyor, doğamız gereği daha mutluluk verici bir şeyler arıyoruz. fakat böyle olunca da zihinlerimiz bir odakta ve dolaylarında dolaşma yetisini kaybediyor. yıllarca hızlı tüketmeye alıştırılmış ve sosyal ağlar vesilesiyle de oluvermekte olanı hemen tüketip bir yenisine geçme şansı ve bağımlılığı kazanmış bireyler olarak artık hiçbir olay, hiçbir mekân, hiçbir insan tüketilemez gelmiyor bize. sanki galactus ya da ne bileyim bir shai-hulud gibi önümüze çıkan her anlamı, her hissi, her görüntüyü yutarak ruhsuz yaratıklara dönüşüyoruz. ölümleri birkaç saatte, ayrılıkları birkaç paylaşımda, felâketleri başka anahtar kelimelerle tüketmek ve unutmak refleksimiz artık bizim.

    şimdi mekânlar dönüşürken, şehirler dönüştürülürken, algılar ve toplum daha öncekilerle arasında milyon ışık yılı varmışçasına başka bir hale bürünürken etrafımıza bakmayalım diye otobüslere internet bile koyuyorlar. artık otobüste de kendi timeline'ımıza ışınlanabilir, merak peşinde, havadis avında, başkalarının anları izlekliğinde zihnimizi zımparalayarak düşünceden ve mekândan kaçabiliriz. ve tüm bunlar olurken bir yandan şehirde ağaçlar kesilince, yeni binalar dikilince, badanayla yapılan restorasyonlar eskileri tarihinden koparınca, sokak isimleri, mahalle adları, otobüs durakları değiştirilince seni beni eskiye bağlayan, eskileri sana bana bağlayacak hiçbir şey kalmıyor. toplumun ve mekânın belleğini yok ediyor internetler, hep bağlı olmalar, bu dönüşümler ama ne diyeyim lâzım. zamanın hızına yetişebilmemiz için şart.

    adına bilişim çağı denen bu hızlı yaşamak süreci düşünceyi çoktan teslim aldı. bir düşünce, bir fikir şimdi ne kadar süre ekranlarda tükettiğimiz hızın posası üzerini örtmeden aklımızda durabilir? eskiden ayrılık acısı falan vardı mesela, kalbinden çıkaramazdın bi insanı, günlerce, aylarca kendine gelemezdin. şimdi birinden ayrılınca facebook'tan, twitter'dan siliyor bir şeyler paylaşıp geçiyor insanlar. bir şey görüyor sürekli ve bu asıl hissetmesi gerekenin üstünü örtüyor, hız; insanların duygularını süpürüyor. senin düşünce hızından daha hızlı bir evreni kaydırıp duruyorsun, o hıza yetişmen mümkün değil.

    hem yaşamsal zorunluluklarla boğuşup hem hızla ve daha hızlı tüketme hastalığıyla cebelleşirken; önümüze kumanya gibi atılan kavramların, kendimizi varsaydığımız zamanı başkalarınınkine endeksleyen yönlendirildiğimiz gündemin ötesinde bir şeyi kavrayabileceğimiz yok. özgür düşünce yalanı da neyin nesi? sınırlandırılmış ve gündem içinde mahsur kalmış haldeyken özgür olarak ne düşünebilirsin, gerçek, sana neyin gerçek olduğunu söylüyorlarsa o. bunu ben söylemiyorum. biri söylemişti. hatırlamamı kimse bekleyemez.

    gerçeğimiz kalabalığın gerçeği. ahvalimiz kalabalığın teslim olmuşluğu. güçlünün kalabalık için yarattığı illüzyon senin dışına çıkamayacağın, denersen marjinal etiketi yiyerek dışlanıp bir taraf aramak zorunda kalacağın bir bataklık. mevzunun daha beter tarafları da var elbette çünkü sen de ne yaparsan yap o kalabalıktan birisin. vapurda, otobüste, kuyrukta, markette onlardan birisin. birbirimize bulaşıp duruyor, birbirimizin gerçekliğini emerek, kopyalayarak yaşıyoruz.

    hızın bizi yeniye götüreceğini düşünüyoruz ama bundan böyle karşılaşacağımız sadece klonlar, kopyalar, yeniymiş gibi sunulan modifiyeli reprodüksiyonlar. bundan böyle organik bir yaşam yok, insanlar kendilerini her gün profil resimleriyle, yansıttıklarıyla, giysileriyle, ve bu hızın içinde ancak yakalayabildikleriyle yeniden kurguluyor. sibernetik varlıklar olup çıkmadan bu hızı yakalama şansımız yok. herkes farkında domatesler saman gibi, salatalıklar saman gibi, insanlar saman gibi, biz için saman doldurulmuş korkuluklar gibiyiz. kurulmuş benliklerimizle bizden öncekilerin, popüler kültür imajlarının boktan kopyaları ve sürdürücüleri, fırsatçı yeni versiyonları, zamanın posalarıyız.

    yarınsız, plansız bir aşkın her şeyi kabul edilebilir, hoş görülebilir ve dünyayı yaşanabilir hale getirdiğini biliyoruz ve buna inanmaktan başka bir çare yok gibi görünüyor bana. ama öyle herhangi birine duyulan aşktan bahsetmiyorum. çocuğa da, yaşlıya da, hayvana da, bitkiye de; yaşayan her şeye fayda barındırmayan bir aşkla bağlanabilmek gibi görünüyor şu saatte dünyanın ve zamanın bu kontrol edilemezliğini çekilebilir hale getirecek tek şey. ve bir de keşke ilişkiler birbirinden faydalanma noktasına geldiğinde buharlaşıp gitsek buralardan. amına koyduğumun hayalciliği. nasıl sanalsa hız, nasıl sanalsa gerçeğimiz, biliyoruz ki aşk da ilişkiler de sanallaşmış durumda çoğu insanın zihninde. karşısındakinin gerçek bir insan olduğunu algılayamıyor; yanındaki insanı anlamak için internetten onu 'kaydırıyor' insanlar. en kötüsü de bu çirkinlik, bu yapaylık bizi bir günde öldürmeyecek. an itibariyle istatistik ve rakamlardan ibaret varoluşun bir zamanlar en cazip düşlerden olan yeniden doğuşu bile arzulanmaz hale getirdiği bu karanlık, bu acı, bu kalabalık ancak zamanı bir müddet durdurabildiğinizde korkutucu büyüklüğünün görünebilir hale gelebileceği bizi sürekli yutan ve tüküren, emen ve öğüren, tüketen ve zombiye dönüştüren bir makine. makinelerden uzak, yalnız ve zamansız en azından bir hafta bunu görmek için yeterli. kendinizi durdurunuz. ancak o zaman yeniden hissedebilirsiniz. hem zaten baba da böyle isterdi.
  • weltschmerz dünyanın gidişatından duyulan sızı anlamına da gelmeli:

    " bizi düşmanın varlığı değil, genel inanış elden ayaktan düşürüyor: yalnızca bu eğilimin geri döndürülemez olduğunu değil, aynı zamanda kapitalizmin tarihsel alternatiflerinin gerçekleşemez ve olanaksız olduğunu, başka bir ekonomik sistemin - pratiğe geçirmek şöyle dursun- tasavvur dahi edilemeyeceğini söyleyen bir genel inanıştan bahsediyoruz." *
  • asla ve asla aglatmaz.

    aglatiyorsa, weltschmerz degildir. weltschmerz, aglamak, üzülmek, eglenmek ve gülmek gibi seylerin bir kac kat üstünde yer alir; dünyevi degil, cok daha bütün ve tümlükle alakali olan bir tabirdir.

    wikipedia cok akilli seyler söylemis hakkinda; kisa ve öz - aferim:
    http://de.wikipedia.org/wiki/weltschmerz

    bi de: (bkz: herzschmerz)
  • dünya'nın hayal ettiğimiz gibi olmamasından ve muhtemelen hiç olamayacağından dolayı duyduğumuz üzüntüyü ifade ediyor. son günlerde bu üzüntüyü derinlemesine yaşıyoruz. her felaket anı bize yanlışlarımızı düşünmek ve düzeltmek için, başkalarını daha iyi anlamak için bir fırsat doğuruyor, sanırız insanlık da bu şekilde ilerliyor. görülebilecek net bir şey var ki kötüyüz, bir kısmımız ise aklımızın alamayacağı kadar kötü.

    dünya muhtemelen hiç bir zaman hayal ettiğimiz gibi bir yer olmayacak, hiç de olmamış zaten. ama yine güzel insanlarla güzel yollarda yürümeye çalışacağız, belki biraz daha tedirgin, belki biraz daha düşünceli, bazen titrek.
  • bir olayı uzun uzadıya açıklamak, üzerine her konuşulduğunda bir belirsizlik içinde kalmak yerine ona bir kelime atfederek somutlaştırmaya çalışmak kimi zaman yaşantılanan deneyimi daha iyi anlamamıza vesile olabilir. weltschmerz'de bu hususa uygun bir kavram, bizi bir anlam kalabalığından kurtararak dünyada bulunmaktan duyulan acıyı tarif etmemize yarayan bir kelime. kelimeyi ilk kez ortaya atan alman yazar jean paul arzulanan dünya ile gerçeklik arasındaki uyumsuzluktan doğan acıyı tarif etmeye çalışsa da aslında bu hissin kökenlerinin yalnızca dünyanın acımasızlığına ilişkin olmadığı da söylenebilir. zira dünyada olmak yalnızca idealler ve gerçekler arasında uyuşmazlıklar yaşamak değil, nereden geldiğimizi, sonunda nereye gideceğimizi bilmediğimiz bir zaman ve mekânda istem dışı bulunan varlıklar olmaktır. benliğinin bilincine varan insan yaşamayı istekle seçip olumlayabilir. ancak yine de dünyada bulunmaktan duyulan hoşnutsuzluk duygusunu yaşar, sonsuz bilinçsizliği ve huzuru arzulamaktan geri kalmaz. belki de uyku sırf insana bu bilinçsiz diyarı hatırlatması için verilmiş bir hediyedir.

    bu anlamda weltschmerz biraz kabz kavramanı anımsatır. çünkü basta ulaşmak, bir vecd halinden keyif alabilmek adına gereklidir. insan yaşamdan keyif aldığı kadar acı da duyar. dolayısı ile bilinçsizliğe özlem duyduğu vakitler olur. yaşam ile ölüm istemsizce sevinç ve üzüntüler yaratır. lakin yine de varlığın üzerinde doğa dışı yapay bir etki bırakmazlar. haliyle weltschmerz oldukça insanca bir duygu olarak bünyemizde yerini alır. ruhun dehlizlerinde yatan hakikati evreni deveran ettiren antik kuvvetleri çağrıştırır insana.

    "dünya uzaklarda,
    indirilmiş gibi derin bir mezara
    ne kadar da çorak ve yapayalnız
    bulunduğu yer şimdi!
    derin bir hüzün yankılanmakta
    göğsünün tellerinden
    anıların uzaklığı
    gençliğin arzuları
    çocukluktaki düşler
    bütün bir uzun yaşamın
    kısacık sevinçleri
    ve nafile umutları
    kurşuni giysilerle gelmekteler
    günbatımından sonraki
    akşam sisleri gibi,
    batış.
    dünya uzaklarda
    rengârenk hazlarıyla.
    başka yerlerde
    kurmuş ışık
    neşeli çadırlarını.
    bir daha asla dönmeyecek mi
    sadık çocuklarına
    bahçesine
    görkemli evine?" *

    (bkz: uyku/@allanmandragoran)
  • bizim "cool, karizma" diye bildigimiz o hayat yorgunu, gercegi ve hayati aci yoldan ogrenmis, teklifsiz, israrsiz, pesinatsiz ifadenin tam karsiligina denk gelene bir histir. weltschmerz "kucugum.. bebegim.. bilmiyorsun..anlayabilseydin..yasasaydin ve gorseydin.." repliklerinin kesintisiz bir sekilde fonda tekrar edildigi bir ifadeyle servis edilir, sunulur. temelinde weltschmerz yasayanlarin bu karikaturizasyonu dahi bilip sikleyemeyecek kadar dunya sancili olduklarini, "eheheh velsimerzle kari goturmeye calisiyur herhal, sekil yapiyor" bayagilastirmasini da bile gore ve biraz da o nedenle bu ifadeyi takindiklarini soyleyebiliriz. bir yandan da "veltsimerzsin de bana mi simerzsin? simerme! veltimerzin ibrazindna ibaret adama sempatim yok." desen, bilirim ki, o kesin bu sempati eksikligini de veltsimerzine eklemleyecektir. "sana ihtiyacimiz var veltsimerz, dunyayi daha iyi bir gune goturmek icun, gel kavgaya katil" falan desen "patetik cigliklar...varimsiz hayaller, evhamlar, tasavvurlar..." diye onu da eklemlerler. ensene bir tane eklesem veltsmerz? en azindan o ifadeni bir bozarim? bir an icin "ingggh" diye genel ve lokal schmerz'e gecersin, o duru zuhal olcay nazarlarin yerini ersen dinleten yalinliginda bir aciya birakir? ha veltsimerz?
  • muhtelif bkz.lar olarak
    (bkz: genc werther in acilari)
    (bkz: kargalar)
    (bkz: george costanza)
  • bunca varlık var iken, gitmez gönül darlığı, demiştir yunus'um mevzuyla ilgili.
  • weltschmerz'de temel konu, aklın ihtiyaçlarının yahut isteklerinin gerçek, olan dünya tarafından asla tatmin edilemiyor oluşu ya da nasıl tatmin edileceği üzerine tartışılması değil; gerçek, var olan dünyanın karşılayamayacağı hisleri düşünceleri bize yaşatan, akla o direktifleri veren şeyin ne olduğudur.
hesabın var mı? giriş yap