• bu filmin konusu aktris olmak için ailesini ve işini bırakan bir kadının kendini fuhuş batağında bulmasıdır demek çok haksızlık olur. artık kendi hayatını yaşamak isteyen, hayalleri uğruna fedakarlıklar yapan idealist bir kadının kendi ayakları üstünde durmaya çalışırken nasıl da düştüğünü anlatmaktadır demek daha doğru.
    filmdeki kurgu, müzik, montaj ve mizansen arasındaki uyum büyüleyicidir. ama bence en önemlisi cinematographydir. kameranın hemen hemen her hareketi bir anlam taşımaktadır. mesela filmin neredeyse hiçbir karesinde nana başka bir karakterle tam ve net olarak beraber görünmez. çünkü film nana'nın dünyasını anlatır. 7. bölümün sonunda raul ve nana aynı karede net olarak göründüklerinde bunun anlamı raul'un nana'nın dünyasına girdiği ve onu değiştireceğidir. bunun gibi pek çok örnek verilebilir.
  • filmin basindaki ayrilik sahnesi gercekten cok etkileyici. godard, bir cafede ayrilik konusmasi yapan iki sevgiliyi gosteriyor ilk bolumde. bunda sasilacak bir sey yok. ancak, ikisinin de yalnizca sirtlarini goruyoruz. bir de arada bir aynaya yansiyan siluetlerini yakalayabiliyoruz. bir veda konusmasinin, aslinda sirti donuk bir konusma oldugunu anlatmak icin mukemmel bir dil bulmus adam. basarili yani.
  • az önce izledim. bir miktar biram vardı, gitarı az önce çalmıştım. gitar çalmak şu an eğlenceli bir şey değildi. ev arkadaşlarım da oyun oynuyordu. işte onlarla konuşmak eğlenceli olabilirdi tabi ama oyun oynadıkları için de konuşamazdım. cidden sıkıldığım için izledim, çünkü düşününce baya önce indirdiğim bir filmdi, baya bir süredir de izlemeyi ertelemiştim. sıkılmasam herhalde uzunca bir süre daha ertelerdim. bir sigara yaktım.

    ben godard fanı bir adam değilim, çok izlemedim. yani alphaville yi izlemiştim. izledikten sonra da "ne değişikmiş" diyebildim. aslında o da ayrı güzeldi gerçi ama yani, fransız yeni akımının nasıl bir şey olduğunu bilmek; ne bileyim mesela, görünce "işte bu fransız yeni akımı" diyebilecek bir adam olmam dışında çok bir etkisi olmadı diyebilirim alphavillie nin bende. fransız yeni akımına bir göz kırptım ve filmi izlemeye koyuldum. film on iki bölümden oluşuyor, her bölüm aynı kadının birbirini takip eden ayrı bir hikayesi. izledikçe hayatından kesitler görüyoruz. azaltmaya çalışırken bir miktar sigara içmişim, anna karina bu kadar güzel ve üzgün bakmasaydı daha az içebilirdim. cidden neden öyle bakıyor ?

    --- spoiler ---

    -nana
    + amca

    nana, barda oturmaktadır. çevresine bakar. yan masadaki yaşlı adama kendisine bir içki ısmarlamasını ister, ve masasına gider,

    -ilginç birdenbire söyleyeceklerimi unuttum, bu bana çok sık olur..
    ne söylemek istediğimi bilirim, neden söylemek istediğimi bilirim ama konuşma zamanı geldiğinde konuşamam

    +bu herkesin başına gelir.
    üç silahşörleri okudun mu.?

    -hayır ama filmini gördüm neden?

    +çünkü orada bir porthos vardır. aslında yirmi yıl sonradan bahsediyorum
    porthos uzun boylu güçlü, biraz da aptal biridir. hayatı boyunca hiçbir şeyi düşünmemiştir. bir mahzene orayı havaya uçurmak için bomba yerleştirmesi gerekmektedir bunu yapar. bombayı yerleştirir, fitili ateşler ve elbette koşarak uzaklaşır. ama o an birden düşünmeye başlar. koşarken adımlar birbirini bu kadar seri bir şekilde nasıl takip etmektedir ? belki bunu daha önce sen de düşünmüşsündür.. bu düşünce yüzünden dona kalır hareket edemez, ilerleyemez. bomba patylar ve mahzen üzerine çöker. ilk etapta güçlü omuzlarıyla dürenmeye çalışsa da bir ya da iki gün içinde ezilerek hayatını kaybeder. düşünmeye başladığı ilk anan onun ölümüne sebep olmuştur.

    -bana bu hikayeyi neden anlattınız ?

    +nedeni yok sadece konuşma olsun diye.

    -neden insanlar sürekli konuşmak zorunda ? belki de bu kadar çok knuşmamalı hayatı sessizce yaşamalıyız. ne kadar çok konuşursak, kelimeler de anlamlarını o kadar yitiriyor.

    +belki. ama bu mümkün mü ?

    -bilmiyorum

    +bence konuşmadan yaşayamazdık.

    -ben konuşmadan yaşamak isterdim.

    +evet, güzel olurdu, değil mi ?
    insanların birbirlerini daha çok sevmeleri gibi. ama maalesef mümkün değil.

    -ama neden ? sözcükler sadece insanların düşüncelerini ifade etmeli. bize ihanet etmemeli.

    +doğru ama biz de onlara ihanet ediyoruz.
    insan kendini ifade etmeliydi. ve o bunu, yazarak yaptı. düşün, plato gibi biri, hala anlaşılıyor- anlaşılabiliyor. o eski yunan'da yaşamışyı, 2500 yıl önce. şu an kimse o dili bilmiyor, en azından tam olarak.. buna rağmen, hala bizlere ulaşıyor. işte bu yüzden kendimizi ifade ediyoruz. ve etmek zorundayız.

    -neden ? birbirimizi anlamak için mi ?

    +düşünmek zorundayız ve düşünmek için de sözcüklere ihtiyacımız var. çünkü düşünmenin başka yolu yok. iletişim kurabilmek için konuşmalıyız; hayatın gerçeklerinden biri de bu.

    -evet ama bu çok zor.
    bence hayat kolay olmalı.
    sizin üç silahşörler konuşmanız iyi bir hikaye olabilir. ama korkunçtu.

    +evet ama bir işaret noktası vardı.
    bence, insan ancak bir süre yaşamdan feragat ettiği zaman konuşmayı öğrenir. bedel budur.

    -yani konuşmak ölümcül müdür ?

    +konuşmak neredeyse bir yeniden doğuş demektir. bir anlamda yaşamın diğer boyutudur. yani bir insan konuşabilmek için, yaşamın konuşma olmayan bölümünden geçiş yapmalıdır.
    söylemek istediğim şeyi net olarak ifade edemiyor olabilirim ama insanı düzgün bir şekilde konuşmaktan alıkoyan şey, yaşamdaki bu ikilemin farkında olmayışından kaynaklanmaktadır.

    -ama insan günlük yaşamını sürdüremez. bilemiyorum, bu..

    +ayrımla.. dengeyi kendimiz kurarız. sessizlikten sözcüklere geçişimizin sebebi de budur. bu ikilemin arasında gider geliriz çünkü hayatın devinimi bunu gerektirir. insan bu şekilde, günlük yaşamdan daha üst bir yaşama yükselir: düşünce yaşamına. ama işte bu yaşam da, insana, günlük yaşamından tamamiyle sıyrılmasını şart koşar.

    -o halde, düşünmek ve konuşmak aynı şey midir ?

    +öyle, öyle.. bu konuda plato'nun şöyle bir sözü vardır: " hiç kimse düşünceyi, onu ifade eden sözcüklerden ayıramaz."
    düşüncenin zorlayıcı şartı, onun ancak sözcükler vasıtasıyla kavranmasıdır.

    -peki insan yalan riskini de üstlenmeli midir ?

    +yalanlar da maceramızın bir parçasıdır. hatalar ve yalanlar birbirlerine benzer. tabi burda sıradan yalanlardan bahsetmiyorum. birine gideceğine dair söz verirsin; ama canın istemez ve gitmezsin. görüyorsun ya, bunlar basit şeyler. ama incelikli bir yalan hatadan biraz daha farklıdır.
    insan bazen düşünür ama bir türlü doğru sözcüğü bulamaz. bazen ne söyleyeceğini bilemeyişinin sebebi budur. doğru sözcüğü bulamamaktan da korkarsın. tek açıklaması bu.

    -insan doğru sözcüğü bulduğundan nasıl emin olabilir ?

    +çalışması gerekir. gayret etmelidir. kişi, kendini doğru bir şekilde ifade edebilmelidir. söylenmesi gerekeni söylemeli, yapılması gerekeni yapmalıdır; incitmeden, zarar vermeden.

    bir yandan amcanın konuşması devam etmektedir. o konuşma devam ederken nana çevresine mutsuz bakışlar atar. geriye doğru, sanki ağlamak üzereymiş gibi bakar, sonra kameraya doğru bakar, utanır gibi başını öne eğer ve sonra tekrar çekingence kameraya doğru bakar.bu sırada işte amca son yazdığım cümleyi söylüyordur. tam da bu sahne nananın çektiği zorluğu baya iyi anlatıyordu ve film ilerledikçe tüm her şey onun için daha da kötü bir hale geliyordu. sıkıntılar vardı.
    o bakışı tarihe not düşüp izlemeye devam ettim. bir yandan da tabi ki lanet olsun dedim, yani neticede güzel güzel bir akşamüstü geçiriyordum, nerden gelmişti bu film böyle..

    --- spoiler ---

    film bittiğinde biram da senkronize bir şekilde bitmişti, bir sigara daha yaktım. küllükte kaç sigara olduğunu saydım. pazartesi bırakmam gerektiğini falan düşünüp, band hero muzun neden bozuk olduğunu düşündüm. biraz bi şeyler yedim.

    özet olarak: güzel film. üzücü ve güzel bir film.
  • filmde nana seneler sonra görüdüğü kendisi gibi orospu olmuş arkadaşıyla bir diyaloğu şu sözlerle noktalar:

    "bence yaptığımız her şeyden biz sorumluyuz, elimi kaldırıyorum ben sorumluyum, başımı çeviriyorum, mutsuzum ben sorumluyum, sigara içiyorum ben sorumluyum, gözlerimi kapatıyorum ben sorumluyum, sorumlu olduğumu unutuyorum ama öyleyim, kaçışı yok bunun, herşey güzel bence, sadece olayların ilginç yanlarını görmelisin, sonuçta her şey neyse odur, mesaj mesajdır, tabak tabaktır, adam adam, hayatsa yine hayat..."
  • nana kafedeyken, silah sesleri duyuldugu vakit kameranin cevrinmesine kosut bir bicimde silah sesleriyle (taramali deniyor sanirim) uyumlu bir sekilde sicramali kurgunun (jump cut) kullanildigi film..
  • --- spoiler ---

    klasik anlatımda bile son derece vurucu olabilecek bir konuyu (genç ve güzel kadın sinema yıldızı olma hayaliyle kocasını ve çocuğunu terk eder, işler umduğu gibi gitmeyince kötü yola düşer, sonunda aşkı bulduğunda ise hayatını kaybeder) godard öyle beşbenzemez anlatımlarla önümüze koyar ki, apışıp kalırız afedersiniz.

    godard'ın tüm insanlığın yedi sülalesine yetecek özgünlükteki bakış açısıdır bu filmi başyapıt rütbesine çıkartan. kadının kendi isteğiyle meta haline gelmesi varoluşçu bi trajedi olarak kendini gösterir. nana'nın 'elimi kaldırıyorum, sorumlusu benim.' repliğiyle kalkan el seyircinin yüzünde patlar.

    birbirine çoktan arkasını dönmüş iki kişinin ayrılık konuşmasını kameraya sırtları dönükken yapmaları, silah sesleriyle atlayan kamera, nana'nın 'gülümsemek için hiç havamda değilim' derken aniden gülümsemesi, her karede hayranlık ve merhamet uyandıran anna karina'nın yüzü... hepsi bu büyük dehanın biz fanilere sunduğu nimetlerdir, tüyleri diken diken eder, iyi ki sinema var yaaa rabbiiii! diye şükrettirir.

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    ne kadar çok konuşursak, kelimeler de anlamlarını o kadar yitiriyor.

    --- spoiler ---
  • 12 bolumden olusan bir basyapit.
    nana (anna karina) 22 yasinda genc bir bayandir.hayali aktrist olmaktir.filmlere ilgi duyar,plakcida calisir,parayi sever ve herkes gibi ihtiyac duyar.
    ancak olaylar hayalindeki gibi gelismez.unlu bir aktrist olmak isteyen nana kendini kaldirimlarda bekleyen bir fahise olarak bulur..
    godard tarafindan mukemmel anlatilmis bir dramatik oykudur.
    aklimda nana nin kendi mutlulugunu sorguladigi bolumde (8.bolum yanilmiyorsam) muzik kutusuna koydugu sarki esligindeki dansiyla kazinmistir.
    filmin muhtesem muzikleri kesilerek birden yerini sessizlige birakmasiyla unludur.
  • filmdeki montaigne epigrafı : görsel

    “her şeyini başkalarıyla paylaşsan da özünü hep kendine sakla.” mealinde.
  • fr. hayatını yaşamak
hesabın var mı? giriş yap