• bok kokan saray. şaka değil. bildiğin bok kokuyor. çünkü 2300 oda yaptıkları sarayın orijinal planında tuvalet yok. adamlar her nedense bunu bir ihtiyaç olarak görmemişler. o yüzden üstünden iki asır geçmesine rağmen hala bok kokuyor. resmen taşa sinmiş o koku. sadece sarayda çalışan insan sayısını günlük def-i hacet ihtiyacıyla çarpınca bile dehşete düşüyorsunuz. bakın mevzuyu batılının bizden medeniyetsiz olmasına, götünü yıkamamasına filan getirmiyorum. vals dediğin boka basmamak için icat edilmiş bir dans gevrekliği de yapmıyorum. sarayı isterlerse komple altın ve yakuttan inşa etmiş olsunlar. döneminden yirmi asır önce romalının icat ettiğini akıl edememiş işte denyo fransızlar.

    tuvalet yoktu derken yanlış anlaşılmasın. bir kanalizasyon ve drenaj sistemi yoktu sarayın. tuvaletten kasıt sıçılacak delikse altında kova bulunan tahta oturaklar elbette vardı. zten bütün plan da bu saçma icada yönelik yapılmıştı. yeterli sayıda hizmetli ve sıçma koltuğu olursa kanalizasyon sistemine gerek kalmaz diye düşünmüşler. yüzden koca marie antoinette'nin şöyle bile şöyle bir tuvaleti vardı. o da o da 1768'e kadar yoktu. gelen misafirler için çömlek taşıyan hizmetçiler vardı. olmayan da sağa sola sıçıyordu. şaka değil. sıkışan herkes gerçekten sarayın rastgele bir yerine milletin ortasında dozur dozur sıçıyordu. bu konuda bir çok rapor mevcut. en çok merdivenlere ve koridorlara sıçılmış. hizmetliler her çömleğe yetişemiyor, bazen işlerini savsaklıyor, bazen döküm için belirlenmiş alana değil de iç avlulardan birine rastgele döktükleri için sarayın her tarafı bok ve sidik kokuyordu. soylulara tahsis edilen odaların bazıları önceki misafirden kalan bok kokusu gitmediği için değiştiriliyordu.

    koku öyle bir hal almıştı ki kralın geçeceği koridorlar özellikle temizleniyordu. bu sorunu çözmek için bir çok proje teklif edildi. bazıları kısıtlı şekilde uygulandı fakat başarılı olamadı çünkü sarayın buna uygun bir altyapısı yoktu. zemine yakın katlarda boruyla kilerin altına kazılan çukurlara gönderilen bir tuvalet yapılmış fakat o durumu daha beter duruma getirmiş. zaten faresiydi böceğiydi derken haşereden geçilmeyen kilere bok eklenince oraya gıda istiflemek imkansız hale gelmiş.

    bir çok kaynağı araştırdım ve kendimce mantıklı açıklamalar üretmeye çalıştım ama beceremedim. çevrede su var. hatta o kadar bol keseden var ki saray fıskiye sistemleriyle meşhur. şurada görebileceğiniz üzere hayvan gibi mühendislik ve emek isteyen bir sürü çeşme ve fıskiye var. dikkatinizi çekerim, elektrik hidrofor vs. hiç bir şey yokken şöyle bir sistem geliştirmiş adamlar. nehir yatağından su kemerine oradan saraya su taşımışlar. öyle ki yakın zamana kadar çeşme ve fıskiyelerin bir çoğu hala bu altyapı ile çalışıyordu. bunu yapabilen adamların kanalizasyon kazıp boku püsürü uzağa aktarmamış olmaları çok saçma.

    neredeyse 4000 sene önce antik mısır'da olan basit bir teknolojiden bahsediyoruz. bugün bizim sınırlarımız dahilinde hala kalıntıları duran efes antik kentinde roma'dan kalma şöyle umumi tuvaletler var. eminim roma öncesinde yunanlılar da benzer bir sistem kullanmışlardır zira girit adasında var olmuş olan minos/girit uygarlığında dahi şöyle gelişmiş bir tuvalet sistemi vardı. her ikisinin de altında bir kanal sistemi vardı. yahu batının bize barbar dedikleri vakitlerde bizim saraylarımızda mis gibi tuvaletlerimiz vardı. gördüğünüz musluklar hem ibrik doldurmaya hem girit örneğinde gördüğünüz gibi deliğe bıraktığınız boku püsürü drenaja akıtmaya yarıyordu.

    demek ki sorun mühendislik ve teknik imkansızlıklar değildi. sorun hijyenin o dönem fransızların hayatında pek önemli olmamasıydı. parfümü bu yüzden icat etmişler geyiği yapmayacağım fakat dönem gerçekten rezalet. sahne gösterilerinde yine benzer bir sistemle sandalyenin altına kova konuluyor. millet gösteri sırasında kovaya bırakıyor. kokudan bi nebze kurtulmak için burunlarının altına portakal dilimi koyuyorlardı. önceleri limon konuyormuş fakat onun asidik yapısı deriyi tahriş ettiği için portakala geçiş yapılmış. uzun yolculuklarda kullanılan at arabalarında millet oturduğu yerdeki koltuğu klozet kapağı gibi kaldırıyor ve sıçıyordu. bu herkes tarafından normal kabul ediliyordu. aynı arabada çoluk çocuk efendime söyleyeyim madamlar matmazeller var demeden bırakıyorlarmış. kadınların da farkı yok tabi. hadi bahçeyi ve avluyu bi nebze anlıyorum da yemek salonunda perdenin arkasına gidip pencerenin dibine sıçmak veya resimlere bakıp şarap içerken işemek nedir? gerçekten aklımın alamayacağı kadar saçma bir dönem yaşamışlar ve kimse de çıkıp ne yapıyoruz biz amk dememiş.

    --- ekleme ---

    yeni detaylar öğrendikçe dehşete düşüyorum. ayrıca insanlardan çok sayıda soru geliyor. sadece saray hakkında değil dönemin hijyen anlayışına dair de sorular geliyor. ingilizce bilenler şu belgeseli izleyerek fikir edinebilirler. geri kalanlar da buyursunlar biraz daha iğrenelim.

    - nasıl yıkanıyorlardı?

    öncelikle dönemin hijyen anlayışını ve çeşitli inanışları inceleyelim. ilk sorun bu dönemde fransızların suyla ilgili enteresan korkuları olması. sıcak suyun cilt gözeneklerini açtığını biliyorlarmış. asıl korkuları açık gözeneklerden içeri hastalık girmesiymiş. bazı insanlar hayvanların da hiç yıkanmadığını, kedilerin kendilerini ve yavrularını yalayarak temizlediğini, dolayısı ile doğal olanın yıkanmamak olduğunu iddia ediyorlarmış. ayrıca dönemin suları günümüzde olduğu gibi çeşitli filtrelerden ve klorlanma gibi işlemlerden geçmiyordu. doğal olarak durgun suyun pis olduğuna, akan suyun temiz olduğuna inanıyorlarmış. o yüzden bahar ve yaz aylarında nehirlerde yıkanılıyormuş. tabi bu da yılın dokuz ayı yıkanmayan insanların derdine derman değil. senenin yarısı yıkanmayan insanın kalanında buna yelteneceğini düşünmek de saçma tabi.

    günümüzde bir günde bir kez yıkanmanın dahi yeterli bulunmadığı ülkeler var. yalnız şöyle bir düşününce bu hareketin son yüzyıl hatta son yarım asırda ortaya çıktığını anlamak zor olmasa gerek. eskiden her evde tesisat, sıcak su ve atık sistemleri yoktu. tabi bu fransızların pisliklerini örtmek için sebep değil. temizliğin yaygın olduğu medeniyetlerde halk hamamları veya benzeri çözümler var.

    ikincil bir yıkanmama sebebi pahalılık. saraya su taşıyan sistem sadece mutfak ve çamaşırhane için kullanıldığından her yere uzanmıyor. ortalama bir küvetin 70 litre su aldığını, durulanma vs için 30 litre daha kullanıldığını, bu suyun en yakın su kaynağından alınması, taşınması ve kaynatılması gerektiğini düşünün. daha sonra bu suyu dolduracak ortalama bir küvetin servete mal olduğunu hesaplayın. o dönem iki çeşit küvet var. birisi demir diğeri mermerden. mermer olan sarayda sadece krala ait çünkü yekpare mermerden oyularak yapılmış. kral da onu yıkanmak için değil rahatlayıp metresiyle keyif yapmak için kullanıyormuş. demirden yapılan küvetler ise pas tutuyormuş. bugünün teknolojisiyle çok kolay halledilen galvaniz işlemi o dönem zor bir süreçmiş. o yüzden küvetin içine saten kumaş seriliyormuş. tahmin edersiniz ki bu işlem için yine bolca hizmetli, emek, para ve banyodan hasta olma fobisinin üstünden gelmek gerekiyor.

    - peki yılda bir nehire girmek dışında ne yapıyorlardı?

    sabahları eli yüzü temiz suyla yıkamak, koltuk altları ve apış arasını nemli bezle silmek günlük hijyenin %90'lık kısmını oluşturuyor. cebi dolgun asiller ise bir nevi kuru temizleme işlemi yapıyorlarmış. bir tür asidik losyonu süngere sürerek gerekli bölgeleri siliyorlarmış. alkol ile silinmekte pek yaygınmış. bunun üzerine saçları pudralamak, parfüm sürmek ve günde üç kere gömlek değiştirmek kendilerini temiz hissettiriyormuş.

    bu konuyu başka bir başlık altına almak lazım. hijyen kendi başına bir entry hak ediyor. o yüzden tekrar işeme sıçma konusuna geri dönelim.

    - sıçma işeme işinin bir kuralı yok muydu?

    sarayda sabit 4000 kişi, üzerine her gün gelip giden yüzlerce insan olunca haliyle ilk günden itibaren tuvalet işi sıkıntı olmuş. öncelikle erkekler için işeme duvarı yapmışlar. yalnız bu duvar sarayın arka tarafında tek bir bölgede olduğu için herkesin sarayın bir ucundan çıkıp oraya yetişmesi mümkün olmuyormuş. ayrıca kadın nüfusu da az değil. kap kacağa işeme sıçma işi ise temizlik görevlileri tarafından camdan aşağı dökmekten ibaret olduğu için ne içerideki ne dışarıdaki koku/pislik önlenememiş. sonrasında bu camdan bok dökme işi yasaklanmış.

    kurallar tabi ki krala işlemiyor. kral danışmanlarını dinlerken veya tebasına hitap ederken dahi tuvaletli sandalyesine patır patır sıçabiliyormuş. kadınlar da genelde kabarık eteklerin faydasını görmüşler. elbisenin içine don giymiyorlarmış. tabure şeklinde olana oturdukları vakit hiç bir şey görünmeden rahat rahat sıçabiliyorlarmış. sidik için bugün sosluk olarak kullandığımız kulplu kaplara benzer bir edevat var. duvara dönüp bu zımbırtıyı etek altından dayayarak işiyorlarmış. tahmin edebileceğiniz üzere bunu yine herkesin ortasında yapıyorlarmış. hatta 14. louis bir keresinde uzun uzun işeyen bir kadına alkış tutmuş. yani olayın bütün etiği bu kadar. kimse birbirine höst ulan ne yapıyorsun demiyormuş. sağa sola işeme konusundaki rahatlığı şöyle düşünün. bu sarayın en muhteşem yerlerinden birisi şapeli. prens kafası kıyakken bir kaç kez buranın balkonundan aşağı işemiş. birisi de bunu raporlamış. öyle bir rahatlık söz konusu. o yüzden her yere mi işeyip sıçıyorlarmış abartma diye yazmaktan vazgeçin.

    - kılık kıyafet nasıl temizleniyordu?

    erkekler için neredeyse standart olan bir gömlek çeşidi var. bu keten gömlek dize kadar uzanıyor. pantolonun içine sokuluyor ve öyle geziyorsunuz. sıçmak için pantolonların göt kısmında bir sistem var. düğmeleri salınca göt ortaya çıkıyor, sonra gömleği hafif yukarı çekip sıçıyorlar. yanında göt silmek için kumaş parçası olmayanlar bazen gömleğe silip içeri geri sokuyormuş. günde üç kere elbise değiştirince pek sorun olmuyormuş. nasıl olsa alt katlarda gece gündüz çamaşır yıkayan hizmetliler var. erkeklerin genel elbiseleri kolayca yıkanıyormuş. mesele özel kıyafetlerde. kadınların ise bütün kıyafetleri problem. saten, kadife, ipek vb. kumaşlardan mamül elbiselerin her tarafı işlemeler ve taşlarla süslü oluyor. haliyle bunu kuru temizleme yapmadan temizlemek imkansız. genelde silebildikleri kadar silip tekrar giyiyorlarmış fakat üç beş kere giydikten sonra koku dayanılmaz hale geliyormuş.

    - bu kadar pislikle nasıl yaşamışlar?

    aslında yaşayamamışlar desek daha doğru. haşereler, salgın hastalıklar, suya karışan pisliğin yarattığı hastalıklar derken ebelerinin amını tersten görmüşler afedersin. bir sürü insan ölmüş buna rağmen uzun süre böyle devam etmiş. hem çevredeki bok yığınlarından hem de bahçedeki çeşme ve fıskiyelerin durağan suyundan bazen pencere açamıyorlarmış. kraliçenin bu konuda şikayet ettiğine dair kayıtlar mevcut.

    gelelim en kötü konu olan koku meselesine.

    konuyla ilişkin yeni bir makale daha okudum az evvel. koku konusu sadece bok ve sidik ile kısıtlı değilmiş. öncelikle ter ve kirli bedenlerden yayılan koku var. daha sonra bu kokuyu bastırmak için sürülen türlü parfümün yarattığı mide bulandırıcı karışımı. yetmezmiş gibi bir de sarayda kokuyu alsın diye yakılan tütsüler ekleniyor. yanlış tasarlanmış bacalar yüzünden sarayı duman basıyor bu da aromaya final dokunuşu yapıyormuş. aynı dönemde kokulu fular ve mendiller de çok yaygınmış. sonracığıma yukarıda bahsettiğim özel gecelerde giyilmek üzere satın alınan elbiseler de o dönem kuru temizleme olmadığı için anca 2-3 defa giyilebiliyormuş. şöyle tahayyül edin; bir yıldır götüne su değmemiş insan bir de bu cici bicileri giyerek sabaha kadar kan ter içinde vals ediyor. sonra bu kıyafeti sadece havalandırarak dolaba kaldırıyorlar. haliyle ikinciye bile giyerken eşek ölüsü gibi kokuyor.

    diş bakımı ve sağlığının sıfır öneme sahip olduğu bu dönemdeki ağız kokusunu da unutmayalım. hiç bir şeyden rahatsız olmayan louis ağız kokusundan şikayetçi olup çürük dişlerini çektirirken denyo dişçi komple damağı alınca adam hayatının kalanında katı yemek yiyemez hale gelmiş. üstüne üstlük ağız kokusu daha çok artmış. hayatının yarısını bu halde geçirmiş. asiller genelde çeşitli ağız gargarası kullanıyorlarmış.

    saçların durumu da malum. duş almaya üşenen adamların saçlarını yıkayacağını düşünmüyorsunuz herhalde. saça komple pudra sürülüyormuş. saçtaki yağı kuruttuğunu, kaşıntıyı önlediği ve güzel koktuğu düşünülüyormuş. hangisi olduğunu hatırlamadığım ingiliz prenseslerinden birisi gelin olarak saraya geliyor. kadın sabahları göle gidip yıkandığı, daha da kötüsü saçlarını yıkadığı için deli diyorlarmış. kafasını üşüteceğini, saçlarının su yüzünden döküleceğini düşünüyorlarmış.

    --- ekleme ---
  • saray hakkında kısa bilgiler:

    toplam inşaat süresi: yaklaşık 50 yıl
    yaklaşık maliyet: 116438892 livres (bugünün parasıyla yaklaşık 2 milyar dolar)
    oda sayısı: 2300
    pencerelerin sayı: 2153
    merdiven sayısı: 67
    şömine sayısı: 2252
    aynalar salonundaki ayna sayı: 357
    sarayın alanı: 67.000 m2
    saray ve bahçelerin toplam alanı: 19262 dönüm
    saray ve bahçeleri çevreleyen duvarın uzunluğu: 19.3km
    krallık döneminde sakinlerinin sayısı : 20,000 civarı
    fransız devriminden önce sarayda yaşayan kralların sayısı : 4
    kraliyet ahırlarındaki atların sayı : 2000
    bahçelerdeki ağaçların sayısı: 200.000
    bahçelerdeki çeşmelerin sayı: 50
    saraydaki heykellerin sayı: 2102
    resimlerin sayısı: 6100
    işlemelerin sayısı: 15304
    çizimlerin sayısı: 1500
  • ta 1889'a kadar fransız burjuvazisi ne zaman parisli emekçilerden tokadı yese ya da yemekten korksa, kendini buraya atardı. komün'ü bitiren ve onbinlerce emekçiyi makinalı tüfeklerle kurşuna dizen katil sürüsünün toplanma ve beslenme merkezi de versailles'dı.
  • 17. yüzyılda, fransa'nın vaux vikontu ve maliye başmüfettişi olan nicolas fouquet, vaux'da, kendisi için büyük bir saray yaptırdı. bu saraydan dolayı onu kıskanan fransa kralı 14.louis, çağın ünlü mimarı louis le vau'ya, fouquet'nin sarayından daha güzel ve daha muhteşem bir saray yapmasını emretti. 1668'de, 13. louis'in av köşkünü bozmadan aynı yerde inşaata başlayan le vau, köşkü büyüterek çok büyük bir saray haline getirdi.

    günümüzde avrupa'nın en büyük sarayı olan versailles, paris'in 25 kilometre güneydoğusunda yeralan bir saraylar ve köşkler topluluğudur. sarayın asıl özelliği bahçesinin büyüklüğü ve güzelliğidir. bahçesi birkaç köyü, evleri ve tarlalarıyla içine alabilecek kadar büyüktür. bahçeye silah kapısı denilen yerden girilir ve önce bakanlar avlusu denilen avluya geçilir ve sonra da saraya ulaşılır. "devlet benim" diyen ve "güneş kral" ünvanını alan 14. louis, bu devasa bahçenin korusunda avlanır, binlerce konuğunu burada ağırlardı.

    sarayın güzelliği, dış görüntüsünden çok içinin dekorlarındadır. 1792'ye kadar gelen her kral ve kraliçe, buraya bir şeyler eklemiş ve önceki yapılardan daha güzel olmasına çalışmışlardır. sarayın içindeki muhteşem salonlar ve daireler le brun tarafından süslenmiştir. büyük daireler eski yunan ilahları olan diana, merkür, mars, apollon gibi isimleri taşır.

    sarayın en önemli dairesi, bahçenin en güzel yerine bakan "aynalı galeri"dir. 75 metre uzunluktaki bu salonun iki duvarı boydan boya 400 adet ayna ile kaplıdır. salonun tavanındaki resimler le brun'un eseridir. 1782'de kurulan abd ile ingiltere arasındaki anlaşma ve birinci dünya savaşı sonunda, mağlup almanya ile müttefikler arasındaki anlaşma bu salonda imzalanmıştır.

    sacre coeur'un tam karşısında ünlü bahçeleri ve tarihiyle ışıldayan, goblenli ve altın yaldızlı duvarları, muazzam büyüklükteki yapısı, içerisinde barındırdığı birbirinden değerli portreleri, heykelleri ve neredeyse her eşyasındaki eşsiz işcilik ve emekle, gizemli öyküleriyle hala kalın duvarları arkasındaki tarihi yaşatan saray.

    daha girişteki avluda bile apaçık insanı etkileyen bir havası var versailles'ın. marie antoinette'nin tam olarak giyotine vurulduğu yerde orası. avluda sizi etkileyen hava içeri adım atmaz yerini garip bir ağırlığa bırakıyor. tuvalet bulunmamasının ve sarayda yalnızca pek sık kullanılmayan bir türk hamamının olması nedeniyle saray, inanması zor ama dışkı ve ağır yağ gibi bir esans kokuyor. (adamlar bilmemkaç yıl önce sıçmış hala kokuyor!) rehberin anlattığına göre; dönemin kralları yılda bir kez kraliyet bahçesindeki küçük havuzda halkın gözleri önünde iç çamaşırlarını çıkarmadan suya bir kez girip çıkmak suretiyle duş alıyorlar. fransa bu yüzden parfümün kalbi. tarihe adını yazdırmış, filmlere kitaplara konu olmuş tüm kralların, kraliçelerin, soyluların odalarını gezdiriyorlar gittiğinizde. her yer tablolar ve heykellerle dolu. son hava değişikli gül bahçelerine çıkıldığında yaşanıyor versailles'da. anlatılması çok güç. gerek görsel gerek duyusal(!) bambaşka bir yer gül bahçeleri. belkide saray kadar etkileyici.

    versailles, fransa'nın en ihtişamlı devrini yansıtır. aynı zamanda ölçüsüz harcamalarla devletin iflasını simgeler.
  • ondorduncu lui tarafindan yaptirilan bu saray marie antoinettein "ekmek bulamazlarsa pasta yesinler" sozlerini sarf ettigi balkonun yer aldigi, av koskudur. paris'in banliyosunde bulunan saray, fransiz krallarini saltanat ve ihtişama doyurdugu ve ustun bir sinif olusturma cabalarindan dolayi halki gormezden gelmeye basladigi donemin bas mekanidir. fransiz ihtilalinin basladigi yerdir. fransizlar bu tarihinden dolayi sarayi gormezden gelmek istedikleri icin olsa gerek uzun yillar kapali tutmuslardir, ancak ozel izinlerle ozel misafirlere gezdirilmistir. daha sonra balayinda gezen zengin ve unlu bir amerikali olan roosevelt tarafindan restore ettirilerek tekrar ziyarete acilmistir. bugun parasini bastiran sarayi bir gunlugune (mesai bitiminden bir sonraki mesai baslangicina dek) kiralama ve orada bir davet verme imkanina sahiptir. pek cok yeri altin kaplama, bazi yerleri de som altin oldugu soylenir. marie antoinettein odasinda yatak ortusu ve perdelerin rengi solmasin die flasli cekim yapmak mumkun degildir.
  • fransa'nin île-de-france bolgesinde, paris' e 20 kusur kilometre uzakliktaki versailles $ehrindeki, avrupanin en buyuk sarayi. 1789'a kadar kraliyet ailesinin ya$adigi ve memleketi idare ettigi yerdir. saraydan cok, sarayin bahceleri guzeldir. bahce dediysem, bizim kom$u hatce teyzenin koydeki marul, maydanoz yeti$tirdigi bahce gibi degil tabi. hatce teyzenin koyu kadar bahce dedigimiz yerler, hatta onlarin koyun yanindaki koyu de ilave etsek, heh i$te o kadar. icinde havuzlar var, ce$it ce$it agaclar, ce$itli kullanimlar icin yapilmi$ kucuk ko$kler ya da sarayciklar filan. oyle buyuk ki, yuruyerek dola$mak zor. bunu du$unup, oraciga bir bisiklet kiralama yeri yapmi$lar. olabilecek en keyifli bisiklet parkuru olmu$ o sayede. kiralik bisikletlerle dola$manin keyfi garanti. havuzlarin, agaclarin, labirent $eklinde duzenlenmi$ bahcelerin arasinda dola$irken, yaninizdan beyaz bir atin ustunde, bir louis gecebilir. arkasinda av kopekleriyle birlikte, bir suru askeri. buralarda avlanmak yasak artik diye bagirirsiniz hayvansever, cevreci, monar$iyi hic bilmemi$ militan sesinizle, yaninizdan gecen bir ba$ka bisikletli turist bakar size $a$kin $a$kin. bilmem kacinci louis ise duymadan sizi, arkasinda pudra kokusundan izler birakarak gider, atinin ustunde. aklinizda ceketinin kollarindan fi$kiran dantelli krem rengi gomlegi kalir, bir de lule lule perugu...

    saray mi? $atafatli, bir saraydir i$te. yanli$ gunde gitmeyin, kapali olur sonra. saraylar, iktidarlarin, ne kadar cok gosteri$li olursa, o kadar guclu gorunuruz mantigliyla yaptirdiklari, soguk ve buyuk binalardir. benim icin bir kayip degildir icini gormemek ama siz merakliysaniz iyi bakin ne zamanlar acikmi$ diye. bence saraydan cok, bahcelerinde tav$an pe$inde dola$an kral aramak daha helecanli...
  • tam 55 hafta önce ziyaret ettiğim yerdir. kendisi, hayatımda gördüğüm en etkileyici yerlerden biri olması dolayısıyla hakkında birkaç kelam etmek isterim ayrıca. şimdi versailles'ın bahçelerini inceleyeceğiz... harita okumayı sevenler elime mum diksin!

    burada bahçenin detaylı haritası mevcut, incelemek isteyenler büyütüp kurcuklayabilirler. harita okumaktan hoşlanmayanlar içinse şöyle bir güzellik yapacağım. spesifik olarak inceleyeceğimiz 3 farklı yer işaretledim, haydi başlayalım.

    şimdi öncelikle, haritada da gördüğünüz gibi sarayın devasa bir bahçesi bulunmaktadır ve hayatımda gördüğüm en başarılı peyzaj çalışmaları burada yapılmıştır. bahçe bölümlere ayrılmış. bölümler arasındaki yollar ise hep şu şekilde devasa labirentlerden oluşuyor. 1.68 olan şahsım, fotoğraftaki çitlerin dahi boyuna yetişemiyor, uzunluğunu oradan hesaplayınız. şimdi kırmızı işaretlenmiş yeri inceliyoruz, apollon korusu. kendisi benim bahçedeki favori yerim olmakla beraber, şöyle patikalardan geçerek ulaşılır. bu arada belirtmek iterim ki öğleden sonra bahçeye yerleştirilmiş sesi sisteminden klasik müzik verilir ve sizin o an tek dileğiniz üzerinizde barok kıyafetler olmasıdır... öyle bir ruh haliyle şu patikadan geçip şöyle bir alana çıkarsınız. belirtmek isterim ki fotoğrafın çekildiği nokta, kırmızıyla işaretlenmiş alanın tam ortasındadır ve o alanın yaklaşık 1/4ünü göstermektedir. varın bahçenin büyüklüğünü siz düşünün artık!

    geçelim sarı yere. burası da görüldüğü üzere aslında sadece bölümleri birbirinden ayıran biryoldur. fakat adamların estetik kaygıları o kadar fazladır ki yollar dahi fıskiyeler ve heykellerle süslenmiştir. heykeller, bahçe boyunca genelde kanala aşılan ana yollarda sıralanmıştır ve mitolojik karakterleri konu almıştır. zaten bahçe olympostan fırlama gibidir, suyun içinden yükselen poseidonlar* mı dersin, atlar arasından fırlayan apollon mu...

    neyse efendim, iyisi mi biz geçelim beyazlı yere. kemeraltı, fotoğrafta pek öyle gözükmese de sizi etkileyici bir girişle karşılar. hayalinizde burayı turuncu bir gün batımında yahut fenerlerin aydınlattığı bir gece yarısı hayal ediniz. girdiğinizde sağınızda ve solunuzda sizi böyle bir kemer karşılar. insanın dans edesi geliyor, değil mi?

    büyük haritaya bakarsanız kuzeyde marie antoinette bahçesini görürsünüz. oraya ulaşmak için uzun yollardan yürümeniz yahut ring yapan trenciğe binmeniz gerekmektedir. biz ısınalım diye yürüdük, fakat botun içinde ayağım ezilerek yara olmuştu. ha bu arada lütfen topuklu giyerek gidin ki millete eğlence çıksın biraz. oraya ayrı bir giriş vardır, bahçe turuna dahil değildir ve ekstra ücret alınır. fakat merak edenler -benim gibi harita kurcuklamayı sevenlerdenseniz- google mapsten o minik yuvarlak taraça ve aşk tapınağına göz gezdirebilirler. roma haritasından sonra hayatımda sahip olduğum en güzel harita da versailles bahçelerine aittir ayrıca. yöre halkıysa sabah koşularını kuzey korularında yapabilir, halk kullanımına açıktır ve insan kıskanmadan edemiyor azizim!

    versailles'a giden kime sorsanız 'aynalı salon harici pek de bir etkileyiciliği yok fakat bahçesi muhteşem' lafını duyarsınız, nitekim benim yorumum da budur. fakat sarayın etkileyiciliği de budur zaten... girişteki devasa sıraya, kendini beğenmiş güvenlik görevlilerine inat bahçeye çıktığınız an cennette kaybolmuş hissine kapılırsınız.

    üstünden 55 hafta geçmesine rağmen entryi yazma sebebime gelirsek...

    fakat elbette ak-saray versailles'dan daha büyüktür! estetik algılarına sıçtıklarım ya...
  • bahçesine yukarıdan baktığınız anı iyi hatırlayın, çünkü bir daha unutamazsınız.

    duygu yoksunu ve genellikle güzel olan şeylerin bile çoğu zaman hakkını vermeyen bir insan evladıyım. o an, o manzara dünyada en iyi ilk 10'a girer.
  • fransa'da saray değil şato olarak bilinen kompleks. sanal ziyaret için,

    http://www.chateauversailles.fr/
  • buradaki avrupa sevdalısı ergenler toz kondurmasa da bok kokuyor diyen arkadaş haklı. wc sistemi ve kanalizasyonun olmadığı bir sarayın bok kokmasindan doğal bir şey olamaz. buradakiler avrupa insanını uzaydan gelmiş gibi düşündüğü için kafasında canlandiramiyor ama bok kokusunu gizlemek için parfümü icat eden boka başlamak için topuklu ayakkabıyı bulan boka basmamak için kivranirken valsi bulan adamlardan bahsediyoruz. sarayda ne wc var ne hamam. sen 3 gün götünü yıkamadan odandan çıkma bak bakalım o oda noluyor. adamlar tepsiye sicip merdivenden aşağı atmış 300 yıl boyunca. bırak da bok koksun amk. uzağa gitme şu zamanda bile amsterdam'da tuvaletler telefon kulübesi gibi içine girip yere isiyor adamlar. etrafında ne lavabo ne birşey oradan çıkıp subwaye gidip sandviç alıp yiyor bu adam. ne zaman avrupa'ya gitsem türk restoranı bulmak için helak oluyorum sıçmak için. adamlardan ilerde olduğumuz tek konu da bu zaten amk
hesabın var mı? giriş yap