• ask olmadan yapilan seks hafiftir. agirlik her duzlemde olumlu dusunulebilir bi egretileme olabilir. agir kitaplar, askin agirligi, agir deneyimler. hersey hafiflestiginde varligi tutan bir cekim kalmaz. dayanilmaz olur varlık.
  • bir kere duyduktan sonra asla unutmayacaginiz kelime guruplarindan biri
  • kitabı veya filmi (hangisi önce geldi türkiye'ye diye araştırmaya üşendim) türkçeye çevrilirken inanılmaz hatalar yapılmış olan kitap/film.

    hatanın ilk kısmı "varolmanın" kısmı. var olmak şeklinde yazılması gerektiği halde kitabında bile "varolmak" şeklinde yazılmış. tamam varoluş bitişik yazılıyor fakat varolmak nedir yahu?

    ikinci kısmı ise "dayanılmaz" kısmı. türkçede dayanılmaz kelimesinin iki anlamı vardır. ilki karşı konulmaz, karşı çıkılmaz anlamı; ikincisi de tahammül edilmez, katlanılmaz anlamı. bu iki anlamlılığın oluşturacağı algı ikiliği hesaplanıp dayanılmaz yerine katlanılmaz kelimesinin seçilmesi gerekirdi.

    onu geçtim kitabın orjinal ismi "the unbearable lightness of being" olarak yazılmış iletişim yayınevi'nin bastığı kitapta. #17435152 aracılığıyla öğrendim ki kitabın orjinal ismi "nesnesitelna lehkost byti" imiş. ben de düşünüyordum "çek bir yazar ne diye ingilizce kitap yazsın ki" diye. sonra da soruyorlar neden sinirleniyorsun ki diye.
  • "bir kadınla sevişmek ve uyumak iki ayrı tutkudur,sadece farklı değil aynı zamanda da zıt tutkular.aşk çiftleşme arzusunda(sonsuz sayıda kadına kadar uzanabilecek bir tutku) duyurmaz kendini uykuyu paylaşma arzusunda duyurur.(tek bir kadınla sınırlı olan arzu)"
  • "...

    danalar otlarken, tereza bir ağaç kökünün üzerine otumuş, yanıbaşındaki karenin de başını onun kucağına yatırmıştı. on yıl kadar önce gazetede rastladığı iki satırlık haberi hatırladı birdenbire; rusya'da bir kentte bütün köpekler resmi izin olmaksızın, tek bir tane kalmamacasına vurulmuşlardı. ülkesinin iri yarı komşusunun yalın dehşetini ilk olarak tereza'nın kafasına dank ettiren bu gösterişsiz ve görünürde önemsiz küçük yazı olmuştu.

    bu küçük yazı gelecekte olacakların habercisiydi. rus işgalini izleyen ilk yıllar henüz terör yönetimi olarak nitelendirilemezdi. hemen hemen hiç kimse işgal yönetimiyle uzlaşma içinde olmadığından, ruslar kuraldışı kişiyi bulup çıkarmak ve onlara ite kaka güç vermek zorundaydılar. ama bu kişileri nereden bulacaklardı? komünizve ve rusya'ya duyulan inanç tümüyle ölmüştü. böyle olunca da kendilerini yaşamdan alacaklı sanan, beyinlerinde bir intikam taşıyan kişileri bulup çıkardılar. derken bunların saldırganlıklarını odaklamak, geliştirmek ve canlı tutmak, üzerinde araştırma yapabilecekleri geçici bir hedef bulmak sorunuyla karşı karşıya kaldılar. seçtikleri hedef hayvanlardı.

    birdenbire gazetelerde yazı dizileri ya da örneğin kenti sınırları içindeki bütün güvercinlerin yokedilmesini isteyen örgütlenmiş okur mektupları görülmeye başlandı. ve güvercinler yok edildi. ama asıl nefret köpeklere yönelikti. insanlar işgal felaketini hala atlatabilmiş değillerdi, ama radyo, televizyon ve basın bir köpektir tutturmuş gidiyorlardı; nasıl sokaklarımızı ve parklarımızı kirletiyorlar, çocuklarımızın sağlığına kastediyorlar, bir işe yaramadıkları halde yine de beslenmeleri gerekiyor vb. vb. öyle cinneti andıran bir çıngardı ki çıkan, tereza gözü dönmüş kalabalığın karenin'e bir zarar vermesinden korktu. ancak bir yıl sonra biriken kin (o zamana kadar talim olsun diye hayvanlara yöneltilmişti) gerçek hedefini buldu: insanlar. insanlar işlerinden alınmaya, tutuklanmaya, yargılanmaya başlandılar. hayvanlar sonunda rahat nefes alabildiler.

    ...

    gerçek insan iyiliği, ancak karşısındaki güçsüz bir yaratıksa bütün saflığı ile özgürce ortaya çıkabilir. insan soyunun gerçek ahlak sınavı, temel sınavı (iyice derinlere gömüşmüş gözlerden uzak sınavı) onun, merhametine bırakılmış olanlara davranışında gizlidir: hayvanlara. ve işte bu açıdan insan soyu temel bir yenilgi yaşamıştır, o kadar temel bir yenilgi ki, bütün öteki yenilgiler kaynağını bundan almaktadır.
    "
    varolmanın dayanılmaz hafifliği - milan kundera s:292
  • roman için (bkz: nesnesitelna lehkost byti)
    film için (bkz: the unbearable lightness of being)
  • bu ülkede her an yaşadığımız ağırlıktır. varoluşsal bunalımların yanı sıra toplumsal olarak yaşadığımız arabesk sancılar içersinde var olmaya çalışıyoruz. ülkenin bakanı ve yönetenleri en ufak kriz anında çapsızlıklarını kanıtlarlar. söz konusu bakanlar şans eseri orada olduklarını kanıtlarlar. en ufak öfke krizinde bir tweet ile kalitelerini belli ederler. muhalefet daha da acıklı durumdadır. temsil krizi vardır. çare diye sunulan isimler de en az iktidardakiler kadar kötüdür. istisnalar vardır; onlar bize umut olur. bu insanlar ağabeyimiz, babamız yaşlarındadırlar "kına stoğu" diye çapsız laflar edinmekten çekinmezler.

    sebebini tehlikeli oyunlardan alıntı yaparak isterim;
    "ülkemizde tarım ürünleri yetişir. kuru üzüm ve incir yetişir. önce ıslak yemişler yetişir. onları, güneş olan yerlerde kurutarak kuru yemiş yetiştiririz. ingiltere ye göndeririz, onlar da bize gerçek gönderirler. gerçek tohumları gönderirler. biz, o gerçeklerden, kendimize göre gerçekler yetiştirmeğe çalışırız."

    ülkemizin gerçekleri ürkütücüdür. batı'nın gerçekleri bizde sadece kağıt üstündedir. (bkz: hukukun üstünlüğü) (bkz: yargı bağımsızlığı) (bkz: insan hakları) batılı düşünme seti bizde sadece kağıt üstündedir ve atasözlerinden daha geçerli değildir, temennidir. herkesin ağzında sakız gibidir, okeyde joker misali herkes ortaya atar. değil şu anki iktidar, kim gelse aynısı olacaktır. batılı değerler bize dayatılır; biz bayramlarda zorla giydiklerimiz gibi giymeye çalışırız. çünkü ülkede demokrasi sadece bayramlık gibi seçim günü akla gelir.

    çevremde az çok kitap okumuş her insan gibi solcu olmaya çalışırız; lakin alışkanlıklarımız ve kaybedeceklerimiz ağır basar, devrimci olamayız. sol zaten parça parçadır; bazıları diğerlerini satılmış diye nitelendirir, "satılmış" olanlar diğerlerini darbeci... büyük bir kaos içerisinde yaşamaya çalışırız. "sürdürülebilir kaos" içinde yaşamaya çalışırız. ülkemizde biraz muhalif olan diziler(bkz: leyla ile mecnun)(bkz: behzat ç) ya bitirilir ya da müdahale edilir. büyüklerimiz dizilere bile karışır. farklı düşüncede avukatlar dayak yer,yerlerde sürüklenir bu da gayet normal karşılanır. dizi karakteri savcıyla polis karakteri evlilik dışı ilişki yaşar bu meclisin gündeminde daha çok yer eder.

    kısacası toplumsal krizlerden bireysel sıkıntılarımızı yaşamaya fırsat bulamayız. alışmaya çalışıyoruz kendi ülkemize. kendi doğduğum, büyüdüğüm topraklarda yabancıyım. bizleri hedef gösteren bir başbakanımız var. öyle dışlamış ki bizleri olimpiyat olmadı diye seviniyoruz. eyvallah kına bitti de sayın bakanım da ; çuvaldız yok mu?

    bir yandan da fildişi kuleleri var; aydın adayı okumuş kesim. bakıyorsun kaç kitap okumuş adam bile küfürsüz iki cümle kuramıyor. kadın cinayetleri gün ve gün artmakta ama ülkemin dernekleri "bayan değil kadın" tartışmasında, iktidarın dili tartışmasında. ülkenin gündemi suriye konusu veya 3. köprü olması gerekirken; olimpiyat olur. birkaç ay önce gezi parkı deyip; birileri odtü' de dayak yerken, birileri konsere gider... aynı kişidir konsere giden de eyleme giden de... dediğim gibi anlamaya çalışıyorum ülkemi. hala seviyorum. "bu ülkeden adam olmaz" deyip gitmek geliyor içimden ama seviyorum ülkemi. anlamak için okuyorum, çözüm olmak için okuyorum. mücadele veriyorum... ama olmuyor...
    bir yanım görmezden gel alış derken, vicdanım susma diyor. gözlerimi kapatamıyorum...

    benim gibi arada kalmışlar var ; biliyorum çünkü gezinin esas ruhunu yaşatanlar da onlar. o üniversite mezunu vicdanlı insanlar. susmak istemeyen,özgürlük isteyenler... şanslı azınlık... okuma fırsatı bulmuş aydın adayı azınlık... çelişkiler çok yoğun ülkemizde. çok ağır bir yük "bu ülke"de yaşamak ve bir o kadar da ucuz. birey olmaya çalışıyoruz avrupa gibi; ama duvarlarımız alışkanlıklarımız ağır basıyor... toplumsal çelişkiler içerisinde bireysel arabeskimizi yaşıyoruz. küçük emrah gibiyiz, zeki demirkubuz karakterleri gibiyiz ... acı'nın dili bu coğrafyaya hakim... var olmanın dayanılmaz ağırlığı var üstümüzde.. o bize büyük gelen batı gömleklerimiz ve hor gördüğümüz doğulu vicdanımız. bazen kelimelere sığınmak kalıyor elimizde. suriye'de, mısır'da, filistin'de insanlar ölürken çok anlamsız geliyor her şey. kariyer, cv, sertifika programları... dizi izlemek gibi savaş izliyoruz. takım tutar gibi insanlar. savaşın kazananı yok ama biz film izler gibi savaşa girmekten bahsediyoruz.

    bu kadar acı varken bir ermeni türküsü olmak geliyor içimden.yahut savruk ağır bir küfür olmak... o zaman hafifliyorum ancak. o filistinli çocuğun savruk küfrü, odtüde polis tarafından kovalanan üniversiteli dostlarımın ağzından çıkan haykırış olmak istiyorum. sadece o an tüm ağırlıklarımdan sıyrılıyorum.. kelimeler o zaman bir anlama geliyor... savruk bir küfür olup susuyorum...
    "fakat allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme kapılıyor. bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor "
  • "yaşamımızdaki dramatik durumları ifade etmek istediğimizde, ağırlıkla ilgili metaforlar kullanma eğiliminde oluruz. bir şeyin ağırlığı altında ezildiğimizi söyleriz. ya bu ağırlığa katlanırız, ya da başarısız olur ve onunla birlikte düşeriz. onunla mücadele eder, kazanır ya da kaybederiz. peki ya sabina - ona ne olmuştu? hiç birşey. bir adamı terk etmişti, çünkü içinden onu terk etmek gelmişti. adam ona musallat mı olmuştu? adam ondan intikam mı almaya çalışmıştı? hayır. sabina'nın dramı, ağırlıktan değil hafiflikten kaynaklanan bir dramdı. sabina'nın durumunda neden ağırlık değil, var olmanın dayanılmaz hafifliğiydi."

    milan kundera - var olmanın dayanılmaz hafifliği
  • "bir olay kendisini hazırlayan rastlantıların sayısı oranında önemli, anlamlı ve dikkate değer değil midir?"
hesabın var mı? giriş yap