• 16 mart 1920 sabahı ingilizler şehzadebaşı karakolundaki mehmetçikleri uykularında, yataklarında öldürürken canını tehlikede görmeyip ingilizlere sempatisini bildiren

    1922'de kemal'in askerleri anadolu'dan ve trakya'dan yunanları, ingilizleri, fransızları temizleyip istanbul'a girecekken canını tehlikede görüp ingilizlere sığınan lider.

    istanbul henüz türk kontrolüne geçmediği halde türklerden o kadar korkmaktadır ki saray'dan rıhtıma gizlice intikal etmek için ailesiyle birlikte iki kızılhaç aracına binmiştir.

    bu adamı övmek, övenin kaç paralık insan olduğunu gösterir. başka bir işe yaramaz.

    edit:typo
  • son osmanlı padişahı vahdettin'i, bütün tarihi gerçekler ortadayken, hakandı, halifeydi, şahbabamızdı, milletine aşıktı vs.. diyerek övmenin tek sebebi kendisinden sonra kurulan cumhuriyetten, ve özellikle ülkenin laik bir karakterde olmasından nefret etmek olmalı. yoksa kendisine en büyük sempatiyi duysanız bile hakkında yapabileceğiniz en insaflı objektif yorum 'hiç beklemediği halde kendini oturur bulduğu tahtı dolduracak kapasitede biri değildi' olabilir.

    sığındığı ingilizlerin himayesinde yaşasaydık, bağımsız olmayaydık da yine de başımızda bir halifemiz bulunaydı gibi düşüncelere kapılan arkadaşlara ingilizlerin aynı dönemde (birinci dünya savaşı sonrası) hindistanda yaptıklarını, çin'de japon-ingiliz çekişmesini ve çinlilerin çektiklerini okumalarını tavsiye ederim. eğer hala ingilizlerin insaflı efendiler olacağını düşünüyorsanız belki şu anektod o dönemde batının osmanlıyı nasıl gördüğünü anlatır size:

    vahdettin ingiltere'ye sığındıktan sonra ünlü amerikan şovmeni, barnum&baily sirkinin sahibi p. t. barnum ingiliz kralı 5. george'a telgraf çeker, 'size sığınan padişah ve karılarını sirkimde sergilemek istiyorum, kendileri için çok iyi ücret öderim' der. kral george buna çok güler, telgrafı pek çok insana okutur, epey eğlenir. (kaynak: lord kinross'un osmanlı tarihi)

    bugün barnum'un sirki yok, ama vahdettin'in peşinden şevkle gitmek isteyenler kendilerini internette sergileyip kimilerine eğlence kaynağı yaratmaya devam ediyorlar.
  • bir kısım siyasiler istanbul'un kurtuluş gününde oraya buraya vahdettin'in adını vermeseydi yukarıdakileri yazmaya gerek görür müydüm emin değilim ama bazı hususların gündeme gelmesi gerekiyormuş; iyi olmuş.

    "birtakım" olaylar bazen bütünü aydınlatmaya yeter bazen yetmez. şimdi bir de vahdettin fenomeninin bütününü aydınlatmaya çalışalım.

    vahdettin padişah olmadan önce mustafa kemal'i tanıma fırsatı bulmuştur. mustafa kemal hakkında gözlemlenecek çok husus var ama herhalde vahdettin için en önemlisi mustafa kemal'in ittihatçı olup olmadığıydı. zira onun gözünde osmanlı ailesini (2. abdülhamit) pasifleştirip devlet aygıtını ele geçiren (bkz: enverland), ülkeyi dünya savaşına sokan onlardı. bu bile vahdettin'in ittihatçıları sevmemesi için yeterli sebepti.

    hele bir yıl sonra devletin mağlup olması ve ittihat terakki'nin ileri gelenlerinin ortalıktan kaybolmasını düşünürsek...

    vahdettin'in şehzadelik zamanından tanıdığı mustafa kemal, ittihat terakki yöneticilerini çok ağır eleştiren hatta muhtemelen ittihatçıların bertaraf etmeyi bile düşündüğü ama beceremediği ya da gözden çıkaramadığı bir genç subaydı. genç subayken mustafa kemal'in peşine düşen "silahşor"ları suat yalaz "atatürk'e suikastler" kitabında derleyip çizgiye dökerek sade bir biçimde anlatmıştır.

    kuvvetle muhtemel vahdettin, mustafa kemal'in ittihatçılar gibi batı eğitimi alan (ve her halükarda kategorik olarak jön türk olan) bir subay olduğunun ama ittihatçıları sevmeyen ve onların da gözüne batan dikbaşlı, parlak bir asker olduğunun farkındadır. hatta belki en baştan beri bunun farkında olduğu için kendisine onu yaver seçmiştir.

    1. dünya savaşı bitip de talat bey avrupa'ya, enver paşa asya'ya geçince faturayı ödemek vahdettin'e kalmıştı. bu durum, ittihatçılara duyduğu nefreti herhalde kat be kat arttırmıştır. konstantin'in yaptığı gibi istanbul'u vuruşa vuruşa canı pahasına savunabilirdi ama savaşçı karakterli bir insan değildi. özel hayatında çelebi, munis denebilecek bir adamdı ve taht mücadelesi verip tahta çıkmamış, herkesin kaçıştığı bir ortamda kendini tahtta bulmuştu.

    çok kitap okuyan, çok üst derece islam hukuku bilen biri olduğu da doğrudur. celal şengör düzeyinde jeoloji veya mehmet öz düzeyinde tıp biliyor da olabilirdi. bunlar bir insanın devlet adamı olarak övülmesine gerekçe değildir. söz konusu entelektüel birikimi, övgüye değer bir iş yapmasına da sebep olmamıştır.

    --- tarihsel bilgi yok, hepsi dedikodu başladı ---
    o zamanlardan kalan ama kesin delili olmayan muhtelif dedikodular var. vahdettin'in mustafa kemal'e kızını vermek istediği ya da mustafa kemal'in vahdettin'in kızına talip olduğu yönünde. bence bu, olmayacak bir olay değil. ittihatçıların bıraktığı mağlubiyet faturasını ödemek zorunda kalan ama savaştan anlamadığının bilincinde olan (siyasetten de anlamıyordu, ona değineceğiz) vahdettin, ittihatçıların kararlarına ve devleti yönetme şekline sert ve genelde korkusuzca muhalefet etmesiyle meşhur bu parlak subayı, anafartalar kahramanını damadı olarak da görmek ister, devlet idaresinde de görmek ister. mustafa kemal de devletin kurtuluşu için sıfırdan başlamaktansa güç ve mevki sahibi olarak planlarını uygulamaya koysa hedefine çok daha kolay ulaşırdı ve bu bile kafasındaki cumhuriyet idealini gerçekleştirmesine engel olmazdı.

    belki vahdettin'in kızı, amcaoğlu ömer faruk efendiye çok aşık olduğu için belki vahdettin, mustafa kemal paşanın istanbul'dan başlatılacak mücadele planlarının uygulamasını göze alamadığı için bu izdivaç gerçekleşmemiştir.
    --- tarihsel bilgi yok, hepsi dedikodu bitti---

    bu sırada rumların "19 mayıs pontus soykırımı" ile sonuçlandığı iddia ettiği olaylar başlar. türk ordularının yenilmesiyle birlikte doğu karadeniz'de rum çeteler gem'i azıya alıp türk köylerini basmaya, sivillerin ırzına, canına kast etmeye başlamıştır.

    o kaosta ortaya çıkan, başta topal osman gibi türk çeteciler, rum çetelerine karşılık vermeye başlamıştır. karşılıktan kasıt şu: topal osman her köy baskınından sonra rum çetelerine bir baskın yapmamaktadır. onu ancak devletin kolluk güçleri yapar. topal osman, baskın yiyen her türk/müslüman köyüne karşılık 3 rum köyünü basıp onlara, türklere yapılanın aynısını yapmaktadır.

    rumlar 5-6 asırdır sadece tarım ve ticaret yapmış, silah taşıması bile yasak bir toplulukken türklerin son 2-3 asırdır yaptığı tek iş savaşmaktır. velhasıl, itilaf devletlerinin gözünde doğu karadeniz büyük kaosa sürüklenmekte, işler ters gitmektedir. mütareke şartları ağırdır ve uyulmaması her tür yeni işgale meşruluk sağlamaktadır. trabzon'daki (sinop'tan rize'ye kadar doğu karadeniz'in tamamı trabzon vilayetiydi) idare ise acizdi. itilaf devletlerin bu duruma bir son verilmesi için saraya ciddi baskı yaptığını, tehditler savurduğunu tahmin etmek zor değil.

    işte o noktada doğu karadeniz'e hem sözü geçen hem askerlikten anlayan ama kesinlikle ittihatçıların çılgınlığını devam ettirmeyip yeni döneme uyum sağlayacak bir "paşa" gerekiyordu.

    görevi "ordu müfettişliği" diye geçer ama dönemin kaynaklarından anladığım kadarıyla bu, şimdiki orgeneralliğe yakın bir askeri rütbe. yani mustafa kemal teftiş yapmaya değil basbayağı ordu yönetmeye gidiyordu. vahdettin'in ondan beklediği, ittihatçılara uymayan aklı başında bir paşa olarak oradaki kaosu sonlandırıp asayişi temin etmesi. ingilizler daha fazla kızmazlarsa anadolu'yu yönetme inisiyatifini osmanlı'ya bırakacaklar ve bu sayede "devlet kurtulacaktı".

    vahdettin'in "paşa, devleti kurtarabilirsin" dediğini mustafa kemal atatürk nutuk'ta bizzat anlatır. vahdettin'in bunu söylemekten neyi kast ettiği o zaman için çok açıktır. zaten vahdettin için devlet demek "devlet-i al-i osman" yani osman ailesinin devleti demektir. devlet padişah ailesinin mülküdür. "türkler" ise o padişahın [tehlikeli (karamanoğulları, celaliler, ittihat terakki...)] soydaşları ve elde kalan son toprak parçasındaki etnisitelerden biridir.

    vahdettin'in bu sözünün "anadolu'ya git, meclis kur, ittihatçılar yüzünden kaybettiğimiz savaşı 3 yıl daha uzat" diye yorumlayacak kadar o zamanın ruhundan habersiz insanların yetişeceği, olayı bu kadar saptırarak yorumlayacakları herhalde aklından bile geçmemiştir.

    19 mayıs günü trabzon'un samsun kazasına çıkan paşa, topal osman'ı ve benzeri çeteleri derdest etmemiştir. onun yerine amasya, erzurum, sivas derken ulusal kurtuluşa yönelmiş, doğu karadeniz'deki rumları oradaki türklerle başbaşa bırakmıştır. 19 mayıs soykırımı dedikleri oradaki mukatelenin (öldürüşmenin) devam etmesidir. hatta paşa, topal osman'ı kendi tarafına çekip onun adamlarından kendine bir muhafız taburu oluşturmuştur. tüm bunlara rumların ve vahdettin'in gözünden bakınca bu bir ihanettir. mustafa kemal, padişahı (ve müttefik devletleri) dinlemeyip vatana ihanet ettiği için hakkında idam kararı çıkarılmıştır.

    vahdettin hain mi değil mi? her şey bir yana, vahdettin kendi "vatana ihanet" ölçütlerini esas alırsak vahdettin haindir ama bunlar sağlıklı ölçütler değil. ancak "kısas" bakımından haklı sayılabilir.

    mustafa kemal, savaş sonrası oluşan "kaosu yatıştıracağına basiretsiz ittihatçılar gibi" savaştan, mücadeleden bahseden bildiriler yayınlayınca vahdettin'in büyük düşkırıklığına uğradığını tahmin etmek zor değil. fakat mustafa kemal'in davasına inanmayan, başarı ihtimali vermeyen sadece vahdettin değildi. damat ferit falan da değil. harbiye'deki hocalarından, meslektaşlarından o zamanki köşe yazarı otoritelere kadar büyük çoğunluk bu gelişmeleri ciddiye almıyor, başarı ihtimali vermiyordu. ancakseçim yapılıp yeni meclis kurulunca, inönü, sakarya gibi zaferlerden sonra istanbul'dakilerin fikri değişecek ve subaylar, mebuslar, fikir insanları ankara'ya geçecekti.

    vahdettin'in basiretsizliği sakarya savaşı zamanında bile bu davaya inanmamış olmasıdır. tbmm orduları batıda düşmanla, doğuda isyancılarla mücadele ederken, kafkasya'ya sotaya yatıp "bizlik bir şey olursa anadolu'ya akarız" kafasında ordusuyla bekleyen enver paşa yüzünden pek çok birliği doğu sınırına çivilemek zorunda kalırken vahdettin gitmiş, saray bahçivanının 17 yaşındaki kızını bilmemkaçıncı karısı olarak alıp düğün yapmak ile meşguldü. dediğim gibi sadece askerlikten değil siyasetten de anlamayan, gelişmeleri okuyamayan, zamanının atmosferini sezmekten çok uzakta olan bir adam.

    tüm bu badireler atlatılıp tbmm orduları kendilerini itilaf devletlerine kabul ettirince vahdettin de nihayet lütfedip ankara'ya şehzade göndermeyi uygun buluyor. daha önceki yıllarda ankara'dan istanbul'a giden heyet-i temsiliye üyelerini kafakola alıp tbmm'yi onlara bile yok saydırmasına, misak-i milli'yi tanıyan mebusların ingilizler tarafından tutuklanıp malta'ya sürülüşüne seyirci kalmasına değinmiyorum bile. ters yöne girdi diye arabası bağlanan sadrazam, istanbul'da sabahın 6'sında suçsuz yere uykusunda öldürulen mehmetçikler bir yanda yunan ordusunu koruduğu, mustafa kemal'i, tbmm'yi hedef gösterdiği bildiriler ve desteklediği isyanlar öbür yanda daha neler var. istanbul'da işgalcilere karşı acizdi ama tbmm'ye karşı gayet muktedir ve nemruttu.

    velhasıl, sakarya muharebesi, vahdettin'in bile tbmm'nin davasına inanmasa bile o davanın ciddiyetine inanmasını sağlamıştır. fakat o saatten sonra gelecek olan şehzadeler için paşa tabii ki "gelmesinler" demiştir.

    başarının sahibi çoktur. başarısızlık ise yetimdir. mustafa kemal'i samsun'da ingilizler tutuklasa, erzurum'da, sivas'ta baskına uğrasa, tbmm ordusu inönü savaşlarında tutunamasa anadolu'da olup biteceklere dönüp bakması ihtimali olmayan şehzadeler sakarya zaferinden sonra tbmm'ye destek verecek de zaferden pay alacak. tipik ortadoğulu kurnazlığı.

    büyük taarruzdan sonra lozan öncesi yarattığı ikilik vs. onlara değinmeyeceğim. yine zamanın ruhuna değinmekte fayda var. birinci dünya savaşının ertesi dünyadaki hanedanların pek çoğunun tarihe karıştığı yıllardır. almanya'da monarşi sona ermiş, rusya'da monarşi sone ermekle kalmamış hanedan romanov ailesi saraylarının bodrumunda kadın-çocuk demeden kurşuna dizilmişti. bunların ardından tbmm zafer kazanıp da anadolu'yu kurtarıp trakya'ya, istanbul'a yönelince vahdettin'i bir korku sardı. duvarlarda "vahdettin'e ölüm" yazıları vardı.

    vahdettin osmanlı ailesine ihanet etmemişti. devlet=osmanlı ailesi diye düşünenler için bir hain değildi ve zaten hain olması imkansızdı. malik, mülkü üzerinde her tür tasarruf hakkına sahiptir. ister satar, ister yakar. fakat vahdettin, osmanlı ailesinin soydaşı olan türklere ihanet etmişti. kapitülasyonlardan beri yani asırlardır ticaretten dışlanan, ülkedeki gayrimüslimler karşısında fakir ve cahil bırakılmış olan ve buna rağmen devlet için en büyük fedakarlıkları, özveriyi göstermiş olan türkleri önemsememişti. kendisi için devlet anlamına gelen ailesini ve saray teşkilatını ayakta tutmak uğruna türklerin aşağılanmasına, ezilmesine, keyfe keder katliama uğramasına bile göz yummuş ve dahası o düzen devam edebilsin diye türkleri birbirine kırdırmıştı. sadece mustafa kemal'in davasına inanmazlık etmemiş, tbmm'yi yani milli iradeyi de yok saymıştı. gerçi hiçbir monark tebaasına uymak zorunda değildir ama çığlıklarını bile işitmemek farklı...

    tüm bunlara rağmen vahdettin'in sonu idam ya da kurşuna dizilmek olmayabilirdi. büyük ihtimlle abdülmecit gibi o da yurt dışına sürgüne gönderilirdi. gerçi vahdettin suikastten korkuyor da olabilirdi. istanbul'da hala ingilizler hakimken yıldız sarayından rıhtıma kadar olan yolu bile bir kızılhaç ambulansında gitmeyi tercih ettiğine göre sadece mustafa kemal'den, tbmm'den değil onların temsil ettiği halkın kendisinden de korkuyordu.

    belki başkent işgal edilmesin diye direnecek dirayeti gösteremedi, karakteri ve ortam müsait değildi ama suikaste uğrayarak ya da romanovlar gibi kurşuna dizilerek ölseydi bile bu, bireylerin ya da ulusun tercihi olurdu. onun adına utanılacak bir durum olmazdı. fakat kaderini türklere teslim etmek yerine ingilizlere sığınmayı tercih etmesi hiçbir mazeretle sıvanamayacak bir hatadır.

    sürgüne giderken devlet hazinesinden para almadığı, sadece kişisel mallarını aldığı söylenir. doğruysa, kendisi adına dürüstçe bir hareket fakat bilelim ki yanına aldığı kişisel servet ciddi miktarda paranın yanısıra çok sayıda mücevherlerle dolu bir hazineciktir. padişahın her konutu lojman değildi, kişisel varlıkları da devletten ayrı idi. maaşları vardı, gayrimenkulleri vardı. sadece istanbul'da değil dünyanın pek çok yerinde kişisel malları vardı.

    vahdettin'in sürgünde parasız kalmasının, borç içinde ölmesinin sebebi, yaverinin paraların çoğunu kumarda kaybetmesi ve vahdettin'in padişahken edindiği mücevherlerin çoğunun sahte çıkmasıydı.

    son tahlilde, okumuş, bilgili, kendi anlayışına göre bazı ilkelere önem vererek yaşamış bir insan olabilir ancak hem bir insan hem bir devlet adamı olarak öngörüsüz olduğu, aymazca davrandığı kesindir. bu karakteri ve işgalci ingilizlerin onun üzerinde bıraktığı tesir ona, türk milletine ya da türkiye halkına karşı ihanet olarak yorumlanabilecek kadar ağır hatalar da yaptırmıştır.

    özellikle, sözünü dinlemiyor diye hain ilan ettiği mustafa kemal'in ona hain demesi çok normaldir.

    daha da önemlisi: vahdettin'in hain miydi diye yargılanması yersizdir çünkü istanbul'u işgal eden ingizlere sığınmasıyla zaten dava "konusuz" kalmıştı. herkesin doğruları, yanlışları vardır. bunlar ancak bu muhakemenin toplumsal faydası, yaranın kaşınmasından daha büyük olacaksa ele alınır. birileri çıkıp vahdettin'i kahraman yapmaya çalışmasa, tepki olarak vahdettin'in kirli çamaşırları ortaya dökülmese daha iyi olurdu.

    esas mesele vahdettin'in amel defterinin muhasebesi değildir. atatürk'ün reformlarını sindiremeyenlerin bunları ve atatürk'ü silmek ya da zayıflatmak için onun karşıtlarını zoraki şişirme gayretidir. vahdettin'in kendisi bile böyle tuhaf bir gayrete düşmemiştir.

    atatürk'ün devrimleri 1920'ler, 30'lar için zamanının çok ilerisine düşmüş, özellikle modernleşme gayreti batı özentiliğiyle eşanlamlı sayılmış olabilir ama 21. yüzyıldayız ve türkiye sanayileşme sürecini tamamlayabilirse bu reformların batı özentiliği değil türkiye'yi geleceğe hazırlama gayreti olduğu anlaşılacaktır. konuyla doğrudan ilgisi olmayan kişiler üzerinden boş hamaset yapmanın da modası geçecek, artık prim yapmayacaktır.

    edit: imla

    büdüt: izdivaç talebinin belgesi olmaz ancak dedikodusu olur diye düşünmüştüm ama murat bardakçı hatırat aktarımı niteliğinde bir belge bulmuş. resmi belge olmasa da ikinci dereceden tanıklık denebilir: https://www.hurriyet.com.tr/…smanli-sultani-3801750
    **
  • işte, sultan vahideddin"in kendi kaleminden savunması

    paratoner görevi yaptım, musibetleri üzerime çektim

    memlekete paratoner oldum: karşınızda köklerinden koparılmış, bir girdapla sahile fırlatılıp atılmış bir kazazede var. ben bu kargaşa içerisinde önümde daha ne kadar yol kaldığından habersizim ve bu işin neticesini de sadece allah biliyor. ...ne yapabiliriz ki? kader, bu konuda düşündüğümden farklı bir yol çizdi.

    ben, dindar bir insanım... vazifemi çok karmaşık bir dönemde, bir insanın yapabileceği en iyi biçimde tamamladığıma bütün yüreğimle ve kat"iyetle inanıyorum.

    insanın zaafları da söz konusu... "beşer şaşar" ifadesinin doğru olduğunu çok iyi biliyorum ama, aşılması zaten imkánsız olan savaş zamanının engellerini ve daha sonra mütareke ile ortaya çıkan güçlükleri yenemediysem de, memleketimin iyiliği için yapmam gereken herşeyi yaptığımı iddia ediyorum.

    mütareke yıllarında ortaya çıkan bütün fácialara ve olaylara karşı gerçi kalkan olamadım ama paratoner vazifesi gördüm ve öyle zannediyorum ki, bütün musibetleri de üzerime çektim. kendimi feda ederek vatanı kurtarmaya çalıştım. ama gelin görün ki, bugün yaşayan kurban benim; daha doğrusu fedakárlığın kurbanı!"

    kaçmadim, hicret ettim: "her tarafı istilá eden inkılap ve ihtiras içerisinde bunaldım. bana teklif edilen şekildeki hiláfete ne karşı koyma, ne de başeğme imkánı görmeyerek kamuoyunda sükûn ve durumda açıklık belirinceye kadar tehlikeli bölgeden geçici olarak ayrılmaya karar verdim. gitmekle, vekili olduğum şánı yüce peygamberin yaptığını yaptım, kaçmadım, hicret ettim."

    ihanet etmedim: "talih ve kader bizi vatanımızdan ayırdı ve nihayet gurbetlere attı. allah"ın takdiri ve kısmetimiz böyleymiş. ...gerçi málum sebepler yüzünden dinime, vatanıma ve milletime arzu ettiğim kadar hizmete vakit ve imkán bulamadım ise de, asla ihanet etmedim. şimdi burada zelil ve sefil bir halde kalmaktansa, anadolu"da at sırtında olmalıydık. ecdádımın sarıkları, aynı zamanda kefenleriydi. ...anadolu"ya gidip ordunun başına geçmem konusunu dünürüm sadrazam tevfik paşa"ya açtığım zaman, büyük bir muhalefete uğradım. "böyle bir avantüre giremezsiniz. biz, mustafa kemal paşa ile haberleştik. zaferden sonra, size bağlılığını bildirecek. onun istemediği, sadece damad ferid paşa"dır. galip gelirse zafer sizin, allah göstermesin yenilirse de bu yenilgi onun hesabına olacaktır. vaktiyle enver ve talát yenilmişlerdi ve onların hatalarını düzeltmek için galip devletlerle şimdi siz mücadele içerisindesiniz. anadolu"ya gidip mağlup olursanız vaziyeti kim kurtarır?" deyip anadolu"ya gitmeme máni oldu."

    üç büyük hata yaptim: "ben de insanım, hata etmediğim iddiasında bulunamam ve başlıca üç hatamı itiraf ederim: birincisi, rahmetli biraderim sultan reşad"dan sonra saltanat makamını kabul etmem. ikincisi, mütareke hükümetlerine, başta ferid paşa olmak üzere tevfik, izzet, ali rıza ve salih paşalar gibi milletin ve devletin kalbur üstü isimlerine talihimi bağlayarak aldanmam. üçüncüsü; devleti kuran ve halis muhlis türk olan osmanoğulları"nın memleketten sürgün edilip hiláfetin ortadan kaldırılacağına asla inanmak istememem. ...böyle bir tecrübeden sonra insanın vicdanının nasıl temizlendiğini, inancının ve tevekkülünün yeniden nasıl doğduğunu bilemezsiniz."

    paşa"yi ben gönderdim: "bugün içinde bulunduğum ve hak etmediğim düşmanlıktan rahatlık ve mutluluk duyuyorum. ...bu, bana huzur da getiriyor. eğer yaşarsam ve mücadeleden muzaffer çıkarsam, "bir kötülüğe batıp çıkmıştım" diye teselli bulacağım. düşmanlığa karşı mücadelenin yoğun, acı verici ama dayanılmaz olmadığına inandığım için kendimi feda ederek çok sevdiğim memleketimi kurtarmış olmaktan mutluluk duyacağım.

    memleket sevgim bana, istanbul düşman süngüleri altındayken mustafa kemal paşa"yı yunanlıların üzerine göndermek gibi ağır bir kararı aldırarak iláhi bir mutluluğun da zevkini tattırdı."

    sevr"i imzalamayacaktim: "o sevr andlaşması ki, elime ilk aldığımda keskin bir acı ve korkulu bir ürperti hissettim. ...sevr bana göre ne bir andlaşmaydı ne de bir pakttı; kötülüğün baştan aşağı ta kendisiydi.

    bana gelince; mecburi ve geçici imza taktiğiyle biraz zaman kazanmaya çalıştım. saltanat şûrası"nı da zaten her türlü mes"uliyeti üzerime alarak galipleri ve zaferlerinden sonra türkiye"ye karşı aşırı düşmanca bir tavır içine giren bu memleketlerin kamuoyunu biraz sakinleştirmek için teşkil etmiştim. gelişmeleri bu şekilde beklerken biraz zaman kazanmaya çalıştım, zira olayların gidişatını normale sadece zaman çevirebilirdi.

    ...eğer işler kötü gider ve bu oyalamakta muvaffak olamazsam, andlaşmayı imzalamaktansa tahttan feragat etmeye kararlıydım."

    hazineyi almadim: "istanbul"u terkederken osmanoğulları"na ait bulunan ve benim için çok büyük kıymet taşıyan eşyaları yanıma almayı düşünmedim. bu sebeple, yabancı bir memlekette şimdi beş parasız, yüzüstü ve ızdırap içinde kaldık."

    kaynak: işte, sultan vahideddin"in kendi kaleminden savunması, murat bardakçı, hürriyet gazetesi, 24 temmuz 2004
  • 20.yy'da o çok güvendiği "müslümanlardan" kimsenin bi tarafına takmadığı "halifelik" ünvanı da, "hakan" ünvanı da maalesef birer ünvan olarak kalmıştır. "türklerin hakanı", "türkler" işgalcilerle harb ederken, onları "asi, şaki, hain" diye nitelemiş, ingiliz abilerinin kucağında otururken, hala onlardan medet umarak "belki birkaç yeri kurtarırız" düsturuyla bir dediklerini iki etmemiş, yurdun istirdadından sonra yüzü kalmayarak ve elbette can derdine düşüp malta'ya gitmiştir.
  • tarih bilmeyen, anakronizm üstadlarının "han" deyu, "hakan" deyu savundukları aciz zat.

    istiklal mücadelesi'ne en başından beri muhalefet ettiği ve dahi ingiliz muhibi bu zat-ı şahanenin, en başından beri işgal altındaki ülkesinde evvela "saltanatını" daha sonra da "ingilizlerin vereceği cevaza binaen" kurtarabildiği kadar toprağı kurtararak bu saltanatını devam ettirmeyi düşündüğü, binlerce yazı, anı, makale, kitap, meclis zabtı, tutanak, rapor, mektup, telgraf, süreli yayın ve dahi bilimum belgeyle sabittir.

    bense, kendisinin milli mücadele aleyhtarı ve "aman bize bişey olmasın da" ayarından onlarca, yüzlerce hareketini tek tek buraya dökmeye zaman ayırabilirim. fakat, "idrakı" olanlar için, en azından "aklını idrak için kullanabilecek kadar âlim" ademler için bizzat kendi "buyruğunu" şuraya nakletmek istiyorum. halife efendiniz, milletin istiklal mücadelesini bakın nasıl görüyor ve gösteriyor. ve bakın ne tedbirler alıyor. yalnızca tek bir belge. hepsi için yeterli bir hülasa:

    "harbiye-divan-ı harp
    dosya no: 70

    harbiye nezareti
    adliye-i askeriye dairesi

    şube :
    adet : 705

    padişah buyruğu

    mehmet vahidüddin

    "kuvayı milliye" adı altında çıkardıkları fitne ve fesatla, anayasaya aykırı olarak halktan zorla para toplamak, asker almak, bunun aksine hareket edenlere işkence ve eziyet ederek şehirleri yakıp yıkmaya kalkışmak suretiyle iç güvenliği bozanların tertipçisi oldukları iddiasıyla haklarında dava açılan, üçüncü ordu müfettişliğinden alınarak askerlik mesleğinden çıkartılmış bulunan selanikli mustafa kemal efendi, eski yirmi yedinci fırka kumandanı miralaylıktan emekli istanbullu kara vasıf bey, eski yirminci kolordu kumandanı mirliva salacaklı fuat paşa ile eski vaşington elçisi ve ankara milletvekili midillili alfred rüstem ve sıhhiye eski müdürü istanbullu doktor adnan bey ile üniversite batı edebiyatı eski öğretmeni halide edip hanımın, ayrıntıları 11 mayıs 1336 (1920) tarihli ve 20 numaralı karar tutanağında yazılı olduğu üzre, mülkiye ceza kanunu'nun kırk beşinci maddesinin birinci fıkrası delaletiyle elli beşinci maddesinin dördüncü fıkrası ve elli altıncı maddesi uyarınca, sahip oldukları askeri ve mülki rütbe ve nişanlarla, her türlü resmi ünvanlarının kaldırılmasına ve idamlarına, halen firarda bulunmaları dolayısıyla kanun hükümleri gereğince mallarının haczedilerek, usulüne göre idare ettirilmesine dair istanbul bir numaralı sıkıyönetim mahkemesi tarafından gıyaben verilen hüküm ve karar, ele geçirildiklerinde tekrar yargılanmak üzere tasdik edilmiştir.

    bu padişah buyruğu'nu yürütmeye harbiye nazırı görevlidir.

    24 mayıs 1336 (1920)
    sadrazam ve harbiye nazırı vekili"

    devamla, han, hakan, büyük padişah, kıl, tüy. hah. şanları şerefleri babadan kalma ünvanlarından gelen bir adamdan ne bekliyordunuz ki?
  • sadece kuva-i inzibatiye bile türk milleti için en büyük utanç kaynaklarından biri olmasına yeter. ayrıca milli mücadelenin ilk zaferlerinden sonra sevr'in revize halini rahatlıkla kabul edebileceğini belirterek (bu ayrıntı fazla bilinmez) destek istemiş ise de artık o aşamada pek kimse tarafından adam yerine konulmamıştır.

    kifayetsiz olduğu bir yana muhteris bile olamayan bir eziktir kendisi.
  • bir ülkenin bağımsızlığı için savaşanlar hakkında idam emrini imzalayarak o ülkenin kuruluşuna verdiği emekler takdire şayandır.
  • saltanatın kaldırılmasını, hilâfetin ilgasını, yeni bir meclis açılmasını, ankara'da bir hükümet kurulmasını, cumhuriyetin ilan edilmesini daha masum, daha meşru, gerekli ve mükemel gösterebilmek için, geçmişimize sürülen abartılı karanın karanlığından en çok etkilenen ve adı "hain"e çıkan son osmanlı padişahı...

    bütün bunlar dolaylı olarak mustafa kemal'e karşı bir antipati oluşmaması, yeni rejimin ve yeni yönetimin halk tarafından daha kolay benimsenebilmesi, bilinçsizce ve sorgusuzca padişaha bağlı bir tebea olmaya alışmış halkın, yapılanlara tepki göstermemesi için oluşturulmuş düzenlemelerdi.

    hepimiz atatürk'ü, vatanı satan padişahlardan yurdu kurtaran bir kahraman olarak tanıdık. oysa tarih kitaplarındaki birinci dünya savaşı ve sonrasına ait genel bilgiler, ülkenin durumunu yeterince gözler önüne sermeye yetmiyor mu?

    ortada vatan diye bir şey kalmamış ki satılsın.

    öte yandan mustafa kemal'in yaptıkları da ortada. hiç yoktan bir millet yaratan, bir ülkeyi adeta yeniden var eden bir insan. onu büyük göstermek için birilerini küçültmeye gerek var mıydı?

    "vatan satan padişah"... yanyana gelmesi mümkün olmayacak üç kelime. vatanın sahibi eğer padişahsa, onu satın almak için padişaha ondan daha değerli bir şeyi kim verebilir ki?

    bu söz bildiğiniz sebeplerle zaten sadece son padişah için, yani vahdettin için söylenmiştir. ancak bu ayırım bile yapılmadan işin içine bütün padişahlar katılmış, birinci dünya savaşıı sonucu müthiş bir maddi felâketle karşı karşıya kalan türk milleti, akıttığı oluk oluk kanla kazandığı istiklâline kavuşmanın, yeniden bir millet olmanın tadını doyasıya yaşayamadan bir de geçmişinden kopmak gibi manevi bir felaketle karşı karşıya kalmıştır.

    vahdettin'in bir hain olmadığı şeklinde yazı yazan tarihçiler de ya hainlikle ya cahillikle suçlanmışır. şimdi sayın ecevit'in bu konuda ortaya koyduğu görüş, birdenbire zihinleri berraklaştıraya yeter mi? hayır...

    belki bir asra yaklaşan kasıtlı bir yanlışlığın düzeltilmesi konusuna biraz açıklık getirilmiştir. ama "resmi tarihle gerçek tarih arasındaki çelişkilerle acaba daha hangi doğrular bizden gizleniyor?" sorusu zihinleri yeniden kemirmeye başlamıştır.
  • 'facialara kalkan olamadımsa da paratoner vazifesi 'gördüm diyen osmanlı sultanı.
hesabın var mı? giriş yap