• kısa dönem çavuştan rütbesi yüksek değilmiş.bunu bilsem zamanında niye selam vermiyon lan bana diyen örneğine diyeceğimi bilirdim ben.çok pişmanım sözlük.
  • onbaşılık mesleğini yalayıp yutmuş, uzmanı olmuş , pir olmuş insandır. saygı duymak lazım
  • ancak özel harekat taburunda gördüğüm, son derece hor kullanıldığı için 30-35 yaşında malulen emekli olmak zorunda kalan asker tipi.

    saat gece'nin 2'si iken uyandırılıp karşıki dağa tırmanması emredilen ve üç gün sonra dönen asker tipidir.
  • ekmek kavgasi yuzunden, universite mezunlarinin bile olmak icin ba$vurdugu askeri personel. (gercektir, gazetelere yansimi$ti.)
  • her yerde bulunmayan hatta çoğu askerin bile hayatında 1-2 kere gördüğü bir tür uzmandır. şöyle diyeyim yaklaşık 7000 erin bulunduğu bir yerde bunlardan sadece 1 tane görebildim. uzman çavuş olanları daha makbuldur ve her yerde bulunurlar. tembel olanları astsubaylığa falan geçemeyince 40-45 yaşına kadar dağlarda tepelerde sürterler. nasıl subaylar astsubayları takmazsa astsubaylar da bunları hiç takmaz. genelde eğitim birliklerinde görülmeleri olasıdır çünkü astsubayların üşendikleri çök kalk işlerini hakkıyla yaparlar ve gösteririler.
  • kısa dönem çavuşluğumda bölük subayı uyarana kadar komutanım çektiğim, daha sonra "ferhat onbaşım" diye seslendiğim rütbedir.
    adamın emekli olacağı meslek bu komutan çeksen ne olacak sanki. neticede bikaç zaman sonra uzman çavuş olacak. götümüz kalkmış işte.
  • ekşi sözlükte bir "meslek grubu" başlığına tıklayın arkadaşlar. uzman onbaşı için ne yazıyorsa adamlar astronot içinde aynısını yazmışlar. "kibirli, işe yaramaz, dünyanın en salak insanları, dünyanın en gereksiz adamları / kadınları....."
    evet sadece sizin mesleğiniz çok değerli, yapılmaya değer. sadece siz ve sizin gibiler kibirden veya diğer insan hatalarından uzakta hayatınızı sürdürüyorsunuz.

    bakın ben hiç uzman onbaşı veya başka rütbeden bir asker tanımadım. en fazla "aa o komşu astsubay mı??" diyecek kadar yakınım bu adamlara. birkaç kere tabi araç kiralama için konuştum, muhabbet ettim o kadar. yani bağım yok hiçbiriyle.

    bak güzel kardeşim; sen şurada gelip atıp tutmuşsun ve uzmanları ezerek ciddi ciddi kendini üstün tutmuşsun. "uzman personel yavşaktır!" diyerek kendininin yavşak olmadığını söylemişsin. "uzman çavuş bile olamamış.." derken hem çavuşa hem onbaşıya aynı potada ikinci sınıf insan muamelesi yapmışsın. peki sen kimsin? cidden sen kimsin? ne kattın dünyaya? misal nobel ödüllü bir bilim insanı "tabi bir ya da iki tanesiyle karşılaştım mühendislerin. bunlar tıp bile kazanamamış, yani doktor bile olmamış bir avuç basit insan..." minvalinde açıklama yapsa? halbuki mühendis ya da doktor bizim canımız ciğerimiz. bu meslek sahibi insanlar ne hisseder? gecenin bir vakti; bir çocuğu hayata döndürebilmek için saatlerini harcayan ve çocuk hayatını kaybedince bir köşede ağlayan doktora nasıl açıklayabiliriz bu sözü? ya da kahve içmekten artık teni koyulaşmış ama hala ucuz ve daha kullanışlı protezler yaratmak için gecesini gündüzüne katan mühendis nasıl hisseder böyle bir açıklama karşısında? ki tüm mühendisler veya doktorlar on numara insanlar değil veya hepsi dünyanın kurtuluşu için çalışmıyor. buna rağmen böyle bir açıklama -yani kendi seviyesinde olmayanı hor görerek kendini yükseltme çabası- hiç hoş olmayacaktır. yıllarını vermiş doktora, mühendise oldukça kötü hissettirecektir.

    bak ben satış temsilcisiyim. bana ne diyeceksiniz peki? "satış müdürü bile olamamış, kibirli, kendini bir bok zanneden..."

    bak şurada esnaflık yapan yazar arkadaş duruyor. ona ne diyeceksin? "ulusal bağlamda bile markasını duyuramayacak kadar basit, gereksiz bir kuruluşun sahibi..."

    bak şurada öğretmen yazar var. "akadamik makale bile yazamayacak kadar bilgisiz, doçent bile olamamış gerizekalılar grubu..."

    yahu soma madeninde -yahut diğer madenlerde- hayatlarını kaybeden işçiler için birinin çıkıp "yerin altında kömür kazmaktan başka çaresi olmayan vasıfsız insan sürüsü. düşünün adam 40 yaşına gelmiş sadece elinde kazmayla taşlara vurabilecek kadar kapasitesi var..." dediğini düşünün. halbuki hepiniz gördünüz onların nasıl emekçiler olduğunu, nasıl zorluklar yaşadığını.

    istedikten sonra bir meslek grubuna yaftayı yapıştırmak, o meslek grubunu/erbabını ezmek o kadar kolay ki... hatta bak hergün filmlerini izlediğim, hayranı olduğum ve türkiye'de herkesin gönlünde taht kuran şener şen için; "büyük oyuncu diyorsunuz ama emmy ödülü bile alamamış, oscar adaylığına bile yaklaşamamış figüran bozuntusu..." deseler? abartılı gelmesin arkadaşım dediklerim, bunu yapıyorsun tam olarak.

    ya hani diyorsunuz ya bu uzmanlara yahut astsubaylara "xxx ay / yıl eğitim aldı ve askerlere emir verebiliyor diye kendini birşey zanneden..." diye; hah işte bu söylemlerinle buraya kibrini kusuyorsun ya ekşici kardeşim işte o yüzden "kendini birşey sanan" sensin bu denklemde.

    küçümser yorumlarıyla kendi ezik egosunu tatmin etmeye çalışan yazarların meslekleri ne olursa olsun (isterseniz yukarıda dediğim gibi nobel ödülünüz veya daha prestijli ödülleriniz olsun) içlerinde bulundukları eziklik psikolojisi ile buraya gelip kustukları için ben meslek/konu erbabı olsalar bile; yeteri kadar olgun olmadıklarını düşünüyorum.

    anladığım, gözlemleyebildiğim kadarıyla ekşi sözlüğün çoğu beyaz yakalı. bir ofiste milyon tane daha üst yetkilinin ağzının içine bakan insanlar yani. ofiste çalışmaktan başka bir halta yaramayan gerizekalılar sürüsü bence. sistemin çarkları arasında ezilmekten dolayı insan olduklarını bile unutmuş; teknolojik aletlerle veya ucuz tatillerle kendini kandıran bir avuç gereksiz. müdürü "toplantıda amuda kalkacak ve o şekilde sunumunu yaparken popondan pinpon topu çıkartacaksın" dese bunu harfiyle yapacak -çünkü yükselmek istiyor, paranın ve mevki hevesinin köpeği olmuş- ve sonra gelip ekşiye gelip dert yanacak bir tayfa düşünün. hiç binemeyeceği arabalara, hiç sevişemeyeceği insanlara; parasını alamadığı uzun mesailerde bakıp bakıp imrenen insanlar... bu beyaz yakalı tayfanın hepsi ölse dünya hiçbirşey kaybetmez. çünkü yerleri doldurulabilir, çoğunun vasfı yok. vasfı olanlarda bir işe yaramıyor ya neyse...

    bak bu yukarıda yazdığım paragraf kendi düşüncelerim değil. beyaz yakalıları öyle görmüyorum. ki bende yıllardır beyaz yakayım. genelde göğsümde ad-soyad-ünvan yazan bir rozet ya da boynuma astığım bir kart ve dandik kartvizitlerle şu dünyada az çok yer kaplıyor ve kendimce var olmaya çalışıyorum. müdürlerin gereksiz istekleri için mesaimden ve kendimden harcıyorum yeri gelince. aman müşteri günümüzü mahvetmesin diye susuyorum... bu yukarıda yazdığımı -beyaz yakalıları küçümseyen, hor gören paragrafı- sizden daha iyi bir ünvanı, başarısı olan insanın yazdığını düşünün. misal sanatçı, lider, bilim insanı vs. nasıl hissederdiniz? kaldı ki insan olarak hiçbirimiz, diğerlerinden üstün değil. herkes ekmeğinin peşinde. ben araba kiralarım, sen program yazarsın, diğeri araba yıkar, ötekisi tanklar için ar-ge yapar, bir diğeri onbaşılık yapar. herkes ekmeğinin derdinde; olabildiğimiz neyse o kadarını olabiliyoruz. kah imkanlar el vermiyor, kah işimize gelmiyor. ama kısa / uzun farketmez askerliğinizi yaptınız ve bazı şeyler gözlemlediniz diye buraya gelip üstün ırk rolü oynamayın. kısa dönem askerken insanlıktan çıkıyorsunuz siz. birde uzman onbaşı olduğunuzu düşünün; oraya ne sebeple olursa olsun bir ömür bağlı kaldığınızı düşünün. olabiliyor, insan çaresiz kalabiliyor. yoksa kimse istemez askeriyede onbaşı olmayı. adam parası iyi demiştir, köyde kazanamıyorum diye düşünmüştür, bu iş daha kolay demiştir, borcumu ödemem lazım demiştir... bir şekilde o mesleği kendi için uygun görmüştür. ki onbaşılık ya da erlik mesleki olarak küçümsenecek bir meslek değil. sadece koşulları kötü olduğu için istemez kimse bu meslekleri.

    yahu hiç mi zor durumda kalmadınız? hiç mi "ne iş olursa olsun yaparım abi." demediniz?
    bak ben sana anlatayım; sene 2014 - 2015. o sıralar bilim merkezinde yarı zamanlı rehber öğretmenlik yapıyorum. ayda 12 gün çalışıyorum ve ona rağmen asgari ücretten fazla alıyorum. ve mesaim dışında sürekli yeni gösteriler, atölyeler için bana tahsis edilen küçük masada deney ve prova yapıyorum. hacettepe üniversitesinde fizik mühendisliği okuyorum. yenilenebilir enerjiler üzerine bir hocamızın yanından ayrılmıyorum. seminerler, fuarlar geziyorum. ek olarak yenilenebilir enerjiler üzerine araştırma yapan küçük merkezimizde kapı boyamasından tut toprak kazmaya, güneş panellerinin devre elemanlarını lehimlemeye kadar uğraşıyorum. ek olarak tubitak'ta eğitim alıyorum. aldığım eğitimleri okul öğretmenlerine veriyorum. konu çocukların anlayabileceği düzeyde robotların algoritması, bileşenleri ve çalışma mantığı. tabi detaya iniyoruz eğitimlerde. "eğitmen eğiticiliği sertifikam" hala durur evimde, tubitak vermişti, artık ne işe yarayacaksa. bir taraftan sürekli okuyorum; kara delikler, sicim teorisi, tesla, manyetik alanlar, planck boyutunda maddenin / enerjinin durumları... yani herşey olması gerekenden, hayal edebileceğimden daha iyiydi. akademisyenlik mi yoksa mühendislik mi diye düşünüyordum. bu düşüncenin lüks olduğunu ve kafamı yormam gereken daha ciddi konular olduğunu gösterecekti hayat...
    birden ya, birden herşey gitti elimden. parasız kaldım ailemle. bilim merkezine yeni müdür geldi ve yarı zamanlıları işten çıkarttı. tubitak projesi anlık duraksamaya girdi. okula gidemedim param olmadığı için. "hocam gelin bizimle çalışın, çocuklara atölye kurduk. yeniyiz ama çok harika bir yer." diyen kişiler telefonlara çıkmamaya başladı. beni başvurmadığım halde arayıp iş teklif eden yerler o zaman suratıma kapattı telefonu. ve yemin ediyorum bu işimin, okulumun, projelerimin olduğu günlerden sadece iki ay sonra ankara mobilyacılar sitesinde çalışan akrabama "abi tamam eşya taşıyamam belki zayıf olduğum için ama hani tuvaletlerin temizliği olur, getir-götür işi olur hepsini yaparım." diyordum. 6 ay boyu fabrikalardan bile olumlu yanıt gelmemişti. sonra allah yüzüme güldü(!) trafo işine girdim. tam olarak tubitak'ta odtü makina profesörüyle elimde kahvem "bilim etiği, yapay zeka" gibi konulardan konuştuğum, tubitak'ın ankara'yı gören üst katında başka başka akademisyen veya mühendislerle yine bilimsel konular üzerine konuşup yemeğimi yediğim günlerden 6 ay sonra -mübala yok!-şantiyenin toprak yolunun kıyısında yerde oturmuş ve üstüm başım toz içinde lahmacun yiyordum ve o lahmacunu aldırabilmek için ustama 4 saat boyu dil döktüm. ustam "hadi amk bitir şunu" diye bağırırken dibimden devasa şantiye kamyonu geçti, elimde toz içinde kalmış lahmacuna, kirli ellerime bakarken düşündüm; "nereden nereye" diye. bak bu sadece benim yaşadığım basit bir kırılma anı. insanlar kim bilir neler yaşıyor. o sertifikalar, eğitimler, kitaplar, cv falan hepsi yalan oldu, boşa çıktı. o zamanlar bana bırak uzman onbaşılığı "nizamiyeye köpek lazım" deseler kabul ederdim lan. zor durumdayız çünkü ve ailem var, bakmam lazım!

    yani şu an olduğunuz yerlere, okuduğunuz okullara güvenmeyin. ne olursunuz şu kibrinizi bırakın. yarın tepe taklak olupta "askerde sözleşmeli er olarak kalacaktım ben, ah kafam ah, en azından eve üç kuruş para getirirdim..." diye sızlanmak, dövünmekte var...

    inşallah siz hiç düşmezsiniz, hep çok iyi işleriniz olur, hep başarılı olursunuz. ancak şu kibrinizi yenin artık. bırakın egonuzu bir kenara. insanları anlamak için zor duruma düşmek gerekmiyor; biraz empati çok zor değil.

    ya kibrinizi yenin ya da uzman onbaşı ve benzeri meslek sahiplerini insan yerine koymayıp, şehit verilince "ühü ühü kahraman askerimiz, hemde çok garibanmış ailesine baksanıza" diye duyar kasmayın. sonuçta uzman onbaşı insan değil, adam değil, bir boka yaramaz, gereksiz herifin teki sizin dediğinize göre. ölmesi daha iyi, gereksiz oksijen israfı.

    yine "elbette emekçi sınıfı ezilmekte, buna bir son verilmesi lazım. bakın halkımız fakir..." diye bilmiş bilmiş konuşmayın. uzman onbaşı bir emekçidir. soma da ölenler kadar emekçi, tekel işçisi kadar emekçi...

    kibrinizi yenin ve insanları yaftalamak yerine anlamaya çalışın. o zaman dünya daha güzel bir yer olur, siz daha da güzel insanlar olursunuz.
  • uzman onbaşı , uzman çavuş ve hatta astsubaylar. ben hayatımda bunlar kadar kişilikleri sorunlu , eziklik psikolojisinden sıyrılamamış , kendisini bir şey sanan güruh görmemiştim sağolsun tsk 5 aylık ustalık sırasında hepsini ayrıntılarıyla gösterdi.
    bunlara tsk ekmek vermese ne bok yaparlardı kendileri bile bilmiyorlardır muhtemelen.
  • onbaşılıkta uzmanlaşmış olan seçkin bireylerden oluşan, ordunun belkemiği rütbe.

    ihtisas alanı onbaşılıktır, uzman çavuş bunların işini yapamaz, onbaşılığı onlar bilir.
  • tsk'nın en ezikli rütbelisidir. bir akşam nöbetçi çavuş olmanın getirdiği angaryalardan biri olan yoklamayı karargah binasına bırakmak görevinden dönerken, o gece muhtemelen amm'de nöbetçi olan bir tanesi asker diyerek yanına çağırmış, yanına gittiğimde çavuş olduğumu gördüğünden midir yoksa artık kısa dönem olmamın getirdiği ağırlıktan mıdır bilemem, geveleyip hocam kusura bakma ya diyip eziklenmişti. muhtemelen canı sıkılmış, askere sarayım da biraz ızdırap olayım diye birşeyler kitleyecekti ama işte yazık...
hesabın var mı? giriş yap