• wittgenstein'in, düşünceyi anlatıma dönüştüren araç olarak "dil"in, rastgele* bir kullanımla yanlış noktalara varmaya müsait yapısını vurguladığını düşündüğüm öğreti. bu vurgu bize dil kullanımının ne kadar önemli olduğunun da mesajını verir. çünkü konuşmak her zaman "konuşmak" değildir. ve üzerine konuşulmak istenen konunun sistemli bir şekilde doğru yere/sonuca bağlanmasını mümkün kılacak gerekli argümanlar elde yoksa (ya da yeterli değilse), konuşulanın bir süre sonra safsataya, spekülasyona, laf salatasına dönüşmesi an meselesidir. böyle bir durumda kelimeler, cümleler nereye çarpacağı belli olmayan dümensiz gemi gibi seyir alır. anlatım başarısız olur. bu nedenle konu eğer uygun argümanlarla desteklenmiyorsa, üzerine hiç konuşulmaması yeğdir.
  • herr.wittgenstein'in tum insanliga verdigi, ve tum insanliga verilebilecek en kiymetli oguttur. insanlar arasindaki tum anlasilmazliklarin kokeninde konusmamalari gereken seyleri konusmalari ve bunu bir de birbirleriyle yapmalari yatar. halbuki en guzelini sairler yapmaktadirlar. onlar konusamadiklari seyler hakkinda susamayacaklarini bildikleri icin siirler yazarlar ve gercekleri de saptirarak "sanat yapiyoruz, imge yaratiyoruz" ayagina yatarak baskalarini uzmeden, icindekileri bosaltirlar.

    sairler aslinda cesareti olmadigi icin dedikodu yapamayan kelime hacanalaridir.
  • "ey dil ile söylenen söz
    ben ne vakit senden kurtulacağım da
    marifet güneşinin nuru ile gerçek padişahı bulacağım,
    dilden de, kıt'adan da, şiirimden de bıktım artık."

    *
  • üzerine konuşulmayan konusunda susmalı. tamam, bunu yapmaya çalıştık diyelim. peki kendisi üzerine konuşmaktan bizi alıkoyan o şey de susar mı bu durumda? bence o andan itibaren canlanarak susmaya çalışan kişi hakkında konuşmaya başlar. canlanır ve kendinde birikmiş olan enerjiyi susmaya çalışan kişi üzerinde egemenlik kurmakta kullanmaya başlar. şeyi hakkında suskunluğu tercih eden onu sırlaştırarak karanlığa gömmeye çalıştıkça, nesnesi o geri adımı görerek ayartılır ve gömülmeye karşı isyan ederek adım adım ete kemiğe kavuşarak bedenleşir.

    üzerine konuşulmayanın nesnesi yok değildir. sadece dilin olanakları şu an için onu ifade etmeye yeterli değildir. o halde susmak yerine dile gelmez görüneni ifadenin yetersizliğiyle anlatmaya çalışmaya devam etmek gerekir. ifadeyi mükemmelleştirerek anlatının tümleştirilmesi hayali yerine beckett'in "yine dene, yine yenil"ini şiar edinebiliriz. keza onun kolu bacağı kopmuş figürlerinin anlatmaya devam etmek konusunda ifade zorlayıcı tavırlarını da. her denemede şeyin kendinde tuttuğu yasak enerjinin bir parça dönüşümü mümkün olacaktır bu sayede.

    her ne nesne üzerinde olursa olsun, ki bunun adı tanrı da olabilir (ve zaten üzerine konuşulamayan her nesne tanrısallaşır) bir şey bizi anlatmaktan imtina ettirerek çenemizi kapatıyorsa, o nesnenin kurbanı oluruz. kurbanın suskusu sıradan bir sessizlik değildir. yasakların ve eziyetlerin suskusudur. ifade düzleminden dışlanan her nesne gerçek düzleminde şiddetle geri döner.

    suçlu sessizlikler, susturularak kurban edilenler, tabuların kurbanı olmayı zevkle birleştiren şehitler, kutsalın bekçiliğini etiyle kanıyla besleyenler, düzenin işlemesi için canından olanlar.. suskunluğa mecbur bırakan her düzen totaliterdir. işin tuhafı bu düzen dışarıdan değil, içerden gelir. das ding'in tekinsizleşmesinden. inland empire'ın topraklarının uçsuzluğu karşısında dünya bir bahçe kadar küçülebilir. içimizdekini anlatarak içinde yaşadığımız dünyayı genişletmek, içerideki suskunlukları azaltarak dünyadaki nesnelerin değerini artırmak bir yoldur.
  • bunu, üzerine susulabilen konusunda konuşmamalı olarak da ifade edebiliriz. tractatus döneminden sonraki wittgenstein kızmaz bize.

    üstelik susmanın grameri olmadığı için birlikte yapılıyorsa en coşkun başkaldırışlardan biridir de diyebiliriz. bunu sadece susanların bilmesi yeterlidir. bu kendiliğinden örgütlenmektir. ece ayhan demiş işte aşktır. birlikte susabildiğimiz, sustuklarımızı duyabildiğimiz, bizi titreten aşktır.

    hayat belki de üzerine konuşulamayanlar yaratabildiğimiz ölçüde yıkılabilecek ve yeniden doğabilecektir. susabildiğimiz, bizi susmaya zorlayan yerlere, insanlara doğru telaşımız da bundan mı acaba?
  • üzerinde konuşulamayan, hep susmak kolay geldiğinden, tercih edildiğinden konuşulamaz hale geldiğinden, kötü yol gösteren iyi söz.
    söze getirilemeyenin * yok sayılması, zamanla yok sanılmasına da yol açabilir.
  • bu cumle sanki behcet necatigilin solgun bir gul dokununca siirinin duz yazi hali gibidir. biraz daha ikaz icerir belki. siirde ise daha cok bir kacinilmazlik vardir, uzerinde konusulamayan konusunda konusmaya kalkisinca olacaklardan. bence tabi.

    'çoklarından düşüyor da bunca
    görmüyor gelip geçenler
    eğilip alıyorum
    solgun bir gül oluyor dokununca'

    ayrica pek sevgili bir hocamizin pespese sinavlar boyunca ayni soruyu sormasina da etkide bulunmus bir cumledir. 'hocam daha bu konuyu islememistik' o ayri.
  • bir murat lu çevirisi şöyledir: "üzerine konuşulamayan üzerine içmeli"

    (biliyoruz ki, her çeviri tartışmaya açıktır)

    cümlenin özgün hali ise şöyle, bu arada: "wovon man nicht sprechen kann, darüber muss man schweigen"
  • kolay bir yenilgi ya da vazgeçme değildir...
    sessiz bir bilgeliği aşkınlık olarak yorumyanlar vardır. bu bakımdan kaçış olarak algılanabilmektedir ki; kanımca yalnıştır.
    daha çok söylenebilirlik ve gösterilebilirlik bağlamında almak gerekir. anlatılamayacak şeyler vardır dille ve yine dille anlaşılamazlar... gösterilmeleri gerekir; ancak sezilebilirler...
    örneğin etik konusunda önermelerin bir anlamı yoktur, sadece deneyimlenebilirler, sezilebilirler.
    söylenebilir değil gösterilebilirdirler...
    (bkz: wittgenstein)
  • bütün mal varlığını kaybetmeli. norveç'e gitmeli. bir fiyordun kıyısına kulübe yapmalı. orada üzerine konuşulacak hiçbir şey olmamalı. susmalı, susmalı, hep durmalı. susamadığın konuda da oturup yazı yazmalı.
hesabın var mı? giriş yap