• habire bunun güzelliğini, "amaç" olması lüzûmluluğunu, kendimizi buna zorlamamız gerektiğini öğretmeye çalışır dururlar...

    yanımızda güveneceğimiz birileri olsun diye mi, sırf "onlar" bizi aralarına alsın diye mi, her kılıfa girebildiğimizi göstermek için mi, uyum sağlamak... "ben niye onlara uyuyorum, ya onlar şeytansa" olamaz mı, yıllardır uydum durdum, uyacağım diye kendimden oldum, biraz da onlar bana/bize uyamaz mı ?

    illa ki "biz bir aileyiz" mi olmalıdır, zaten insanı çileden, hayattan çıkaran sorunlar hep aileyle başlamaz mı ?

    uyum sağlamak ödün vermek, kendini tüketmek, çilesini kabullenmek... uyum sağlamak bu dünyanın, projelerin, bu das kapital'in, bu paranoyakların askeri olmak...
  • evcilleştirmenin sonucudur.

    (bkz: evcilleştirmek/@sersailles)
  • insanlara kedilerden devrolmuş bir özelliktir. fiziksel olarak binbir zayıf noktası olmasına ve şiddete maruz kalması durumunda hemen ölebilmesine rağmen, binbir türlü acıya, açlığa ve duygusal darbeye sıkı bir şekilde direnir. ha sonunda ya psikopat olup sağa sola saldırmayı ya da gandhi misali öbür yanağını dönüp bildiği yolda devam etmeyi öğrenir, o ayrı. ama yaşamaya devam eder bir şekilde. bir şekilde sürdürür ve hayatla bir çeşit bağ kurmayı başarır.
  • evrimleşmektir.
  • insanoglunun en muhim, uzerinde en uzun uzun durulasi kabiliyeti. bir erdemdir. yasamayi mumkun kilan, hatta ogreten bir seydir. izi kalir, o ayri.
  • teze o kadar dalmis durumdayim, aklim tezle ve buradaki yasamimla o kadar dolmus durumda ki bu aralar tez disinda hicbir sey yazmiyorum; ama kendim icin kayit altina almak istedigim birkac sey oldugundan yazmaya karar verdim. yazar olusum buraya gelisimin ikinci haftasina denk geldiginden, burada yazdiklarim bir cesit “yolculuga iliskin notlar” niteliginde. bu yuzden de buraya yazmayi surduruyorum. bilimsel ya da yarar saglanabilecek bir icerik olmayacak kisacasi. bu nedenle de okuyarak zaman yitirmeyebilirsiniz.
    ---

    asistanligini yaptigim bir japon hoca var. kendi danisman hocam degil. bu hocanin asistanligini 1,5 yili askin bir suredir yurutuyorum. haftanin belirli bir gunu hocanin ofisinde calisiyorum. sinav okumaktan tutun da anket verilerini spss’e girmekten, istatistik analizi yapmaktan ders iceriklerini ogrenci bilgi sistemine yazmaktan, konferans kayitlarindan ingilizce cevirilerini duzeltmeye kadar pek cok isi yapiyorum. bildiginiz arastirma gorevlisi isleri. bu hafta yanina gittigimde bana analiz etmem gereken verileri verdikten sonra hangi tur analizleri yapmam gerektigini soyledi. neyse, ben yapmam gereken islere koyulmusken hoca yanima geldi ve bana, yasamimda duymus oldugum en guzel sozlerden bazilarini soyledi. aslina bakarsaniz 4 yillik doktora surecimi ozetledi de diyebiliriz. bana dedi ki: “benim bir asistanim daha var. o da doktora yapiyor; ama bir is verdigimde ‘bilmiyorum’ diyerek yapmaktan kaciniyor. sen yapiyorsun ama. sen bilmiyorsan da arastiriyor, ogreniyor ve yapiyorsun. o yuzden mezun olana kadar senin hep gelmeni istiyorum.”

    bu sozlerin benim icin ne kadar degerli, cesaretlendici ve tesvik edici olduklarini nasil anlatsam bilmiyorum. aslina bakarsaniz bu sozler, benim buradaki 4 yillik doktora surecimin bir ozeti.

    hocanin ofisine gittigim ilk gunu animsiyorum. japoncam cok iyi duzeyde olmadigi gibi benden tam olarak ne beklenecegini, beklenenleri ne olcude yerine getirebilcegimi, yaptigim ise karsilik alacagim parayi gercekten hak edip etmeyecegimi dusunuyordum; cunku ben japon degildim ve bir japon’un yaptigi incelikle ve verimle yapamayacaktim isleri buyuk olasilikla. beklentiyi karsilayamamaktan cekiniyordum ve kendi hocamin yuzunu kara cikarmaktan da. bu hoca, benim hocamdan bir ogrenciyi asistan olarak onermesini istediginde, ben ingilizce biliyorum ve japonca da az bucuk konusup anlayabiliyorum diye beni onermis ve o sayede bu hocanin asistanligini yapmaya baslamistim. kendi hocama bunun nasil bir is oldugunu sordugumda literatur taramasi, veri girisi gibi gibi isler olacak demisti. “yaparsin yaparsin.” da demisti. japoncamin yeterli olup olmayacagini sordugumda o hocayla ingilizce konusabilecegimi, sorun olmayacagini soylemisti. ben de hocayla ingilizce konusacagimizi dusunuyordum ilk gun giderken. hic oyle olmadi. hocanin ingilizcesi pek yoktu. hoca benimle ingilizce konusup dilini gelistirmek yerine benimle japonca konusmayi secti. anadili japonca oldugu icin yadirgamiyorum bu durumu; ama bunu inanilmaz bir hizla ve pek cok seye iliskin ayni anda konusarak yapmasaydi biraz daha kolay takip edebilirdim soylediklerini; ama yapti.

    benden istediklerini aciklarken o gun girecegi dersleri, katilacagi konferanslari, ne kadar yorgun hissettigini ve daha bircok seyi de araya katmayi da ihmal etmedi. benden istediklerini soyluyordu ama, benim bazi seyleri bilmedigimi goz ardi ediyordu. farkinda degildi diyeyim daha dogrusu. bazen de tam olarak ne istedigini aciklamiyor, yapmami istedigi seyi soyleyip gidiyordu. hoca bicir bicir konusan, cok tatli bir insan bu arada. benim benim japoncam pek iyi duzeyde olmamasiydi.

    baslarda ne kadar bocaladigimi, hocadan bazen uc kere aciklama istedigimi ve bazen ucuncude bile anlamayip kalakaldigimi, bilgisayarin basinda dakikalar gecirip “hoca acaba benden tam olarak ne istemis olabilir?” diye kara karar dusunup ekrandaki japonca yazilar arasinda kayboldugumu, yasamdan soguyup kendimden nefret ettigimi, “benim burada ne isim var?” diye icimden cildirip disimda sakince oturup “dusun dusun dusun” diye anlamaya calistigimi, ise uygun olmadigimi dusunup birakip gitmeye karar verip verip bunu bozdugumu….nasil anlatsam diyordum ki anlattim. dehset icinde ama buyuk bir sakinlikle gecirdigim o saatleri animsadikca gulumsuyorum. yasadiklarim bulmaca cozmek gibiydi ve ben surekli olarak beynimi hissediyordum.

    bir japon’un belki yarim saatini alacak isler icin ben saatlerce ugrastim. hoca bana yapmam icin bir is verdiginde “ben bunu yapamam.” demedim hic. anlamadigimda sordum. anladigim seyin dogrulugunu da mutlaka teyit ettim; ama “yapamam.” demedim. “ben bunu ogrenirim ve yaparim.” dedim. ardindan “ben bunu nasil yapabilirim?” diye sordum kendime ve arastirmaya gectim. zaman alacaksa hocaya bunu onceden soyluyordum. isin aciliyeti varsa ve benim yavas yapmamdan kaynakli olarak o gun yetismeyecekse kalip yetistirmek icin calisiyordum. nasil yapilacagini bilmiyorsam ogreniyordum. surec zorluydu. yaparken hata da yaptim; duzelttim. gec yaptim; ama yaptim. nasil oldugunu anlamadim ama, oldu.

    en baslarda hocadan surekli ozur diliyordum. hatta aldigim parayi hak etmedigimi de dusunuyordum; ama japonlar anlayisli insanlar. ogrenme surecinde hata yapilacaginin farkindalar ve hatanizi kesinlikle yuzunuze vurmuyorlar. tersine, sizi destekliyor ve cesaretlendirici sozler ediyorlar. hoca da boyle anlayisli biri; ama ilk donemden sonra beni bir daha istemez diye dusunuyordum acikcasi. dusundugum gibi olmadi. nasil olmadi ya da oldu ben de bilmiyorum. bir bicimde hala devam ediyorum. hem asistanliga hem de doktoraya.

    hocayla konusurken bana bir de “ofise geldigin ilk gunu animsiyorum. acikca nasil olacak diye biraz kaygilanmistim. japonca anliyordun; ama su an eskisinden cok daha akici konusuyorsun ve o kadar japon gibi tepki veriyorsun ki sanki bir japonsun.” da dedi. bu sozler de bu ulkeye uyum saglama surecimin bir ozeti. zaten o gun, pek cok japon’dan benzer sozler duydum. hatta iclerinden biri bana “sen benden daha japon’sun.” bile dedi. karsilikli gulustuk. saniyorum ki 4 yilin sonunda bu ulkeye tam anlamiyla uyum saglayabildim ki ben de oyle hissediyorum. artik japonlari ve kulturlerini daha iyi anlayabildigimi saniyor, hatta bir japon kulturel kimligim oldugunu dusunuyorum.

    bu 4 yilin sonunda varmis oldugum noktada iyi hissediyorum.

    ekleme: yazim hatalari giderildi. muddywaters'a cok tesekkurler.
  • gururu bırakmadıktan sonra, saygı duymadıktan sonra;

    zevkler ve renkler ne olursa olsun başarıya ulaşamayacağınız eylem...
  • "din, mutluluğa erişme ve ıstıraptan kaçınma yöntemini herkese eşit koşullarda dayattığı için tercihlere ve uyum sağlama yeteneğine dayanan bu oyunu engeller. (...) bunun karşılığında insanları manevi açıdan çocuklaştırır ve onları kitlesel bir sanrıya sürükleyerek bireysel nevrozlardan korumayı başarır. fakat bunun ötesinde pek de işe yaramaz." sigmund freud - uygarlığın huzursuzluğu

    "nostalghia'da benim bütün meselem, görünüşte savaşçı olmayan ama benim için bu hayatın yegane galibi olan 'zayıf' insan konusunu sürdürmekti. stalker kendi kendisiyle konuşmasında, zayıflığı biricik doğru değer ve hayattaki tek umut olarak savunur. faydacı gerçekliğe uyum sağlayamayanlar her zaman hoşuma gitmiştir. ivan'ı saymazsak filmlerimde kahramanlar yoktur." andrey tarkovski - mühürlenmiş zaman

    "hiç durmadan dokuz saat araba kullandı. kendi içine yönelik bir yolculukta. kendi derinliklerine varma isteğinde. (...) insan yirmi yaşında ya toplumun akılla bağdaşmayan düzenine girer ya da var olur. uyum istemiyor, var olmak istiyor. gidiyor. sınırlarını zorluyor. ben de gidiyorum. henüz uyum duyayacağım hiçbir şeyle karşılaşmadım." tezer özlü - yaşamın ucuna yolculuk

    (bkz: uyumluluk), uyumlu, uyum/@ibisile
    (bkz: uyaroğlu)
  • hayatta kalmanın sırlarından biridir. darwin, çok güçlü olanın değil uyum sağlayanın hayatta kalabileceğini yazmıştı.

    dexter dizisinde de şöyle bir muhteşem uyum sağlama ifadesi vardır:

    "birisi fotoğrafını çekerken gülümsüyorsun. mutlu olup olmaman fark etmez. uyum sağlamak için."
    dexter
  • birşeyleri uslu uslu kabullenmek anlamı dışında çok anarşik bir işimizdir, bir alışkanlıktır bu uyum sağlama meselesi. asıl mesele birşeyleri kırıp dökmeden uyum sağlamakta.

    bir bakıma alışmanın ötesinde bir (d)evrim sürecidir iyisiyle kötüsüyle uyum sağlamak. insan iyiye kolay alışır da kötü şartlara o kadar da çabuk uyum sağlayamaz denir. öyledir de. bünyemiz şımarık bizim insanoğlu olarak da ondan böyle.

    mesela bir araba alsak şimdi, o kıymetli popomuz hemen yeni yerine alışıverir, artık otobüse binmeye karşı bir uyumsuzluk gelişir bünyede. dişimiz çekilse bir süre dilimiz arar durur onu boşluğunda, sonra unutuverir, bünye bir diş eksik dişle işlemeye uyum gösterir. başkasının kalbi bile bize uyum gösterebiliyor düşünsenize!

    yalnızlığa mı uyum sağlamak daha zordur yoksa iki kişilik bir yanlızlığa mı?
    neyse efendim, insan herşeye alışıyor işte...

    "duyulara uyum" diye geçermiş tıp dilinde ayrıca. sevgi ve hoşgörünün dergisi sızıntıda rastladım. suyun kaldırma kuvvetine, duyuları ayağa kaldırma ve insanı uyandırma gücüne inananlar için eğlenceli ve bilgilendirici bir yazı.
    http://www.sizinti.com.tr/konular.php?konuid=3997
hesabın var mı? giriş yap