• bir eylemin yarar sağladığı sürece doğru olduğuna inanan ahlaki teorem.

    ayrıntılı bilgi için;
    http://www.utilitarianism.com/
    http://www.utilitarianism.org/
  • ta roma zamanından beri kullanılan düşünce, o dönemde yapılan yapıların göze hitap etmek yerine daha çok insana katkı sağlamasını amaçlıyordu. o dönemde yapılan büyük kolezyumlar, banyolar, su kanalları ve yollar bu fikrin en belirleyici örneklerinden sayılabilir. yunan dönemindeki her şey güzel olsun, ideal olsun, mükemmeli yaratmalıyız fikrine bir bakıma karşı çıkan düşünce, roma'nın büyük bir imparatorluk olması sebebiyle, özellikle mimaride bir binanın insanlara en fazla yarar getirecek haliyle tasarlanıp, aynı örneğin diğer tüm şehirlerde kullanılmasına dayanıyordu.

    bu gün doğuda hala roma döneminde temeli atılan yolları kullanıyorsak, fikrin istenildiği gibi işlediği görülebilir. ayrıca roma imparatorluğunun, bu kadar büyük sınırlara ulaşması ve ilk uzun süreli imparatorluk olmasının altında da bu fikrin gerçek hayata uygulanış şekli olan, ele geçir, insanlarla iyi geçin, şehri geliştir ve vergi al mantığı görülebilir. yüzyıllardır bir persin bir yunanın bir mısırın işgali altında kalan insanları için ideal olan da biraz düzen, barış ve zar zor kazandıkları hayatların geliştirmekti
  • "an action is morally right if it produces the greatest overall happiness of the greatest number of people"
  • jeremy bentham ve james mill tarafından ortaya atılan bir düşünce. mutluluk ve memnuniyet veren iyidir, acı ve üzüntü veren kötüdür şeklinde özetlenebilir. bireyler buna dayanarak memnuniyeti maksimize, acıyı minimize etmeye çalışırlar. ölçüm olarak da alınan haz veya işe yararlık göz önünde bulundurulur.
  • kendinize doğru soruları sorduğunuzda hayatınızı güzelleştiren, insan ilişkilerinde uyguladığım ve çoğu zaman fayda gördüğüm tekniklerin bütünüdür.

    salt faydacılıktan olarak düşünmüyorum ve uygulamıyorum. insanların etkileşimine önem veren olarak sizi kötü yapan ve seviyenizi aşağı çeken insanlarda uzak olmanın en azından faydacılık olduğunu düşünmüyorum. hayatıma bana zararı olmayıp faydası olmayan tonla insan var. ama hayatıma giren insanların bana bir şey katmasına inandığımdan geçirilecek zamanın iyi değerlendirilmesini istiyorum.

    çok pragmatik bir paradigma olarak görülüyor olsa bile acımasızlık düzeyinde ayrışma yaptığımı söyleyemem. en azında zamanımı zayi ettiğim insanlar var.

    sonuçta her zaman düzgün çalışmıyor beynim.*çalışmaya başladığında zaten çoktan o enerji emici ve zamanımı sömüren insandan kurtulmuş buluyorum kendimi.
  • "biz çok defa faydacılık (utilitarianism) akidesine sanki dine aykırı bir öğretiymiş gibi hücum edildiğini de işitiyoruz. farz ve tahminden ileri gitmeyen bir şey söylemek lazımsa şunu diyebiliriz ki, mesele tanrılığın ahlâk karakteri hakkında edindiğimiz fikirlere bağlıdır. eğer allah'ın her şeyden evvel kullarının saadetini istediğine ve onların bu saadete göre yaratıldığına inanılıyorsa faydacılık en dinî sanılan mezheplerden daha derin bir surette dindar bir doktrindir."
    (j. s. mill, faydacılık, sf.39, meb yay., 1946)

    evvelce bana esen ise bu düşüncenin tam tersten okunması gerektiğiydi; yeryüzünde her şey düzenli görünüyorsa ve tanrı hepimiz için (tüm insanoğlu ve diğer canlılar) en uygun olanı, en saadetli olanı seçmiş de ona göre onun bilincine varacak olan ve onu tespih edecek olan (kuran söylemiyle: nahl suresi 1: "... tüm varlığın tespih ettiğidir o allah."; isra suresi 43: "o hep tespih edilen, onların söylediklerinden çok uzak ve çok yüksek; hem de ölçüye sığmayacak kadar yüksek..."; saffat suresi 166: "o durmadan tespih edenler elbette biziz."; hadid suresi 1: "göklerde ve yerdeki her şey allah'ı tespih etmektedir. azîz'dir o, hakîm'dir." vb.) bizleri yaratmışsa, biz en faydacı tavrın (aynı zamanda en kutsal olan) esiriyiz demektir. leibniz'in ya da gazali'nin "mümkün / olabilecek alemlerin en iyisi" olarak gördüğü bu yaşama alanımız, kendisine ve onun dışında ne varsa herbir şeye dönük olan bilincimizin sıhhatli kavrayışına muhtaçtır; zira bu alanın en faydalı / kutsal tavırla yaratılmış olduğuna olan inancımız için en nihayetinde yarattığı düşünülen ile yaratıldığı düşünülen arasında bağlantı kurabilecek bir zihne sahip olmamız gerekiyor. bu bağlantıyı kuramadığımızda düzeni de göremeyebiliriz. oysa başta söylemeye çalıştığım "düzeni tersten okuma" imkânını da bana sağlayan bir bilinçlenme durumu söz konusudur.

    düzeni tersten okuma, mill'in en başta alıntıladığım şekliyle, "en faydalı yaratım ürünü" olarak gördüğü "yaratılan şey"in en nihayetinde öyle olmadığını bizim başka türlü bir alemin tanığı olmadığımızdan ötürü, yaşadığımız ya da bilincinde olduğumuz alemin faydalı bir saadet sunup sunmadığını da bilemeyiz. çünkü faydacılık (utilitarianism için bunu kullanıyorum burada), temelde bilincin, insanın kendine dönük arzularını derleyip toparladığı bir düzeni öngörür. "insana faydası dokunan şey", dindarca söylersek, "insana faydası dokunacak şeyin bir üst/tanrısal akılla -bilinçli bir şekilde- belirlenmiş olması"yla anlamlanır (örn. mezmurlar 104.14: "hayvanlar için ot, insanların yararı için bitkiler yetiştirirsin; insanlar ekmeğini topraktan çıkarsın diye,..."; 107.15: "şükretsinler rab'be sevgisi için, insanlar yararına yaptığı harikalar için!"). bu, insana en faydası dokunan yaratım sürecinin işlediği kabulüne sığınmamızı gerektirir. bu sığınma durumu da çok insanca güdüklüklere dayanır: var oluş çilesi, ruhî açıdan yolun başından ve sonundan emin olamama, yaşıyor olmanın asıl manasına ilişkin spekülatif söylemler dışında somut delillerden yoksun olma vb. işte faydacılığın hem insanca ve kutsal olanca ortak küme oluşu da burada anlamlanıyor.

    mill şöyle diyor: "allahtan yahut hemcinslerimizden gelen mânevî, maddî mükâfat ve ceza hakkındaki tesirli fikir, insan tabiatındaki allah'a ve insanlığa karşı menfaat düşüncesinden uzak bir sadakatle uyuşarak - bu ahlâka karşı gösterilen temayül nispetinde- faydacılık ahlâkını kuvvetlendirir." (a.g.e., sf.49) filozof, öğretinin ahlâk anlayışına arka çıkarken tanrı'ya ve dine bu denli sarılmasının nedeni açık; ben ise tam ters bir okumayla alem kıyasından yoksunluğumuzdan ötürü, şu anki hiçbir durumun insan için en faydalı olan olup olmadığını bilme imkânımızın bulunmadığını düşünüyorum. "mümkün alemlerin en yücesi" veya "mümkün alemlerin en aşağısı/kötüsü" deyişlerini teraziye yüklediğimizde, bir kefe daha ağır basıyor diyemeyiz; zira biz bu konuda aşırı iyimser veya kötümser olma imkânımızı yine kıyastan yoksun olarak mevcut durumdan edinmiş oluyoruz. bizim "fayda" olarak görebileceğimiz her somut şey, yine başka türden bir alemde, başka türden bir kavrama yolunu tecrübe etmediğimiz için, sadece buradaki kavrama yetimize özgü kalmaya mahkumdur; bu yüzden biz faydalı veya faydasız olan üzerine bir yaratım sürecinden de bahsedemeyiz. "faydalı olan" dediğim şey, buraya özgü aracın işleyebilirliğinin neticesidir; oysa üç gözümüz olduğunda durumun ne olacağını ya da nasıl bir kavrama yetisi geliştirebileceğimizi bilemeyeceğimiz, örneğinde olduğu gibi, "faydasız olan"ın da şu anki durumda "bozulmuş olan" olduğunu söyleyemeyiz. faydalılık ve ona bağlı olarak faydacılık ekolü, işleyebilirlikten öte bir değer katma temayülünü içinde barındırıyormuş gibi düşündürüyor. yaşadığımız alemin bize fazladan bir değer katıp katmadığını ise, yine bu aleme sıkışıp kalmış olan duyargalarımla anlayamam; dahası yaşadığım alemin mevcut alemlerin en iyisi olduğunu da yine bu aleme sıkışmış olmasıyla güdükleşen (alternatif bir aleme açılamıyor) duyargalarım çözümleyemez. ben bunun ancak böyle olmasını dileyebilirim ya da bu konuda spekülatif varsayımlar da bulunabilirim; bunun için asla bir delilim olamaz.

    faydacılığın yani utilitarianism'in insanın kendisi için bir şey istememe isteminde bulunması durumunda bile belirleyici ekol olabileceği unutulmamalı; insanda isteme iradesi, ilk bakışta kendisi için faydayı hedeflemiyor görünse bile, hayr-ı alâ yani summum bonum nezdinde insanın kendisine fayda sağlamayı arzuladığı akla getirilmeli. istememeyi de isteyen insandır; bunun gibi detaylandıramadığı ya da anlayamadığı ölçüde faydasını gütmeyen ya da öyle görünen insan için de fayda, aslında öncelikli unsurdur. insan gerçekten (yapmacıksız) hiç'liği istediğini sandığı anda bile aslında var'lığı istiyormuş gibi heyecan duyar; hiç'liğin kendisi vardır en azından böyle bir durumda. bunun gibi, faydasızlığı isteyen insan için de faydalılık söz konusudur. latincede utilitas'ın bir manası da "çıkar yol"dur (expediency); kelime utor, uti (kullanmak) fiilinden geldiği için rahatlıkla utilitarianism'i "insanın çıkar yolu için kullanacağı, kendisinden yararlanacağı şeylerin peşine düşmesi; kuramsal ve pratik olarak bunu kendine kaygı edinmesi" olarak tanımlayabiliriz. fayda'yı kaygı edinmenin erdemi, en fayda gütmeyen zihinlerde bile en azından başka türlü bir yol tercih etme iradesinin yöneldiği -dıştaki bizlerin ve hatta irade sahibinin göremediği- bir fayda amacı gizlidir. her hedefte bir fayda mevcut sanki.

    "nihil tam secundum naturam quam utilitas"
    (hiçbir şey fayda/kullanışlılık gibi doğaya uygun değildir)
    cicero, de officiis 3, 8, 35
  • "doğru çünkü işe yarıyor" bunu tanımlıyor mu bilmiyorum ama eğer tanımlıyorsa doğrudur, yok tanımlamıyorsa doğru değildir.
  • bir davranışın ahlaki olarak doğru veya yanlış olduğunu, toplum üzerinde bıraktığı etkiye bakarak saptama biçimidir.

    doğayı katleden global şirketler ve hükümetler, ''ama biz bunu enerji üretebilmek, topluma fayda sağlamak için yapıyoruz'' diyerek utillitaryanizme atıfta bulunur.
  • bir tür ahlaki pragmatizm. bunun politikadaki karşılığı çalıyor ama çalışıyor gibi birşey olsa gerek. ebemizi dürtüyor ama yol yaptı gibi birşey.

    ahlakın temellendirilmesi adına toplumsal mutluluk/çıkar falan önemli, ama ya sizin çıkarınızsa feda edilen? bu aslında trolley dilemma yı hatırlatıyor:

    "bir tren yolunun yakınlarındasınız. birden bire bir gürültü ile irkiliyorsunuz. içinde, sürücüsünün veya kontrol eden bir kişinin olmadığı bir vagonun, tren yolu boyunca hızla yol almakta olduğunu görüyorsunuz. bir bakıyorsunuz ki, ileride ve tren yolunun üzerinde beş işçi, sırtları, gelen vagona dönük olmak üzere çalışıyorlar. şehrin gürültüsü nedeniyle, işçilere bağırıp sesinizi duyurup, onları uyarma şansınız da yok. her hâlükârda vagonun altında kalacaklar. o anda fark ediyorsunuz ki, vagonu diğer raya geçirecek olan bir kolun (levye) hemen yakınındasınız. eğer kolu çekerseniz, vagon, makas atlayarak diğer raya geçecek ve beş işçi kurtulacak. ancak, fark ediyorsunuz ki, vagonu makas atlatarak gideceğini düşündüğünüz rayın üzerinde de gelen vagondan habersiz bir işçi çalışıyor. onu da hiçbir şekilde uyarma şansınız yok.

    bu durumda iki şeyden birini yapacaksınız. ya hiçbir şekilde, vagonun makas atlayıp diğer raya geçebilecek kolu çekmeyecek ve böylece vagonun, yolu üzerindeki beş işçiyi altına alarak öldürmesine izin vereceksiniz ya da kolu çekerek, vagonun, makas vasıtasıyla diğer raya geçmesini sağlayacak ve beş kişinin hayatını kurtaracak, buna karşılık bir kişinin hayatını feda edeceksiniz. hangisini seçerdiniz?"

    bu örneği şöyle değiştirelim; birin rayda nasıl oluyorsa 1000 tane işçi olsun, ikinci rayda ise sadece sizin anneniz ya da çocuğunuz olsun. ne yaparsınız? sizin eyleminizi ahlaki kılacak şey utilitaryanizme göre sadecr olan biteni izlemek. ha diyelim ki tren sizin çocuğunuzun ya da annenizin üzerine doğru geliyor. bu durumda utilitarianizme göre rayı değiştirip 1000 kişiyi kurtarmanız ahlaki olandır. bu durumda sizin hissettiklerinizi de geçtim, ölecek olan çocuğunuzun ya da annenizin suçu ne?

    utilitaryanizm görüleceği üzere ahlakın mutlak bir meşru zemini olamaz. benim nazarımda altruizm bundan bir tık öndedir. en azından onda kendini feda ediyorsun, başkalarını değil. konunun öznesi sensin. toplumun mutluluğu için birileri sana bedel ödetmiyor, sen kendin bedel ödemeyi tercih ediyorsun. bu bakımdan utilitaryanizm despotik uygulamaları meşru kılması bakımından daha kullanışlı bir politik enstrüman gibi gözüküyor.
  • pragmatizm ile aynı ana babadan kardeş, makyavelizm ile arkadaş hedonizm ile sevgili gibi düşünülebilir. yapılan iş yarar sağladıysa iyidir, doğrudur. keyif verdiyse ne ala çok doğrudur. bu uğurda fakirken kinizm, orta halliyken bireycilik, zenginken objektivizm kuruldu. ne diyelim işte pis pis şeyler. hırs aşılayan, kolektivizmi, ortak aklı hiçe sayan, kültürmüş, aileymiş, toplummuş boş versenecilik aşılayan şeyler. param olsa bunları hepsini hatmeder ezberlerdim.
hesabın var mı? giriş yap