• 4 ay boyunca vezir mi oldum rezil mi bilemediğim, kendisini çok sevdiğim yaşayanları beni bir miktar yoran şehir. bu urfalılar evet çok sıcaklar, evet çok misafirperverler ama kadınlarını eve hapsettikleri içindir ki erkeklerin hüküm sürdüğü sosyal hayatları bir garip olmuş, çarpılmıştır. bankada, okulda (çarşıda falan yok zaten çalışan, dükkan sahibi kadın, düşünmeyin öyle saçma şeyler) gördüğünüz çalışan kadınların % 90 ı dışarıdan gelenlerdir. üniversitenin gelmesi de urfalılar'ın kadına bakışını değiştirmemiş, değiştirmişse de yeterince değiştirememiş kanımca ki hala dışarıdan gelenleri garip bir alakayla karşılıyor, sağlıklı ilişkiler kuramıyorlar. hepsi birer iyi niyetli ibrahim tatlıses diyim ben, siz anlayın.

    biraz bu dışarıdaki hayatta kadının parmağı ve sözü olmamasından biraz da tembelliklerinden etrafındaki diğer illere özellikle de antep'e göre geri kalmıştır urfa. bir tava adeti vardır mesela urfa'da, kadınlar evde pişirmek yerine tepsiye dizerler eti, patlıcanı, sebzeyi artık ne koyacaklarsa gönderirler fırına, fırında pişer bi güzel bedavaya, ekmek de o fırından alınır afiyetle yenir sonrasında. türkiye’de pek çok şehirde var bu adet bildiğim kadarıyla ama urfa’da bütün evlerde sürekli yapılıyor. ne anlatmak istiyodum burda: hatunların da ateş parçası olduğunu söyleyemicem yani urfa'da. geyiğe verdim işi iyice ama toparlayacam inşalla entariyi, hemen bir genelleme daha yapayım ciddiyet kazansın. urfalılar’ın bir diğer ortak özelliği de bütün antepliler’den nefret etmeleridir, keza antepliler de urfalılar’dan en az onlar kadar nefret ederler. urfalılar’a göre antep, fıstığından tatlısına kadar urfa’nın değerlerini çalıp kendine mal eden hain komşu, antepliler’e göre de urfa beceriksiz ve tembel komşu şehirdir.

    vee gelelim cehennem sıcaklarına, kaldığım sürenin büyük bölümü kışa denk geldiğinden sezemedim ben önce ne büyük bir felaketin yaklaştığını, sora bi temmuz günü bi gittim. dedim bu işte bi yanlış var, böyle hava olmaz, böyle havada hayat olmaz. yolda yürürken önünüzden görünmeyen bir güç, suratınıza en yüksek sıcaklıkta fön makinesi tutuyo gibi. klimasız bi evde kalıyosanız, geceleri uyumak mümkün değil, belki bayılmak terimi kullanılabilir, bir kaç saat kendinizden geçiyorsunuz. asabı bozuluyo insanın, bu ne lan diyosun, doğanın dengesine, düzenine inancımı kaybedicektim allah sizi inandırsın. sıcakları gördükten sonra her şey mana kazandı, tabii çalışkan olmaz bu insanlar, yazları sıcaktan nefes alınmıyo bırak iş yapmayı, kışları da ancak kendilerine geliyolar zannederim.

    hiç mi güzel tarafı yok bu şehrin derseniz derim ki ben de olmaz mı hiç. bi gümrük han'ı var mesela, çarşının ortasında, git otur bütün gün, domino oynayan yaşlı, poşulu amcaları izle, bi gülmen gelsin, çok hoşuna gitsin, çok zevkli. çık sonra sokaklarını gez, ama eski urfa’nın sokaklarını, çarşının olduğu taraftaki sokakları gez, evleri gör, bi kaç eski ev bul, avlularına dal, kabaltılardan - sokakların ortasında geçit gibi, tünel gibi boşluklar var, üzerinden ev devam ediyo, kabaltı diyolar işte buna - geç, kuş pazarını gez, akşama doğru 5 gibi de yüksekçe bi yere çık, damlardan bırakılan kuşları izle. o çok bilinen urfa kebaptan başka bir de ciğercileri var, akşamları masaları atıyolar kaldırımlara bu ciğerciler, küçük biberler, taze naneler masalarda, rengarenk şenlikli bi ortam, gece gidip bi ciğer ye şalgamla beraber, üstüne de künefe, miss... sonra yarısı sular altında kalmış halfetisi, rumkalesi, savaşan köyü var ki fırat'ın kıyıcığında, cennet, bildiğin cennet, ... amazon mozaikleri var, göbeklitepesi var dünyanın en eski tapınağı olduğu düşünülen, dünyanın en eski heykeli urfa balıklıgöl adamı var, müzede öyle alelade bir parçaymış gibi sergilenen, elalemin elinde olsa yeri göğü inletip her yıl milyonlarca adama bilet keseceği....hep bir balıklıgöl geliyo akla urfa deyince ama balıklıgöl’den çok daha güzel, görülmeye değer yerleri var urfa'nın. fakat bu potansiyeli değerlendirecek bir kafa göremedim ben orda açıkçası, kimsenin emeğine saygısızlık etmek istememekle beraber. diyeceğim o ki, uzun süre yaşamak için zor bi yer olmakla beraber, gezmek görmek için güzel bir memleket parçası, ilkbaharda ya da sonbaharda gezilmesi kaydıyla.
  • cehalet ve medeniyetsizlik seviyesi arş’a çıkmış şehir. gidip görün dersinizki burayı verin araplara, boşa devlete yük olmasın aq.
  • kelime ve harf ekonomisinin en iyi şekilde uygulandığı insanı yormayan ancak batılı kendini uygar zanneden fakat yurdu insanına kendi şivesiyle konuşmasını bile kabalık olan gören örümcek beyinli zihniyetlerin algılayamayacağı güzellikteki kelime ve dil kullanımıdır.
  • resmi adı şanlıurfa olan ilimiz
  • güneydoğu turunu yapalı 11 yıl olmuşken, size urfa'yı anlatayım biraz. ama bu entryde tarihini, doğal güzelliklerini, görülmesi gereken yerlerini, balıklı gölünü değil, başka bir şeyini.

    uçakla hatay'a gelip antakya'yı güzelce gezdikten sonra otobüsle antep'e, oranın da hakkını verip gene otobüsle urfa'ya ulaştım. aslında buradan sadece geçmekti amacım, asıl hedefim mardin'di. bunun iki nedeni vardı, o zamanlar (2009) urfa'da konaklayacak çok fazla iyi yer yoktu, devlet konukevi'ne rezervasyon yaptırabilmek ise gerçekçi bir amaç değildi. ikincisi urfa'nın sevilebilecek bir yer olmadığını düşünüyordum. ilk görüşte hakikaten de değil, burayı sevmek için burada birkaç gün kalmak gerekiyor. peki nasıl kalacağım? dahası ne olacak da seveceğim? töre denen kavram sayesinde. burada bir parantez açayım.

    arapçası namus. eski yunancadaki ''nomos'' sözcüğünden geliyor. örf, gelenek, adap, erkan. modern yaşayışın hoyratlığına karşı bir nevi don kişotluk müessesesi. urfa'yı birkaç gün sonra bana sevdiren şey bu işte: töre.

    urfa'da kalmayacağımı öngörsem de, seyahatten önce merak edip sormuştum nasıl konaklanılır diye. ''çok basit'' dedi soruyu sorduğum kişi, ''gözüne kestirdiğin bir evin kapısını çalacaksın, ben tanrı misafiriyim diyeceksin''. böyle şeylerin 2000'lerin türkiyesinde çoktan masala dönüştüğünü sanırdım ama hala gerçek olduğunu urfa'da anladım. ''masal bile olsa, olsun!'' dedim içimden ve bir ilham anında otobüsten inip şehre karıştım. akşamüstü olunca ''ellisekiz meydanı'' denen yerde güzel, küçük bir taş evi gözüme kestirdim. ne olabilir ki. en fazla ilk otobüse atlar, mardin'e giderim. orada bir sürü iyi otel var nasılsa, zaten hedefim de buydu.

    öyle olmadı. çaldığım ahşap kapı açıldı, eflatun puşisinin üstüne bağladığı siyah ipekten igali ile heybetli bir aile reisi karşımdaydı. kısaca ve gülümseyerek kendimi tanıttım, amacımı anlattım ve o sihirli cümleyi, evet söyledim: ''ben tanrı misafiriyim''. o anda törensel bir konukseverliğin kollarında buldum kendimi. bir avludan geçip, selamlığa girdik. evin hanımı ve genç kızları ile tanıştım. töre, kendisini benzersiz bir şekilde gösterdi: yemek ve yatak sormadan hazırlandı, ne ben bir şey söyleyebildim, ne de baba bir şey söyledi buna dair. urfa'nın keskin lezzetleri vardı sofrada: isot, nar ekşisi, mırra. erkenden yatıldı. ertesi sabah yatağımı düzeltmeme bile müsaade edilmedi, hemen kahvaltı konuldu avluya. ben bunlar sadece dizilerde olur sanıyordum, ama gerçekti. kahvaltıdan sonra ben baba ile acı kahve içerken yatak toplanmış, pijamalar katlanmış, valizim bile intizamlıca bir köşeye çekilmişti. bu gözyaşartıcı ilgiden o kadar utanmıştım ki, öğlene doğru müsaade isteyeceğimi söyledim. cevap kesindi: ev sahibi olur vermeden, gidemezdim. vermiyordu da. nereleri gezmem gerektiğini, bineceğim taşıtları, yemem gereken lokantaları, bulmam gereken çarşıları ayrıntısıyla anlattı. akşam inmeden dön diye de kesin direktif verdi. akşam alacasında döndüğümde sofra hazırlanmış, herkes beni bekliyordu.

    üç gün üç gece böyle devam etti. sonunda baba, şehirde önemli olan her yeri gördüğüme kanaat getirdiğinden, artık istediğim vakit gidebileceğimi bildirdi. o evde ''yaşadığım'' üç gün, değil 11 yıl, 111 bile geçse üstünden, unutulacak gibi değil.

    urfa, memleketimizin en ağırbaşlı, kişilikli, köklü, kadim şehirlerinden biri. ve emin olun ki, töre sayesinde o kaç yüzyıllık balıklı göl alabalık çiftliği olmuyor ya da tamamen kurutulup otoparka çevirilemiyor.

    urfa ve harran ile ilgili daha sonra yazacaklarım olacak. iyi geceler, sevgili okuyucularım.
  • urfa adi altinda sectigi 1 milletvekili, ilk 60 cumhuriyet hukumetinde, toplam 3 kez bakanlik koltuguna oturmus ilimiz. diger adi icin bkz: sanliurfa.

    urfa'nin sectigi milletvekilinin aldigi bakanliklar:

    - turizm ve tanitma bakanligi
    - adalet bakanligi

    kadrosunda urfa'dan secilmis bakan bulunan hukumetler:

    * 31.hukumet (ii.demirel-1969)
    * 32.hukumet (iii.demirel-1970)
    * 41.hukumet (v.demirel-1977)

    soz konusu bakanin adi:

    1. necmettin cevheri (sanliurfa'dan da secilmisligi var)

    mensubu oldugu parti:

    adalet partisi - 3

    kistas olsun diye not: ilk 60 hukumetimizde, toplam 1865 bakan gorevlendirmesi olmus; 835 farkli insan bakanlik yapmistir. bu durumda urfa'nin payi sirasiyla %0.16 ve %0.12 olarak hesaplanabilir.
  • gittim,gördüm,geldim. lüks hadsafhada.. şıllık tatlısı süper birşey. adı kadar var! künefesi güzel. kebapları,ciğerleri lezzetli. medeniyetin doğduğu yer diye bahsediyor yerli insanı.
  • burada ciğer yedikten sonra başka memlekette bi daha ciğer yiyemeyeceğiniz yer
hesabın var mı? giriş yap