• sahilde sahlep e$liginde muabbet ederken aklı fikri ba$ka $eylere gidebilen biri

    -yaa $imdi uludag olcaktı..
    -gazoz mu?
    -hayır. dag.

    (bkz: nası yani)
  • pink floyd'un en uçuk albümü. içindeki parçalardan birinin adı da orijinal:
    "several species of small furry animals gathered together in a cave and grooving with a pict"
  • 60 li yillarda amerikada seks icin soylenen argo bir kelime
  • pink floyd'un, en uçuk, psychedelic müziğin sınırlarını zorlayan, delilik ile dahilik arasındaki ince çizgiyi bir cambaz edasıyla geçtiği albümüdür.
  • iki cd'lik deneysel pink floyd albümü. birinci cd'deki parçalar birmingham'daki mothers club'da ve manchester ticaret koleji'nde kaydedilmiş. ikinci cd ise, her biri grup üyelerinin kendi besteleri olan dört bölümden ibaret. her grup üyesi kendi bestesindeki tüm enstrümanları çalmış ve vokaller de yine kendilerine ait (the grand vizier's garden party'deki flüt nick mason'ın o zamanki eşi lindy mason taradından çalınmış).

    richard wright: sysyphus (dört parça) (13:21)
    roger waters: grandchester meadows ve several species of small furry animals gathered together in a cave and grooving with a pict (12:25)
    david gilmour: the narrow way (üç parça) (12:17)
    nick mason: the grand vizier's garden party (üç parça) (8:44)
  • ummagumma, garip bir pink floyd albümü. belki de en kült albümleri. bence albüm kapağının albümden çok daha iyi olduğu bir çalışma ama sözlükte de bu albümü sevenin cidden çok sevdiğini görüyorum. benim ise en az sevdiğim pink floyd albümü diyebilirim.

    bunun ilk nedeni yarı konser yarı stüdyo formatına sahip olması. böyle durumlarda albüme nasıl bakmam gerektiğini kestiremiyorum. zaten konser albümlerine karşı pek fazla bir ilgim yok. konser performansı izlemek ayrı bir deneyim ama bu performansı sadece dinlediğim zaman - eğer şarkılar üstünde çok büyük değişiklikler yapılmadıysa - bir şeyler eksik geliyor. pink floyd, dönemin konser performanslarıyla en çok dikkat çeken gruplarından biri ve bunu yansıtmak istemelerini anlıyorum. ancak floyd'un dinlemesi en zor şarkılarından dördünü arka arkaya koymak ne kadar doğru bir karar tartışılır. yine de albümün en kötü yeri burası değil. aksine floyd bu eserleri güzel güzel çalmış.

    ancak yeni şarkılar kısmında bütün grup üyelerinin kendi kafalarına göre takılma fikri de çok başarılı bir sonuç vermemiş. sonuçta pink floyd dediğin - özellikle de o dönemde - bir bütün olarak iş yapmakta. roger waters'ın en güzel bas gitar rifini nick mason'ın davulu olmadan düşünmek mümkün mü? ya da david gilmour'un güzel vokalini rick wright ile buluşturmamak olur mu? olmaz tabii. olmamış da zaten. grubun o dönemdeki en gelişmiş iki şarkı yazarından roger waters burada bir istisna çünkü grantchester meadows cidden çok iyi. ama diğeri, rick wright, deneysel olmaya kasıp kendi ruhunu yitirince ortaya çıkan çalışma oldukça yavan. nick mason ise, garibim, kendi çapında bir şeyler yapmak zorunda bırakılmış gibi. david gilmour ise kendini yavaş yavaş bulan bir müzisyen olarak orta karar bir eser çıkarabilmiş.

    albümü döndürmeye başlayıp 90 dakika boyunca konser improvisayonu, ses efektleri, dandun piyano sesleri, perküsyon vesaire dinlemek ciddi sabır işi. pink floyd'un deneysel işlerine asla lafım yok. the nile song'ta hard rock deneyen, atom heart mother da orkestra işlerine giren, animals ile siyasete dalan ve daha birçok deneye imza atan grubu deneysellikle suçlamak da akıl karı değil ama deneysellik var deneysellik var. the grand vizier'i ya da sysyphus'u sırf geleneksel müzik normlarına uymuyor diye övemeyeceğim. maalesef çok iç bayıltıcı eserler ve de bölümler var bu albümde.

    konser performanslarını içeren ilk bölüm ile başlayalım. astronomy domine, ilk albümü açtığı gibi bu albümü de açan eser. şarkı oldukça başarılı bir şekilde icra edilmiş. hani utanmasam syd'in eksikliği hissedilmiyor diyeceğim çünkü david gilmour, barrett'ın bölümlerini barrett gibi çalmış. orijinalinden farklı olarak ilk kıta iki kez tekrarlanıyor, bir de ortalarda sakin sakin giden bir rick wright solosu var. zaten güzel olan şarkıyı aynı güzellikte çalmışlar. floyd'un en sıkı işlerinden careful with that axe eugene de diyecek pek fazla bir şey yok. roger waters'ın yırtıcı çığlığının imzasını attığı şarkı, aynı yırtıcılıkla kaydedilmiş. david gilmour'un gitarı ve vokalleri şarkıya ayrı bir hava katmış. hipnotik set the control for the heart of the sun rick wright'ın klavyesi ile zenginleştirilmiş. nick mason'ın da davuldan perküsyona geçmesi ilginç. yalnız performansı biraz fazla uzun tutmuşlar. konser kısmını a saucerful of secrets ile kapatıyoruz. şarkı, albüm versiyonuna göre daha farklı (ve bence daha hoş) bir biçimde başlıyor. sonrasında çok büyük bir değişiklik yok. yani genel olarak floyd'un en deneysel ve ağır eselerini stüdyo performansı kalitesinde, biraz daha deneysel biraz daha uzun bir şekilde dinliyoruz.

    asıl muhabbeti açan şarkı rick wright'ın solo eseri sysyphus. belki de wright imzalı en kötü pink floyd şarkısı. o zamana kadar o zamana kadar deneysel şarkılara klavye dokunuşlarıyla katkıda bulunsa da tek başına kaldığında paint box, remember a day gibi daha pop/rock şarkılar besteleyen wright, grup arkadaşlarına uymak için kendini hiç yansıtmayan bir eser yazmış. aslında görkemli bir introyla açılan şarkı beklentileri tavan yaptırıyor. hatta ikinci bölümde fena gitmeyen bir piyano performansı dinliyoruz derken sonlara doğru wright daha sınır dışı ve karanlık bir yola giriyor. üçüncü bölümde aynı karmaşa, piyano ve vurmalı çalgılarla devam ediyor. vokaller albümdeki diğer şarkı "several species" ile benzerlik gösteriyor. artık kim kimden etkilenmiş bilemeyeceğim. dördüncü bölüm floyd'un kuş sesli sakin eserlerinden biri gibi giderken yine bir anda dinlemesi nispeten zor bir hal alıyor ve şarkı başladığı intro ile bitiyor. gerçek wright elbette bu değil ama elden bu gelmiş.

    roger waters, rick wright'ın tersine kendini yansıtan ve ummagumma'nın en iyi şarkısı grantchester meadows ile albüme katkıda bulunuyor. kuş sesleri olsun, pastoral temaları olsun, akustik gitarı olsun more'dan fırlamış gibi bir eser. waters bir bas gitarist olmasına rağmen, çok güzel akustik riflerle dolu bir şarkıya imzasını atmış. ses efektleri öyle güzel yedirilmiş ki istersen metrobüsün ortasında ol, kapa gözlerini ingiltere'de bir yeşilliğin üstündesin. bu şarkının david gilmour'un ikinci vokal olarak nakarata dahil olduğu canlı versiyonları vardır ki tadından yenmez. yedi küsür dakika olmasına rağmen kendini dinletiyor.

    waters'ın deneysel yüzü ise `several species of small furry animals gathered together in a cave and grooving with a pict` ile ortaya çıkıyor (evet, kopyala yapıştır yaptım tabii ki de). aslında grantchester meadows'un getirdiği o doğada olma hissini bu şarkının ses efektleri devam ettiriyor. floyd'un pow r toc h eserinin de bu çalışmayı etkilediğini hissetmemek zor. grantchester meadows seni nasıl bir yeşilliğe götürüyorsa bu şarkı da seni o yeşilliğin derinliklerinde küçük insanlar, hayvanlar, canavarlar arasına atıyor. bak mesela bu çalışma da deneysel ama ilginç olmayı da becermiş. kafanda bir hikaye canlandırabiliyor. dönüp dönüp dinleyeceğim bir eser değil ama albümü dinlerken hiçbir zaman atlamak da istemedim.

    sıra geldi david gilmour'un pink floyd'daki ilk solo eseri (a spanish piece'i saymayalım lütfen) the narrow way'e. ilk bölümü eli yüzü düzgün bir akustik/folk çalışma. arka plandaki slide gitar efektleri syd barrett'i hatırlatıyor. ikinci bölümü bana hafiften another brick in the wall'u hatırlatan bir elektro rifini içeriyor. kötü değil ama tekdüze. üçüncü bölüm ise eli yüzü düzgün bir david gilmour şarkısı. nakaratından ziyade ben kıtalarını dinlemekten daha zevk alıyorum. tizden pese giden bas yürüşünden olsa gerek.

    ne zaman the grand vizier's garden party şarkısının adını görsem "aa böyle bir şarkı vardı ya" diyorum, istisnasız. o kadar unutulacak bir eser. kusura bakma nick mason. şarkının girişinde ve çıkışında green is the colourda da dinlediğimiz nick mason'ın eşi linda mason'ın flüt performansını dinliyoruz. şarkının en iyi kısımları da burası. geri kalanında ise nick mason'ın yaptığı bir şeyler var. dördüncü dakikadan itibaren duyduğumuz ses oyunları eminim ki yıllar boyunca "lan kasede/cdye/plağa/spotify'a bir şeyler oluyor" dedirtmiştir dinleyenlere. cidden çok sıkıcı bir eser.

    sonuç olarak ummagumma'yı bir türlü sevemiyorum maalesef. grup elemanları da zaten çok iyi konuşuyorlar bu albüm hakkında. bu eseri dinleyeceğime david gilmour'un ve roger waters'ın bu albümü kaydederken, bir yandan ciddi yardımlarda bulundukları, syd barrett'in ilk solo albümü the madcap laughs'ı dinlerim. evet, o albüm de ummagumma gibi bir garip ama bir ruh var. neyse ki ummagumma'nın hemen ardından aynı kafanın çok ama çok daha uygulanmış bir versiyonu olan atom heart mother yayınlandı da pink floyd şaha kalktı. bu dönemden kalma, ciddi anlamda güzel ve bütünlük içinde bir pink floyd dinlemek istiyorsanız sizi şurada alalım: embryo

    2/5 verdim gitti
    albümü en iyi anlatan şarkılar: grantchester meadows (yine söylüyorum, çok ama çok iyi), the narrow way part 1 (akustik gibi ama deneysel gibi de), the grand vizier's garden party (manasızlık abidesi)
  • pink floyd'un en sevdiğim double albümlerinden birisi. özellikle live olan inanılmaz ötesi güzellikte....
  • aşağıdaki huzuru küçümseyen, düşmeye özenen, yukarıyı yeraltı yapan ince bir ip üzerinde uzanmış kafası gömük kızın hikayesinin ilk kelimesi.
    yirmi yıl sonra hala güneşi görünce gözlerini kısanlar üzerine yazılacak şiirin başlığı.
    dünyayı kendisinden bahsetmeden tanımlayabileceğine inananların çukuru.
  • pink floyd un en güzel albumu, benim hayatadaşım, aslında öbür yarım
hesabın var mı? giriş yap