• dandik, canavarlı, b sınıf holivud filmlerini çağrıştıran bir isme ve afişe sahip olması en büyük talihsizliği. bir de yönetmenin ilk filmi olunca insan neyle karşılaşacağını kestiremiyor. eğer cebinde son kalan üç kuruşluk umudu da harcamak istiyorsan, tam aradığın film. feel bad movie; izliyorsun, sonra ölmek geliyor içinden.
  • keske imkanim olsa ustunde uzun uzun yazabilsem. simdi yazmazsam muhtemelen hicbir zaman bir sey yazamayacagim. o halde sunu soylemek istiyorum; bu filmi izleyin.
    "yetersizlik"ler ve daha onemlisi asla sahip olamadigi mutluluklara sahip kisileri kiskanmayi ve onlar ustunden nefret seklinde kusmanin neticelerini kimsenin gormedigini gormek icin; dunyanin ve kainatin merkezinde kimsenin olamayacagini; herkesin kendince bir hayati ve derdi oldugunu anlamak icin izlemeli. ardindan hem nefret edip hem de cok sevmeli ama izlememis olmayi dilemeli.
    yine olsa yine izlerdim ama yine izlememis olmayi dilerdim herhalde.
  • joseph'in karakter kurulumu, bugüne kadar izlediğim en farklı örneklerden bir tanesi.

    --- spoiler ---

    bahiste kaybettiği için bir anlık sinirle köpeğini tekmeleyen joseph, hemen sonra pişman olup onu kucağına alır. bu arada hafif bir müzik girer. filmin aynı zamanda senaristi olan yönetmen paddy considine, save the cat moment yöntemini bozarak tekrar kuruyor ve bana kalırsa çok da başarılı yapıyor bunu. bu sahnede köpeğe şefkat gösteren kahramanı takdir edip sevmemiz gerekiyordu ama o da ne?! köpeği zaten o yaraladı! film ilk on dakikada iddialı bir kurulumla kendisini sadece izlenebilir kılmıyor, aynı zamanda farklı bir deneyim vaat ediyor.

    kurulumdan hemen sonra hannah ile tanışıyor ve takip eden sahnelerde onun bakış açısına geçiyoruz. hannah, joseph'in de yüzüne vurduğu gibi, elinde tanrıya olan inancından başka hiçbir şey kalmamış olan bir karakter. birlikte içmeye gittikleri sahneye kadar karakter kurulumları devam ediyor. joseph'le özdeşleşemiyor, hannah'nın neden bu kayıp hayata katlandığını anlayamıyoruz... birinci perdeyi eşsiz yapan da bu zaten. bu iki karakterin dibe vurmuş hayatlarını, köpek öldürmekten şiddete boyun eğmeye kadar tüm rahatsız edici detaylara rağmen izlemeye devam ediyoruz.

    filmin ikinci ve üçüncü perdeleri bu karakterler arasındaki çatışma üzerinden evlilik, pişmanlık, cesaret, korkaklık, aile, yalnızlık, ölüm korkusu, intikam gibi temaları ele alıyor... bu temalar en genel anlamda hannah'nın ve joseph'in evlilikleriyle kuruluyor. eğer bir önem sırasından bahsedilecekse, bence joseph'in evliliğindeki tyrannosaur hikayesi pişmanlık temasını öne çıkarıyor. artık yaşlanmakta olan joseph hannah sayesinde geçmişiyle yüzleşir... velhasıl eşi çoktan öldüğü için bu geç kalınmış bir pişmanlıktır. bir başka tema olan aile içi şiddet (ayrıca korkaklık ve cesaret) hannah'nın evliliğiyle ele alınıyor. şiddete maruz kalan hannah en sonunda kocasını öldürüyor ve kendisi için yeni bir başlangıç yapıyor. elbette tüm bunlar, iki karakterin çatışmaları üzerinden işleniyor.

    komşu çocuk hikayesi oldukça başarılı bir subplot. climax'te joseph komşu çocuğu ısıran köpeğin kafasını keser ve bir yunan tanrısı gibi kanlar içinde koltuğa oturup filmin görünen antagonisti olan komşusuyla yüzleşmeyi bekler... anti kahramanımız joseph için bunu yapabildiğin sürece varsın bu hayatta. diğer taraftan film finaliyle kendi önermesine çok belirgin soru işaretleri koyuyor: hannah hapiste ve joseph sonu olmayan bir yolda tek başına bilinmeze yürüyor.

    joseph'in hayatı boyunca kötülere uyguladığı şiddetten, çevresindeki iyilerin de paylarına düşeni aldığını filmin henüz başında, köpeğini öldürdüğü sahnede öğrenmiştik. elbette filme adını veren tyrannosaur hikayesini de unutmamak gerek. arkadaşının kızından öğrendiğimiz üzere joseph eşiyle sadece dalga geçmemiş, aynı zamanda ona şiddet uygulamış. çözülüm bu açıdan gerçekten trajik... evet joseph, artık iyi bir adam olmayı öğrendin ama biraz geç kaldın. tıpkı finaldeki şarkının özetlediği gibi... "we were wasted son. we were wasted all."

    --- spoiler ---

    filmin posterine değinmeden bitiremedim. sanırım alıp duvarıma asacağım. öyle güzel.
  • heryerde siddet cesitli sekillerde yasanir, her zaman haksizliklar olur ama buna maruz kalanlardan bazilari konusur bazilari tepki verir cumlesindeki bazilarini anlatan film.
  • öfke, nefret ve şiddet kavramları ekseninde kurgulanan, yan kavramlar olarak da aile ve yalnızlık gibi temalar etrafında gezinen, peter mullan ve olivia colman'ın inanılmaz oyunculuklarıyla gün boyu insanın zihninde dönenip duran, karakterleriyle analiz edilesi müthiş bir film.

    --- spoiler ---

    joseph, bir süre önce karısını kaybetmiş. sevgi duymadığı hatta çoğu zaman nefret ettiği karısına şiddet uyguladığı ve onu kilosu nedeniyle sürekli aşağıladığı için kendine karşı olduğu kadar herkese ve her şeye karşı öfke ve nefret dolu bir adam. sürekli arıza çıkaran, şiddeti çözüm olarak kullanmaktan çekinmeyen bir yapıya sahip. öfkesinin ve şiddet dili ile iletişim kurmasının nedenini irdelediğimizde joseph'in hayatında koca bir yalnızlık görüyoruz. iletişim kuramadığı kız kardeşi ve ölüm döşeğindeki babası dışında kimsesi, çocuğu, yakın dostu olmayan dehşet verici bir boşluk içinde yaşıyor. hayatında sevgi yok. o yüzden kendisine asgari insani merhamet ve güleryüz gösteren hannah'a sonuna kadar bağlanıyor ve hannah'ın dokunuşuyla dönüşüm süreci de başlıyor.

    hannah ise kocasından şiddet gören, onun tarafından biteviye aşağılanan ve tecavüze uğrayan bir kadın. geç vakit eve gelen kocasının uyur halde bulduğu hannah'ın üzerine işediğini, kadının cinsel organını camla parçalayıp ilelebet çocuk sahibi olamayacak duruma soktuğunu söylersek, hannah'ın her akşam döndüğü evde nasıl bir eziyete maruz kaldığı anlaşılacaktır. sığınacak kimsesi yok, ne bir yakını ne de eşi dostu. hayatın içinde dımdızlak, yapayalnız bir kadın. bu durumda kendine tanrı'yı dost edinmiş, sürekli dua ederek ona yöneliyor, onun dostluğuyla yalnızlığını gidermeye çalışıyor. hayatında bir şey değişmeyince ona da kızıyor, öfkeleniyor, isa figürüne şiddet uyguluyor. yalnızlık, nefret, öfke ve sonucunda da kendi adaletini kendisinin tesis etmesi geliyor.

    joseph'e hannah'tan önce tek gülümseyen kişi olan komşunun oğlu küçük sam ise annesi sevgilisiyle birlikte olurken kapı dışarı edilen, anne sevgisinden mahrum büyüdüğü gibi annesinin sevgilisinin şiddetine maruz kalan masum bir çocuk. sevgilisi tarafından çocuğu dövülürken kılını bile kıpırdatmayan, sorumsuz, sevgisiz bir anne müsveddesine sahip. baba figürü zaten ortalıkta yok. kucağında oyuncak tavşanıyla yapayalnız bir çocuk. annesinin sevgilisi olan yaratık tam bir barbar ve çapsızlığını şiddetle örten, beslediği köpeği insanlara şiddet uygulamak için kullanan, küfürsüz tek cümle kuramayan bir yarma.
    --- spoiler ---

    küçük sam hariç, joseph'in içki ekürisi ve bardaki bilardo oynayan gençler de dahil filmdeki herkes öfke ve şiddet sarmalının içerisinden iletişim kuruyor. yalnızlık, sevgisizlik ve mutsuzluk ortak noktaları. bu anlamda, hak edene gösterilmesi gereken dozunda bir şiddetin ötesinde bir olguya dikkat çekiyor kanaatimce film. filmin zihnimde uçuşturduğu düşünceleri kısaca toparlamak gerekirse;

    aile olgusunun genişten çekirdeğe evrilmesi son olarak da iyice minimize hale gelmesi modern kent insanını yalnızlaştırdı. olumlu duygulardan kopan, vicdan, merhamet, sevgi gibi kavramları hayatından çıkaran, robotlaşan bir insan modeli gelişiyor. insan sonrası (post insan) dönemden bahseden kitaplar yazılıyor. ruhun ölümü çağına girildiğinden söz ediliyor. vicdanını yitirmiş, ruhu ölmüş insanların gerçekleştirdiği kitlesel katliamlara şahit oluyoruz. batılı pek çok devlet adamının diplomatik dili bir kenara bırakıp ırkçı, faşist söylemlerle nefret dilini tercih ettiğini gözlemliyoruz. işin kötüsü dindar insanların da müthiş bir öfke ve şiddet dili ile hareket ettiğini görüyoruz ki sevgiyi, merhameti öğütleyen, vicdanlı, erdemli olmayı ve başkalarının hayatına dokunan salih ameli emreden öğretilerden vahşi yaratıklar ürüyor. iyiyle kötü arasında ayrım yapamayan insanların türediği, yargı yoksunluğunun, ''kötülüğün sıradanlığı''nın hakim olduğu ruhların ölümü çağında dindarı, deisti, seküleri fark etmiyor kendisini öteki ve ona duyduğu nefret üzerinden tanımlamak için. kötülüğün bayağılığının iyiliğin asaletine tercih edildiği modern süreçte nefret ve şiddet doğal olarak yeni insan tipinin temel aparatı oluyor.
  • iyi film bu güzel film. olivia colman’ın performansı enfes.
    izleyin izleyin de görün küçük skli heriflerin bize ettiklerini.
    puh.
  • cok keskin olacak ama sanirim hayatimda gordugum en iyi sinema performansini barindiran filmdir.

    kocaman bir olivia colman parantezi acmak istiyorum. evet kendisinin bu filmdeki oyunculugu en klise tabirle ders verir nitelikte. abarti bir performansa cok acik olan rolunun hakkini cok cok fazlasiyla veriyor, sen de adeta joseph'in evinin bahcesinden tum olanlara sahit oluyor hissine kapiliyorsun. kendisi oyle zor bir karaktere inanilmaz bir hava katmistir bu filmde.

    --- spoiler ---

    --- spoiler ---

    joseph: i went to your house. i wanted to sort this shit out. i saw him.
    hannah: yeah. was he there? what did he say? .... a load of lies? did he lay on the charm?
    joseph: what have you done, girl?
    hannah: what... what's wrong? what are you looking at?

    bu sahnede sanirim malum olayin hannah tarafindan yapildigini aklina getiren seyirci olmamistir. olmussada tebrik ediyorum, veya ben abartiyorum. hannah burada oyle bir inandiricidir ki, seyirci olarak joseph'in kararliligini bile sorgulatmistir bana.

    --- spoiler ---

    --- spoiler ---

    hannah karakteri hakkinda bu kadar konusup, peter mullan adini vermemek ayip olur. hannah performansi * joseph karakterini bile neredeyse sonuk birakmistir.

    gittim.
  • başrolde peter mullan mı yoksa mazhar alanson mu oynuyor belli değil. eğer bu filmin türk versiyonu çevrilirse başrolü muhakkak mazhar alanson kapar.
    hanna'nın kocası ve bod * arasındaki orospu çocukluğu yarışı insanı bayyaa bi günaha sokuyor.

    hem filmin konusu hem de filmin atmosferi düşünüldüğünde akla sadece kasvet kelimesi geliyor. kodumun ingiltere'sinde de ne koduum bi hava durumu varsa şerrefsizim ayar oldum, film boyu "yağmur şimdi yağar, şimdi yağacak" diye diye bekledim. zaten bu ibinenin ülkesinden premier ligi çıkar eğer ortaçağ öncesi avrupa'sına dönmezse eşşoleşşeğim. üzerinde güneş batmayan imparatorluk'muş. gak siktirin lan, güneşi gördüğünüz mü var ibineler, beyaz peynir gibi olmuşsunuz haberiniz yok amk.
hesabın var mı? giriş yap