• insan türünün sosyal huzursuzluğunun esas nedenidir.

    dünya tasarımımızda tüyün üstlendiği rol sandığımızdan çok daha büyüktür. sevdiğimiz, hayran olduğumuz, küçümsediğimiz insanlara karşı yaklaşımımızda, sosyal ilişkilerimizde ve bilinçaltımızın verdiği kararlarda tüyün varlığı etkilidir. zira güzel ve çirkini yaratan tüy, ya da daha net bir ifadeyle, tüyün yokluğudur. tüylerin yokluğu insanın başını ciddi bir belaya sokmuş ve kolektif bilincimize sahip çıkarak ayrımsız bir topluluk olarak ilerlememize daha ilk prehistorik adımdan itibaren engel olmuş, olamadığı hallerde sıkıntı çıkarmaktan geri durmamıştır.

    eğer bedenlerimiz uzun ve sık tüylerle kaplı olsaydı kimliğimiz görünüşün bağlayıcılığından sıyrılır, öznenin parmağına ve yüzüne değil de gösterdiğine ve söylediğine bakılırdı. çıkıntı elmacık kemikleri, durmadan genişleyen biçimsiz alınlar, selülitler, çatlaklar, yağlı kıvrımlar veyahut belirginleşen kas dokuları tüylerin ardında öylece kaybolup giderdi. kıvanç tatlıtuğ ve üst geçitlerde dans eden apaçi eşitlenirdi. adriana lima ve bir türlü yeterince güzel bulamadığınız sınıf arkadaşınız olan kız ilahi yargılayan gözlerin terazisinde eş ağırlığa kavuşurdu. güzel-çirkin ayrımı, biz farkında olmasak dahi, dünyanın her köşesinde her an devam eden sessiz bir faşizmdir. güzel ve çirkinin yaşamı farklıdır. daha doğrusu farklı kılınır. insanların size her baktığında verdikleri notlara göre görünmez duvarlar örülüverir.

    oysa tüyler olsa görünüşteki ayrılık neredeyse bitecekti. sadece sözleri ve yaptıklarıyla yargılanan eşit bireyler olarak daha az ayrımcı bir yaşama tüylü yelkenler açabilecektik. tüy tüm kusuru ve tüm "güzelliği" kapatacaktı çünkü. biz yalnızca biz olacaktık. fotomodeller için kıyamet senaryosu.

    zırvaladığımı söyleyenler sphynx'e baksın. tüylerinin ardındaki bir kedi ancak sphynx kadar güzel aslında.
  • beyaz bir çizgi.

    sen şimdi beyaz bir çizgi olarak hayatımda hala varsın. halbuki kocaman beyaz, tüylü bir şeydin. keyifli keyifli urulduğunda yastığa ya da buluta benzerdin. kocaman yeşil gözlerinle kimsenin 'kurulmayı' aklına getirmediği yerlere kurulup bizi tanrıymışçasına izlerdin. tuvalet aynasının tepesi mi olur, oturma odasındaki büyük masa mı olur, holün ortası mı olur, benim kucağım mı olur... yamuluyor da olabilirm ama üç-dört bin yıl kadar önce zaten tanrıydın da. şimdi gelmiş sokaklarda sürtüyor türdeşlerin. ama sen, bizim evdeki tanrıydın. seni biz bazan sevmedik ama genelde çok sevdik. zaten sevilmeyecek gibi de değildin, seni en sevmeyecek insanı bile dize getirecek kadar güzeldin. sen iyi ol diye yorulurduk, sen sakin ol diye yorulurduk, sen keyifle otur diye yorulurduk ama sen şirin şirin bakar, cevap niyetine kuyruğunu sallayınca dünya güzeldi.

    ödlek olduğunu biliyorum. ödlektin. ama cevizleri de kargalardan kurtarmışsın diye duydum. ha sonra böcekleri avladığını da biliyorum. o en çaresiz anında, bir ayağın kırık ağacın dibinde yatarken o iki abiyi de yanına yaklaştırmamışsın ya, daha ne diyeyim. belki de genel şaşkınlığını ödleklik mi zannettik?

    bir de ne centilmendin sen ya! hürrem cadısı seni yanına yanaştırmazken, o ne oyunculuk, o ne davetkarlık, o ne ev sahipliğiydi lan öyle! ki bi de hayvanlık edip seni kısırlaştırmamıza rağmen, konumunu ne güzel de bildin. böyle tadında maço pek yaratık kalmadı yeryüzünde. sana kapıyı açmazken açtırmayı da bilirdin, ben ağlarken bana sarılmayı da bilirdin -ki ağlamak nedir bilmediğin halde- , sevmeyi de sevdirmeyi de bilirdin oğlum sen.

    seni ağaç tepelerinden de indirdim, apartman çatısının en dibinden de çıkardım, kaybolduğunda ilan yapıştırıp aradığım da oldu ya da dedektifmişçesine soruşturduğum da... seni beladan her kurtarışımda, bakışlarınla teşekkür ediyordun sanki. bir böyle minnettarlık. bana kimse böyle minnettar bakmadı.

    düştüğünde bir şey olmaz dedim ama oldu oğlum. onca zaman yardımına koşan ben gittiğinin haberini aldığımda sahildeydim. ya benim sahilde ne işim vardı ama sahildeydim napiym. veterinerin kötü konuşuyordu ama inanmamıştım, kediydin ya sen, hallederdin, hep halletmiştin. sonra telefon geldi. gitmişsin.

    senden kilometrelerce uzakta, üzerimde iki parça eşya, onca kumun içinde, o beyaz tüy nereden geldi, havluda vardı herhalde dedim, ağlıyordum, elime beyaz bir tüy geldi, vallahi senin tüyündü. senin tüyün her yerden çıkardı zaten, sen çok tüylüydün oğlum, çok güzel beyaz tüylerin vardı, bembeyazdın, annen ankara kedisiydi, baban sokak kedisiydi, sen kardeşlerin arasındaki en güzel kediydin, sen büyüdün, biz yaşadık ve sen sonunda gittin oğlum.

    ofiste, olmadık bir zamanda, bilgisayarımı açıyorum ve tüy çıkıyor, evde bir şey kıyıya köşeye düşüyor ve tüylerle geri dönüyor, bir yerleden hala tüylerinle beliiyorsun gibi sanki, yani sen şimdi beyaz bir tüysün oğlum.

    affedin beni böyle bir entri için amk çok üzgünüm.
  • sadece ve sadece kuşlarda vardır. insanda çıkan kıla tüy demek bir anlatım bozukluğu oluşturmaktadır kanımca. karşı cinsle konuşurken elbet bu tabir kullanılır fakat yanlış oldugu akıldan çıkmamalıdır.*
  • sarıyer halk eğitim merkezi eski oyuncularından gürhan başaran'ın yazdığı, tarkan çeper'in yönettiği ve ismail karagöz'ün oyunculuğuyla tek kelimeyle döktürdüğü shem-tk oyunu.
    oğuz atay'ın korkuyu beklerken isimli öyküsünden esinlenilerek m. gürhan başaran tarafından yazılmış bundan 19 yıl önce..
  • 27 mart 2006 pazartesi günü saat 19:45 'te nazım hikmet kültür merkezi'nde sergilenecek tek perde mükemmel oyun.

    buyrun bu da yazarının oyun hakkında yazmış olduğu bir yazı:

    "tüy"ün yazılışının üzerinden ondokuz yıl geçmiş.

    o tarihte doğan bebeklerin, medeni hakları ellerinde. anne-baba ise, "daha dün gibi"deler.

    zaman tuhaf şey. hem yeniliyor dokunduğu yeri, hem eskitiyor. hem berkitiyor, hem çürütüyor.
    ben kalkıp aynaya bakıyorum. aynanın çerçevesine sıkıştırılmış bir fotoğraf: yirmiüç yaşım...
    geçen-geçilen yıl: ondokuz. açılan sandık sayısı: çok. alınan kilo: külliyetli.

    ve "tüy" yeniden insan içine çıkıyor.

    ondokuz yılın hesabını görmek; eskiyeni, çürüyeni ayıklamak; oyunu huzurunuza çıkaranların harcı.
    onlar, işlerini bileceklerdir.

    "tüy" bir ondokuz yılla daha başa çıkar mı?
    onu da -ey, gönül indirip seyre gelenler!- siz bileceksiniz...

    m. gürhan başaran - 29.10.2004
  • gün itibarı ile seyrettiğim, sarıyer halk eğitim merkezi'nden bir oyuncunun gösterime sunduğu muhteşem tiyatro eseri. konu kabaca şöyle anlatılabilir:
    köpek seslerinden aşırı rahatsız olan bir adama, bir melek tarafından bir tüy verilir ve olaylar gelişir...
  • insan akıllının bir dönem kalem olarak kullandığı tabii kaynak. bir ucu hokkaya batırılır, diğer ucuyla kulak, burun, alın ve ense kaşınabilir. sonradan kaynaklar azalınca bunun yapay olanını geliştirdiler. (bkz: divit)
  • bitkide epidermis hücrelerinin farklılaşmasıyla oluşan yapılardır.değişik amaçlarla oluşturulurlar koruma-savunma, su emme, terlemeye yardımcı olma, salgı yapma, tutunma tırmanma gibi.
  • kıl diyemeyen insanın kıl deme biçimi. zira kıl pistir, tüy cicidir. cici.
  • ağırlık ölçü birimidir kimi zaman. ya da daha doğrusu, belki, hafiflik ölçü birimi. gerek fiziksel gerekse manevi hafifliğe refere eden.
hesabın var mı? giriş yap