• dunyada esine benzerine pek rastlanmayacak bir misafirperverliktir.

    misafirlige gittiginde bilirsin butun gozler senin ustundedir. misafirin memnuniyeti herseyden ustun tutulur.

    mesela yemek masasinda olalim;

    turkiye'de tabaginda yemek bitecek ve ev sahibi sesini cikarmayacak... yok oyle sey... ev sahibi hemem sorar "simdi ne alirsiniz" diye... sen de biraz kibarlik biraz utangaclik yok cok tesekkur ederim elinize saglik dersin. gerci daha doymamissindir ama bunu dersin. cunku bilirsin nasil olsa israr edilecek, nasil olsa en az iki tabak yemek (ayrica en az 5 cesit) daha sana zorla yedirilecek. garanti.... bu yuzden kac kere catlama tehlikesi gecirdim bir ben bilirim.

    ucuncu tabagi yemissindir. evin sahibi sorar.....

    - daha vereyim mi yer misin evladim?...
    - yok ben cok doydum elinize saglik, tesekkurler.
    - genc adamsin bu kadarcik seyle doyulur mu?…yoksa yemegimi begenmedin mi?
    - yok canim olur mu oyle sey yemek cok guzeldi.
    - eeee o zaman neden yemiyorsun?

    iste en can alici soru... "yoksa begenmedin mi?" yiyeceksin baska care yok. zaten bunu soylerken soyle bir dudagini da buzer... yani doymak ve doydum demek evsahibi icin kabul edilebilecek mazeretler degildir. yiyeceksin kardesim misafirsin sen...

    ayip olmasin diye hadi koy bakalim dersin. tam dorduncu tabagi bitermene yakin evin sahibi bombayi patlatir..

    -valla cok az kaldi artik bu dolaba girmez...

    bu sefer sana sormadan tencerenin dibini senin tabagina boca ediverir. catlamazsan ne ala...(bu arada daha tatli fasli falan baslamadi haaa.)

    yemek biter sofradan kalkarsin. caktirmadan pantolonun ust dugmesi acilir, kemer gevsetilir. sonra misafire gosterilen bas koseye oturulur. artik cay, kahve ne varsa birde icecek ikrami fasli baslar... bu sirada evsahibi sohbeti su cumle ile acar...

    - eh artik kusura bakmayin pek bir sey hazirlayamadik. iste ev hali....

    sen hemen cevap verirsin...

    - yaaa olur mu oyle sey? 20 cesit yemek vardi. hepsi cok guzeldi. (icinden gelerek soylersin bunlari. ayrica icinde ev sahibini zahmete sokmus olmanin verdigi bir burukluk veya nasil desem mutlu bir eziklik vardir.)

    sonra devam edersin;

    - ne gerek vardi bu kadar zahmete. bir cay icseydik yeterdi... (yalan!yemissin guzel yemegi... doyurmussun karnini...)

    aslinda ev sahibi en az bir gununu bu yemekleri hazirlamak icin harcamistir ama gene de kusura bakma der. (sanki bir seyler eksikmis gibi hisseder hep cunku.) tipki misafirin doymamasina ragmen doydum demesi gibi. ya da doyduktan sonra bile ayip olmasin diye yemeye devam etmesi gibi... gerci evsahibi tipki doymamis misafirin yemek konusunda kendine israr edilecegini bildigi gibi, kusura bakmayin dediginde de misafirinin "olur mu oyle sey her sey mukemmeldi" diyecegini bilir. (cunku aslinda gercekten hersey cok guzeldir.)

    aslinda ne guzel bir sey bu. sanki kucuk bir mutluluk oyunu oynaniyor iki taraf arasinda. ortada bir kural veya zorunluluk yok ama herkes yapmasi gerekeni cok iyi biliyor. ayrica her sey icten ve son derece yalin bir sekilde yapiliyor.

    eger o gece senin icin hazirlanan ve sadece turk kulturunde rastlanabilecek misafir odasinda kalmayacaksan evden cikarken seni kapiya kadar geciriler. ayrica buyuk bir ihtimalle eline de o gun hazirlanmis yemeklerden meydana gelen bir torba veya yemek kutusu tutusturulmustur. almam dersin yok olur mu sizin icin hazirlandi onlar denir.

    siz mutlu, evsahibi mutlu ayrilirsiniz...

    budur....
  • bazen absürt boyutlara kaçabilen hadise.

    bununla ilgili anım vardı, anlatasım geldi örnek teşkil etmesi açısından.

    o zamanlar ereğli'ye (zonguldak'a bağlı olan) ailemin yanına gelmiştim. ereğli, çileği, fındığı, ve michael jackson'un ilçemizde düzenlenen çilek festivaline katılacağının sözünü veren belediye başkanı ile meşhur bir karadeniz ilçesi. çarşıdayken, turist olduğu uzun bir mesafeden dahi anlaşılan birini gördük annemle. ereğli'de turist pek alışılmış bir hadise olmadığından, tanımlanamayan cisim gibi başına insanlar doluşmuştu. zavallı turist, ingilizce bir şeyler anlatmaya çalışıyor, ama bizim ilçe insanı ise ona bağırarak türkçe karşılık veriyordu, ve teorideki adı iletişim olan ama pratikte hiç de öyle olmayan bir eylem gerçekleşiyordu.

    zavallı turiste yardım etmek için yanına yaklaştım, amcalar ise bir yandan "kızım bak bir ne istiyormuş, burada ne işi varmış? nereden gelmiş? nereye gidiyormuş?hancı mıymış, yolcu muymuş?" sualleri ile simültane tercümedeki, simültane kelimesini "eşanlılık" değerinden koparıp, ışık hızının ötesinde bir ivedilikle çeviriyi yapmam için sabırsızlanıyorlardı.

    adı kevin olan turistimiz, ingiltere'den, taa yunaytıd kingdım'dan bisikleti ile gelmiş. fakat nasıl bir rota çizdiyse zavallının ereğli'ye nasıl düştüğünü ben de anlamış değilim. öncelikle bana yemek yiyebileceği bir yer sordu, mümkünse geleneksel ve ev yemeği tarzı olan bir yer olsun dedi. ereğli'de zaten başka bir alternatif olmadığı için, sorusunu cevaplamak çok da zor olmadı. ama bu sefer amcalar arasında nereye götürüleceğine dair tartışma çıktı. bakın nereye "götürüleceğine" dair. çünkü kevin, belki de amcaların harita üzerinde gösteremeyecekleri ama bir nevi zihinlerinde çok uzak olarak canlandırdıkları bir ülkeden gelmişti. kevin kat'iyen kendi başına yemek yiyemezdi, o artık ereğli'de yurtdışından gelen bir misafirdi ve gidip ona yemek yedirilecekti. (kevin bu noktada gelecekte başına neler geleceğinden habersizdi)

    kevin, ne olduğunu anlamadan bir insan seli ile yedirilip içirildikten sonra, kalacak bir yer sordu. ama turist kevin, ingiltere'den buraya kadar sırtında bir çadır ile gelmiş, istediği yerlerde kamp yapmış. ereğli'de de kamp yapacak bir yer sordu. amcalar bu suale fazla cevap geliştiremediler. sonra ihtiyar heyetinden belediyeye soralım diye oy birliği ile bir yasa önerisi çıktı. belediyeye gittik, hatta neden o kadar makam atladığımızı bilmeden belediye başkanının yanına çıktık. ben de kevin'in özel tercümanı gibi yanında hem onu kültürümüze adapte etmeye çalışıyorum, bir yandan da korkulacak bir şey olmadığını, herkesin ona yardımcı olmaya çalıştığını anlatıryorum.

    belediye başkanına kamp yerini sorduğumuzda "aaa olur mu, bir otele yerleştiririz kevin kardeşimizi dedi". yahu adam ingiltere diyorum, kamp yapa yapa gelmiş diyorum, yok diyor başkan, otel diyor, sıcak su diyor. kevin da garibim, gerek yok ben kendi çadırımda uyurum, siz bana sadece yasal bir yer söyleyin, belki her yerde izin vermezsiniz diyor. ajdgjah kevin ya, o esnada insanlar sahilde piknik yapıyordu ki, sahilimizde piknik alanı yok. başkanı otel ısrarından vazgeçirmeyi başarınca, kevin'i plaj tesislerine yönlendirdik. ama yine de kevin'in çadırında kalmasına izin verilmedi, başında bir dam olsun istendi, sıcak su da. kevin da artık karşı koymanın manasızlığını öğrendi ve siz bana yolu tarif edin dedi, ben bisikletimle gideyim o zaman. yok dediler ne bisikleti, biz sana belediyeden araç tahsil ederiz, onla bir görevli bırakır seni. adam ingiltere'den bisikletle gelmiş yahu bisikletle, iki kilometrelik yola adama özel araç tahsil ettiler belediyeden.

    neyse dedi kevin gene de kabul etmek mecburiyetinde kaldı. sonra da gece ne olur ne olmaz diye yanına da bir görevli verdiler kevin'ın. belediyeden bir çalışan, bir gece plaj tesislerinde kevin'a eşlik etti, ona "roommate"lik yaptı yalnız hissetmesin diye. ertesi gün öğrendiğim kadarı ile sohbet bile etmişler, ama görevli ingilizce bilmiyordu. the power of the body language. sonra da sabah kahvaltısını ettirip yoluna uğurlamış kevin'ı.

    belki de kevin, ruhsal arınma için bu yolculuğa çıkmıştı. kendisi, doğa ve farklı şehirlerle baş başa kalmak istemiş ve yüreğinin götürdüğü yere gitmeyi dilemişti. demek yüreği ereğli'yi dilemiş kevin'ın, bence nirvana'ya vardı ilçemizde.
  • sanırım geçmişte kalan misafirperverlik. günümüzde tanrı misafiri terimi bile kalmadı. kapımızı çalanın ya hırsız ya katil olduğuna inanıyoruz artık.
  • kucağınıza bir fotoğraf albümü oturtularak gösterilen misafirperverlik.

    az mı çektik bu çileyi? sağına soluna oturan iki kişi, tüm sülaleyi tanıtır.görümceler, eltiler, eniştelerin kuzenleri işkencesi başlar. yanınızdaki iki kişi yetmezmiş gibi bir de tepenize evin küçük kızı dikilir. omuzunuzdan attığı koluyla "bu elbiseyi bana anneannem aldı. ihihhiiii" diyerek parmağıyla gösterir. kız küçüktür ama omuzunuza iyi bastırarak sizi yamultur.

    sağınızdaki solunuzdaki insanlar da dirsekleriyle böğrünüzü delerler. albümlere bakmak zorunludur ve kaytarma imkanı yoktur. anlatıldığı üzere mevcutlu şekilde bakılır.
  • kimi yerde evlerindeki tum yemegi cikarip, bizlere (trekking manyagi bir grup genc) ziyafet cektiren, yagmur altinda kaldik diye evlerine cagirip bardak bardak cay cikaran insanlarin sahip olduklari degerdir.
    ama kimi yerde ise gidin baska yerde kamp kurun, bu koyde kalamazsiniz diye kovan, ustune su kaynagi sorulunca git bulursun diye basindan savan insanlarin (imamlarin) asla bilmedikleri seydir.
    neymis? turklukten ote adam olmakla alakaliymis. baskasi icin icinin ciz etmesiymis.
  • toplumun söyleye söyleye kendini de inandırdığı en büyük yalanlardan birinin tanım bulmuş halidir.

    bir diğer yalan için,

    (bkz: hoşgörü)
  • uzun zamandır türk misafirperverliği hakkında düşünüyordum, yaklaşık olarak 15-20 dakika. sosyolog olmadığım için sosyolojik bir tahlil bizim boyumuzu aşar ama benim de söyleyeceklerim var. ben türk misafirperverliğinin büyük bir kısmının merak denilen olgudan kaynakladığını düşünen insanlardanım, benimle birlikte toplamda 1 kişiyiz.

    şöyle bir örnek vereyim, tip olarak uzak doğululara benzeyen birisiyim ve anadoluda sikimsonik bir taşra üniversitesinde 3. sınıf okuyan bir yapım var, alttan dersim yok. fakülteye gider iken çeşitli köylerden ve kasabalardan geçmekteyiz, ne zaman bir köy kahvehanesine girsem yanıma 70 yaşında bir dede oturur o bana kore savaşını anlatır ve ben ona ailemizin göç hikayesini anlatırım. hikayemden çok etkilenirler çünkü bugüne kadar çekik gözlü ama kendilerinden daha iyi bir türkçeye sahip bir insana maalesef rastlamamışlardır.

    beni evlerine davet ederler, misafirperverliklerini gözüme gözüme sokarlar falan filan. iş ikinci kere o kahvehaneye gitmeye başladığında ise hiçbiri benim yanıma gelmez, çünkü istediklerini elde etmişlerdir. merak karşılanması gereken önemli bir ihtiyaçtır ve onlar bunu karşılamışlardır.

    sadece bu değil, merak tatmini hayatın her kademesinde karşıma çıktı, aklınıza gelebilecek her konuda. genel olarak merakı giderilen birey tarafından siklenilmemekteyim.

    ekşi itiraf: hükümsüzüm.
  • dev palavra. 1-2 günü geçen tüm ziyaretleriniz (ister asker, ister öğrenci olun) itinayla işkenceye çevrilmekte, sizi tutan s..meye çalışmakta, attığınız adım gözlenmektedir.
    (bkz: mahalle baskısı)
  • dünyanın en büyük yalanı, oscar'a yedi dalda adaydır.
  • bu ülke toprakları dışarısında pek rastlanmayan türden bir misafirperverliktir.
    düşünün ki uzun süredir görmediğiniz ve görüşmediğiniz kardeşiniz bir gün çat kapı size geldi. ne derdiniz? her şeyi derdiniz ama bir amerikan dizisinde duyduğum şu diyalogtaki son soruyu asla sormazdınız:

    - hey, hangi rüzgar attı seni buraya?
    + uzun süredir sevgili ablamı görmemiştim, belki iyi bir zamanlama değil ama, işte burdayım eheh.
    - eee, şehirdeki bu ilk gecende ve daha sonraki günlerde nerede kalmayı planlıyorsun?

    olmaz ki ama ya, valla olmaz.
hesabın var mı? giriş yap