• ben seviyorum burayı. ama eski halini bilenlerden biri olarak arada üzülmüyor da değilim.

    2011/2012 yıllarında goethe institut'tan çıkıp gerekli kitapları, dergileri, cd'leri alıp eve dönerdik. çok hoşsohbet bir çalışan vardı, yaşlı bir amca, şimdilerde yaşıyor mu nerede bilmiyorum.

    o sıcacık kitapçı böyle bir cafe'ye dönüşünce son zamanlarda instagram'da konumlu fotoğraf atma fihristesine üst sıralardan girmiş oldu. huysuz amcalar gibi eski zamanlar edebiyatı yapmak istemem ama öyle bir durum var.

    kitabevi duruyor neyse ki, iç mimarisinin korunmasına özen göstermiş mühlbauer ailesi. istiklal'deki arap/varoş kültürden sıyrılagelmiş son kalelerden biri.
  • bu mekana yaptığım müzik seçimi eleştirisi için şöyle bir gönderme yapılmış:

    "kafasını dinlemek isteyen neden taksimin göbeğinde dinlemeye çalışıyor diye sorgulatan kafedir aynı zamanda.
    bu kitap kafelerde oturup dünyayı kurtarır bir edayla kitap okuyan tipleri de çözemedim hiç. biz de kendimizce okuyoz da nedense öyle bir ciddiyet hasıl olmuyor bünyeye. kafede okuyunca geliyor o ciddiyet ellam."

    ---
    bir lümpene cevap:

    1) kafasını dinlemek isteyen bir insanın, istanbul'da taksim'e/beyoğlu'na gelmesindeki absürdlük nedir?
    beyoğlu ve pera her zaman bir kültür merkezi olmuştur ve bu özelliği silikleşiyor olsa da hala devam etmektedir.
    birçok kültürü içinde barındırdığı gibi sesli ve sessiz aktivitelerin yapılacağı mekanları da içinde barındırır.
    elbette beyoğlu'nu bilmeyen onun ritüellerini de bilmez; sözlükte cahillik ücretsizidr.

    2) beyoğlu nevizade'ye içip sıçmaya gelenlerin tekelinde bir semt değildir.
    her zaman kitabevleri, pastaneleri ve kültür-sanat merkezleri ile anılmıştır.
    bu mekanların bir kısmı sessizliğin daha hoş durduğu görüşmeler, buluşmalar ve bireysel aktivitelerin olduğu mekanlardır.

    3) sen burada kitap okuyan adamın dünyayı kurtarma ciddiyetiyle kitap okuduğunu nereden çıkarıyorsun?

    belki de o adam/kadın; senin gibi her şeye burun kıvıran, herkesi genelleyen ve böyle bir etkinliği icra eden insanları bile etiketleyen loser bir neslin yeni dünyayı istila ettiğini düşünüp, o dünyayı kurtarmak yerine o dünyadan kaçıyordur.

    4) "biz de kendimizce okuyoruz.."
    okuyor ama bilinçdışı okuyanlara olan nefretini haykırıyor.
    (bkz: tanrı kompleksi)
  • 60 yıl kitabevi olarak hizmet veren türk alman kitabevi'nin, 2015 sonbaharında değişen yeni halidir. 2015 yazında çıkan yangın sonrası, sahipleri çok güzel bir hareketle mekanı kitabevi-cafe formatına çevirmişler (bkz: her işte bir hayır vardır). menüsünde çay, kahve, pasta çeşitlerinin yanı sıra bira da bulunmaktadır. hatta leffe ile şaşırtmıştır.

    açıldıktan sonraki ilk 2 ay çok fazla kişi bilmediği için içerisinde kolay yer bulunabilen, sessiz, huzurlu bir mekandı. ancak çok kısa sürede ismi yayıldı, popülerleşti ve eski sakinliği kayboldu.

    konumu, mekanın ve tuvaletlerin temizliği, üniversite öğrencisi garsonların tutumu, uçuk olmayan fiyatları, samimi dekorasyonu ve daha starbuckslaşmamış olması mekanın olumlu yönleridir.
  • taksim meydanından tünele kadar beş tane starbucks var.
    insanlar sosyalleşmek adı altında sohbet etmek için oraları dolduruyorlar sonra ellerinde telefonlar sosyal medyadan çıkamıyorlar.

    keyifli bir sohbet, ders çalışmak, kitap okumak için mükemmel bir yer.

    hafta önce alman arkadaşım robert ile istiklalden tünele doğru yürüyorduk.
    tünele yaklaştığımızda bak burası benim öğrencilerimin sürekli geldiği bir yer, içerisi çok güzel, bir cafe olarakta çok yararlı dedi. içeri girecek zamanımız olmadığından devam ettik ama hep aklımdaydı taksime gittiğimde ilk oraya uğrayacağım dedim kendime.

    iki gün önce robert ile ingiltereden gelen hintli bir çifti gezdidirmek için taksime geçmiştik (adettendir istiklali görmedim demesinler)
    cafenin önünden geçerken roberte buraya gelelim dedim.
    robert birden caddenin ortasına doğru koşup bir adamı kolundan tutup yanıma getirdi.
    bak cafenin sahibi bu işte dedi.
    şaşkınlık içinde adamla biraz sohbet ettik.
    adam tuttu kolumdan beni zorla cafeye götürmeye çalışıyor.
    misafirlerimiz olduğunu anlatmaya çalışıyorum ama anlatamıyorum.
    mecbur gidiyorum.
    cafeye girince sol tarafta bir kütüphaneyle karşılaşıyorsunuz içerinin dizaynı çok güzel.
    üst kata çıkınca asıl etkilenmeyi yaşıyorum.
    hemen aklıma bir arkadaşım geldi onu kesinlikle buraya getirmeliydim. (henüz hiç görüşemedik. ama arakadşız, burayı çok sevecektir. eğer birgün görüşme onuruna erişebilirsek onu kesinlikle ilk buraya getirmeliyim, kitaplar arasında çok keyifli ve uzun soluklu sohbetler edebileceğimizi biliyorum.
    konuşmayı seven biri olduğundan o konuşur uzun uzun ben de dinlerdim diye düşündüm. görüşemezssek de entry okuduğunda kendisi gidecektir. bakalım)
    üst kat kitaplar arasına konulmuş masalardan oluşuyor. oturduğunuzda saatlerce kalkamayacağınız bir çekiciliği var.

    ödev yapmak yada ders çalışmak isteyenler içinde büyük bir masa konulmuş.

    anlayacağınız cafe gibi cafe istanbulda olanlar, yolu istanbula düşenler gitsinler, görsünler taksimin en güzel cafelerinden biri olmaya aday olabilir.
  • bu güzel kitapevi'nin sahibi olan thomas mühlbauer çoğu türkten güzel türkçe konuşuyor bakınız.
    kitapevi 1955’te thomas’ın babası franz mühlbauer tarafından kuruluyor. 2. dünya savaşı zamanında esir kalan, iran’a gitmek istediği için türkiye’ye gelen ve aslında başka bir yere gitme planları yaparken türkiye’yi çok sevdiği için kalmaya karar veren franz mühlbauer istanbul'a yerleşiyor ve işte bu güzel kitapevini açıyor.
    thomas'ın babası 1991’de hayatını kaybediyor ve ondan sonra bu kitabevini oğulları thomas ve abisi devralıyor.
    thomas almanya'da mühendislik okumasına rağmen istanbul'a geri dönüp kitapevini işletmeye devam ediyor.
    kendisinin alman bir gazetede röportajı okumuştum. 6-7 eylül olaylarında kitapevininde payına düşeni aldığını ama babasının bu konular hakkında konuşmadığından ayrıca ekonomik krizden kendisinin de etkilendiği hatta bir çok gece uyuyamadığından bahsetmiş.
    şahsi fikrim bu ülke onu gerçekten seven herkese bedelini ödetiyor, sevmeninde nefret etmeninde çok zor olduğu bir ülke türkiye.
  • fransız konsolosluğunda çalışan kız arkadaşımı alırdım, suriye pasajının önünden geçip alman kitabevine gider orda kahvemizi içerdik, orası olmazsa varunaya geçerdik. ordan çıkar asmalıda veya galata'da 1-2 tur atardık. sonra gümüşsuyundan kabataşa inen dik merdivenlere giderdik. beyoğlu böyle güzel bi yer işte. özlendiniz...
  • samimi ic dekorasyonuyla, oturup kitap okumak, bilgisayarda is yapmak, bir dostla iki lafin belini kirmak icin istiklal'deki ender guzel yerlerden biridir.
    kahveleri taze, peynirli pastalari lezzetlidir.
  • sanırım kahve içip çalışırken ya da bir şeyler okurken en rahat hissettiğim iki mekandan biri, diğeri de teşvikiye moc.
  • almanca kursumla beraber gitmeye başladığım, ders çalışırken ortamıyla, kahveleriyle ve nefis browniesiyle beni motive eden şipşirin mekan.

    istiklal caddesinde olmasına rağmen, istiklalin son zamanlardaa dönüştüğü varoş havadan eser yok içeride.

    sayısı artması gereken yerlerden.
  • sabah saatlerinde birkaç kişi olur. bunlar çoğunlukla yabancıdır. ingilizce ve almanca konuşmalar duyarsınız. arkadan da almanca opera benzeri bir şeyler çalar.
    ilerleyen saatlerde artık türk yoğunluğu artar. opera yerine de jazz müzik çalmaya başlar.

    tavsiyem sabah saatlerinde gidin. filtre kahvenin yanına bir de bienenstich söyleyin. kendinizi bir süreliğine de olsa türkiye'de değilmişsiniz gibi hissedebilirsiniz.
hesabın var mı? giriş yap