tragedyalar
-
"...
ve umutlar sonsuzdur.
çünkü en büyük yaslar
en büyük ölümlerden sonra tutulur.
..." -
edip cansever, 1977 yılında türkiye yazıları dergisinde tragedyalar'ın yazılış hikayesini şöyle anlatmış:
"...
tragedyalar, dedim. nasıl başladığımı anlatmak isterim. bilmem, belki de kimseyi ilgilendirmez bu. olsun, ben gene de anlatacağım. önce kendimi bir ağır çekimde seyrediyorum. sonra hızla bir geriye dönüş. bıçak gibi bir anıyla güncel bir yaşamın birlikteliği. "tragedyalar v" böyle filizlendi işte.
- konuya girelim mi?
- evet, girelim.
- armenak, vartuhi, stepan, lusin, diran... böyle bir aileyi niçin ve neden tasarladınız?
- hemen hemen vardılar. bana yazmak kaldı.
- hepsi de olumsuz, dengesiz, uyumsuz kişiler?
- evet, öyle...
- önce birer soğuk bira içelim, sonra siz anlatın isterseniz.
- ben konyak içmek istiyorum, stephan'ın adının renginde.
- nasıl isterseniz. sizi dinliyorum.
- sanırım yıl bin dokuz yüz altmış üçtü. bir akşamüstü kapalıçarşı'dan çıktım. çiçek pasajı'ndaki meyhanelerden birine girdim. cam önüne, mermer bir masanın kenarındaki tabureye iliştim. içkimi söyledim. nedensiz bir sıkıntı vardı içimde. meyhanelerin üstündeki binaları, pencereleri seyretmeye başladım. bir yandan da belleğim geçmişten bazı anıları taşımaya başladı. birden vartuhi'yi gördüm. nasıl mı? şöyle: çocuk yaşımı aşmıştım. yanımda bir eskiciyle pasaj'ın üstündeki katlardan birine girdik. bir şeyler satın alacaktık. babam göndermişti. ne var ki, kapı açılır açılmaz korkuyla karışık bir duygu çöreklendi içime. karşımda saçları çok kısa kesilmiş, iri yarı, kadına benzemeyen bir kadın duruyordu. hemen ayaküstü bir özür bularak eskiciyle birlikte kaçarcasına çıktım. eskiciden kadın hakkında bilgi aldım. bana, bu kadın zürafadır, dedi. zürafanın ne olduğunu soramadım ama, sonradan araştırdım, sevici kadın anlamında kullanılan bir sözcük olduğunu öğrendim. şimdi gene altmış üçlere gelelim. pasaj'daki binalara bakarken gördüğüm (sanki gördüğüm) o kadındı. böylece ailenin ilk bireyini buldum. gerisi kendiliğinden gelişti. hepsinin de az ya da çok hasta tipler oluşu, çökmekte, kokuşmakta olan bir düzeni saptamak, sergilemek içindi.
"düşüyor kan görmemiş taşlara
stepan, vartuhi, armenak
diran ve lusin."
gene hepsinin bir masalın sonundaki gibi yok oluşu, geleceğin geçmişe karşı bir utkusu olmalıydı.
evet, kısa bir değinme işte... bana umutsuz, toplumdan kopuk diyenlere de bir yanıt belki." -
... edip cansever'in yedi bolumden olusan, defalarca okunulasi muhtesem yapiti. toplu siirlerinin birinci kitabi olan yercekimli karanfil'de yer alir.
-
"...
bir insan yaşanmamışlığı bulunca
onu artık hiç kimse anlatamaz
kalır sonsuz gücünün buyruğunda
ve bütün kesinliklerin üstünde, yalnız
dolaşır bir ateşböceği gibi kendi aydınlığında
..." -
tragedyalar iv
stepan
elini verir misin, elini?
benim anladığımca sen
bir başına yüceltmek istiyorsun kendini
bu böyle olunca da, o zaman
şaşırma bir gün mutluluk yerine
daha hiç denenmemiş bir acıyla karşılaşırsan.
lusin
bir acıyla.. daha hiç denenmemiş!
stepan
bak işte, en soylu isteklerle odama geliyorsun
ve düşün, insanlığının en alımlı katında
her şey bu kadar doğal, her şey bu kadar güzelken
sorarım, neden böyle yabancı kalıyorum sana?
lusin
bilemem ki stepan..
stepan
bak lusin, çünkü ben sevmiyorum kadınları
bu tuhaf alışkanlığı, bu gereksiz yakınlığı
sense bencillik diyeceksin buna. ya da
bir zevk düşkünlüğü diyeceksin. oysa hiçbiri değil..
lusin
peki, ya nedir?
stepan
olsa olsa bunca çıkmazı
sürdürmek benimkisi bir zevk biçiminde boyuna
ve yaratmak yeniden bütün iğrendiklerimi.
lusin
kaçınılmaz bir yalnızlık seninkisi. ayrıca
katı, ilgisiz, iğreti...
stepan
ve diyebilirsin ki lusin, soyu kalmamış hayvanlar gibi
öyle bir buz çağını yaşıyorum da
içkiyle aşıyorum, içkiyle çözüyorum bu cehennemi.
lusin
hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey istemeden gerçekte.
stepan
belki de bir bilinci yoğunlaştırıyorum böylece
doğarak acılarıma her an yeniden
ve kendini kanatan bir bıçak gibi işte.
lusin
anlıyorum stepan, ne var ki, ben de
çıkmalı diyorum bu boğuntudan
bu yanlış orospuluktan, bilmiyorum
bana yardım edebilir misin? daha doğrusu
bir yol gösteren değil, bir uğrak
olabilir misin bana?
stepan
sadece bir anlaşma! ne çıkar anlaşsak da biz
ve bütün anlaşmaların dünyada
sanırım bir anlamı var: yok gibiyiz hepimiz.
lusin
öyleyse yalnız da değilsin sen. ayrıca
tutsaksın yalnızlığına stepan.
stepan
bunu yadsımıyorum ki lusin. yadsımıyorum da
demek istiyorum ki, sen de yalnızsın benim gibi
biz ikimiz de yalnızsak.. ve işte bu durumda
iki kişilik bir yalnızlık olmaz mı bizimkisi?
yok sanki bir şey yapacak..
lusin
belki de var.. ama nasıl?
stepan
zorlasak mı acaba bizim olmayan
görünmez bir mutluluğun yollarını
her türlü acılarla yılmadan
savaşsak mı geleceği kurtarmak için
ama gelecek ne lusin, bilmem ki
bilsem bile ne çıkar, o zaman da ben neyim?
lusin
düşündüm ben stepan. düşündüm daha önce de
diyorum bir geneleve gitmeli
hiç değilse bir karşıkoyma biçimi. ve belki
o yalanlardan, o yalan ilişkilerden
daha önemli bu, kim bilir
stepan
bence bu kurtuluş yolu değil. gerçi her şeyin hakkını vermeli.
üstelik kaygılanmadan
ama bir tükenme duygusu, ölümsü bir yılgınlık da
olabilir seninkisi. öyleyse karar vermeli
bir çözüm yolu mu bu, değil mi?
lusin
hep böyle baş eğmek mi? istemiyorum bunu stepan
düşmeli bir çirkinliğin içine. ve yavaş yavaş
aşmalı çirkinliği.
stepan
bak lusin, şu da var ki, genelevse gideceğin yer senin
zaten bir genelevde yaşıyor gibisin
her türlü çirkinliğin içinde
her türlü düşmanlığın, her türlü bencilliğin
içinde anlaşıyorsun vuruşaraktan
ve kırılaraktan durmadan
öyleyse bir kurtuluş bu mu? bana kalırsa
ölümünü içinde taşıyan bir isyan.
lusin
isyandı tanrıya başkaldırmak da. öyleyse
ben şimdi neye inanacağım
yalnızsam, beni yalnız bırakan
ve yalnız değilsem, kararsız bir yargıç olan
başkalarına mı?
yoksa kendime mi stepan, ne dersin?
stepan
korkunçtur, bana kalırsa adımıza
hazırlanmış bir oyun var bizim
hepimizi yalnız bıraktıkları bir oyun
ve bilirler, insanlar yalnız kaldıkça
konuştukları dil de değişir
sonunda hiç anlaşamazlar. öyle ki
bir zaman parçası içinde, bir durumun
değişmez akışında, tekdüze
kalırlar bir sıkıntı avcısı gibi
ve bir gün anlarlar ki, bir güc değildir artık yalnızlık
ve bunu anlayınca, işte o zaman lusin
aşıvermek isterler bu zamanla durumu
koşarlar, koşarlar, tam sınıra gelince
sanki o tel örgülere yapışmış gibi
bir duman oluverirler ya da kaskatı
bir kömür parçası, bir ceset..
nedir bu durumda insanın anlamı?
lusin
aşmalı bu durumu stepan.
stepan
duymuyorum ben acılarımı. ve yitirdim çoktan
yitirdim bütün karşıtlıkları. ne umut
ne umutsuzluk, ne hiçbir şey
kurtaramaz varlığımı benim. ve yoğun bir anlamsızlığın içinde
sanki renksiz, boyutsuz
ve göksüz, zamansız bir evrende
tek çıkar yol yaşamaksa lusin
yaşıyorum ben de kaygısız
değişmez bir anlamsızlığı böylece.
lusin
yani bir çıkmazı sürdürüyorsun kısaca
bu yitiriş kendini, bu çöküş
sanki bir üstünlük duygusu veriyor sana
stepan
bense bir yalnızlık tarihini örüyorum ustaca. ve gelecekteki
bir önseziyi kuruyorum şimdiden.
lusin
asıl iş bir sonuca varmakta.
stepan
varabilir misin?
lusin
öyleyse çok uzun bir yol bu doğrusu.
stepan
bir konyak daha içer misin?
lusin
ayrılalım stepan, belki biz anlaşıyoruz ama
ilkemiz ayrı yaşamak
ve ne varsa işte bu ayrılıkta.
stepan
adım stepan, lusin. yani ben
bir satranç oyuncusu olamam
lusin
elini ver stepan, ne de olsa bir anlaşmadır bu
belki de bir anlaşmadır.
(bir insan yaşanmamışlığı bulunca
onu artık hiç kimse anlatamaz
kalır sonsuz gücünün buyruğunda
ve bütün kesinliklerin üstünde, yalnız
dolaşır bir ateşböceği gibi kendi aydınlığında -
"hepimiz tanrı kaldık
kimse mutluyum demesin." -
"birdenbire yapayalnızsanız her yerde
ve bundan korkuyorsanız
en küçük şeylerden bile. örneğin birine saati sorsanız
karşıdan karşıya geçseniz bir caddede
sesinizi alçaltıp dikkatle bakarken çevrenize
biriyle bir şeyler konuşsanız
ve her gün kitaplar, dergiler alsanız. postacı her gün mektup getirse
sözgelimi bir resmi dairede
fazlaca oyalansanız
şöyle bir iki otobüs kaçırsanız üst üste, neden olmasın
kaldı ki, hiçbir şey yapmasanız bile
tuhaftır
sanki herkes kuşkuyla bakacaktır yüzünüze.
ve işte bir lokantaya girdiniz, garsonla çene çaldınız
şarapla yiyecek bir şeyler söylediniz, hepsi bu kadar
biraz da güldünüzdü aklınızdan geçen bir şeye
ya gülünç bir olaya, ya önemsiz bir söze
ama az ötede düğümleriyle oynayan
ve yiyen tırnaklarını bir adam
duraksız sizi izliyordur belki de.
ya da bir dernekte üyesiniz, azıcık mutlusunuz
ya da küçük bir memur bir banka servisinde
durmadan suçlusunuz
durmadan suçlusunuz
durmadan suçlusunuz ve artık kendinizi
gücünüz yok ödemeye.
giderek siz oluyorsa bütün bir kalabalık
yüzünüz yüzlerine benziyorsa, giysiniz giysilerine
ansızın bir hastanın kendini iyi sanması gibi
gücünüz yetse de azıcık bağırsanız
bir yankı: durmadan yalnızsınız
durmadan yalnızsınız." -
“sonra her şey birdenbire çirkin, birdenbire çirkin, birdenbire
çirkindi
bozuldu bir akşamüstü kıyılara çıkmak çünkü
eller bir soğuk el resmine girip dondular
ay çürüdü
her şey bir hizada kaldı, bütün eşyaları kaldırdılar
o kaldı
bir o kaldı: gelişen korku.
yani kutsal kitaplardaki değil ve çağdaş felsefedeki
seçkin bir dili abartırkenki görkemli
bir korku değil
değil de, ne romalı bir köleninki
ne engizisyon mahkemelerindeki, ne de
barışsever bir yahudinin
avlanırken duyduğu
bir korku da değil bu
ve bütün insan avlarında duyulan
konuşmaya ya da telaşlanmaya
hiç mi hiç vakit bırakmadan
tüyler, anılar bir daha yaşasın, bırakmadan
kocaman bir “vur!” sesi
var ya
o bile değil.
gelişen bir korku bu yalnız
umudu, umutsuzluğu
bir anlama getiren
anlamsız bir soy olma korkusu”
edip cansever -
tragedyalar -3 (koro )
birden bire yapayalnızsanız her yerde
ve bundan korkuyorsanız
en küçük şeylerden bile. örneğin birine saati sorsanız
karşıdan karşıya geçseniz bir caddede
sesinizi alçaltıp dikkatle bakaraktan çevrenize
biriyle bir şeyler konuşsanız
ve her gün kitaplar, dergiler alsanız. postacı her gün mektup getirse
sözgelimi bir resmi dairede
fazlaca oyalansanız
şöyle bir iki otobüs kaçırsanız üst üste neden olmasın
kaldı ki, hiçbir şey yapmasanız bile
tuhaftır
sanki herkes kuşkuyla bakacaktır yüzünüze.
ve işte bir lokantaya girdiniz, garsonla çene çaldınız
şarapla yiyecek bir şeyler söylediniz, hepsi bu kadar
biraz da güldünüz aklınızdan geçen bir şeye
ya gülünç bir olaya, ya önemsiz bir söze
ama az ötede düğmeleriyle oynayan
ve yiyen tırnaklarını bir adam
duraksız sizi izliyordur belki de.
ya da bir dernekte üyesiniz, azıcık mutlusunuz
ya da küçük bir memur bir banka servisinde
durmadan suçlusunuz
durmadan suçlusunuz
durmadan suçlusunuz ve artık kendinizi
gücünüz yok ödemeye.
giderek siz oluyorsa bütün bir kalabalık
yüzünüz yüzlerine benziyorsa, giysiniz giysilerine
ansızın bir hastanın kendini iyi sanması gibi
gücünüz yetse de azıcık bağırsanız
bir yankı : durmadan yalnızsınız
durmadan yalnızsınız. -
edip cansever'in en sahnelenmesi gereken, kaç kere seyrettiğimi hatırlamadığım ben ruhi bey nasılım'dan bile daha çok ses getirecek, gittikçe yozlaşan medya ve gerçek dünyada hak ettiği ilgiyi göremese de en azından bir kaç* kişiyi kendinden geçirecek, şekspirengiz demeye dilimin varmadığı, çünkü edipcanseverengiz demek istediğim edip cansever yazıtıdır.
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap