• esaslı bir behçet aysan şiiri:

    tortu

    her şey geçer
    aşk da
    acı da geçer, ağla-
    maklı bir şarkı
    ayrılıkların
    üzerinden.

    rüzgar olur
    savrulur geçer
    sağılır
    yaldızlı bir
    sabahın ağaran
    seherinde, hüznün
    sütbeyaz
    güğümünden.

    yol olur
    düğüm düğüm
    devrilir kağnı
    aşiretler ve
    gelincikler göçer.

    yıldız olur
    kayar mavi
    çipil yıldız
    dökülmüş yalnızlığın
    pirincinden.

    gece de
    homurtuyla
    kederli bir tren
    gibi geçer,
    benimse
    çiğnenmiş zakkum -
    yüklenmiş yorgun
    kalbimden
    aşk da
    acı da
    her şey ama her şey geçer
    kör
    bir güvercinin
    türküsü
    bile.

    tortusu kalır.

    yaşadıklarını
    anmak için beyaz bir yazıya
    gecedesin, ay ışığına sevdalan
    şakayıklara sor.

    ("karşı gece" isimli kitaptan)
  • türkçe rap adına yapılmış en iyi iki üç parçadan biridir. farazi'nin muhteşem beati, kayra'nın insan üstü sözleri ve vokali tüyleri diken diken eder. sözleri aşağıdaki gibidir:

    verse 1:

    kırılsın, odanda varsa aynalar kırılsın, kıtlık ortasında kan çanaklarında sallanan bir parça etle gel ve
    valse kalkalım beraber, bende kalmayan tek satır hüner kimlerin bileklerinde şimdi kan çeker, bana haberler gönder,
    isterim ki olsun ilkel bir yolla lütfen, çünkü telefonun sesinden artı ahizesinden tek bir fayda göremedim desem yerinde,
    abese iştigal ederse dahi dinlemeyecem, oksijen tüpüyle ciğere güç verip bir gün elbet oraya gelcem,
    eskiden çekilmiş iki adet kasetle posta kutuna benden hediyeler, pazar sabahlarında dinle dinle dellen,o zaman evde
    kalmaz ayna cam, dumanlarımla kanepenizde fink atarken sade bir şeye gülcem,o da kendi halim olcak, desem de yetmez,
    çünkü sempatik bir kimse olmak adına fazla kasmadım, dilimden eksik olmayan küfür, sana edilmiş her küfür cennetimden çıkma bir günah ki
    bunu da bari sen düşün, üşenmeden bu şeytanımla son defa vedalaşıp pek büyük günahlar işlemiştim anca yandım
    orda fazla kalmak istemez ve eski bir duvarda yazana kanmak istemezdim olmadı,ben de nedeni belli olmayan bir öfke buldum, onla koştum
    onla durdum elde var sıfır,bu sende bir pazar sıkıntısıysa bende ömre törpü, göremesen de kanepenizde kendi canımı sıkıyorum,
    bil ki benim için bu şarkı son çözüm, inanmadın tabii ki haklısın,sen de malını biliyorsun,can sıkan bir tortudan çıkmamıştı tek çözüm

    verse 2:

    e yorma, resmiyet biterse yorma, resmiyet biterse meziyetin kadar bilek bükülse dahi kimse özlemez
    ucuz şarapta can sıkan bir tortu belki ben, üstümüzde kaç bina, hangi yıl var?tut ki ben dedim haydi git de
    kurtul,ona da pek tenezzül etmez, derdi çünkü beni gıdım gıdım gebertmek, felaketin şudur ki seni de kan tutar,
    sebebi kalmamış bir katil işte şimdi sana gerek, hiç şaşırmanan gerek ki o da benim elbet,hem de fazla masrafım yok
    isterim ki kanepenizde bana bir yer verin yeter, sonra izleyin yavaş yavaş morarcak her yerim,bak bakam pencerende var mı tek bir damla kan?
    yok tabi ki,işimi çok temiz görüp de sözümü tuttum, kanepeniz değil fakat yerim,ona da pek tabi ki ben tenezzül etmedim,
    lüzumdan az biraz mı yoksun yoksa komple saçmalık mı isteğim?ee ben de böyle olsun istemezdim,
    onu da geçtim böyle çaresizce dert yanıp aynı yerde boş gezen satırla kalfa olmak istemezdim, duruma dair
    senden isterim çok basit bir tahmin, sence ben bu hale nasıl geldim? söyle ama öyle bir defayla almaz aklım,
    az biraz kafam kalın ve az biraz da yalnızım,ben derim ki duruşma bitmeden kopup gelen,son dakka tercihiyle meşhur,
    ucuz yapım bir filmden ivedilikle peydah bir şahit beni gelip bu ipten alsın, yoksa kanepenizde can sıkan bir tortu
    tek bir iz bırakmadan her geçen vakit yavaş yavaş gebercek
  • şarkıdaki sample there is a ghost namlı şarkı olup, kendisi zaten başlı başına etkileyiciyken bir de farazi ve kayra'nın üstüne ekledikleri nota ve sözlerle almış başını ötelere gitmiş.

    tortu'yu ara ara açar dinlerim, her seferinde sample'ını unutup arıyordum. hem bana not olsun hem sözlük faydalansın dedim.
  • ilkdinlediğimden beridir bir cümle kaldı aklımda;

    "ucuz şarapta can sıkan bir tortu belki ben."

    bu cümleyi aklımdan çıkaramıyorum bir süredir, daha doğrusu günlük yaşantımın içinde, aklımın arka planında başa sarıp duruyor. bu sabah geç kaldım'ı dinlerken, şarkının sonunda çalan 1-2 nota beni bu şarkıya getirdi. sonra açtım ve bu saat olmuş özümseyene, artık bu şarkı benim diyene kadar da dinledim durdum. ve o cümlenin neden aklıma takıldığını da anladım.

    içinde olduğum dünya ucuz, adalet yok, haksızlık had safhada, nezaket ve erdemli davranışlar gözardı ediliyor. ucuz bir şarap gibi yani; o kafa çekilecekse ve elde de bu varsa, içeceksin. başka şansın yok değil, elbette başka şansın var; ama başka yolu yok bunun. o kafa çekilecek, aklına düşmüş bir kere.

    lakin şişeyi tepene diktiğinde şarabın ucuzluğu değil de içindeki bir minik tortu çekiyor dikkâtini. az evvel içmeye sabredebildiğin şarap, artık yüzünü buruşturmana sebep oluyor. neden? çünkü şarap bozukmuş gibi geliyor sana o an. ucuz şarap belki; ama bozuk şarap asla, diyorsun. oysa o tortudur şarabı kıymetli yapan. o tortudur o şarabın yıllarca içlendiğini, mayasının özümsendiğini, kalitesinin arttığını gösteren.

    nihayet kabul ediyorum ki, ucuz şarap içindeki o tortu benim ve ne bu bir kibir ne de o şarap kalitesiz.
  • selçuk baran'ın yapı kredi yayınlarınca yeniden basımı gerçekleşen güzelim öykü kitabı.

    --- alıntı ---

    "ablam, bir akşam odama geldiğinde damdan düşer gibi, "artık oya işleyemeyeceğim," dedi, "picamanın düğmeyi düşecek ama şimdi elime iğne iplik almak istemiyorum. belki yarın..."

    bizim kasabada aslında oya işlemesini bile bilmezdi kadınlar. böyle ince işlere ayıracak zamanları mı yoktu, hevesleri mi? yürekleri öylesine kuruyup kalmış mıydı yoksa? mal müdürünün annesi hanife teyze (güneyliydi onlar) oya işliyordu. bir ablam heveslendi, oya işlemesini öğrendi ondan. çok güzeldi yaptığı ovalar... satın almak isteyenler çıkardı ama o oyalarını kimselere vermeye kıyamazdı.
    "neden artık oya işlemeyecekmişsin?" diye sordum. "ilk öğrendiğim oyanın adı zararsızdı: kelebek... gerçi oya kelebeğe benzemiyordu ama güzeldi ya... bu yıl derenin suyu hiç azalmayacağa benzer."

    bir süre pencereden baktı, akarsuyun sesini dinledi. "sonra unutma beni'yi öğrendim," diye sürdürdü konuşmasını. "nişanlı kızların oyasıymış bu, ya da sözlülerin. sonra yar ardına baktıran, dedi hanife teyze. o zaman neden bilmem ağlamak istedim. hanife teyze sesini çıkartmadan önüme bir sürü oya serdi, öyle güzeldiler ki, bu kez sahiden ağladım. hanife teyze ağladığımı görmüyor muydu neydi, yüzüme bile bakmadan oyaların adlarını saydı bir bir. aslında çiçeklerle, oyalarla ilgisi yoktu bu adların... hatta ayıp şeylerdi. şimdi öldürsen söylemem o adları... ağzıma bile alamam. ama o gün yüzüm kızarmadı. utanmam gerekirdi, utanmadım. yalnızca ağlıyordum. hanife teyze ağlamama aldırmadan boyuna konuşuyordu. boyuna o çok güzel, o çok ayıp adları sıralıyordu. oyalar öyle güzel, öyle güzeldi ki halim! acaba ayıp sandığımız şeylerin hepsi de güzel midir sence?.. söylesene... bizim kasabada neden hiç al güller açmaz?"

    "bırakmasan daha iyiydi," dedim. "oyaları söylüyorum." "yok, yok... dayanamazdım sonra. sözgelimi çayır-çimen işliyorsun, oyanın biri bitiyor, öteki başlıyor. elinde koyu yeşil iplik, açık yeşil boncuklar... oh, ne güzel çayırlık, çimenlik, diyorsun. çıplak ayaklarla atlara basmak... koşmak koşmak... ama oya bitiyor, hiçbir şey olmuyor, ötekine başlıyorsun. gene bir şey olmuyor. bütün çevre bitiyor sonra. sen yalnız istediğinle kalıyorsun. hem nerde çayır, nerde çimen? hani nerde? oya işlemezsen aklıma ne çayırlar ne al güller ne de yüzümü bile kızartmayan o ayıp şeyler gelir...bir gün yağmur yağsa diyorum... tam ben sokaktayken. etime kadar ıslansam... eve öyle dönsem. kimseler görmeden odama çıksam... yatağıma uzansam. üstümü filan çıkartmadan, öylece ıslak ıslak..."

    işte böyle... kırmızı gül bile yetişmeyen, kadınları oya işlemek istemeyen bir kasabada oturuyorduk. bazı bahçelerde hemencecik geçen pembe güller olurdu. güzel kokarlardı ama koparıp su dolu bir bardağa koymaya gelmezdi; hemen yapraklarını dökerlerdi. kasabayı baştan sona geçen bir tek asfaltlanmış yol vardır. ara sokaklar taş döşelidir. bu kısa sokakların çoğu yer yer çökmüştür. yağmur yağdığı zaman çukurlara su dolar. sokaklarımız kışın çamurlu, yazınsa tozludur. kuzey yakasından geçen bir dere şenlendirir kasabayı. bizim evimiz derenin doğuya doğru büküldüğü yerdedir. yattığım odadan derenin şırıltısı duyulur. ablamla birlikte derenin sesini dinlemeyi severdik. ama dere temmuz ortasında kurur. çakılların ortasında pis kokulu az bir su kalır. oğlan çocukları pantolonlarını sıvayıp yalınayak gezerler içinde.

    ablam mayıs başlarında evden kaçtı. nerede olduğunu bulmamız pek de zor olmadı. yakınımızdaki yeşilhisar kasabasında oturan bir çiftçiye kaçmıştı. adamın karısı ortalarda yoktu. evini, kocasını ve çocuklarını çoktan bırakmıştı. adam karısını boşamaya yanaşmıyordu nedense. evde büyük gürültü koptu tabii. kimi zaman öfke, kimi zaman utanç içindeydi ev halkı. aslında hep kendilerini düşünüyorlardı; ablamın aileye sürdüğü lekeyi. ablamı düşünen yoktu. bense yalnızca ablamı düşünüyordum. bin kez soruyordum kendi kendime: acaba mutlu muydu? iyi ama, istemeseydi elbette gitmezdi. o zaman içim rahat ediyordu, kısa bir süre için. az sonra kaygılarım gene başlıyordu.

    ablamın kaçtığı adamı tanıyordum. nuri adında bir çiftçiydi. hayvancılıktan, tarımdan iyi anlardı. herkes baytardan, tarım memurlarından çok ona başvururdu. geçen yıl bizim kavaklıktaki ağaçlara hastalık gelince de taa yeşilhisar’dan onu çağırtmıştık. onca kavağın ilaçlanması oldukça zor bir işti; çok zaman alırdı. önce kavakların hasta yerleri bulunacak, sonra oralarda de açılarak ilâç sıkılacaktı. ablamla birlikte nuri bey’e yardım etmemiz gerekmişti bu yüzden. otuz beş yaşlarında iri yapılı, yumuşak bakışlı bir adamdı. birlikte çalıştığımız iki gün boyunca çok az konuşmuştu ama onunla beraber olmak hoşumuza gitmişti. sonradan ablamla bir süre ondan konuştuğumuzu hatırlıyorum. mustafa abim kızmıştı adama. nedense para almak istememişti nuri bey. ağabeyim üsteleyince de doğru dürüst bir şey söyleyememiş, lâfı ağzında geveleyip durmuş, kızarıp bozarmıştı. yaptığı işin parasını almayı beceremeyen bir adamı hor görüyorlardı."**
    --- alıntı ---
  • türkçe müzik yapma amacıyla yola çıkan ozan akyol ve meriç erseçgen tarafından kurulmuş ve iyiki de kurulmuş grup. ilk kayıt çalışmalarına, meriç'in ev stüdyosunda (a.k.a. felluce) başlamışlar. hatta ilk parçaları olan gergin'in, vokal kısımları istanbul stüdyo flat'de, diğer kısımlarsa felluce'de kaydedilmiş... yamulmuyorsam grup, 2007 itibariyle sabit kadrosunu oturtmuş olup çalışmalarına artık 5 kişi olarak devam ediyor.
  • mükemmel bir farazi/kayra ortaklığı çalışması. ne zaman aklıma gelse arka arkaya üç beş kere dinlerim. neredeyse on yıldır yaparım bunu. neden bilmiyorum. şimdi yine dinlemem lazım misal. hey gidinin.
  • gecenin bir vakti durduk yere yüzümü hem de kocaman gülümsetmiş sincap mühendisi... onun hep dilediği cinten "sincaplı günler" diliyorum kendisine...
  • tortulu kafalar...tazzikli suyla yıkayası geliyor insanın içeri girip...
  • "kendimi rahatlatmak için hiç düşünmeden yalanlar sıralamadığım zaman, ne konuştuğum anlaşılmaz. tortulaşma da bir sözcükten başka bir şey değildir, biliyorum, belki de biz yalnızca özlem duyduğumuz şeylerden söz ediyoruzdur, anlamadığımız şeylerden. tanrı da bir tortulaşmadır! o, gerçek yaşamın bir tortusudur, ya da en azından bazen bana öyle geliyor. söz de bir tortulaşma mıdır? belki de hayat, gerçek hayat, suskundur -geriye resim de bırakmaz, cansız hiçbir şey bırakmaz!"
    (bkz: max frisch)

    kumlu fotoğraflar
    ya da kum fırtınaları
    kırılmaya hazır ışıklar
    ya da yansımaları
    duaları kabul edilmediği için
    minnet duyan insanlar
    ya da havva'ya haksızlık etmeden
    yeni bir meyveyi arayanlar
    tabakların sofralardan kaçıp
    bir şehir olduğu gezegenler
    nerede olursa olsun
    göğe bakma ihtiyacı hissedenler
    ve kahvaltıda gözleri dolunca
    önünü göremeyenler
    bazı sesleri duymamak için
    dinlenen müzikler
    ya da birlikte şarkı söylemek için
    şansını denemeler
    saçların hafızasında saklı eller
    badem kokulu tütsüler
    ya da gözler
    her şeyi bitirmeyi düşünenler
    ya da eve döndüğünde
    olup da bitmeyenler
    dar balkonlarda
    gökyüzüne doyamayanların
    hatırlayacağı birtakım şeyler:
    yaşamın üzerine esen bir rüzgâr
    beyaz bir kum zambağı
    ya da çiçek bahçeleri
    atlar ve rüyâları
    yara izleri
    kelimelerini arayan hisler
    ya da anlattıkça dinlenen
    bir anomali
    denizsiz dalıp gitmeler
    ve anlayış rehberi
    dert etmeler
    ve kelebekleri
    kumlu fotoğraflar gibi
    tortusuyla kalan birileri.
hesabın var mı? giriş yap