• uzun ihsan efendi, bir daha roman yayınlamayacağını söyledi zamanında. söyleşilerden anlaşıldığı kadarıyla yayınevi değişikliği nedeniyle, belli ki yeni bir kitap çıkartmak durumunda kalmış. o da zamanında yarım kalan bir dosyayı elden geçirmiş. içine sinen bir şey olsa zamanında yayınlatırdı zaten, atmış çekmeceye.

    o yüzden kitap şöyleymiş, böyleymiş demeden okuyacağız. yıllar önce bizi bırakıp giden, bir daha hiç göremeyeceğimizi düşündüğümüz sevgilimiz, pat diye kalkmış gelmiş, şehre dönmüş de kısa bir kavuşma yaşamış gibi olacağız. yol yorgunu, biraz da kafası karışık olabilir, koyun kafanızı dizine, anlatsın işte.

    sağolasın uzun ihsan efendi.
  • türk edebiyatının -bana göre- şu an hayatta olan en büyük romancısı ihsan oktay anar'ın son kitabı.

    yazar son olarak "severek yaptığım, zevk aldığım şeylerden biri de roman yazmaktı. onu da tükettim. yedi kitap yazdım, artık yeter. sekizincisini yazarsam, bu bir tür enflasyon demektir. bu yüzden başka bir türe geçebilirim. bir işi tadında bırakmak gerekir. elbette bu benim şahsi kanaatim" diyerek roman yazmayı bıraktığını açıklamıştı.

    ancak öyle görünüyor ki bizleri özlemiş...

    iyi olmuş çünkü biz de onu özlemiştik.

    öncelikle şunu söylemek gerekir ki; ihsan oktay anar sıradan bir adam değildir. onun tek bir romanını bile detaylıca tahlil edebilmek için iyi bir doktora öğrencisi olmak gerekir. kullandığı dilden keyif alabilmek için ise geniş bir kelime kelime dağarcığına sahip olmak elzemdir. tiamat'ı hakkıyla okuyabilmek için az biraz askeri terminoloji, teoloji ve tarih bilgisine sahip olmak gerektiğini düşünüyorum. tabii bu durum detaylı bir okuma yapacak olan kişiler için böyle. yoksa pekala yüzeysel bir okumayla kitabı bir zombi kitabı zannetmek de mümkün.

    ben bugün kitapta bahsi geçen şu meşhur sanduka hakkında konuşmak istiyorum çünkü bu konuda yeterli özen gösterilmiş içerikler göremedim.

    öncelikle sanduka karşımıza şu şekilde çıkar:

    "insani idrakin çok ötesinde, neredeyse ancak bir peygamber havsalasına sığabilecek kadar önemli ve kıymetli bu şey karşısında, kendilerinin av mı avcı mı olduklarına karar veremediklerinden donakalmışlardı."

    üstat burada bizlere sandukanın ilahi özellikleri hakkında bir şeyler sezdirmek istiyor.

    "sandukayı kimi, tereddütle titrek elini ağır ağır yaklaştırıp değdiği anda elektrik çarpmış gibi ani ürpertiyle çekiveriyor, kimi üzerindeki, sanki birbirlerini selamlar vaziyette iki meleği boş bulanık hülyalı gözlerle seyrediyor, sandığın ziyadesiyle tesir ettiği diğer bazıları da bu kadar haşmeti artık kaldıramadıklarından mıdır, secde eder gibi yere kapanmış, sanki kör edici altuni ışltıdan korumak için elleriyle yüzlerini örtüyorlar, ama yine de parmak aralarından bakmayı ihmal etmiyorlardı."

    buradaki elektrik çarpması üzerine söylenen şeyler ciddiye alınmalı. çünkü yahudi ve hristiyan kutsal metinleri, ahit sandığı'nın yalnızca eski yahudi rahip sınıfını oluşturan levililer tarafından taşınabileceğini belirtir. sandığı, yanlarındaki halkalardan geçirilmiş iki tahta direk kullanarak taşımaları gerekir, çünkü sandığın kendisine dokunmak tanrı'nın elinde ölümle sonuçlanacaktır.

    ahit sandığı'nın elektrikli bir cihaz olduğu anlayışı, 1745'te leyden (veya leiden) kavanozunun (veya şişesi) icadından kısa bir süre sonra ortaya çıktı. birkaç yıl sonra, elektrik biliminin kurucularından biri olan georg wilhelm lichtenberg (1743-1799), ahit sandığı'nın yapısının leyden kavanozuna benzediğini kaydetti.

    fizik terminolojisinde leyden kavanozu, büyük miktarlarda statik elektrik depolayan bir kapasitördür. kavanozun iç ve dış yüzeyleri eşit fakat zıt yükleri depolar. statik elektrikle ne kadar çok yüklenirse, kaptaki voltaj o kadar güçlü olur. lichtenberg'e göre sandık, özünde büyük, güçlü bir leyden kavanozuydu ve sandukaya dokunan herkese, özellikle de sandukanın üzerindeki melekler arasındaki boşluk alanına yüksek voltaj deşarjı verebiliyordu. sandukanın ahşabı bir yalıtkan görevi görüyordu. sandığın iletken kapağındaki iki keruv (melek), artı ve eksi uçlardı. keruvlardan biri dıştaki negatif altın tabakasına, diğer kerubi ise içteki pozitif altın tabakasına bağlaydı. bu, sandığın asla görülmeyecek olmasına rağmen neden bir iç altın tabakasına sahip olması gerektiğini açıklıyor.

    "derken nihayet, aciz ve cahil insanoğlu tarafından kol kuvvetiyle çekilip hırsla çağrıldığı için değil, kapkara bir ateş kadar yoğun ve hakiki karanlığı adeta bizzat ve azimle bile isteye delip geçerek onlara kararlı bir yırtıcı gibi yaklaşıp gelen o altuni sandukayı gördüler"

    unutmadan devam etmek gerekir ki ahit sandığı esasen bir silahtır.

    "isrâiloğulları tanrı’nın ve o’nun kudretinin sembolü, tanrı’nın kendileriyle olan beraberliğinin bir nişanesi şeklinde kabul ettikleri sandığı devamlı surette yanlarında taşımışlar, sıkıntılı anlarında ondan medet ummuşlardır (bk. sayılar, 10/33-36; birinci samuel, 4/3-9)."

    devam edelim...

    "üstünde yekdiğerini selamlar gibi, kanatlarını birbirine uzatmış iki altın melek seçiliyordu"

    şimdi burada duralım...

    işte ahit sandığının tasviri ile elde edilen resim.

    daha sonra sandukanın ölçülerini verir ancak bu ölçümlere meleklerin boyutu dahil edilmez. ortaya şöyle bir sonuç çıkar.

    işte burada

    romanda verilen ölçülere göre bu sandukanın ölçüleri "79 en ve boy 131 uzunluk" olarak geçer. şimdi ahit sandığının daha detaylı tasvirlerine bakalım.

    ahit sandığı için yapılan tasvir ise şu şekildedir:

    eski ahid’de “ahid sandığı” (bk. sayılar, 10/33, 14/44; tesniye, 10/8, 31/26), “şahadet sandığı” (bk. çıkış, 26/33-34, 30/26, 40/5, 21), “tanrı’nın sandığı” (bk. birinci samuel, 4/11) gibi muhtelif isimlerle anılmakta, kur’an’da tâbût diye geçmektedir (bk. el-bakara 2/248); arapça’da ise tâbûtü’l-ahd denilmektedir. kitâb-ı mukaddes’e göre ahid sandığının şekli ve ölçüleri tanrı tarafından bildirilmiştir. akasya ağacından yapılması emredilen bu sandığın uzunluğu iki buçuk, eni ve yüksekliği birer buçuk arşın olacaktır.

    o halde hesap yaparsak ortaya şu sonuç çıkıyor; 2.5 (170cm) x 1.5 (102cm) arşın

    açıkça görülüyor ki romandaki ölçüler ile semavi dinlerin ölçüleri tutmuyor. ancak romanda bahsi edilen hesaplara meleklerin ebatları da dahil edilmediği için ortaya farklı bir sonuç çıkmış olabilir. ya da ihsan oktay anar net bir ölçü verip açık bir delil bırakmak yerine bunu okuyucuya bir ödev olarak vermiş olabilir. belki de net ölçüler vermek yerine sandıktan ilham alan bir başka şey yaratmak istedi. zaten kitapta bahsi geçen sanduka da semavi dinlerin sandukası ile aynı prensipte çalışmak yerine bir nevi üç boyutlu yazıcı gibi çalışıyor.

    yine de ben bütün bu delillere dayanarak kitapta bahsi geçen sandukanın ahit sandığı olduğunu düşünüyorum.

    romanda ahit sandığı bir çeşit değişim geçirerek paslanmış demirden çirkin bir sandukaya, melekler ise ifrite dönüşür. sandığın böylesine bir dönüşüm yaşadığına dair delil bulamadım. ihsan oktay anar'ın kendi kurgusunun mesajını daha da güçlendirmek için böyle bir şey yaptığına inanmaktayım.

    sebebine gelirsek;

    daha önce demiştik, bu sandık bir silahtır ve belli kişiler tarafından taşınması ve kontrol edilmesi gereken muazzam bir güç barındırır. anlatılara göre, sandukaya dokunmak bile ölüm getirmekte. romanda ise bu sandukanın içinden çıkan yedi adet çivinin yine elektrik sayesinde hareket ettiği görülür.

    her ne kadar bu sandık roman boyunca ölümlere vesile olsa da, onun içinde net bir kötülük olduğundan bahsetmek güçtür çünkü onu batırmak üzereyken buldukları bir gemiden alan tiamat personeli, sandığın yalnız kalmak istediğini anlamamıştır.

    sandık gerçekten kötücül bir güç barındırıp insanoğlunun başına bela olmak isteyen safi bir kötülük yuvası olsaydı, insanoğluna erişmek için elinden geleni yapardı. ancak kitapta bunun tam tersi oluyor ve sanduka onu ele geçiren her şeyi ortadan kaldırmaya çalışıyor. zaten onu huzura erdiren şey de tiamat'ın batışı oluyor. tiamat batıp okyanusun dibini boyladıktan sonra sandık tekrardan eski formunu alıyor.

    "yengeçlerin üzerinden, ilerideki cazip ışıltıya süratle ilerleyip önünde tam durmuştu ki, fenerinin ışığında, birbirlerini selamlayan o iki altın meleği seçti. gülümsüyorlardı."

    buradan da görülüyor ki; sanduka insanoğlundan uzaklaştıktan sonra eski halini almıştır ve vaziyetinden memnundur.

    tiamat'ın verdiği mesajı ise şu şekilde yorumladım;

    insanoğlu açgözlüdür ancak zeki ve organizedir. bu yüzden bazı şeyler insanoğlunun eline geçmemelidir çünkü insanın havsalası her şeyi kavramaya yetmez.

    ve...

    bazı şeyler sonsuza kadar gizli kalmak zorundadır.
  • debe editi: lösev bağışlar için

    ihsan oktay anar'ın sekiz yılın sonunda orucunu bozarak yazdığı bu kitap tam anlamıyla bir haftasonu şekeri niyetine yiyilebilecek bir kitap. eğer evde geçireceğiniz büyük tembelliklerle dolu cumartesi ve pazar gününüz varsa tembelliğinize renk katacak bir kitap. kahvaltıdan önce oku, ara ver. kahvaltını yap, oku ara ver. uyu oku, ara ver. film izle, filme ara ver oku ve uyu. muhteşem bir tembellik diyalektiği yakalayabilirsiniz.

    spoiler olmadan özetle klasik bir anar hikayesi, sadece hikaye örgüsünde birazcık daha fazla olağanüstü varlık motifleri kullanılmış. kurgu ise, birinci dünya savaşı sırasında terk edilmiş bir gemiye rastlayan osmanlı denizaltısında bulunan askerlerin, bu gemiye çıkıp hazine zannettikleri sandıktan çıkan canavarın oluşturduğu bir nevi “the walking dead” serisinin hikayesi.

    ihsan oktay anar işte. saçmalıktan destan yazma sanatının baş şairlerindendir kendisi. ama yine de amad ve puslu kıtalar atlası gibi iki şaheserin çapında olmadığını hatırlatalım. beklentiniz yüksek olmasın.

    giriş kısmı inanılmaz ağır ve büyük bir zorlukla hatta bir iki defa tekrarlanarak okunuyor.

    bazı bölümler çok hızlı geçiş hissi verirken, yaşanan vahşetin sonrasında kahramanlar arasında yaşanan şakalaşmalar biraz anlamsız olmuş diye düşünmeden de edemedim.

    denizcilik ve askeri terimlerle dolu fantastik bir eser. kelimeleri dilediği gibi dans ettirerek türlü türlü cümleler haline getiren yazarın uzattığı cümlelerin kişiye orgazmik bir haz vermesi, okuyanı edebiyata ve felsefeye aşık ediyor. eseri kötü bulanlara hak verebilirim ancak ben içerikle ilgilenmiyorum diyenlerin seveceğini düşündüğüm bir eserdir. 100 yıl önce ben bu tarzın her bir cümlesi için tanınmamış, ünlü olamayan rus yazarlara beş kapik, beş kapik dağıtır. ekmeğimi şaraba batırır yer, eğlenir giderdim. altını çizdiğim küçük kupleleri de yazmadan edemedim. iyi okumalar efendim.

    “soğuk ve karanlık dipler boş ve anlamsızdı. kadim batıklarda ölü denizcilerin kıpır kıpır yakamozlu ruhları, yakarırcasına kolları yukarıda, yosunlar gibi akıntıda kıvrılıp kıvranarak salınıyor, zeminde çürümüş leş katmanından ölümün nabzı gibi tek tük atan kabarcıklar tıp tıp koparak yükseliyordu.”

    “galipken zalim, mağlupken mazlum olma."

    “var kalmayı hür kalmaya tercih ettiklerinden ruhları,içinde dişlilerin tıkırdadığı bir hesap makinesinden farksız zihinlerinde hapisti.”
  • ihsan oktay anar, doksanlı yılların ikinci yarısından itibaren türk edebiyatının en sevilen romanlarından biri haline gelecek olan puslu kıtalar atlası’ndan başlayarak ardı ardına yayımlanan ve son olarak 2014 yılında galiz kahraman ile son bulan romanlarının ardından kemik gibi sağlam bir okuyucu kitlesi edinmişti. kitapları dışında pek ortalarda görünmeyen yazar, geçtiğimiz yıllarda artık roman yazmayı bıraktığını da açıkladıktan sonra bu senenin başlarında anar’ın yayınevini değiştirdiği haberi ufak bir bomba etkisi yaratmıştı. kimileri yeni bir roman beklerken kimileri de anar’a güveniyordu. madem yazmayı bıraktığını söylüyordu o halde yazmayacaktı. eski kitaplarının yeniden basılacağını düşünürken yeni bir kitapla döneceği açıklanınca yine şaşırtmadı doğrusu. anar’ın uzun yıllar önce yazdığı ancak yayımlatmadığı bir romanını gözden geçirdiği ve bu romanla yeniden döneceği açıklanınca yeni durum anlaşılmış oldu.

    anar tiamat ile artık bilindik o hoş üslubunu devam ettiriyor. tarihi gerçekleri, fantastik ögeler ile harmanlayarak eser miktarda türkçe felsefe ve hayranlık uyandıracak seviyede ironik bir mizah ve orijinal karakterler anar’ın alameti farikalarından sayılıyor.

    bu kitapta da t1amat kodlu abdülhamid sınıfı, osmanlı denizaltısının akdeniz sularında ingilizlerle mücadeleleri sırasında gemiye aldıkları ganimet cinsinden bir sandığın içinden çıkan ateşle beslenen bir yaratık ve ardından gelişen korkunç olaylar konu ediliyor. anar romanlarında kutsal kitaplarda yer alan hikayelere de bol bol yer verir. tiamat’taki ganimet sandukası da tevrat’ta yer alan hz. musa’nın çıkış sandığıyla büyük benzerlikler taşır. ateşle beslenen yaratık şeytan’ı temsil ederken ganimet alınan yedi çivi de muhakkak ki yedi ölümcül günahla ilişkilidir.

    ihsan oktay anar’ın kitaplarında muhakkak başka kitaplarına referanslar olur. antik babil mitolojisinden alınma ismiyle tiamat da kitap adı da dahil olmak üzere içinde bol bol denizcilik terminolojisi içeren amat’la büyük benzerlikler taşıyor.

    hurafeler, tılsımlar, büyülerle beslenen avam batıl inançları karşısında pozitif bilimin ironilerle dolu eleştirisi anar’ın mizahı dehasının en eğlenceli öğesi sayılır.

    yaşayan bir roman karakteri gibi hareket eden anar’ın sekiz yıl aradan ve artık yazmayacağını söyledikten sonra denizlerin dibi gibi bir karanlığın içinden çıkıp gelen bu sürpriz roman okurları çok sevindirdi. beklemiyorduk ve bu haliyle beklemediğimize çok değdi.

    https://kitaplarveseyler.blogspot.com/…ay-anar.html
  • kadim bir babil tanrıçasıdır, sümer mitolojisindeki karşılığı nammu'dur. ibranicede tehom diye bilinir.

    tiamat, dünya var olmadan önce var olan ilksel suları ve kaotik okyanusu temsil eden varlıktır. anlatıda, tanrı marduk tarafından mağlup edildiği ve marduk'un evreni yaratmak için tanrıça'nın bedenini kullandığı; tiamat'ın göğsünün, cennet ve dünya arasındaki boşluk hâline geldiği. ağlayan gözlerinin fırat ve dicle'nin kaynağına, kuyruğunun ise samanyolu galaksisine dönüştüğünden bahsedilir.

    tiamat, orijinal yaradılışın kaosu içinde kükreyen ve çalkanan tuzlu suyun "parıldayan" kişileştirilmesiydi. tiamat ve abzu kozmik uçurumu ilksel sularla doldurdular. anlatıya göre tiamat, "her şeyi yaratan ümmü-hubur"dur.

    tiamat, ilksel tatlı su tanrısı abzu ile birlikte panteonun tanrılarını üretmiştir. ilksel yaratılışın kaosunun sembolüdür, çok güzel bir kadın olarak tasvir edilir ve feminen güzelliği temsil eder.

    aynı zamanda toprak elementini simgeleyen ana tanrıçadır. tiamat'a dair mitosun iki bölümü olduğu öne sürülmektedir; birincisinde tiamat, tuzlu ve tatlı su arasındaki "kutsal evlilik" yoluyla, sayısız nesillerce kozmosu barışçıl bir şekilde yaratan yapıcı bir tanrıçadır. ikincisinde ise ilksel kaosun canavarca somutlaşan hâli olarak kabul edilir. bazı kaynaklar onu deniz yılanı ya da ejderha imgeleriyle özdeşleştirir.

    fiziksel özellikler/fenotip
    iki ayrı efsanede geçen fiziksel tanımları arasında derin farklar bulunur. ilkinde kuyruklu insan benzeri bir yapı tarif edilir; diğer formu benzersizdir, en yaygın kromatik ejderha türlerinin (siyah, mavi, yeşil, kırmızı, beyaz) örüntüde yer alan her ana renk için bir kafası vardır. her bir kafa birbirinden tamamen bağımsız olarak çalışabilir ve ilgili ejderha ırkının bir üyesinin özel güçlerine sahiptir. vücudu ayrıca ucunda zehirli bir iğne bulunan uzun bir kuyruk da dahil olmak üzere bir wyvern (kanatlı bipedal mitik ejderha) ile ortak özelliklere sahiptir.

    tiamat genellikle bir deniz yılanı veya ejderha olarak tanımlanır, ancak bir kısım asurolog bu tanımlamaya katılmaz ve "ejderha formunun tiamat'a kesin olarak atfedilemeyeceğini" savunur.

    tiamat'ın kişiliği de tartışmalıdır. başlangıçta kibirli, açgözlü, nefret dolu, kindardı. kendisine yapılan herhangi bir saygısızlığı asla affetmeyen ve daha çok güç odaklı bir figür olarak lanse edilmiştir. ancak diğer anlatılarda sakin ve ılımlı bir karakter olarak nitelenir. bu da dualist kozmolojiye uygun iki yönlü kişiliğin temsilidir.

    tarihçe:

    ilk nesil tanrıları doğurur; kocası abzu, onların kendisini öldürmeyi ve tahtını gasp etmeyi planladıklarını düşünerek daha sonra onlara savaş açar ve öldürülür. öfkelenen kadın da kocasının katillerine savaş açar ve devasa bir deniz ejderhasına dönüşür.

    tiamat daha sonra enki'nin oğlu fırtına tanrısı marduk tarafından öldürülür. marduk, diğer tüm tanrıların gücüyle yoğun bir savaştan sonra tiamat ve çocuklarının üstesinden gelebilmiştir.

    kesin zaferin ardından marduk, tiamat'ı ikiye böldü, kaburgalarından cennetin ve dünyanın tonozunu (gök kubbe) yaptı. ağlayan gözleri dicle ve fırat'ın kaynağı, kuyruğu samanyolu oldu. yaşlı tanrıların onayıyla kingu'dan kader tableti'ni aldı ve kendisini babil panteonunun başına geçirdi. kingu yakalandı ve daha sonra öldürüldü: kırmızı kanı dünya'nın kırmızı kiliyle karışarak, genç igigi tanrılarının hizmetkârı olarak yaratılan insanoğlunun bedenini oluşturacaktı.

    tiamat, "yaratılış'tan sonra dışarı çıkan bir rahim" idi ve babil mitolojisi'nin kökeniydi. bir "ana deniz "e dönüştürüldü ve yaşam üretmek için bir üreme alanı olarak kullanıldı, ancak dünyanın ortamı dengelendikten ve ekosistemler kurulduktan sonra, ters tarafta bir dünya'ya sürüldü; burası hayatsız, paralel dünya bile olmayan fantastik bir alandır.

    ekosistemin zaten kurulmuş olduğunu görünce, yaşamı rastgele tasarlayan ona gerek kalmadı ve zekâ kazanan yaşam formlarının uyduğu rotaya göre, onun artık bir engelden başka bir şey olmadığına hükmedildi. bundan sonra tiamat, ayna dünyada asıl dünyasına geri dönmek için beklemektedir.

    enûma eliş (antik mezopotamya yaratılış destanı) tiamat'ın akrep adamlar ve deniz insanları da dahil olmak üzere daha genel bir canavar listesi arasında ejderhalar ve yılanlar doğurduğunu belirtir, ancak onun şeklini bir ejderha olarak tanımlamaz; aynı efsaneyi içeren diğer kaynaklar ise ondan bu şekilde bahseder.

    tiamat efsanesi, bir kültür kahramanı ile bir khtonik (yer altı) veya su canavarı, yılan veya ejderha arasındaki savaş olan chaoskampf nosyonunun kaydedilmiş en eski versiyonlarından biridir. tiamat mitiyle doğrudan ya da dolaylı olarak bağlantılı olan diğer mitolojilerdeki chaoskampf motifleri arasında hitit illuyanka miti ve yunan geleneğinde apollo'nun delphi kâhinini ele geçirmek için gerekli bir eylem olarak python'u öldürmesi yer alır.

    daha önce değinildiği gibi bazı analizlere göre tiamat mitinin iki bölümü vardır; ilkinde tiamat yaratıcı tanrıçadır, tuzlu ve tatlı su arasındaki "kutsal evlilik" yoluyla, birbirini izleyen çağlar süresince kozmosu barışçıl bir şekilde yaratır. ikinci "kaoskampf "ta ise tiamat ilkel kaosun canavarca vücut bulmuş hâli olarak kabul edilir.

    bazı araştırmacılar tiamat'ın marduk tarafından öldürülmesini, iktidarın anaerkil yapıdan ataerkil yapıya geçtiği hipotezine kanıt olarak değerlendirmiştir. bu konuda büyük tanrıça teorisine ilişkin bir fikir birliği vardır. bu teoriye göre tiamat ve diğer antik canavar figürleri barışçıl, kadın merkezli dinlerin kadim yüksek tanrıları olarak sunulmuş ve şiddete başvurduklarında canavara dönüşmüşlerdir. tanrısal karakterlerin erkek bir kahraman tarafından yenilmeleri, erkek egemen dinlerin antik toplumu devirme biçimine karşılık geliyordu.
  • her suser'ın mutlaka kaç adet aldığını, ne zaman sipariş verdiğini ve eline ne zaman ulaştığını yazması gereken kitap başlığı.

    çok özür dilerim bazen ne kadar gerizekalısınız ya. kitabı okusam da hakkında bi fikrim oluşmayacak heralde diye düşünmüşsünüz, başlık trendyol yorumları fasilitesine dönmüş. paketleme nasıldı edit bekliyoruz onu da yazın mutlaka.
  • hakkında sözlükte oturaklı, tam tamına bir açıklama bulamadığım tanrıça. mezopotamya mitolojisindeki en mistik ve önemli figürlerden biri. bu pis ve sağlıksız internet cafe ortamında sizlere zamanımı bağışlıyor ve yazmaya başlıyorum, melechesh eşliğinde:

    tiamat, babil ve akad mitolojisi'nde genellikle okyanus tanrıçası olarak bilinir. hellen mitolojisi'ndeki okeanos ile aynı varlık sayılabilir. tiamat, hiç bir şey var olmamışken, sonsuz boşlukta var olan tek şeydir. evrenin, cennetlerin ve cehennemlerin, yer ve gök yüzünün kaynağıdır. sami mitlerinde daha çok bahsedilse de, nihayetinde sümer mitlerinden kaynaklanmıştır ve kökeni sümer'e ve belki de daha eskiye, araştırmacıların proto-fıratlılar dedikleri kültüre dayanmaktadır. kendisinden söz edilen en eski metin enuma eliş'e göre tatlı suların efendisi ap.zu (sümerce olduğu için akademik alışkanlıktan noktayla yazıyorum), (bkz: apsu) ile çiftleşmiş ve yeni tanrılar dünyaya getirmiştir. ki bu, hellen mitinde okeanos ve tethys'in evliliği anlatısının mezopotamya'daki kökenidir.

    lakin enuma eliş'te tiamat ile ilgili iki tür mit vardır. birincisine göre tiamat tatlı ve tuzlu suların birleşmesini, yani bir anlamda evrendeki farklılıkların bir arada yaşayabilmesini temsil eder. ikinci ve çok daha gizemli olan ikinci mite göre ise tiamat kaos'un efendisidir. bu bağlamda bu tanrıça mezopotamya mitolojilerinde görülen ilkel, ilk kaos'un sebebidir. üzerine yüklenen bu anlam dolayısıyla tiamat'ı, -daha doğru olarak- bir kişilik, tam bir tanrıça olarak tanımlamak yerine, onu bu bahsettiğimiz kaos'u, boş ve sahipsiz evreni temsil eden bir tür kuvvet, enerji veya ruh olarak tanımlamak daha doğru olabilir.

    tıpkı iskandinav ve bir ölçüde hellen mitolojisinde olduğu gibi tiamat, bu kaos mitinde, bilinen dünyanın yapı taşıdır. iskandinav mitolojisinde devler (troller), hellen mitolojisinde titanlar, tanrıların dünyayı inşaa ettiği yegane malzemedir. enuma eliş'te de tiamat, kendi soyundan türeyen tanrılara karşı bir savaş başlatmıştır. fakat tanrı marduk (enuma eliş'in babil versiyonunda baş roldedir ve babillilerin milli tanrısıdır) tiamat'ı yenmiş, onun varlığından dünyayı inşaa etmiştir. mezopotamya mitlerinin karakteristik özelliklerinden biri olan astronomik yansımalar tiamat mitinde de görülür. tiamat, astronomide ni.bi.ru (bkz: nibiru), yani marduk'un gelişini engelleyen bir gezegen olarak karşımıza çıkar. marduk güneşin yörüngesine girerken tiamat'ı çekim gücüyle yok etmiş, parçalarından dünyayı oluşturmuştur. geri kalan parçalar ise samanyolu'nu ve astroid kuşağını oluşturmuştur. ikinci eşi, ama aslında uşağı olan kingu ise ay olarak ortaya çıkmıştır.

    etimolojik olarak tiamat bazı dillere ve kültürlere de sirayet etmiştir. örneğin akad ve asur lehçelerinde tamtu/tamtum "deniz" anlamına gelir. batı sami dillerinden aramice ve ibranice'de de tahom/tehom olarak görülür ki anlamı yine "deniz, derin deniz" şeklindedir. bu etkileşimler arasında en ilginç olanı ise hellen mitolojisi ve dili ile ilgili olanıdır. thorkild jacobsen ve walter burkert'ın detaylı araştırmaları, tiamat'ın geç arami lehçelerinden birinde thalatth şeklinde geçen kelimenin, hellence thalassa/thalette "deniz" kelimesine kaynaklık ettiğini göstermiştir. ayrıca burkert, hellen mitlerindeki tethys denizini tiamat ile bağdaştırmıştır ki bu çok olasıdır. zira tethys de tiamat gibi hiç bir şey yokken var olan denizlerden biridir. diğeri için:

    (bkz: okeanos)

    tiamat, doğrudan doğruya bir deniz olarak düşünülerek de aranmıştır. arkeolog harriet crawrofd, tiamat'ı "karışmış su, deniz" olarak düşünerek, iran körfezi'ni göstermiştir. bu varsayım, sümerlerin efsanevi memleketlerinden olan dilmun'un bugünkü bahreyn'de olduğunu da düşünürsek, doğru olma ihtimali yüksek olan bir varsayımdır.
  • 1. baskısının 124. sayfasında geçen beşli şifrelemenin çözülmüş hali şu şekilde olan everest yayınlarından çıkan ihsan oktay anar kitabı.

    --- spoiler ---

    canavar işte o canavar kötülüğün ta kendisi. imha etmeniz lazım mutlaka hayvanı ve vahşi kötülüktü ama şimdi artık zeki, seri bağlanan pil sayısı kadar cereyanında artması gibi beyinlerimizi bağladı, zekası altı kat arttı. kayboluyorum bunlar son sözlerim, şimdi kötülük hepinizden zeki, zihnimizin içindeki her şeyle ele geçiriyor. bildiğimiz her şeyi bu toplam zeka ile birleştiriyor, sonuçlar çıkarıyor. dışı beyaz içi siyah olan torbanın ters yüz olması gibi o sandukada ters yüz oldu. içindeki kötü dışarı çıktı. dışındaki iyilikte içinde kayboldu. o şimdi canavar. kötülük bu şifreyi çözüyor. son sözlerim. çözdü. onda kayboluyorum, onda kayboluyorum. o oldum. kurtuluş yok, kurtuluş yok, kurtuluş yok. karanlığın sahibi benim.

    --- spoiler ---
  • 2022 hakikaten ilginç bir yıl oluyor. sanki evren pandemi için abi pardon ya demek istemiş gibi ne kadar güzel şey varsa bu yıla saklamış. mor ve ötesi albüm yayınladı, tarkan hepimizin morali düzelsin diye şarkı yazdı, red hot chili peppers yeni albüm çıkaracak falan. her şey ardı ardına gelmeye başladı.

    bu güzelliklerden biri de kesinlikle ihsan oktay anar'ın yeni bir kitap üzerinde çalıştığını duyurmasıydı. okurları fark etmiştir her ne kadar yazarımız kısa kitaplar yazsa da hepsinin içinde müthiş bir bilgi birikimi olduğu için yeni bir kitap beklemek öyle kolay bir iş değil. zaten ihsan oktay anar da yazardan çok filozof gibi göründüğü için her an inziva-i ekber'e çekildim yazmıyorum kitap falan diyecek bir potansiyele sahip gibi görünüyor. ancak uzun bir beklemenin ardından nihayet kitaba kavuşmuş bulunuyoruz. şimdi yeni kitabımız tiamat nasıl olmuş bir bakalım.

    açıkçası kitabın ismini duyduğumdan beri heyecan içindeydim. bu da sadece ihsan oktay anar kitabı olmasından kaynaklı değil. çünkü kitabın ismi bile bize anlatacağı hikayenin ipuçlarını veriyor. benim en sevdiğim ikinci ihsan oktay kitabı amat. ki onda da müthiş bir dil ve denizcilik terminolojisi vardı. bu kitabın adı da ti(amat) olunca acaba yine denizde geçen bir roman mı okuyacağız diye düşündüm ve görüyorum ki bu tahminimde yanılmamışım.

    ancak bu sefer korsanların döneminde değil 1900'lerin başındayız. tiamat da bir kalyonun değil bir denizaltının adı. ancak denizcilik geleneği öyle kolay kolay değişecek bir şey olmadığı için bu denizaltının mürettebatı da korsandan hallice diyebiliriz. yine de amat'ta okuyup çok sevdiğimiz bir kullanım burada da tam gaz devam ediyor. o da tarihle fantastiğin birleşimi.

    ben bu fikre ilk gördüğüm zamandan beri aşığım. mesela rus edebiyatı düşünün ikinci derece memurlar yerine wizard'lar var. yeni kıtalar keşfediliyor ama istilacılar aztek warlock'larla karşılaşıyor falan. hem çok orijinal hem de dikkat çekici bir alan bu. türk mitolojisinde druid'ler falan olmadığından ise ihsan oktay, hurafeler, tılsımlar ve büyüler gibi konuları alıp o dönemin içine ekliyor ki özellikle puslu kıtalar atlası dünya edebiyatında yer edecek kadar başarılı bir kitap bu konuda. (aslında selda bağcan kadar da otantik bir ürün puslu kıtalar. yabancılar bunu nasıl keşfedemedi hayret.)

    yalnız amat ile tiamat arasında belli farklılıklar da var. bu da aslında konudan çok yazım tekniğiyle alakalı. ki bu çok ilginç aslında. genelde yazarlar farklı konulara değinseler de tekniklerini bir kere benimsedikten sonra kolay kolay değiştirmezler. ihsan oktay ise bu kitabında diğerlerine göre çok farklı bir tarz kullanmış.

    mesela benim amat'ta en sevdiğim noktalardan biri gerilimin yavaş yavaş tırmanmasıydı. sürekli acaba bu nedir, acaba şimdi ne olacak diye düşünerek okumuştum tüm kitabı. tiamat ise denizaltının bir gemiye saldırısıyla hızlı bir şekilde başlıyor ve soluk almadan ilerliyor. arada karakterlerin dinlenip bir nefes aldığı yer bile yok. ha bu bir problem midir? bence değil. çünkü anlatılan olay zaten aşağı yukarı 7 saatte geçiyor ve tekniğin hikayeye uyması çok daha önemli. ben de bunu sadece gözlem olarak söylüyorum zaten. kitabı da ayakta okusanız daha yorulmadan bitirirsiniz öyle başarılı bir tempo söz konusu.

    ancak tempo ve atmosfer kurulumu birbiriyle ters orantılı çalışır. çünkü atmosfer işlerin daha sakin gittiği hikayenin geçtiği evrenle ilgili detaylar verilirken kurulur. böyle göze sokar gibi değil de burada da bu var diye araya katılır. işte tempo çok hızlı olduğunda eklenecek bu tür cümlelere yer kalmaz. ha oldu da yazdınız ya tempoyu yüksek tutmak isteyip de düşürdüğünüz için teknik olarak hataya düşersiniz ya da okuyucu olaya o kadar odaklıdır ki detaylar görmezden gelinir. burada ise yazarımız detayları daha minimalde tutmaya çalışmış. ha yine teknik açıdan tutarlı ancak şimdi insan ister istemez puslu kıtalar'daki gibi bir atmosferi de özlüyor ne yalan söyleyeyim.

    gerçi eğer cümle yapılarına bakarsanız bu atmosferin ve teknik kullanımın devam ettiğini görebilirsiniz. yani 150 küsür sayfalık bir kitabın tüm cümleleri mi güzel olur. mesela bazı bölümlerde yazarlar olayı bağlamak için buna pek dikkat etmez ama ihsan oktay'ın kitaplarındaki tüm cümleler özenli. tabi kendisiyle tanışıp sormuşluğum yok ama çok eminim her cümleyi üç dört sefer yazıyordur. yani inş öyledir çünkü doğal olarak bu şekilde yazıyorsa tahmin ettiğimizden de büyük bir yeteneğe sahip demektir.

    sonuç olarak bu kitap beklentileri gayet karşılıyor. belki ihsan oktay kitaplarına göre bir iki ufak farklılık vardır ancak onlar da tiamat'ı kendi içinde değerlendirdiğinizde yerli yerine oturuyor. bu nedenle henüz okumadıysanız acil tavsiye ederim.
  • ihsan oktay anar'ın okurlarını seyre daldıran son romanı.

    puslu kıtalar atlası, suskunlar, amat, kitab-ül hiyel, ebrasiyâbın hikâyeleri gibi çağının ötesindeki eserlere yedinci gün ilk darbeyi vursa da yazarın tüm romanlarını okuyanlar olarak galîz kahraman'da epeyce hayal kırıklığına uğramıştık.

    zaten anar da bu eserinden sonra artık roman yazmayacağını ve tür değişikliğine gideceğini belirtmişti.

    sekiz yıllık aranın ardından geçtiğimiz aylarda yeni roman haberi geldi. doğrusu bu habere temkinli yaklaşanlardandım. yine de ayfer tunç, şule gürbüz, orhan pamuk ve ihsan oktay anar gibi aynı çağda yaşamanın kıymetine inandığım yazarların kitaplarını sıcağı sıcağına okumak gibi bir alışkanlığım var.

    puslu kıtalar atlası, amat, suskunlar bizi şaşırtan kitaplardı. çünkü edebiyatımızda belki de ilk kez osmanlı dönemi'nde geçen, fantastik ögelerle yüklü, bilimkurgu metinlerini aratmayan bir yapıda ve nefis bir dille yazılmış, yazıldığı dönemin türkçesine ve bazen teknik kavramların bolluğuna rağmen su gibi akıp giden metinlerle karşılaşıyorduk. anar'ın zekası, disiplini, bilgiyi verme biçimi ve olayları sinematografik sunuşuna okurları olarak hayran olduk. sonra her şeyde olduğu gibi bu dehaya alıştık. belki de bu yüzden bir günde okuduğum tiamat beni şaşırtmadı. puslu kıtalar atlası'nı okuduğumdaki büyülenme hâline geçemedim. fakat kesinlikle galîz kahraman'deki gibi bir hayal kırıklığına da uğramadım.

    çok özlediğim bir üsluba yeniden kavuşmuş olmanın tadını çıkardım. hiç teklemeden, heyecanla hatta son yirmi sayfada nefesimi tutarak okudum. korkulu bir maceranın içinde sürüklenirken ironiyle harmanlanmış bir cümlenin dozu düşürmesine izin vermiş yazar. mizahtan vazgeçmeden dili eğip bükmüş.

    ihsan oktay'ın eleştirildiği temel noktalardan biri romanlarındaki kadın yokluğu. kadın karakterlerin olmayıp “erkek panayırı” olma hâli tiamat için de geçerli. sahnede sadece erkekler var. tabii 1915 yılında, birinci dünya savaşı'nda akdeniz'de osmanlı donanmasına bağlı bir denizaltında (tahtelbahir) geçen olayların içinde kadın kahramanların olması zor. sadece erkeklerin olduğu bu ortama eril dil de fazlasıyla hâkim. öte yandan diğer romanlarında hatırlamadığım bir karakterle karşılaşıyoruz denizaltında. kadın makyajı yapıp kadın gibi giyinen parlakçı adlı denizci, diğer denizcilerle de açık saçık cümlelerle şakalaşken hiç de yadırganmıyor. neredeyse temsili bir kadınla karşılaşıyoruz. tıpkı geleneksel oyunlarımızda olduğu gibi.

    anar'ın romanlarındaki “kadınsızlık” durumu çok fazla eleştirilse de yazarın tercihine saygı göstermek gerektiğini düşünenlerdenim. fakat romanın özellikle erkek okurların ilgisini çekecek unsurlarla bezeli olduğunu eklemeden duramayacağım.

    andy warhol'a ait meşhur “herkes 15 dakikalığına ünlü olacak” sözünü anar, 1915'lere uyarlamış ve “herkes 15 dakikalığına zengin olacak” şeklinde kullanarak bugünlere gönderme yapmış. romandaki zengin olma hâlinin kısacık bir sanrı olduğunu belirtirsek 15 dakikalık meşhurluğun da kıymetiharbiyesi anlaşılacaktır.

    masalların ve risalelerin dilini modern dille sentezleyerek denizcilerin dünyasını okura çok iyi yansıtan, kendisini heyecanla bekleyenleri düş kırıklığına uğratmayan bir romanla dönüş yapan sevgili yazarımıza eğer okuyorsa buraları şükranlarımı sunuyorum. iyi ki yazıyor.

    --- spoiler ---

    romanın ilk yarısında bahsedilip geçilen kusursuz çivilerin çehov'un silahı kuralı gereği kahramanların başına çok işler açacağını anlamıştık da zombi hikâyesi sürpriz oldu. romanın sonunda amerikan filmleri gibi sadece iki kişinin hayatta kalması da sürpriz olmadı. yalnız kahramanlık yapan mülazım çavuş kalbimizi de acıtarak gitti.
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap