• izleyen genç çiftlere "çocuk yapmasak mı acaba" dedirten film.
  • johnny cash tarafindan yapilmi$ harika bir coveri olan danzig $arkisi.

    bad luck wind been blowin' on my back
    i was born to bring trouble wherever i'm at
    with the number '13' tattooed on my neck
    that ink starts to itch
    black gon' turn to red

    i was born in the soul of misery
    and i never had me a name
    they just give me a number when i was young

    got a long line of heartache
    i carry it well
    the list of lives i've broken
    reach from here to hell
    and a bad luck wind been blowin' on my back
    pray you don't look at me
    and i pray i don't look back

    i was born in the soul of misery
    and i never had me a name
    they just give me a number when i was young

    found me with a preacherman confessin' all i done
    catch me with the devil playing 21
    and a bad luck wind been blowin' on my back
    i was born to bring trouble wherever i'm at

    i was born in the soul of misery
    and i never had me a name
    they just give me a number when i was young
    when i was young
    when i was young
    when i was young
  • ilk çıktığında izmir'de tek salonda oynamaktaydı bu film, biz de sinemasever liseli gençliği olarak, bir şekilde izleyelim, çok övüyorlar bu filmi dışarda, diye gidip, "hmm, evet, çok ilginç, pek hoş, hmm.." diye derin derin yaklaşmıştık. oysa şu gün izlediğimde aynı filmi, "hacı biz orta okul yıllarında şöle ortamlar göremedik be, yazıklar olsun, şuna bak, çatır çutur" gibi odunsu bir yüzeysellikle yaklaştım ve geçen seneler ile beraber tam bir mala dönüştüğümü gördüm. yine de arada sırada denk geldikçe izleten, gereksiz sahnelerine rağmen iyi bir filmdir kendisi bence, fena da çekilmemiştir hani. kim derdi tracy kardeşimiz evan rachel wood'u marilyn manson götürecek bundan bir 4 sene sonra diye, vay be, hayat işte.
  • yeniden seyrettim bu filmi. hayatın gerçeklerini yansıtıyor. sadece amerika'da değil, türkiye'de de aynısı. kız kardeşimden ve kuzenimden biliyorum.

    her şey masum bir istekle başlıyor:

    - anneciğim/babacığım, şu pastaneye gidebilir miyim? şurada arkadaşlarım ile takılabilir miyim?

    ve arkası geliyor. çocuğunuzu sizden çalıyorlar. gün geliyor ve bir de bakıyorsunuz ki, çocuğunuz, size aynen şunu söylüyor:

    - ben, aile bireyi değilim. bırakın beni. benim ailem dışarıdaki arkadaşlarım.

    bu olay geçen yıl olmuş. gelişmeleri de bana sonradan anlattılar. çok tatlı bir kuzenim var. annesi ve babası, dünyanın en güzel insanları ama sık sık tartışırlar. evde şiddet falan yok, sadece anne ve baba arasında cinsel yaşamın olmamasından kaynaklanan bir gerginlik yaşıyor. küçük kardeşi dünyaya geldikten sonra kuzenim, o zaman 12 yaşındaydı, yavaş yavaş dünyayı keşfetmeye başlıyor. en büyük hataları da buna akıllı telefon almak oluyor.

    kız, o telefonu elinden bırakmıyor. nereye gidiyorsa o telefon hep elinde. bu esnada, kuzenim, annesine de soruyor: arkadaşlarım ile şuraya gidebilir miyim, şöyle yapabilir miyim, burada kaykay yapabilir miyim, vs. vs.

    ailesi izin verdikçe, bunun çevresindeki insanlar değişiyor. kuzenim de güzel bir kız. bunu değiştiriyorlar. o güzel kız çocuğu gidiyor, yerine tamamen bencil, yalancı, ikircikli, çıkarcı ve hatta nankör bir insan geliyor. olaylar büyüyor. ailesi, kızlarının internet'te abuk subuk adamlar ile yazıştığını, uygunsuz işler yaptığını falan öğreniyor. ardından da ceza olarak kızın telefonunu alıyorlar. kız, bir şekilde kendisini bayıltıyor. evet, yanlış duymadınız. ailesi hemen acil servisi çağırıyor ve kızı hastaneye götürüyorlar. çocuk şube'den de polisler gelip çifti sorguluyor ve onlara suçlu gözüyle bakılıyor.

    tabii ki olaylar durulmuyor. kızları, eve geç gelmek konusunda bastırıyor. tüm derdi arkadaşları ile buluşmak oluyor. giyim tarzı, davranışları, vs. değişiyor. o saf kız çocuğu gidiyor, yerine sigara içen, son derece dik başlı, agresif, yalancı vs. bir insan geliyor. "fame" olmak için olmadık insanlar ile takılıyor.

    bir gün, kızın babası, kızının telefonundaki yazışmaları görüyor. kız da buna tepki veriyor. hafta sonu kavga ediyorlar. ve diğer hafta çocuk evden kaçıyor. iki gün sonra çocuğu buluyorlar ama bir garip dönüyor. içine şeytan kaçmış gibi; huysuz, ailesini takmayan, istediği saatte eve dönmeyi kendisine hak gören, ailesine karşı çıkan, ...

    kız, dediğini yapıyor. "bir daha evden kaçarım" kozunu kullanarak istediğini yapıyor. ailesinin yanında sigara içiyor, annesini babasını kırıyor. o adamcağız, hayatında hiç yapmadığı bir şeyi yapıyor ve kızını tokatlıyor. ardından da iki gün hasta yatmış.

    olaylar öyle bir duruma geldi ki, bebeği ve anneyi kızın olası saldırısından korumak için kızı psikiyatri kliniğine yatırdılar.

    şimdi, durum şudur: kızını dövmeyen dizini döver muhabbetini yapmayacağım. insan bu, dövülmez. yanlış. ama, kızınızın ne yaptığını bilin, onu dinleyin, iyi bir anne ve baba olun; her şeyden önce verdiğiniz sözlerinizi tutun ve de "tutarlı olun". hayır ise sonuna kadar hayır. verdiğiniz cezayı ertelemeyin, o cezanın kendisine neden verildiğini anlamaya çalışın.

    fakat; en önemlisi de şudur: kızınızın kiminle arkadaşlık ettiğini takip edin. örnek olsun, kuzenimin durumunda, eda ismindeki bir arkadaşı pek çok olayın başlangıcına neden olmuştu. eda, kaşarın önde gideniymiş. bunun da aklını çelmiş. kuzenimin ailesi ise bu eda ile ilgilenmemiş, ciddiye almamış. ikinci nokta ise, akıl verenin, bir mentorun olmasıdır. hiçbir kız çocuğu yoktur ki, arkadaşlarına güvenmeden ve değer verdiği bir kişiden akıl almadan böyle bir değişime uğrasın. 13 yaşında demeyin. siz teksiniz ama onlar üzerinize tüm arkadaşları ile geliyorlar.

    benim kuzenim, annesine aynen şunu demiş:

    - siz benim ailem değilsiniz. benim ailem arkadaşlarım. sen, benim annem değilsin. senden ve babamdan nefret ediyorum.

    nefret etmesinin nedeni de, bundan akıllı telefonunu almaları ve "kızım 18:00 gibi evde ol" demeleri.

    aman dikkat edin. evladınızı kimseye kaptırmayın.

    işte, 13, bu bağlamda velilere güzel mesajlar veren filmdir. ibret ala ala seyredin amk.
  • glenn danzig'in johnny cash için yazdığı parça. daha sonra danzig coverlamıştır. bu cover the hangover'ın efsanevi sayılabilecek girişinin de müziğidir.
  • her tanıtımda mutlaka kullanılan yönetmen kamera kalbinden fırlamış gibi çalışmış ” lafından fenalık gelmişti. ama izleyince hakikaten anlıyorsunuz ne denmek istendiğini. film vermek istediği şeyi o kadar net hissettiriyor ki doğru seçilmiş bir konunun iyi oyunculuk ve iyi yönetimle bir araya geldiğinde ne kadar etkileyici olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. kızların birbiriyle olan ilişkisi, davranışları çok gerçekçi örülmüş. ama belirtmeden geçemeyeceğim noktalar da mevcut tabi…mesela koskoca filmden o kare mi bulunup afiş yapılır kardeşim* ben bunda kötü niyet ararım. afiş konusunda 2. bi (bkz: günahkar rahibeler) durumu yaşanmış, pornografik öğe varmış gibi göstermek için özellikle kasılmış…neyse bi de filmin adı “thirteen” deil de fifteen olsaymış daha iyi olurmuş. yine de catherine hardwicke bilir tabi. bulursanız izleyin derim.
  • bir big star parçası. elliot smith de coverlamıştır, bu da gayet güzeldir, gene içtendir. sıradan olduğu için böyle demiyorum, sıradan değil, fakat elliot smith'in adının geçtiği herhangi bir şarkı zaten güzel ve içtendir, kendi çapında mükemmel olmakla beraber.
    sözleri:
    won't you let me walk you home from school?
    won't you let me meet you at the pool?
    maybe friday i can,
    get tickets from the dance,
    and i'll take you,
    ooo ooo ooo.

    won't you tell your dad get off my back?
    tell him what we said 'bout "paint it black",
    rock and roll is here to stay,
    come inside now it's ok,
    and i'll shake you,
    ooo ooo ooo.

    won't you tell me what you're thinking of?
    would you be an outlaw for my love?
    if it's so then let me know,
    if it's no then i can go,
    and i won't make you,
    ooo ooo ooo
  • cok ilginc olmamakla birlikte amerikan gencliginin bir kismini iyi anlatmis bir film. basroldeki kizin hanim hanimciktan asi bir cazgira donusmesini biraz aceleye getirmisler kanimca(aslinda kesilmis sahneler arasinda bu transitionu daha iyi saglayabilecek sahneler var). filmde dikkatimi ceken bir mesaj sokaklarda rastladigimiz billboard reklamlarindan geliyor. kiz ikide bir sibul mu ne bi kozmetik urunu markasi reklaminin onunden gecer zirt pirt. reklamin altyazisi da "beauty is truth" gibi biseydi sanirim. filmin sonuna dogru, iyice zivanadan cikmis bir tracy imaji ile birlikte bu reklamin da grafitilerle kaplandigini goruyoruz. neymis, guzellik gercekmiymis?
    iste oyle boyle anlatiliyor amerikan gencligi uzerindeki "guzel olma" baskisi.
  • insanin vicdani ile oynamayi ba$aran film. cidden rahatsiz oluyorsunuz, iciniz $i$iyor filmi seyrederken. requiem for a dream'den sonra bana bu rahatsizligi ya$atabilen ikinci filmdir kendisi.
  • garbage coverı, hiç hatırlamadığınız üzerinden yıllar geçmiş bir kalp kırıklığına götürür sizi. yara izinin kaşınması gibidir. halbuki ne güzel olurdu herkes ilk aşkıyla sonsuza kadar mutlu olabilseydi, en azından arkadaş kalabilseydik dersiniz. bir daha kalbiniz on üç yaşınızdaki gibi kırılmayacak belki, ama karnınızdaki o kelebekler de gitti gider.
hesabın var mı? giriş yap