• aslında uzaylı ayağıyla düpedüz kurulu düzene başkaldırı var bu filmde. isyanın destansı ya da bilim-kurgusal hali denebilir. holywood 'da hiç görülmedik biçimde üstü örtülü düzeni eleştirme cesareti war. gözlük sahnesinin uzatılmasındaki amaç insanların gerçekleri görmeye karşı dirençlerinin betimlenmesi var.
  • elestirel bakis acisina sahip bir film..

    --- spoiler ---
    filmin marksist okumalari yapilabilir fakat filmin bir kac tane de acmazi vardir.. film, bas karakter nada'nin is aramasiyla baslar.. fakat bulabildigi is, kas gucune dayali bir istir, ve nada "somurulmektedir". sonrasinda frank'le tanisir, ve frank ona kalacak bir yer bildigini soyler.. gittikleri yer ise komun tarzinda bir yapidaki yerleskedir.. sonrasinda bir rahibin ve yasli bir adamin sistemin bir uydurmacadan ibaret oldugu, her seyin tuketime donuk olduguna dair duyumlar alir.. bu duyumlar gerek bizzat gerekse, bolunen tv yayinlari araciligi ile olur.. yayinin merkezi ise bir kilisedir.. iste filmin marksist okumasinin acmazi da burada yatar. cunku bilindigi uzere marksizmin dini yoktur ve marks'in tabiriyle "din, kitlelerin afyonudur." fakat burada, kilise ve rahip ikilisiyle, dine kuratarici bir yon atfedilir.. sonrasinda ise, polisler gelir ve bu yayini sona erdirir, ardindan da komun tarzi yapiyi yerle bir ederler..

    bunu atlarsak, filmde diger bir dunyadan gelen yaratiklar insan formundadir, ve bunlar insanlari tuketime, otoriteyi sorgulamamaya yoneltmektedir. nada, yerle bir edilen kilisenin enkazindaki kutulardan gunes gozlukleri bulur. bu gozlukler araciligiyla kimin insan, kimin soz konusu yaratik oldugunu anlayabilir ve de tuketim ve sonucta yok olma propagandasinin ayirdina varabilir.. sonrasinda ise bir kac aksiyon sahnesinden sonra, frank'i ikna etmeye calisir.. gozlukleri nihayetinde ona takar vs.. ardindan kendileri gibi olanlari bulmaya calisirlar.. basarili da olduklari soylenebilir fakat, bu insanlarla toplanti halinde olduklari sirada polisler tarafindan basilirlar.. bu arada bu kisilerin toplumda "komunist" diye ilan edildiklerini unutmayalim.. ardindan frank'le beraber nada, bu yaratiklarin toplumu bu sekilde yonlendirmelerine arac olan sinyalin yerini tespit ederler.. sonrasinda da bu sinyali kapatmaya dunyayi kurtarmaya calisirlar..

    filmin "liberal" okumasi (liberal derken ekonomik degil siyasal bir anlama isaret ediyorum) marksist okumasiyla paralel gidebilir.. fakat bu yonden de bir gedigi vardir.. filmde onemli bir konumda duran holly, yani kadin karakter, biraz "seytansi" gosterilir.. yani adem'in dostu gibi holly/seytan, nada ve nada gibilere yanasir, fakat aslinda kotu niyetler barindirmaktadir.. yani film muhafazakar filmlerin kodlamalarini barindirmaktadir.. kadin seytandir.. bununla birlikte holly filmin sonunda zenci karakter frank'i oldurur.. sinyalleri yok eden ise beyaz karakter nada olur.. evet, nada da olur fakat o, kahraman olarak hayatina veda etmektedir..

    bu soylediklerimin disinda, filmin matrix'i bir hayli etkiledigi de soylenebilir.. gunes gozlukleri belki, matrix'ten they live'e selam tasir.. belki de wachowski'lerin pastisci yonunu desifre eder.. iki filmde de, iki ayri dunya vardir.. ustune ustluk they live'deki ufo'lar (yani ucan, tanimlanamayan nesne manasinda kullaniyorum bu kelimeyi) matrix'teki sentinellerin selefidir.. nada ise bir neo.. fakat, nada'nin ayni zamanda morpheus yonu de vardir, cunku kendisi frank ve holly'ye gozlukleri taktirmaya ve gercek dunyayi gostermeye calisir.. gozluk takmadan yasadiklari dunya bir nevi matrixtir.. ayrica soyle bir baginti da kurulabilir, frank komun topluma, nada'yi davet eder.. fakat nada, frank'in pesi sira gitmektedir (yoksa nada 'beyaz tavsan'i mi takip etmektedir?). gittikleri yerde "gercek"in farkinda olan insanlar vardir.. burasi da bir nevi zion'dur.. yani sozun ozu carpenter usta, matrix'ten yillar evvel "what is matrix?"i coktan sorup cevaplamistir..
    --- spoiler ---
  • 1988 yapımı bir john carpenter filmidir. başrollerinde aslında güreşçi olan 'rowdy roddy' piper, süper tok sesli karizmatik zenci keith david ve görüp görebileceğiniz en açık mavi gözlere sahip olan kör kadın rollerinin değişmez yıldızı, herkül ve xena dizilerinin hera'sı meg foster vardır.

    öyküsünün dean koontz'la bir ilgisi yoktur.ray nelson'un eight o'clock in the morning adlı kısa romanının carpenter tarafından modifiye edilmiş halidir. castta yazar frank armitage olarak geçse de bu kişi aslında carpenter'dır. frank armitage william gibson'un neuromancer'ına bir göndermedir.

    işsiz güçsüz takımından olan nada* göçebe hayatı sürüp bulduğu inşaat işlerinde çalışmaktadır. çevresindeki herkes işsizlikten, geçim sıkıntısından ve yaşamın tekdüzeliğinden şikayetçidir. eski bir kiliseye düzenlenen polis baskınından sonra kutular dolusu güneş gözlüğü bulur. gözlüğü taktığında dünya değişmekte ve çevresindeki herşeyin satır araları okunabilir bir hale gelmektedir. dünya uzaylıların işgali altındadır. uzaylılar dünyadaki tüm önemli mevkileri ele geçirmiş yaşamın keyfini sürmekte ve dünyanın kaynaklarını sömürmektedir. insanlar bunun farkında değildir çünkü uyutulmuşlardır. tüm reklam tabelalarında "itaat et,tüket,tv izle, düzeni eleştirme" gibi mesajlar vardır. paranın üzerinde bu senin tanrındır yazar. nada taktığı gözlük sayesinde bu gizli mesajları görmeye başlar. kısa bir süre sonra gözlüğü üretenlerle bağlantıya geçecek ve direnişe katılacaktır.

    uzaylı metaforu ve tv, yazılı basın, reklam tabelaları gibi unsurlara gizlenmiş mesajlar oldukça ilginç ve anlamlı gelmişti bana. carpenter bunu daha da geliştirmek yerine nedense aksiyonu seçmiş bence yapmasaymış çok daha sağlam bir film olacakmış. olmamış neyse bir kaç detay daha verelim.

    meşhur gözlük taktırma amaçlı dövüş sahnesi başlangıçta 20 saniyelik bir sekansmış; lakin aslen güreşçi olan roddy piper ve ondan aşağı yanı kalmayan keith david birbirlerine gerçekten dalmış ve sadece yüzlere atılan yumruklar sahteymiş. bu küçük gösteri carpenter'ın çok hoşuna gitmiş ve sahneyi uzatmış.

    filmin en sağlam quote'u olan "i have come here to chew bubble gum and kick ass, and i'm all out of bubble gum" roddy piper tarafından doğaçlanmış*
  • kanimca kapitalizm'e bu kadar acik giydirip de che tisortlu tatlisu internet sovalyesi nice genc tarafindan bilinmemesi/begenilmemesi basroldeki abi sebebiyledir. fight club benzerlerinden yillar once yapilmasina ve kartlarini cok daha acik oynamasina ragmen bu basroldeki abiyi idol edinen, profil resmi yapan pek gozukmez (ben gormedim).

    e yukarda allah var haklilar da yani, bu abi kurt russel'a parasi yetmeyen john carpenter icin iyi bir secim gibi gelmis olabilir ama o kadar yapay ve o kadar rolunde igreti duruyor ki anlatmak mimkin degil. zaten balta degmemis sekoya agaci kalipli abi bir de bu tabiatini tipki bir agac gibi hareketsiz, mimiksiz sekilde oyunculuguna da yansitinca trajedi doguyor. tamam oynadigi karakterin edilgen hatta varolma sinirinda olmasi senaryo geregi ama bu mimiksizligi ve silikligi cok daha iyi kotaracak oyuncular var. keske onlardan biri oynasaymis. abi normal durdugu zamanlarda komik, espri yapmaya gulumsemeye calistigi zamanlarda ise trajedik oluyor. kisaca paradoks abi diyecegim kendisine bundan sonra.

    neyse iste bu paradoks abi tabiati geregi odun oldugundan birine gozluk taktirmak icin 15 dakika dovuyor, oyle enteresan bir varlik kendisi.

    ha film muhtesem mi? muhtesem. kapitalizm/ modern kolelik/ siliklestirme uzerine en agir elestiri mi? elestiri. gozluklerin uyusturucu maddeleri temsil etme ihtimali var mi? var. servet dusmanligina ozendiriyor mu? ozendiriyor. kendi kendime niye soru sorup onay seklinde cevapliyorum? bilmiyorum.

    yalniz paradoks abi hagaten cok balta, cok tarzan, cok apaci yahu. bu filmi mutlaka izleyin demis miydim? demistim. (bak yine basladi)
  • bu filmdeki uzaylılar diğer yüksek bütçeli hollywood filmlerindeki uzaylılar gibi aptal değildirler. dünyayı yakıp yıkmak, talan etmek yerine var olan sistemi kendi çıkarlarına kullanarak insanları sömürmektedirler. bu sömürüyü gerçekleştirirken de kullandıkları en önemli silahları kitle iletişim araçlarıdır.

    filmi seyrettikten sonra aydın doğan'dan şüphelenmedim değil.
  • buram buram 80'ler kokan ve konu itibariyle müthiş bir potansiyele sahip bir film ancak insanı yeterince içine çekemiyor. sizi yaşadığımız hayat ve sistemle ilgili derin düşüncelere sevkederken aklınızın hep bir köşesinde ben bir filmim deyü bağırıp duruyor zira bir türlü o gerçekçilik atmosferini, hissiyatını yaşatamıyor. başroldeki abinin ve diğer karakterlerin kofti oyunculuğu, inandırıcılıktan uzak karikatürümsü tiplemeler, lastik gibi gereksiz yere uzayan sahneler, (dönemin şartları gereği tabi) dekorların, efektlerin b sınıfı film ucuzluğu da eklenince filmin etkileyicilik yüzdesi yerlerde sürünüyor. mesela 60-70'lerdeki batman serileriyle nolan'ın (en azından batman begins için söylersek) batman filmleri arasında yaşadığımız gerçekçilik farkını düşünelim. hangisi daha inandırıcı geliyor? bu nedenle bu filmin senaryosunun da elden geçirilip, çok daha iyi bir bütçe, sağlam oyuncu ve efektlerle kesinlikle yeniden çekilmesi gerek. tabi ki büyük stüdyolar kendilerinin de dahil olduğu sisteme bu derece ağır eleştiriler getiren bir yapıma ne kadar eyvallah diyebilir, sınırlarını ne derece serbest tutabilir bilemiyorum ancak sistemin 80'lerdeki işleyişi, hayatlarımıza etkisiyle şimdiki durumu arasında devasa boyutlara varan farkı düşünürsek çok güzel şeyler çıkabilir ortaya.

    evet oyunculuklara falan baya giydirmiş olsam da bu film anlatmak istedikleriyle bile sadece başyapıt sıfatını hak ediyor. şimdiye dek izlediğim, okuduğum tüm bilim kurgu, komplo, sistem eleştirisi, uzaylı istilası tarzı filmler arasında en orijinal senaryoya sahip film budur diyebilirim. izleyin izlettirin.
  • filmin asıl hikayesi, dean koontz'un "onlar yoktu" isimli kitabına çok benzer. yalnız kitapta karakterler gözlükle değil bir nevi özel yetenekle görebiliyorlardı uzaylı yaratıkları. filmde unutulmaz bir dövüş sahnesi vardı. bi de bu filmin başrol oyuncusunu bodrum'da gördük arkadaşımla. adam psikopat gibi bakıyodu. tırstıydık hafiften.
  • john carpenter 'ın 80'li yılların sonuna doğru başarıyla yaptığı sistem eleştirisidir. ray nelson'ın eight o'clock in the morning isimli kısa hikayesinden uyarlamış carpenter amca. yıllar önce televizyonda adını sanını bilmeden izleyip çok etkileyici bulmuştum naçizane. aradan bir hayli zaman geçip de hele bir de bordrolu çalışmaya başlayıp, salak ve yetki sahibi kişilerle teşrik i mesaim arttıkça daha da çok sevdiğim filmdir. matrix'in atası olduğunu söylemek de hiç yanlış olmaz. bu bağlamda george romero'nun land of the dead'ini de aynı kefeye koymak isterim gönül rahatlığıyla.
  • değerli olmasının sebebi çok iyi olması değil, böyle bir konuyu yeterince basit anlatabilmesi. aslında sinemanın en önemli detaylarından biri de, karmaşık görünen bir şeyi, basite çevirebilmek. ve bunu bu adam 1988 yılında, hollywood'da yapmış. avrupa sinemasına göre çok yavan kalıyor ama hollywood'da bunu yapmak bir yetenek, evet.

    filmin kırılma noktası dövüş sahnesi. nada, toplumu uyandırmak isteyen vatandaş konumunda, frank de toplum. adam bir dövüş sahnesi ile yargıları kırmanın ne kadar zor olduğunu anlatmış insanlara. sadece dövüş sahnesi ile külttür bu film diyebiliyorum. dövüş sahnesinde dikkat edilmesi gereken noktalardan biri de, nada'nın frank'e gözlüğü sonunda zorla taktırması. burada bir tezat oluşuyor, nada da aslında bir anda dikte eden kişi rolüne bürünüyor ve onu kendi dünyasına çekmeye çalışıyor. frank'in kendi konfor alanını bozacak hiçbir şeye tahammülü yok, fakat kandırıldığını anlayınca hayatı pahasına değişiyor.

    insanlık her zaman kendilerini kandıran bir şeyler buldu, din, para, ideoloji, fanatizm. fakat hiç kimse arkasına bakıp ne olduğunu sorgulama gereği duymuyor, gerçekten kaçma, insanlar için bir içgüdü haline dönmüş. bunu kırmak için ofansif olmaktan başka bir yol da yok john carpenter'a göre. haksız da değil.

    john carpenter aslında burada insanlığın ne kadar ezbere yaşadığını da eleştiriyor. robot varlıklar sosyetenin başında fakat o da ne, insanlık da buna adapte olmuş, yani insanlar da aslında bir robot. hatta, gördüğümüz robotlardan daha da robotlar. bir mekanik saat gibi işliyor sistem.

    özetle film, sinema dili olarak sinemaya çok da bir şey katmasa da, hollywood'da yapmayı başardıklarıyla bir kült. izleyin, izlettirin. sistem eleştirisi alt-janrasına başlayanlar için ilk sıralarda izlenmesi gereken filmlerden.
  • filmdeki tv spikerleri: görsel

    they live (1988)

    muktedirlerin ön saftaki zombileri.
hesabın var mı? giriş yap