• steve harris'in depresyonunun ürünüdür.

    seventh son of a seventh son'dan sonra steve harris grubu toplamış;

    ''arkadaşlar, yedi tane mükemmel albüm yaptık. ilk albümden başlayarak devamlı müziğimizi geliştirdik, her albümde üstüne koyarak ilerledik. herbirinde dinleyicilerimize farklı şeyler sunduk. hiçbir albümümüz bir öncekinin aynısı olmadı. somewhere in time progresif öğeler barındıran, konsepte kayan bir albümdü. seventh son of a seventh son'da ise çocuğu koyduk. insanlar en iyi konsept metal albümlerinden biri olduğunu söylüyor. hikayenin kurgusunu biraz daha iyi yapsaydık tartışmasız en iyisi olurdu ya, neyse. yaratıcılığımızın zirvesindeyiz ve yeteneğimiz üst düzeyde. sözün özü bugünlere böyle geldik, geriye bakmadan yüzümüzü hep ileriye çevirerek.''

    ''ama bunların hepsini siktiredin, benim canım eskisi gibi basit albümler yapmak istiyor. müzik değişti, dünya değişti, biz değiştik ama kafaya takmayın. şimdiki çizgimizi devam ettirirsek nasıl albümler yapacağımızı düşünmeyin. soundumuzdaki yılların birikimini de çöpe atalım. artık otuzlarına gelmiş, metalin allah'ı olmuş müzisyenler olarak, yirmilerimizin başındaki toy halimiz gibi müzik yapalım.''

    demiştir.

    ve iron maiden'ın net olarak amına koymuştur.

    bu 'dahiyane' fikre grupta tek karşı çıkan kişi adrian smith olmuştur ve gruptan ayrılmıştır. yerine janick gers gelmiştir.

    bu olaylardan sonra iron maiden, no prayer for the dying adlı sik gibi* bir albüm çıkarmıştır. iki yıl sonra ise fear of the dark gelmiştir. içinde fear of the dark gibi efsane, afraid to shoot strangers gibi çok güzel, childhood's end gibi güzel parçalar bulunsa da grup giderek eski ihtişamından uzaklaşmaktadır.

    bu sırada 90'lı yıllara girilmiş,müzikte devrim olmuştur. 80'lerdeki metalin yerini grunge almıştır. metal müzik numenor gibi, bir daha hiçbir zaman eskisi gibi parlamamak üzere solmaya başlamıştır. iron maiden bir darbe de burdan yemiştir.

    fear of the dark'tan sonra, killers'tan beri çalıştıkları efsanevi prodüktör martin birch emekli olmuştur.

    son darbe ise bruce dickinson'dan gelmiştir. steve harris'in grup liderinden çok diktatör gibi davranmaya başlamasıyla bruce gruptan ayrılma kararı almıştır. bruce'un isteği albümlerde akustik parçalara daha fazla yer ayrılmasıdır. öncesinde somewhere in time döneminde de aynı sebeple bruce trip atmış, albüme söz ve müzikte bir katkıda bulunmama yolunu seçmiştir. bruce ayrıldıktan sonra yerine blaze bayley getirilmiştir. ayrıca bruce ayrıldıktan sonra ikili basın yoluyla bir demeç savaşına girmiştir. bruce'un açıklamalarının ana fikri steve harris'in grupta diktatörlük yaptığıyken, steve harris ergen gibi ''o gitsin country albümü yapsın ehe ehe'' şeklinde açıklamalar yapmıştır.

    tüm bunlardan bağımsız olarak, steve harris'in kırk yaşına yaklaşmasıyla orta yaş bunalımına girdiğini de düşünüyorum.

    albüm kayıtları başladığında stüdyoda adrian smith ve bruce dickinson yerine janick gers ve blaze bayley denyolarıyla karşılaşmasının da durumuna yardımcı olduğununu düşünmüyorum.

    bu şartlar alında çıkacak albüm elbette karanlık ve depresif olacaktır. ama the x factor'ün depresyonu ağlak,yüzeysel değildir. oturaklı ve gerçekçidir. albümün eskimemesi ve her zaman dinlenebilir olmasının sebebi budur. ilk dinlenildiğinde sound'u ve blaze bayley'in sesinden dolayı ''bu ne aq'' dedirtse de dinledikçe nasıl bir albüm olduğu anlaşılır. önceki iki albüm gibi ısmarlama, şöyle yapalım, böyle yapalımla oluşturulmuş bir albüm değildir. baba steve ne hissediyorsa onu dökmüştür sözlere ve notalara. her şarkısı ayrı güzeldir. blaze bayley seçimi bilinçli olarak mı yapılmıştır bilmiyorum ama blaze'in sesi albüme cuk oturmuştur. evet sesi iyi değil, albümde bile bazı yerlerde sesi yetmiyor ama blaze'in ruhu, karanlık sesi bu albüme çok büyük katkı yapmıştır. ayrıca prodüksüyonu da kötüdür gitar tonları yarrak gibidir falan ama bu albüm için sırıtmıyorlar diye düşünüyorum. albümün kusurlu olması şarkılarda anlatılanlarla garip bir uyum sağlıyor.

    bu albümden sonra iron maiden üzerindeki ölü toprağını atmıştır. bence no prayer for the dying ve fear of the dark'tan daha iyi olan virtual xi çıkmış, blaze kovulmuş, bruce dickinson ve adrian smith geri dönmüştür. yeni iron maiden'ın ilk işi olan brave new world çıkmıştır. son olarak da tüm dünyaya ''geri döndük amınagoyyim'' diye haykırdıkları rock in rio konserini vermişlerdir.

    özel bir albümdür the x factor. bir geçiş dönemi, depresyon evresi albümüdür. kendisinden önceki ve sonrakilere en az benzeyen iron maiden albümüdür. iron maiden diskografisinde apayrı bir yerde durur. bu albümü değerlendirirken diğer iron maiden albümleriyle kesinliklikle karşılaştırmamak gerekir, özel şartlarda ortaya çıkmıştır çünkü.
  • albumle ilgili neredeyse butun yorumlarda, ozellikle de the unbeliever ornek gosterilerek, iron maiden'in dream theater'dan etkilendiginin soylenmesi, dream theater fanlarinin kendilerince husn-i talil sanatina basvurmalaridir. aksi halde yorum sahiplerini ya iron maiden'i bilmemek, ya dream theater'i bilmemek ya da bir tarih anlayisina sahip olmamakla elestirmek durumunda kalirim. bana the unbeliever'da iron maiden'e ait olmayan tek bir nota, iron maiden'in tarzi olmayan tek bir pasaj ya da iron maiden'a uzak bir trafik gosterecek kisiyi muhabbetle kucaklar, hemen bir bira acar ve playlist'e phantom of the opera'yi koyarak kendisine iron maiden'i anlatmaya baslarim.

    bunun disinda, the x factor'daki bas gitar agirligini, iron maiden albumundeki bas gitar agirligi ile kiyaslayip 10 dakika dusunecek herkes, eminim, steve harris'in ne yapmaya calistigini anlayabilecektir.
  • cogu die-hard iron maiden sempatizani tarafindan bayik, kayik ve hatta -i$i daha da ileri goturerek- "boktan" bulunarak aforoz edilen mukemmel album.

    $imdi, ne demeli bilemiyorum... "sikilmis samael" olayi gibi bir$ey bu yahu dupeduz...

    turk rock severi (!), hani zamaninda nonserviam gibi platformlarda ele$tirilip $ebek heavy metal fanzin gibi ucube olu$umlarla destelenen bir "dinozor" zihniyetine sahip, evet. yillarca bunun aksini ispat etmeye cali$tiysam da artik ben de yava$ yava$ idrak ediyorum... yanli$ anla$ilmasin, $ebek'i ben de senelerce takip ettim. ama "alexis machine" vardi hani, bilen bilir. ne guzel giydirmi$ti bunlara caglan tekil'e yazdigi bir mektup vasitasiyla... ici hic ciz etmeden yayinladi onu caglan kesin ya, neyse... cok guzel yerlere temas etmi$ti, biraz isiran gozlerle okusam da o mektubu o yillarda, gene de bir ent edasiyla "hmmm... hummmm" seslerim e$lik etmi$ti okuma surecine. sonralari, defalarca donup dola$ip okuyup, memlekette neden muzigin bir yerlere gelemedigini ve neden ismail yk'nin bile artik distortion soundu kullandigini kendi kendime sorar oldum...

    new wave of british heavy metal'i yaratan, hadi yaratmadi diyelim de en azindan bayraktari olan bir grup devrimci midir?
    evet!

    bu muzige her yeniligi zaten kendisi getirmemi$ midir?
    evet!

    kendini tekrar etmekten korkmaz, her bir albumde yeni bir maceraya atilmaktan cekinmez mi bunlar yahu?
    evet!

    o zaman?

    steve harris ister produktor koltugunda, ister bas gitariyla dansettigi me$hur taburesinde otursun, hic farketmiyor. adam zaten iron maiden'in kaptani. beyni, frontmani, soz yazari, bestecisi; kisaca lideri. ki bu albumle cikarttigi i$ bence bu albumun genel havasina uyan en uygun kalibrede.

    bu albumun blaze bayley'nin ses rengine gore kotarildigi gibi $ehir efsanelerine asla inanmayiniz. kendisi, maiden diskografisinde yer alan pirlanta nevisinden bir sesler butunudur. depresif havasi, dozunda kullanilan synth destegi, olaganustu kalitedeki besteleri, her zamankinden daha derin konulara dirsek degdiren $arki sozleri, guncellerine kafa tutacak sounduyla donemine damgasini vurdugu gibi, 1996 ki$inda guzide ve buz gibi bir cumartesi gununde, bakirkoy meydan'in orada tezgah acan -tam olarak hatirlayamadigim bir kac sene evvel belediye karariyla hat boyunun daha ilerisindeki parkimsi yere ta$inan ve akabinde zaten kirintilari kalmi$ bulunan tum ruhunu da kaybeden- kitapcilarda dolanirken "bak * bu yeni geldi, biraz degi$ik. maiden seviyorsun biliyorum... bir de bunu tadiver bakalim!" cumlesinin ardindan beni de kalbimden vurmu$tur hic tereddutsuz...

    bu yazin, yukarida bahsedilen cumleyi kuran, $u fakiri bu pislige bula$tirmakta ba$rolu oynami$, hayatimin bir doneminde fon muzigi olarak gorev yapan cogu albumle beni tani$tirmi$, eleba$i, buyuk insan, gaga, muhterem buyugum eloy hakan ve tum bakirkoy meydan tayfasi'na ithaf edilmi$tir.
  • en güzel iron maiden albümlerinden biriydi, baktım hala da öyleymiş. ilk gençliğime denk geldiğinden demiyormuşum bunu; anladım sonu yok yalnızlığın.

    şarkıların çoğu bir film veya kitap üzerine yazılmış, alayı da hakkını vermiştir. albüm daha açılışta sign of the cross'un 150 serdar ortaç albümü gücündeki melodileriyle ve şarkının klavyelerle örülmüş karanlık yapısıyla dinleyeni girdaba düşmüş gibi içine çekmektedir. valla şimdi yine dinliyorum, başım döndü şerefsizim. daha önce bahsedildiği gibi umberto eco'nun gülün adı romanından esinlenmiştir. filmi de ayrı bir güzeldi. eseri biliyorsanız daha bir anlamlı gelir.

    sonra lord of the flies başlar. adından anlaşılacağı gibi sineklerin tanrısı'ndan hareketle yazılmıştır. çok güzel riffleri vardır, sözleri oturaklıdır, tüm albüm gibi melodi bombardımanına tutar, kolay kolay unutulmaz.

    bitiminde başlayan man on the edge, çok bilinmese de michael douglas'ın falling down adlı filimine atıftır. filmi bilmiyorsanız, ne diyor lan bu diye kafanızın karışacağı sözleri vardır. ben önce şarkıyı dinleyip filmi yıllar sonra izlemiş o vakit çakmıştım. yine de tek başına dahi, dellenmek üzere olan bi dayıyı anlattığı anlaşılabilir. sanırım albümdeki maiden çizgisinden uzak tek şarkı budur. lakin girişi ve ritmi sıkılmayı olanaksız kılar.

    fortunes of war ise savaş sonrasında ruhu parça parça olmuş eski bir askerin haykırışıdır. albümdeki müthiş şarkılardan bir diğeri olduğu gibi, sözleri gerçekten çok vurucudur. şarkı çalarken dinleyen, sanki o askerin ta kendisidir artık.

    yığınla melodi barındıran fortunes of war'un ardından look for the truth gelir. aslında neşeli bir yapısı var gibi gelen şarkı, kafayı sıyırmak üzere olan bi arkadaşın kendi zihnindeki yolculuğunu anlatır. gayet karamsardır. korkudan donuna etmek üzere olan kahramanımız sonunda bet bilinçaltına meydan okumaya karar verir ve ardından the aftermath tıngırdamaya başlar.

    şarkı yine savaşlar üzerinedir; gereksizliğini anlatır, savaşanların halini sorgular. bu biraz "çıplak" bir şarkıdır sanırım. dinleyenler genelde çok çabuk yakalanmaz, dinledikçe barındırdığı rifflerin ve melodilerin farkına daha çok varılır. buna rağmen kötü şarkı diyen götümü yiyebilir. beğenmeyen, muhtemelen hoşaf da içmiyordur. alakalı mıdır bilemem, 1919 yılında siegfried sassoon tarafından yazılmış aftermath diye bir şiir vardır. şarkı kuvvetle muhtemel siper savaşı ile alakalıdır veya (bkz: passchendaele).

    neyse, ardından judgement of heaven gelir. bu şarkının da melodileri çok güzeldir. varoluş problemiyle boğuşan bi dayıyı anlatır, allah kitap sorgular. hızlı bi şarkıdır ve gayet güzeldir.

    blood on the world's hands ise sanırım balkanlarda patlayan ve bosna'da soykırıma giderken bütün dünyanın gözlerini kapattığı, başını çevirdiği, olmuyormuş gibi yaptığı içler acısı savaşın ve başını çeviren, duymazdan gelen, karışmayan "yetkililerin" ve seyre dalan bizlerin rezil durumunun bir özetidir. müzikal olarak zor bir şarkıdır ancak bana sorarsanız albümün en etkili, en tepkili, en çok haykıran şarkısıdır. en çok bunu severim dersem diğerlerine ayıp olacak iye korkarım lakin siz yine de bilin.

    the edge of darkness ise albümün en sağlam şarkılarından biridir. heart of darkness romanından uyarlanan apocalypse now'dan esinlenerek yazılmıştır. filmi izleyenler, şarkının bazı sözlerinin birebir filmden alındığını görebilir (ya da tam tersi). haliyle şarkı yine savaşın anlamsızlığı, acımasızlığı, insana yaptıkları üzerinedir. bu kez tema, vietnam savaşıdır.

    2 am ise bambaşka bir şeyi anlatmaktadır. 2 tane amın maceralarını, sürükleyici br tarzla anlatmaktadır ve böyle bi espiri yapmaya kalktığım için benim allah belamı verebilir. yavaş başlar, sonradan hızlanır. çok güzel bir melodisi olduğunu ancak nakaratının biraz zayıf olduğunu düşünüyorum. teması "ben burada ne bok yiyorum, bu mu lan hayat, zikerim böyle işi" olarak özetlenebilir. 3. dakikası gibi başlayan kısa ve tipik maiden melodisi sıkıca kavrar dinleyeni. arkadan gelen bas sesleri ayrı bir hava katar şarkıya.

    son şarkı ise the unbeliever. bu şarkının girişini hiç sevmem, yalan yok. ancak tahammül edip dinlerseniz şarkının bütün olarak gayet iyi olduğunu görebilirsiniz, hatta belki şirinler bile çıkabilir bilemiyorum. 2. dakikasından sonra şarkı patlamaya başlar ve sıkıcılığından, iticiliğinden eser kalmaz. 3.30 gibi melodi iyice yön değiştirir, solo gelir, şarkı insanı iyice kendine bağlar. yine sıyırmak üzere olan bi abinin anlattıklarını dinlediğimiz bu şarkı ile albüm biter gider. evet... bir programın daha sonuna geldik. haftaya gömüşmek üzere. başınız bitten götünüz sikten eksik olmasın, sezen kalın.
  • 73 tane "biz metal yapıyoz" grubu bir araya gelse şu albümdeki bir tek sign of the cross'un tek daşşağını yalayamaz. o kadar net konuşuyorum.
  • şimdi kulaklıkları taktım, shure aonic 50, dinlemeye başladım albümü. üniversite yılları, kasetçiden doldurma olarak almıştım. para nerde yasal olanı almaya? kasetçi de maşallah işi biliyordu, aynı anda 20 tane kasete kayıt yapan makinası vardı. her neyse çıkacak biliyoruz, haberimiz var, o sıralar internet var okulda haliyle, mühendislik okuyan adamız, bilgisayar mühendisliği, sitelere giriyoruz, amerika, ingiltere vs ile chat yapıyoruz filan.

    çıkacak diyorlar, en sonunda tarih belli oldu. gittim kasetciye, bizim yurdun yanıbaşında, atari salonunun iki adım ötesi. dedim böyle böyle. bana ayır ilk kopyaladigindan. tamam olur.

    alıyorum ilk kopyayı.
    yurda gidiyorum odama çekiliyorum. sony walkman var o vakit, güzel birşey. bass boost filan, zamanına göre apple iphone xs gibi, 11 pro değil tam.

    kulaklıkları takıyorum, olay bas. kasetlerde ilk beş saniye filan sessizlik olur, sonra başlıyor ilk şarkı, sign of the cross. ayın müziği. diyorum yahu ne bu. kesin şaheser ile açıyorlar. o baraton aioooo baaaoooo waaaateeee filan söyleyen ayinci, sonrası aman tanrım, o melodi, dimdimdim dididimdim... eleven saintly... came to wash my sins away... içim eriyor içim. yutkunamiyor ki insan. ve iki dakika filan geçiyor böyle, bambaşka bir dünyada.
    sonra baaaaaam standing alone in the wind and rain.... allah'ım beni bulutlara çıkarıyor iron maiden.

    blaze bailey vokalini ilk kez dinliyorum, oha anasının gözü diyorum. böyle dark şarkıya bu vokal nasıl cuk diye oturmuş. anında diyorum şarkı blaze için yazılmış. bruce dickinson bu şarkıyı bu kara bulutları ile okuyamazdi.

    the sign of the croooooosss

    ılk şarkı beni benden alıyor. riffler, geçişler, baterinin mükemmelliği, gitar akorları herşey. diyorum sonrası ne olacak.

    sonrası gaz lord of the flies, tepiniyorum. man on the edge tam bir 80ler iron maiden, tepiniyorum meğer o sırada yan komşum bildiğin duvarı yumrukluyormus ben ne bileyim. kapıma gelince anlıyorum, pause bas, göt lalesi go away... gidiyor... akşam yemeğinde anlatacağım ama hıyara müzik ne demektir.

    sonra fortunes of war, biraz vasat geliyor melodi sonra güzelleşiyor ki bir güzelleşiyor, melodi değişimleri ve lirikler, ama gitarı beğenmiyorum, synth gibi çıkıyor. sonra look for the truth çalıyor bir sigara yakıyorum dumanları izliyorum öyle güzel öyle mükemmel.

    bitiyor sigara ve the aftermath... sözleri yine beni benden alıyor. yine bir anti war şarkısı ve aklıma pink floyd geliyor, aklıma roger baba roger demigod geliyor, why did they make a war, should we be fighting at all? ışte iron maiden diyorum önceki vasat albümden sonra sınıf atlamış diyorum.

    ve diğer şarkılar geçiyor zaman, geçiyor saat. sonra 2am çalıyor. bence albümün ikinci en muhteşem şarkısı bu. kendimi resmen o anlatılan adam olarak görüyorum. ı get home at 2 am and sit down with a beer... once again ı wonder is this all there is for me... okul bitecek acaba öyle mi olacak hayat... yok öyle olmadı ama işte genç iken o esnada şarkı resmen ruhuna dokunuyor.

    bir şarkı daha ve albüm bitiyor.

    mutluluk var yüzümde, tebessüm. yan odadaki laleye gel lan zibidi yemeğe gidelim, diyorum blaze de yapıyormuş, olmuş be. bruce değil ama farklı bir tad. yıl 1995. gidip mutfakta yemek yapıyoruz, albümü anlatıyorum. menüde ton balıklı makarna var, ketçap isteğe bağlı. yıl 1995. albümün tadı hala aklımda, o makarnanın da tadı halâ damağımda.

    sonra bruce geldi vs, iron maiden için ama the x factor bir dönüm noktası olmuştur. bruce geri döndüğünde ve sonrası bütün albümlerde bir the x factor influence bulursun. bu albüm ile iron maiden orta yaş maturity kazanmıştır.
  • 1995 çıkışlı bu albüm, iron maiden diskografisinin en çok hakkı yenen albümlerinin en başında gelir. hatta bence bu konuda ilk sıradadır. birçokları tarafından gömülen blaze bayley'nin vokali, albümün karanlık, karamsar ve depresif temasına bence cuk oturmuştur.

    albümde steve harris'in akustik bas şovları muhteşemdir. synth kullanımı da dozunda tutulmuştur. ayrıca fortunes of war da oldukça hakkı yenen bir parçadır. keşke birkaç konserde canlı çalındığını duyabilseydik.
  • bir insana edebiyat ve sinema sevgisi aşılamak için kullanılabilecek bir diğer maiden albümü.

    - the edge of darkness, apocalypse now filmini konu alır ki o da joseph conrad'ın heart of darkness kitabından uyarlamadır.
    - man on the edge, falling down filmini
    - lord of the flies, lord of the flies romanını
    - sign of the cross, the name of the rose romanını konu alır.

    okullarda edebiyat ve müzik derslerinde saçmasapan konular öğretilmeye çalışılıp öğrencilere acı çektirileceğine keşke iron maiden albümleri ve esinlendikleri eserler okutulsa.
  • akmar pasajından kasedi aldığım günü bugün gibi hatırlıyorum. o zaman dershaneye gidiyorum, üniversite sınavı hazırlıkları vs. zaten karanlık ve kasıcı bir dönem. jelatini aç, kapağa şöyle bir gözat ve kasedi walkman'a yerleştir.. sign of the cross'un o dingin ve ardından bir şeylerin patlayacağını belli eden introsu ve sonrasında patlaması..albüm fear of the dark'tan sonra gelse de, vokalde bayley de olsa bence gayet başarılı albümdür ki bruce'a kurban olurum. zamanında çok da dinlenmiştir, hala dönüp dinlediğimde de ayrı bir zevk vermektedir. maiden'dan kötü albüm çıkmazdır.
  • ortaya çıkışının onuncu yılında büyük saygı ve sevgiyle andığım günlerdir aralıksız dinlediğim hayatımın en önemli albümü.
hesabın var mı? giriş yap