• olur da bu film hakkında bir yerlerde "sam peckinpah'ın en iyi filmi olduğu külliyen yalan" gibi bir şeyler okursanız, fazla ciddiye almayın derim. kral tv, vh1, mtv tarzı best of listesi yaratma kaygısıyla ortaya çıkabilecek en iyisi mi değil mi tartışmasını bir kenara koyacaksak, wild bunch için, peckinpah ve sinema tarihi açısından söylenebilecek en uygun şey sanırım, "wild bunch'ın peckinpah'ın en asil duygularının filmi olduğudur." alkolikliği, uyuşturucu bağımlılığı ve kadın düşmanlığı ile nam salmış peckinpah'ı bilenler için, filmin başında, içkinin kötülükleri hakkında vaaz verip yürüyüşe geçen yeşilaycıların daha ilk çatışmanın ortasında kalıp katledilmeleri, film boyunca neredeyse tüm kadınların güvenilmez, zayıf, muhtaç, arkadan vuran, ihbarcı olarak resmedilmeleri belki çok şaşırtıcı gelmeyebilir. ya da günümüzdeki modern ordular gibi zorunlu askerlikle oluşturulmuş görünüşte düzenli amerikan ordusunun tüyü bitmemiş bir acemiler topluluğu olarak gösterilmesi ve beceriksizlikleriyle en kolay bir işin altından kalkamamaları, buna karşın eski paralı askerleri anımsatan meksika ordusunun tüm çapulculuğuna ve düzensizliğine rağmen savaşma konusundaki azmi ve cesareti de; filmde yapılan iki soygunun da demiryollarıyla bağlantılı olması da gene bu asil duygularla ilgilidir. ama bu ve benzeri ayrıntıların dayandığı zemin peckinpah’ın takıntılarından, komplekslerinden ziyade, bu büyük yönetmenin geçmişle yani eski batı ile kurduğu duygusal bağ ve 19. yüzyıl sonu itibariyle eski batının üzerinden silindir(ya da dönemin ruhuna uygun biçimde tren mi demek lazım yoksa) gibi geçen büyük kapitalist dönüşüme ve tüm eski değerleri yerle bir eden modernleşmeye karşı duyduğu öfke ve hiddet ile ilgilidir. ama nedense her “gerçek romantik sanatçı”nın da başına geldiği gibi peckinpah’ın kendisi de incelikleriyle değil, aşırılıklarıyla, naiflikleriyle anlaşılmak istenmiştir hep biz faniler tarafından.

    görünüşte bir kaçış-kovalamaca filmi gibi gözükse de, wild bunch’ın asıl odaklandığı konu bu büyük dönüşüm sırasında kaybedenlerin, bu dönüşüme uyum sağlayamayanların hikayesidir. bu açıdan sadece wild bunch çetesi değil, çetenin peşindeki ödül avcıları da, general mapache’nin zalim, yağmacı ordusu da kaybedenlerdir, zamanın dışında kalmış olanlardır, yeni düzene ayak uyduramayanladır. artık uzatmaları oynayan bu insanlar için başka bir yol da gözükmemektedir, filmin bir yerinde çetenin lideri pike başka bir yol bilmediğini(ki bu sahnede peckinpah çekimi yarıda kesip hüngür hüngür ağlamıştır) itiraf eder, ödül avcıları ise açgözlülükleri yüzünden bir av hayvanı gibi sadece aldıkları kokuyu takip ederler, pike’ın eski dostu deke thornton hapisen kurtulabilmek için hiç de istemediği halde ödül avcılarıyla beraber eski dostunun peşindedir, mapache ve ordusu, pancho villa tehlikesi yüzünden sürekli bir yerlere kaçmak zorundadır, yaptıkları köyleri yağmalamaktan ve günlerini içki ve kadınlar ile geçirmekten başka bir şey değildir. sinema ve diğer sanat dallarında kaybedenlerin öyküsü her zaman ilgi çekici olmuş ve çoğunlukla yüksek bir dramatizasyon ve idealizasyon ile anlatılmışsa da, peckinpah bu yolu tercih etmemiştir. kaybedenlere, sonraki kuşakların yükledikleri değer ve anlamlar üzerinden ortaya çıkan, butch cassidy and the sundance kid’de ya da bonnie and clyde’da olduğu gibi kaybedenlerin aslında kaybettikçe, izleyicinin ya da okuyucunun gözünde kazanmaları gibi bir iki yüzlü idealizasyon ve duygusallık wild bunch’ta yoktur, kaybedenler kaybettikçe yıkıma uğramakta, dibe vurmakta ve gözden yitmektedirler, aslında basitçe sadece kaybetmektedirler. filmin sonundaki büyük çatışmada bu yıkım ve dibe vuruş doruğa çıkacaktır, çatışmanın sonunda meksika ordusunun ve köylülerin yaralılarıyla, hayvanlarıyla beraber kasvetli bir gökyüzü altında geri çekilişi, deke thornton’un hüzünlü bir yüz ifadesiyle tek başına oturuşu, ödül avcılarının farkında olmadan, büyük bir neşeyle kendilerini bekleyen tuzağa ilerlemeleri bu yıkımdan geriye kalanlardır, daha fazla da bir şey yoktur. izleyicinin beklentilerini ve idealizasyon çabalarını yerle bir eden peckinpah’ın, filmin sonunda çete üyelerine kameraya karşı attırdığı kahkahalar da bu ölçüde gayet anlamlı ve kışkırtıcıdır.

    film boyunca kendini sürekli olarak gösteren ve peckinph’a öyle ya da böyle asıl şöhretini getiren şiddet ve çatışma da aslen gene sam peckinpah’ın asil duygularıyla beraber anlaşılır olmaktadır. sinemada günümüzde var olan şiddetin boyutlarıyla peckinpah sinemasını ilişkilendirmek en kolay yoldur, özellikle sinemanın şiddet tarihçesinde wild bunch sıklıkla bir kilometre taşı olarak adlandırılır, peckinpah’ın kendisi de sinemada şiddetin kullanımı konusunda, etkileri günümüze kadar sürecek biçimde sınırları aşan, genişleten bir yönetmen olarak görülür. bütün bunların doğruluğu, yanlışlığı bir yana, günümüzde iyiden iyiye bir “işkence pornografisi” haline gelen sinemada şiddet olgusu ile peckinpah’ın şiddeti kullanımı arasında daha, temelden bir fark vardır. günümüzde sinemada şiddet artık neredeyse tamamiyle işkenceci ile kurban(mağdur) arasında geçen; hakkında bilimum psikanalitik ya da sosyopsikolojik ukalalıkla mastürbasyon yapılması makbul olan, artık tekrarlanmasından gına getirmiş olan sikindirik varoluşsal kaygılarla rasyonalize edilmeye çalışılan, insan doğasına indirgenmiş “özel bir ilişki türü” halini almışken, peckinpah’ın sinemasında ortaya çıkan şiddet, insan doğası ya da varoluşçuluk gibi psikolojik ya da felsefi parametrelerden çok, “toplumsal olan” ile ilgilidir, aslında bilindik eski bir hikayenin devamıdır. wild bunch’ta da para, mal mülk, toprak, silahlar, kadınlar, siyasi iktidar etrafında bir hakimiyet, rant mücadelesi ve ayakta durabilme, hayatta kalabilme çabası şeklinde gelişen bu çatışmada, şiddet bir yerde kaçınılmaz bir sonuçtur. peckinpah’ın nihilizmi ve karamsarlığı da bu kaçınılmazlığı olabildiğince körükler. gene bu nihilizme uygun biçimde ortaya çıkan şiddet patlayıcılık etkisine sahiptir, başladığı andan itibaren herkesi o ya da bu şekilde içine alır, çocuklar, kadınlar ve güçsüz gibi görünen insanlar bile bu şiddetin parçası ve taşıyıcısı haline gelir. çoğu filmde gördüğümüz üzere şiddet, tarafları belli eden, iyi-kötü, haklı-haksız, dost-düşman, güçlü-zayıf, suçlu-masum, katil-mağdur gibi keskin ayrımları ortaya koyan bir güce sahip değildir, tam tersine ortalığı toz dumana katan, kimin kim olduğunun, kimin ne yapmak istediğinin anlaşılabilir olmaktan çıktığı bir kaosu ve mahşeri beraberinde getirir. ki wild bunch’taki şiddetin boyutlarındaki toplumsal olana vurgu ve insan doğasına bağlı olarak gelişen şiddetin geri planda kalması filmin başındaki çatışmada çok net görülebilir. ruhsal açıdan pek sağlıklı olmadığını anladığımız crazy bob demiryolu ofisinin içinde birkaç rehineyle beraber kalırken, dışarıda asıl çatışma başlar. filmde, crazy bob’un ofiste yarattığı ufak çaplı terör, dışarıdaki asıl çatışmanın yarattığı gerilimi yumuşatmak için bir mizah unsuru olarak kullanılır, dışarıda kan gövdeyi götürüken, içeride gerçekte bir şey olduğu yoktur, zaten rehineler de bir şekilde kaçar ve asıl şiddet dışarının içeri girmesiyle başlar.

    wild bunch günümüzde sinema tarihinin en önemli klasikleri arasında gösterilse de, kendi zamanında filmin yarattığı etki bambaşkadır. dönemin eleştirmenleri filmin, western sinemasını yüzeysel bir şiddete sapladığını iddia etmiş, hatta kimileri pecknpah’ı ve wild bunch’ı western türünün mezar kazıcısı olmakla suçlamıştır. aslında devrimin de eski düzenin mezar kazıcılığını yapmak olduğu düşünülürse, bu eleştiriler çok da haksız sayılmamalıdır, zaten peckinpah’ın sinema tarihinde bıraktığı izler ve etkilediği yönetmenler de bunu doğrulamaktadır.
  • şiddeti estetize ettiği gerekçesiyle çokça eleştirilmiş, westernin dibine dinamit koymakla suçlanan bir filmdir. ama ben westerni tersyüz ettiği iddia edilmeyen kalburüstü bir western de hatırlamıyorum zaten. the magnificent seven (1960), leone'nin spagetti westernleri (4 adet 64-68), butch cassidy and the sundance kid (1969) ve tabi the unforgiven (1992).

    sam peckinpah vaktiyle şöyle buyurmuş: "izleyici için şiddet o kadar sıradan bir hale geldi ki, artık şiddetin korkunçluğunu gösterebilmek için onu en üst raddede kullanmak gerekir hale geldi." aşağı yukarı böyle bir şeyi adam taa 1970'de söylemiş.

    neticede, çetenin otomobille tanışması, uçak muhabbeti yapması, mitralyözle hoş beş olması falan bunlar hep eski batının çapulcularının devrinin kapanmasına delalet olarak gösterilir (sene 1914, meksika devrimi falan oluyor bu arada). bunu yaparken bir dramatizasyona girişilmemesine rağmen, ipin ucu öyle bir kaçırılmıştır ki, 1914 meksika devriminde sıkılandan daha fazla mermi bu filmin çekimlerinde sıkılmıştır: 90.000!!! bütçe de 3.5 milyon dolardan, 6 milyona fırlamıştır.

    filmin açılış sahnesindeki çatışmada, yürüyüş yapmakta olan yeşilaycı topluğun kalbura dönmesi, sıkı bir içici olan peckinpah'ın ön mastürbasyonu olarak göze çarpar.

    filme ismini veren "the wild bunch", aynı sene gösterime giren butch cassidy and the sundance kid'deki butch cassidy'nin çetesinin ismidir aslen. bu da ilginç bir ayrıntıdır.

    uzatmayalım. leone'nin soldan vurduğu western'e peckinpah da sağdan girişmiştir. biçimsel açıdan leone'ye zıt olsa da, eş güzellikte bir yapı yakalamıştır. ama yakalarken de ortalığın amına koymuş. yakıp, yıkıp, viran eylemiş, akrebi de karıncayı da cızlama yapmıştır.

    yine de, western olayında pat garrett and billy the kid, şiddet olayında da straw dogs münasebetiyle kendisini nazarımda affettirmiş bir delişmendir peckinpah.
  • şiddeti sosyal boyutta tarantino dan fersah fersah iyi kullanan "bloody" sam peckinpah'ın 1969 yapımı western'i. peckinpah uyuşturucu dehalarındandır, erken ölmüştür ama kült yönetmenlerden sayılır. the gataway ve straw dogs diğer iki ünlü başyapıtıdır.

    wild bunch bir grup haydutun asker kılığına girip bir bankayı soymasıyla başlar. her zamanki gibi bu son işleri olacaktır, emekli olmak istemektedirler. soygun sırasında pusuya düşürülürler, pusu haydutların lideri pike bishop'un eski dostu yeni düşmanı deke thornton yönetimindeki bir grup kelle avcısı tarafından kurulmuştur. pusudan kurtulan pike ve adamlarından sağ kalanlar meksika sınırını geçerler, iç savaşın sürdüğü meksika topraklarında yolları iç savaş liderlerinden huarte'nin bir generalinin karargahına düşer. general bu gringolardan cephane dolu bir treni soymalarını ister. peşlerinde deke ve akbaba kelle avcıları olan wild bunch işe koyulur.

    80 günde meksika'da çekilen film yönetmen dehasının iyi bir senaryoyla neler yapabildiğinin göstergesidir. tren soygunu sahnesini tamamen improvize çeken yönetmen senaryoda 3 satır olan final sahnesini ise slow motion ve regular çekimlerin şahane bir karışımına dönüştürüp bir adet western massacre başyapıtı yaratmıştır. sürreal bir gerçeklik duygusu ve zaman zaman hitchcock gerilimi ile yarışan sahneler gözlerinizi yaşartacak kadar güzeldir. wild bunch günümüzde holivudda moda olan seyircinin beklentisini körükleyip herşeyi bir anda tersine çevirmeyi ilk yapan filmlerden, filmi en izlenir yapan özelliklerinden biri de söyleyeceği her şeyi diyaloglarla yeniden yeniden açıklamaya ihtiyaç duymadan görüntüleriyle söylemesi. film tek kelimeyle olağanüstü.
  • slow motion şiddet sahnelerinin o dönem kullanan,ve sinemaya kazandıran filmdir..bir çok yönetmen daha sonra bu çekim tekniğini kullanmaya başlayıp kült haline getirmiştir..
    ernest borgnine,william holden gibi iki western babası başroldedir.
  • davaro'da kemal sunal'ın gurbetten gelirken anasına aldığı blenderla tarhana yaptıkları bir sahne var, herkse bilir. o sahnede lümpenlik güzel vurgulanır, oldukça başarılıdır. işte aynı sahne bu filmde de var, ancak blender yerine makineli geçmiş. mesaj aynı, metafor aynı.

    diğer bir konu ise masumiyet. filmdeki hiç bir çocuk masum değil. karıncaları ateşe verenler, sürüklenen adamın üzerine atlayanlar, generale hizmet edenler...
    sadece kundaktaki bebeğin masumiyeti vurgulanıyor, bu sahnede pike kadına sanki fazla para veriyor ve filmde kadına şefkatle bakılan tek sahne de bu. ayrıca mevzu bahis sahnedeki kadının bir anne olması ve filmin önceki sahnelerin birinde de emziren bir kadının görülmesi dikkat çekici noktalar.
    aslında herkes masumiyetini kaybetmiş; karakterler bile çocukluklarına dönmek istiyorlar, ama nafile.

    filmin ilginç bir de kurgusu var. sam peckinpah'ın bilinçli tercihi gibi dursa da açılıştaki çatışma, soygun ve finaldeki sahneler haricinde filmin temposu düşüyor, karakterlerinin geçmişlerine indiğinde ise tökezler gibi oluyor. ama bahsettiğim sahnelerde ise peckinpah adeta havaya giriyor, coşuyor, enginlere sığmayıp taşıyor. müthiş kesmeler, slow motion, ki bunların da aralarında bir şeyler sıkıştırıyor, zoom in ve out larla baş döndürüyor. aslında bu sahneler, hep sözü edilen o stilize şiddetin peckinpah'ın filmografisinde alfredo garcia'dan önceki, bir başka tezahürü. orada yine kesilmiş kafa var, katliam var. ancak the wild bunch'ta kan daha renkli, daha açık kırmızı.
  • filmin sonundaki çatışma sahnesinden önce, dört adamımızın yanyana yürüdüğü sahne , direkt rezervuar köpeklerinin başındaki yürüme sahnesini anımsatıyor.zaten tarantino'nun peckinpah'tan yer yer etkilendiğini bildiğimize göre şaşılacak bir şey de yok aslında.
  • filmin bir yerinde william holden'ın karakteri kadim dostuna "bu son işi de yaptıktan sonra çekilicem ben." der. dostu da "çekileceksin de n'apacaksın?" diye atar yapar. holden susar. arkadaşı da susar. the wild bunch'ın temelini bence bu sahne oluşturur. bir sahnede de çetenin 2 kardeş üyesi "bu işten kaldırdığımız paralarla güneye gideceğiz." derler. fakat onlar da sonrası için bir şey plânlamamıştır.

    değişime ayak uyduramamış, kendi çevrelerine ördükleri duvarların içine hapsolmuş insanların nafile çırpınışlarını anlatır film. bu çırpınışlar ömürleri boyunca süregelen bir şeydir. belki başlangıçtan bile eskidir. filmin kapitalizm özelinde topluma(insana değil) getirdiği eleştiri de kayda değerdir. bu sürü içerisinde kuvvetli olan değil; akıma uyabilen ayakta kalacaktır. bu anlamda defolu malzeme önünde sonunda çöpü boylamaya mahkûmdur. büyük çatışma sahnesinin sabahında kahramanlarımız(lâfın gelişi) bunun ayırdına varırlar işte. bu dünyada onlara yer kalmamıştır ve gideceklerse kalabalık gideceklerdir. holden yan odaya geçer, seks yaparken bile ayrılmayan kardeşlere bir bakış atar ve "hadi gidelim." der. kardeşlerden biri de tereddütsüz "tamam lan!" diye onaylar. zira, bu yol fazla uzamıştır ve sonu da gelecek gibi değildir. son kendi gelmiyorsa kahramanlarımız(evet kahramanlarımız) onu kendi ayaklarına getireceklerdir...
  • sputnik sevgilim adlı kitapta geçen bir diyaloğa neden olmuş film:
    "sam peckinpah'ın yönettiği vahşi belde adlı film gösterime girdiğinde bir kadın gazeteci, basın toplantısında elini kaldırıp bir soru sormuştu, "filminizde neden o kadar çok miktarda kan gösterme gereği duydunuz?" diye; kadın kızmış gibiydi. filmde oynayan aktörlerden ernest borgnine sıkıntılı bir yüz ifadesiyle yanıtlamıştı: "hanımefendi, birisi vurulunca kanı akar." bu film, vietnam savaşı'nın en sıcak zamanında çekilmişti." syf.149
  • kucuk sayilamayacak bir hatasini yakaladigim film:

    --- spoiler ---

    coffer, atiyla arkadaslarinin yanina donerken thornton'un ekibi tarafindan sag bacagindan vurulur ve bir dagi guc bela tirmanarak izini kaybettirmeyi basarir.

    son sahnede thornton eski arkadasi bishop ile iki cift laf edemeden vedalasmis olmanin huznuyle kale kapisina cokmus ne yapacagini bilemez halde oturmaktadir. yaralandiktan sonra cetenin disinda kalmis olan coffer yeni arkadaslariyla cikagelir. dagda sag bacagindan vurulan coffer'in sol bacagi sargilidir.

    --- spoiler ---
  • filmin sorunu biraz fazla uzun olmasidir.kimine sikici gelir.uzunlugun sebebide peckinpah in herseyi dogal yansitabilmek icin karakter dolu sesli veya sessiz kadrajlara cok fazla yer vermis olmasidir.
hesabın var mı? giriş yap