• yonetmenin "bu bir yasam ne senaryo ne suflor" diye algilamamizi etkilemeye calistigi acilis sahnesinde, truman'in aynadaki yansimasina ve o yansimanin yonetmenine, "yapamayacagim, bensiz devam etmeniz gerekecek" yanitindan itibaren biz modern cagin ozgur(!) bireylerinde kimlik krizleri deprestiren senaryosuyla sarsici bir film. kader, irade, ozgurluk ekseninde felsefik okumaya da imkan veren senaryoya sahip film, yoneten yonetilen ekseninde sosyopolitik cagrisimlara sebep olacak carpici diyaloglara da sahip. en kucuk ayrintisina kadar yasamini kurguladigi truman'a haksizlik yaptigi suclamasina maruz kalan yonetmenin, ona bir cennet yarattigini gercek hayattaki her turlu suctan sucludan tehlikeden arinmis bir ortamda konforlu ve guvenli bir yasam sagladigini soylerken ki "iyiniyetli yonetici" pozunda, halklarina "guvenlik ve konfor" sagladiklari iddiasiyla onlarin ozgurluklerini gaspeden bigbrother'larin golgesini gormek mumkundur. aslinda iyiniyetlidirler, bireyin guvenligini ve konforunu saglama cabasindan gozlerine uyku girmiyordur, her sey trumanlar icindir. truman'in, yarattigi sahte guvenlik ve konfor cennetinin disina cikmasini engellemek icin kucuklugunden itibaren bilincaltina "deniz korkusu" yerlestiren yonetmenin sahsinda, bizi bazi politikalarina ikna etmek icin kucuklugumuzden itibaren olusturduklari korkularimizdan yararlanan modern zaman tiranlarinin prototipini gormek mumkundur. filmde truman'in basina geldigi gibi, gercege ve kaderimize yelken acmaya karar verdigimizde iste bu onceden bilincaltimizda kurgulanmis korkularimizi deprestirip geri donmeye zorlayacak suni firtinalarla karsilasacagimizi biliyoruz. truman'a her seyin bir oyun oldugu gercegini fisildayan sevdigi kiz hakkinda kurgucularin verdigi hukum ise urpertici: "inanma o bir sizofren". truman'in kendisine ait oldugu iddia edilen yasamindan trajikomik bir sekilde tunel kazarak kacmasindan sonra, 30 yillik yayinin "teknik bir ariza, lutfen bekleyin" denilerek kesilmesinin, demokrasilerin ozgurluklerin rafa kaldirildigi "politik bir ariza oldu, lutfen beklemede kalin" anonslarini cagristiran bir yonu de var. yonetmen, korkularini asmayi basarmis bir sekilde suni firtinayla mucadele ederek yoluna devam eden truman'a huzunle bakar ve sorar; "truman, where are you going?" gercege, elbette ki gercege, her turlu surprize acik, ozgur kaderinin efendisi olacagi gercek dunyaya. sadece aktoru olmayacagi yonetmenligini de ustlenecegi gercek hayatina..
  • filmin başında truman'ın başına düşen spot'un üstünde sirius yazmaktadır. yani bu spot aslında geceleri yıldız olarak görev yapmaktadır devasa stüdyoda..
  • --- spoiler ---

    nereden başlasam? en iyisi başından başlamak. ama her şey sırayla değil. bu entry daha çok filmin başı ve sonu hakkında.

    christof: "bize uyduruk duygular yaşatmaya çalışan oyunculardan bıktık...yaşadığı dünya bazı açılardan düzmece de olsa truman'ın kendisinde sahtelik yok.".

    christof daha baştan truman'ın neden true man (gerçek insan) olduğunu söylüyor. truman filmin sonunda, yaşadığı sahte dünyadan kurtulduğu için true man değil. truman aslında bir dizide oynamasına rağmen oyuncu olduğunun farkında değil. truman duygularını gerçekten o anda hissettiği şekilde gösteriyor. truman'ı true man yapan bu.

    meryl (show'da truman'ın karısı): "benim için özel hayatımla herkesin önünde yaşadığım hayatım arasında bir fark yok. truman show benim hayatım.".

    marlon (truman'ın en iyi arkadaşı): "hepsi gerçek. hepsi ekranda görüldüğü gibi. bu show'da gördüğün hiçbir şey sahte değil. sadece kontrol altında.".

    film maalesef meryl'in ve marlon'un psikolojilerini araştırmıyor. filmin ortasına doğru meryl'in zor durumda kaldığını ve bundan korktuğunu görüyoruz ama bu sadece o anla ilgili bir durum. meryl çok genç bir yaşta bileğinin burkulduğu bahanesiyle truman'ın üstüne düşüyor ve tanışıyorlar. kız sonra truman'la evleniyor. filmin başlarında çocuk için truman'a baskı yapıyor. yani bu kız 18 yaşında bütün hayatını canlı yayında yaşamayı, sahte bir hayat yaşadığını bilmeyen biriyle evlenmeyi, bu evliliği de kameralar önüne yaşamayı, ayrıca bir de çocuk yapmayı kabul ediyor. bu bile başlı başına bir roman konusu olabilir.

    marlon'un durumu da ilginç. filmin ortalarında truman'la iskelede bira içip konuşurlarken, marlon ve truman'ın yedi yaşından beri birbirlerini tanıdığını öğreniyoruz. marlon o yaştan bu yana truman'ın nasıl sahte bir dünyada yaşadığının farkında, ve buna rağmen truman'ın en iyi arkadaşı olarak kalmayı becerebiliyor. filmin en başında söylediklerine bakacak olursak marlon'un gerçeklik algısı truman'ınkinden de daha kötü durumda olmalı.

    christof'un en baştaki repliklerinden ve truman'ı aynanın arkasından seyrettikten sonra ekranda "starring truman burbank", kısa bir ara, "as himself" yazılarını görüyoruz. burada benim beklediğim starring jim carrey as truman burbank. filmin bazı yerlerinde buna benzer ufak detaylar ve bazı kamera hareketleri, filmle şov arasındaki ayrımı ortadan kaldırıyor.

    açılıştan sonra truman'ın hayatından ve yaşadığı dünyadan kesitler görüyoruz. seyredenleri paranoyaya iten, tüketimciliği (bu nasıl bir kelime) eleştiren, insanın dünyayı görme isteğini anlatan, truman'ın hayatının nasıl satıldığını gösteren, truman'ın hayalindeki kıza ulaşma çabasını gösteren sahneler burada.

    paranoyayı tetikleyen en önemli sahne truman'ın gizlice dergiden kadın suratlarını kopardığı sahne. truman'ın dergiyi karısı için aldığını iddia etmesi, yırtılma sesi duyulmasın diye hapşırma numarası yapması, dergiyi gizlemesi, vs hep boşuna. yaptığı her şey seyrediliyor (06:40, zamanlar yaklaşıktır).

    truman'ın motora binme sahnesi jim carrey'nin ben oyuncuyum arkadaş diye yumruğunu masaya vurduğu sahne. jim carrey bir insanın korkusunu, rahatsızlığını müthiş bir şekilde bize gösteriyor (08:00).

    truman'ın marlon'la içten konuştuğu ilk sahnede aklıma gelen şuydu: içimi döktüğüm bir insanın bana her zaman ihanet ediyor olduğunu öğrenmek nasıl bir duygu olurdu? ayrıca marlon (veya herhangi bir insan) nasıl böyle bir işin altından kalkabilir? (10:30). filmle alakasız olacak ama, buna benzer bir konu wiseguy dizisinde de işlenmişti. terranova karakteri doğru bir iş yaptığına inanmasına rağmen işi gereği arkadaş olduğu adama ihanet etmenin sıkıntısını hissediyordu. marlon'un da bu sıkıntıdan kurtulmak için kullandığı bir bahanesi olmalı. veya marlon truman'ı hiçbir şekilde gerçek bir insan olarak görmüyor. andrew niccol'u görürsem sorarım.

    truman dünyayı görmek istiyor. buradaki soru şu, sen de arada sırada herşeyi bırakıp dünyada ne var ne yok görmek istemez misin? sen de kendini truman gibi hapsedilmiş hissetmiyor musun? borçların, ipoteklerin seni istediğin şeyleri yapmaktan alıkoymuyor mu? (13:00)

    aralarda truman'ın işe giderken karşılaştığı ikizlerin (biri on santim uzun) truman'ı reklam panosunun önüne itmesi, meryl'in ürün tanıtımı yapması, vs var. belki benim o kadar ilginç bulmadığım şeyler başkasının ilgisini çekiyordur. benim için bir sonraki önemli adım truman'ın gençliğinde lauren(sylvia)'i görmesi, ama araya meryl'in girmesi. buralarda film geçmişe dönüyor, sahne yedi dakika kadar sürüyor, ve bu arada truman kütüphanede lauren'le tanışmayı beceriyor. kumsalda lauren truman'a aslında adının sylvia olduğunu ve truman'ın hayatının sahte olduğunu söylüyor, ama lauren'in babası olduğunu iddia eden biri araya giriyor ve sylvia'yı götürüyor (20:00'den itibaren).

    burada araya gireceğim. truman zaten etrafındaki dünyanın tuhaflıklarını farketmeye başlıyor. sylvia karakteri aslında tamamen gereksiz bir karakter değil, herşeyden önce truman için merak uyandıran bir hedef, ve truman'ın bir kadına ilgi duyan erkek yönünü gösteriyor. truman'ın karısına ilgi göstermediğine dikkat edelim. filmin değinmediği konulardan biri de truman'ın ve karısının cinsel hayatları. film bu konuya iki yerde şöyle bir dokunuyor. iki güvenlik görevlisi şovun hiçbirşey göstermediğini konuşuyor. ayrıca bir noktada truman meryl'e neden benimle evlisin, bana katlanamıyorsun diyor. truman ısrarla çocuk yapmak istemiyor. tabii bunlar hikayenin içine girse bu filmi jim carrey komedisi olarak satmak imkansız hale gelirdi. sylvia ilerde hem christof'un görüşlerini seyirciye (bize) açıklaması için bir bahane yaratacak, hem de filme romantik element olarak katılıp hikayenin ağır kısımlarını biraz törpüleyecek. yine de sanki sylvia'nın truman'a her şeyin sahte olduğunu söylediği sahne olmasaymış daha iyi olurmuş gibi. filme dönelim.

    bu sahneden hemen sonra truman'ın hayatının tv haricinde de satıldığını öğreniyoruz. sylvia truman'a ne olduğunu söylediği anda bar çalışanlarından birinin yorumu: "zaten bunu en iyilerde görmüştük" ("we already got that on the greatest hits tape") (27:00).

    buradan sonra truman gittikçe daha çok etrafındaki olayların farkına varmaya başlıyor, ancak hala herkesin ve herşeyin oyunun bir parçası olduğunu anlayamıyor. uçak bileti satın almayı ve otobüsle chicago'ya gitmeyi başaramadıktan sonra arabayla kaçış sahnesi geliyor. bütün bunların sonunda truman'ın sinirleri iyice bozuluyor, ve bu olaylar meryl'in truman'ı terketmesiyle sonuçlanıyor.

    bundan sonraki sahnede truman'ın marlon'la konuşması var (53:20) ve film bu andan itibaren başka bir evreye geçiyor. bu diyalogda kısa bir kesim var. truman "bu farklı, herkes bunun bir parçası gibi" derken birden marlon'un da bunun bir parçası olabileceği fikri aklında beliriyor (54:00). bu sahneyi seyreden bizlere de helal olsun jim carrey demek düşüyor. marlon'un yedi yaşından beri birbirimizin en iyi arkadaşıyız dediği yer de burası. ve bu diyaloğun sonuna doğru biz de christof'u tekrar görüyoruz. marlon'un bütün söyledikleri aslında christof'un yazdığı repliklermiş. "sana yalan söylemek yapacağım en son iştir" marlon bunu söylerken gerçekten duygulanıyor. üçüncü baskı olacak ama marlon gerçekten incelemeye değer bir vaka. "eğer herkes bunu bir parçasıysa, ben de bunun bir parçası olmalıyım" en iyi yalan en göz önünde olan yalandır.

    ve truman babasıyla buluşuyor. marlon: "onu buldum truman". iyi de nasıl? marlon'un ne gibi imkanları var ki truman'ın yıllardır kayıp olan babasını bulabilsin? yazar seyirciyle (bizimle) açıkça dalga geçiyor sayın okuyucu. galiba 1930'larda çekilen bir filmle ilgili bir anektot buna benzer bir şey anlatıyor. senaryoda karakter koltuğun altından bir balta çıkarıyor. senaryoyu okuyan yönetmen (veya yapımcı) seyircinin baltanın orda olduğunu nasıl bildiğini soruyor. cevap: aktör baltayı aldığına göre orda bir balta olmalı. bunu nerede okuduğumu imkan yok bulamam. sinema-tv okuyan arkadaşlar bunu biliyorlarsa ve zahmet edip bir mesaj atarlarsa ben de burayı editlerim.

    evet, ve truman babasıyla buluşuyor (57:00). iki dakika süren bu sahneyi hakkını vererek anlatmanın imkanı yok. televizyonda seyredilen duyguların bütün sahteliği, ortamın nasıl yaratıldığı burada. bir yanda truman, öldüğüne inandığı babasıyla yıllar sonra tekrar bir araya geliyor. diğer yanda rejide (stüdyonun yönetildiği odaya reji odası deniyor değil mi?) bütün bu atmosfer sahte olarak yaratılıyor: "sis o kadar kuvvetli olmasın", "üç numaralı düğme kamerasına geç", "geniş açı", "yakın çekime alayım mı? hayır hayır", ve tabii ki sahnenin en mükemmel anı "müzik yavaşça yükselsin" ve orda gerçekten canlı müzik yapan birisi var! (tabii ki müzik stüdyo için yapılmıyor, tv için yapılıyor. yani christof hem canlı sahneyi hem de tv yayınını yönetiyor). "şimdi yakın çekime geç", ed harris'in halleri, truman "baba" dediğinde christof'un ve bütün stüdyonun zafer kazanmışçasına sevinmesi, stüdyoda kucaklaşmalar, "işte televizyonculuk bu" (that was great television), christof odadan çıkarken kapıdaki görevlilerin hayran halleri (ve onu seviyoruz ve koruyoruz tişörtleri)... bu sahne satirin ne olduğuna en iyi örnektir. truman'ın duygularının gerçek olması sahneyi daha da vurucu yapıyor. sahnenin sonunda sylvia'nın suratı ise bambaşka bir hikaye, bütün bu yalanların iğrençliğini çok iyi anlatıyor.

    araya bir kılçık atalım. türk sinema tarihini bildiğim yok. benim gördüğüm bu derece satire en çok yaklaşan sahne, aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni filminde bu sana benim değil halkımın tokatıdır sahnesi. ben siyasal içerikli filmler çeksem ve filmlerimde böyle bir replik kullansam, bu sahneyi gördüğümde sinirimden ve utancımdan kıpkırmızı olurdum. bunun üzerine gelen, pıtırcık akerman'ın hepimiz bir şekilde yırtmaya çalışıyoruz tiradı ise siyasal filmler çeken yönetmenlerin yüzüne vurulmuş... yok yapamıcam.

    buradan sonra bir dakikalık truman show reklamı, ve christofla röportaj geliyor. "-truman neden içinde yaşadığı dünyanın ne olduğunu şimdiye kadar keşfedemedi? -bize sunulan dünyanın gerçekliğini kabulleniriz.". sylvia tru-talk'a telefon ettiğinde söyleşiyi yöneten adam bağlantıyı koparmak istiyor, christof bunu engelliyor. christof burada, daha önce marlon'u yönlendirirken, ileride truman'la konuşurken zorluklardan kaçmayan, aksine zorlukların üzerine giden bir karakter görüntüsü çiziyor. bir problemle karşılaştığında sorumluluğu üstleniyor ve çözüm arıyor. andrew niccol'e sorulacak bir soru daha. birkaç tane amerikan çocuk filmi seyredenler bu meziyetlerin filmlerde nasıl ön plana çıkarıldığını farketmişlerdir. acaba niccol, christof karakteriyle, bu özelliklerin nasıl kullanıldığıyla fazla ilgilenilmemesini mi eleştiriyor?

    christof: "truman'a normal bir hayat sürme şansı verdim. dünya, senin yaşadığın yer, sorunlu olan yer. dünya seahaven gibi olmalı" ("seahaven is the way the world should be". bu cümlede özne seahaven. benim çevirimde dünya özne oldu. memnum değilim ama elimden gelen bu. seahaven'ı özne yapacak düzgün bir cümle kuramadım). christof, truman'ın, yaşadığı dünyayı tercih ettiğini iddia ediyor. sylvia yanılıyorsun, truman da senin yanıldığını gösterecek diyor. hani sylvia, truman'a başka bir dünya görme şansı vermedin dese daha iyi olurmuş sanki. sahnenin sonunda sylvia ekranda truman'ın görüntüsüne dokunuyor. christof da aynı işi iki defa yapacak (birisi hemen sylvia'dan sonra, truman uyurken). eğer bu bir sevgi gösterisiyse christof da kendince truman'ı seviyor diyebilir miyiz? (1:06:50) ve tabii piyanist de orda.

    yine bir ara. imdb'ye göre andrew niccol'un senaryosunun ilk hali çok karanlık. peter weir hikayeyi yumuşatıyor. yahoo'daki deleted scenes videosunda (the truman show deleted scenes) meryl truman'ı terkettikten ve vivian truman'ın yeni ofis arkadaşı (ve herşey planlandığı gibi giderse yeni eşi, ve çocuğunun annesi) olduktan sonra bir brifing sahnesi var (09:50). bu sahnede meryl'e boyunluk takmışlar. meryl'in truman'la kavgası çok daha şiddetli olmalı (bu imdb'de de yazıyor). christof, çocuk doğduktan sonra iki kanallı yayına geçeceklerini söylüyor. marlon, truman öldüğünde tekrar tek kanala döneceğiz değil mi diye soruyor. christof cevap vermeden toplantıyı bitiriyor. marlon'un bu sorusu hikayeyi (ve marlon'un karakterini) filmde gördüğümüzden farklı bir yere taşıyor. bu hikayeye göre christof truman'ı öldürmeyi planlıyor olmalı. ve herhalde marlon da bu işin içinde.

    truman uyandıktan sonra aynanın karşısındayken onu seyreden iki kişi truman'ın halinden şüpheleniyor "bize mi bakıyor?". truman sabunla aynaya astronot başlığı çizince rahatlıyorlar, ama truman aynayı temizledikten sonra çok kısa bir göz kırpıyor, yani aslında orda kamera olduğunu biliyor. aynı günün akşamı truman bodrumda uyuma numarasıyla evden kaçıyor. yönetim odasında bir adet kedi, ve dev ekranın önünde kondüsyon bisikletine binmiş bir adam var (bkz: e.t. the extra-terrestrial). christof odaya girdiğinde gece ekibi (aslında sürekli gördüğümüz iki kişi) toparlanıyorlar. konuşmaları sırasında bodrumdaki kameralardan birinin önünün kapalı olduğu ortaya çıkıyor. christof'un uyanıklığı sayesinde truman'ın kaçtığını anlıyorlar. sahnenin sonuna doğru marlon dolabın içindeki merdivenden bahçeye doğru bakarken christof'un sözleri: "birşey söyle. devam et". christof en kötü durumda bile şovu devam ettirmeye çalışıyor, bu durum tekrar karşımıza çıkacak.

    bu noktada hikayenin akışıyla ilgili iki tane sorun var. birincisi pek de önemli değil. truman bodrum kameralarından birini engellediğine göre bir şekilde kameraların yerini keşfetmek zorunda. biz bunları görmüyoruz. ikinci sorun, truman'ın babasını bulmuş olmasına rağmen kaçmaya karar vermesi. burada bariz bir kopukluk var. bu kopukluğu yaratan da 15 dakika önceki o müthiş buluşma sahnesi. gerçi o sahne bütün senaryo kopukluklarına değer. veya truman babasının da sahte olduğunu keşfetmek zorunda. oysa bunu da görmedik.

    christof: "bize ışık gerek...saat kaç?", chloe: "bunun için çok erken" (christof'un ne yapmak istediğini anlıyor), christof: "cue the sun" (bunu hakkını vererek çeviremedim). (1:17:00). christof'a tanrı benzetmesi yapılan en önemli yer burası (bkz: fiat lux). ve yine christof truman'ın nerede olabileceğini tahmin ediyor: "denize bakmadık". christof truman'ı fırtınayla durdurmaya çalışıyor, truman pes etmeyince geri adım atmak zorunda kalıyor. ve truman yelkeni direğe çekiyor. (1:26:20)

    yelkende kocaman bir 139 sayısı yazılı. ben bu kültürün içinden gelmiyorum, imdb'ye göre bu 139, 139. ilahiye gönderme yapıyor. psalm 139 özetle tanrım ben ne yapsam ve nereye gitsem sen bilirsin, senden hiçbirşey saklayamam, vs. birkaç dakika sonra bunu da kullanacağız.

    yelkenli 30 saniye boyunca piyano eşliğinde denizde seyrediyor ve duvara çarpıyor (1:26:35 - 1:27:05). müzik için: truman show - raising the sail. şimdi kişisel bir ara. ben bu filmi ilk televizyonda seyrettim. filmin ilk saatine pek dikkat etmedim, ancak truman evden kaçtıktan sonra fimi dikkatle izlemeye başladım. bu sahnede yelkenli ufka çarpmadan önce kısa bir süre burundaki direğin gölgesi ufuk taklidi yapan duvara düşüyor. o anda bunu farkettim ama ne olduğunu anlamadım. iki saniye sonra direk ufku delince oha falan oldum (o yıllarda bu o kadar ayıp birşey değildi). aynı anda müziğin kesilmesine de dikkat.

    the truman show final scene

    "onunla konuşacağım". truman çıkış kapısına gelince christof engellemeye çalışıyor. bu sahne iki farklı seyirciye oynanıyor. birisi biz film seyircisi, diğeri truman. sahnenin başında christof gözlerini kapayıp derin bir nefes alıyor. bunu truman görmüyor, bu sahne bizim için. soru: christof insan olarak önündeki zorlu konuşmaya mı hazırlanıyor, yoksa aktör olarak rolüne mi hazırlanıyor?

    christof: "truman, konuşabilirsin, seni duyuyorum". bu truman'a, fakat christof'un sesi neden yankı yapıyor? bu yankılanma bizim için.

    truman: "sen kimsin?", christof:"i'm the creator ... of a television show...". ben televizyon şovunun yaratıcısıyım. christof orjinalinde i'm the creator (ben yaratıcıyım) dedikten sonra çok kısa bir süre duraklıyor. christof'un tanrı rolü oynamasına bir gönderme daha. bunu bu şekilde türkçeleştiremedim.

    christof: "dışarıda, senin için yarattığım bu dünyada olandan daha fazla gerçeklik yok. aynı yalanlar. aynı kandırmaca. ama benim dünyamda korkulacak hiçbir şey yok" (there is no more truth out there than there is in the world i created for you. the same lies. the same deceit. but in my world zou have nothing to fear.) buraya sonra geleceğim.

    christof: "seni, senin kendini bildiğinden daha iyi biliyorum", truman: "kafamın içine de kamera yerleştirmedin ya". psalm 139'u hatırla. burada truman tanrıya karşı geliyor.

    ve christof'un en güçlü sahnesi. sahnenin hem truman'a hem de biz seyirciye oynandığını hatırlayalım. christof "korkuyorsun. bu yüzden gidemezsin. önemli değil truman, anlıyorum" derken tekrar ekrana dokunuyor. film seyirciyi, christof'un insani hislerle hareket ettiğine inandırmaya çalışıyor. christof truman'ın çocukluğundan bahsettikçe truman'ın omuzları çöküyor ve cesareti kırılıyor. ed harris oyunculuk dersi veriyor. "konuş benimle, birşeyler söyle" dediğinde kendi kabuğuna çekilmiş çocuğuna ulaşmaya çalışan bir baba gibi.

    "birşey söylesene! televizyondasın! bütün dünya seni izliyor!". christof'un asıl derdi ortaya çıkıyor. christof şovun yönetmeni olarak konuğun canlı yayında takılıp kalmasından hoşlanmıyor. hem biz seyirci için, hem de truman için büyü bozuluyor. truman christof'un da kendine yalanlar söyleyen diğerlerinden farklı olmadığını anlıyor. truman'ın omuzları tekrar dikleşiyor. truman kameraya dönüyor, repliğini söylüyor, ve şovu bitiriyor.

    (sonda herkesin sevindiği sahnede barmen bardaki müşterilerin ellerine çakıyor, ama 10 dakika önce truman'ın başaramayacağına 1 e 2 veriyordu. herhalde daha kaybettiği paranın hesabını yapmamış).

    müthiş film. en önemli falsosu truman'ın babasını bulduktan sonra birden kaçmaya karar vermesi. filmdeki bu atlamaya rağmen truman'ın babasıyla buluşma sahnesi her şeye değer.

    filmde iki katman var. yüzeyde görünen hikayede truman yaşadığı dünyanın sahteliğini farkediyor, dış dünyadan bir kıza aşık oluyor, hapsolduğu dünyadan kurtulma mücadelesi veriyor ve sonunda bu mücadeleyi kazanıyor. büyük ihtimalle aşık olduğu kıza kavuşacak. alttaki hikaye bu kadar iyimser değil. yukarda christof'un dışardaki dünya daha da kötü repliği var ya. hani sonraya bırakmıştık. hah orası. filmde christof'un sözlerine açık bir cevap veya karşı çıkış yok. ve tabii christof'un dış dünya dediği yer aslında biz seyircinin yaşadığı dünya. truman'ın kazancı seçim yapma şansı. zorluklarla da olsa en azından kendi seçtiği dünyada yaşayacak. christof'un söylediği her sözün altında daha iyi bir hayat nedir sorusu var. daha iyi hayat nedir, ve bunun için ödenen bedele değer mi?

    --- spoiler ---
  • show sırasında reklam arası verilmediğinden oyuncular truman'a sürekli 'skoçbırayt kullanmalısın truman, tüm lekeleri alt eder, skoçbrayt!' tipi muhteşem laflar ediyorlar, iyi düşünülmüş.
  • bir insanin "cue the sun!" emir cumlesini soyledigi tek filmdir.
  • --- spoiler ---
    filmi ikinci kez izledigimde, pek gercekci olmayan atmosferin, vurgulari guclendirdigini bir kez daha farkettim. bircok acilima musait gorunen filmde benim ilk olarak animsadiklarim sunlar oldu:
    -filmin basinda truman'in karisi gururla "benim ozel hayatim da bu iste... halka acik bir ozel hayat... ikisi icice, ve kutsanmis bir hayat" derken televole starlarini
    -seyahatten caydirmak icin yapilan reklamlarda, medya da dahil olmak uzere bircok gucun insanlari korkulariyla manipule etmelerini
    -yonetmenin babacan (paternal) fakat sert yaklasimi (yani gerekirse firtinayla arka arkaya carpmasi ama bu hayatin truman'in lehine olduguna inanisi), derin devleti ve nedense askerligi
    animsatti.

    ote yandan filmin zirveye tirmanma sahneleri olarak benim icin en etkileyici olanlar
    -trafigi kesen astronot kilikli adamlarin truman'i durdururkenki kosusmalari
    -sonrasinda karisinin "yardim almalisin" demesi, uzerine kakao reklamina baslamasi ve "ne sacmaliyorsun sen, neler oluyor?" diye soran truman'a "sinir krizi geciriyorsun" demesi ve devami
    -babayla bulusmayi buyuk bir televizyon basarisi olarak kutlamalari (burada da sinan cetin geldi aklima ister istemez)
    -truman birseyleri sezmeye basladiktan sonra sigorta alacak iki adamin her zamanki "beautiful day isn't it?" (ne guzel bir gun diil mi?) sorusuna truman'in alayci bir tavirla "every single day!" (~hic sasmadigi gibi) cevabi
    -ve son olarak yonetmenin "biliyorum, sen de cekiniyorsun disari cikmaya" sozune truman'in "beynimin icine de bir kamera yerlestirmedin ya" demesiydi.

    dikkat cekmek istedigim diger iki seyden birisi top sakalli asistanin okudugu ve not aldigi gazetenin is arama gazetesi oldugu ve zenci otobus soforunun inen truman'a "uzgunum evlat" demesi.

    son olarak kaliteli bir film oldugunu sonun gereginden fazla uzatilmadigindan da anlayabiliriz. kiz kapidan cikar ve gider, gerisi bizim hayalimize birakilmistir. dusunuyorum da ne yonetmenlerce ne esnetilebilirdi bu son.
    --- spoiler ---
  • jim carrey'in truman rolüyle en iyi erkek oyuncu altın küre ödülünü alırken yönetmenine söylediği "benim komik bir yüzden daha fazlası olduğumu gösterme fırsatını bana verdiği için teşekkür ederim" sözleri bu filmin jim carrey için de bir dönüm noktası olduğunu gösterir. lakin "komik bir yüz" olarak da çok başarılıdır jim abim, öyle de severim kendisini...
    (bkz: liar liar)
  • --- spoiler ---

    filmin özeti aslında christof'un söylediği tek bir cümledir: "we accept the reality of the world with which we are presented."

    finalde ise tvyi izleyen iki otopark görevlisinin "where is the tv guide" cümlesi izleyene atılmış bir şamardır. bir adamın hayatı 30 yıl boyunca başkaları tarafından yönlendirilmiş ve gerçek olan hiçbir şey yaşamamış. sonunda özgürlüğüne kavuşuyor ama, hödük televizyon izleyecisinin* verdiği tepki "şimdi ne izleyek hafız?"'dan öteye gitmiyor.

    --- spoiler ---

    edit: spoiler ibaresi ve ufak bir ekleme.
  • truman bir şirket tarafından evlatlık olarak alınan ilk çocuk, filmde. başka adaylar da varmış aslında. toplamda beş tane bebek anne karnında bekliyor. kim önce gelirse dünyaya o kazanacak(?) yarışı. truman biraz sabırsız ve iki hafta önce dünyaya geliyor. iki haftalık bir sabırsızlığı ile bir an önce görmek istediği dünya yerine, sahte bir dünyaya doğuyor, ömrünün yarısını geçireceği. diğer dört bebek kaybederken gerçek bir hayatı kazanıyorlar.
  • ilk izlediğimde gerekli önemi vermediğim, özel bir film. jim carrey'nin aslen şaklaban değil oyuncu olduğunu gösterdiği filmlerden biri.
    (bkz: man on the moon)
hesabın var mı? giriş yap