• dünyanın en karizmatik isimlerine sahip üyelere sahip grup...
    albert hammond jr -gitar
    julian casablancas -vokal
    nick valensi -gitar
    nikolai fraiture -bass
    fabrizio moretti -davul
  • son albüm first impressions of earth sonrasında yazmıştım.epey zaman geçti.ama olsun.

    gerçekten 5 yıl oldu mu? daha dün 'bu mudur?' diyerek karşımıza çıkmamış mıydı bu zengin veletleri karşımıza? hani akabinde tüm müzik camiası; 'evet budur, rock 'n roll kurtuldu' diye ortalığı velveleye vermişlerdi.

    zaman oldukça hızlı geçiyor. yukarıdaki sorunun cevabı ise koca bir 'evet'. new york'u tekrar rock müzik gündemine taşıyan, haliyle de ada'ya nazaran, amerika'da da -uzun yıllar sonra- iyi müziklerin yapıldığını gösteren bir furyanın ilk temsilcileri olarak sahnadeki yerlerini almıştı the strokes. gerçi kendileri ingiltere'de keşfedilip, sektöre kazandırılmışlardı ama sözüne ettiğim furyanın yolunu açmaları bakımından new york şehrinin önemini belirtmek lazım elbet. sonrasını hepimiz çok iyi biliyoruz interpol'ler, yeah yeah yeahs'ler, the rapture'lar vs. gerisi halen gelmekte.

    dedik ya aradan koca bir 5 sene geçti, peki neler değişti bu zaman sürecinde? ilk olarak müzikal açıdan yukarıda da saydığım gibi; 'the' ile başlayıp 's' ile biten, yeni yetme diye tabir edilen grupların sayısı ekponansiyel olarak arttı, artıyor. çoğunun post-punk, disco-punk janrlarına dahil edildiği bu gruplar bir çeşit deneme tahtası gibi sürekli olarak önümüze konuldu. alışık olduğumuz şekilde yurtdışı kökenli dergiler tarafından pohpohlanarak tuttu, tutmadı, tutuyor denilirken bir de baktık vitrin sürekli değişiyor, takip edemez olduk. peki bu giysilerden üzerimize uyanı, hoşumuza gideni nasıl bulup da giyeceğiz derken, fark ettik ki mağazadan çıkamaz olduk, her gün yeni kıyafetler aldık, giydik ve bir daha kullanılmamak üzere odamızın bir köşesine attık. işte son strokes albümü de bu karmaşanın ortasında vuku buldu.

    peki geçen zaman sürecinde strokes'ta neler değişmişti. tamamının özünde amerikalı olmadığı bu beşli bilindiği üzere zengin çocuklarıydı ve rock müziğin kurtarıcıları görevi verilmişti kendilerine. rock müziğin genel hatlarını oluşturan 'duruş-muhalif olma-müzikal ' üçlüsü ekseninden bakarsak, duruş konusunda oldukça tatmin ediciydiler. o kadar cool duruyorlardı ki özellikle baygın bakışlı, 'göz altı morluğu' adamımız julian casablancas'ın tipinden iyiden iyiye gıcık kaptığımız oluyordu ama courtney love onun için şarkı bile yapıyordu. işte elinden sigarası düşmeyen, dünya pek de umrunda olmayan, kızların etrafında dört döndüğü bu yakışıklı adam geçtiğimiz sene bu zamanlar evlendi. davullardan sorumlu fabrizio moretti, drew barrymore'la ilişkisine emin adımlarla devam ediyor. grubun geri kalanını da dahil edersek; kılık kıyafet bakımından hala yırtık jeanlerle, eskimiş pabuçlarla, takım elbiseleriyle ve haliyle yine kendilerine dönen gözlerin önüne 'şık' bir biçimde çıkıyorlar. hatta bazen grubun yaptığı müzikten bile daha çok konuşulur olmuştu bu duruş olayı.

    müzikal açıdan ise grup; bir çoklarına göre 60'ları ve özellikle 70'leri 'kopyala-yapıştır' şeklinde müziklerinde kullanıp 2000'lere bunu the strokes paketiyle sunuluşu şeklinde geliyordu. kendileri gibi new york'lu olan the velvet underground, ramones ve television gibi isimlere sık sık benzetiliyorlardı. diyecek bir şeyimiz yok zira alışık olduğumuz bir yorumdu bu. ne zaman yeni bir grup çıksa, bu benzetmelerden payına düşeni alıyor. bir noktaya kadar da gerekli olduğunu düşünüyorum zira müziğin biz müzik severlere daha kolay ulaşması bakımından oldukça yararlı bir durum.

    beş yıl öncesine dönüp baktığımıza; "is this it" ile bir dönemin başlangıcını yapan grup, özellikle "new york city cops" ve "last night" gibi eğlenceli şarkılaıyla albümü dinleyen insanları dans etmeye teşvik ediyordu. içerdiği 11 şarkının neredeyse tamamının birden öne çıktığı albümde, gözlemlediğim kadarıyla herkesin farklı farklı şarkılardan daha fazla haz etmesi bunun kanıtıydı. şarkı sözlerine baktığımızda ise sıradan günlük hayat hikayelerinin ağırlıklı olduklarını görmekteydik. isimlerinden hareketle müzik sektörünü ve biz müizk seveleri kalbimizden vuran grup, turneden turneye koşmaktaydı. ardından klasik 'ikinci albüm sendromu'nu 2003'te çıkarttıkları "room on fire" albümüyle az kayıpla atlatmışlardı. ilk albümün iyi yorumlar almasından ve akabinde kendilerine yüklenen ağır misyonun etkisinde çıkarttıkları bu albümün böyle olmaması da sürpriz olurdu zaten. genel olarak, müzikal açıdan "is this it" ekseninde ilerlemekle birlikte, ilk albüm için sözünü ettiğim her şarkının hit olma konusu bu albüm için geçerli değil diye düşünmekteyim. single olarak çıkarttıkları "reptilia" öncelikli olmak üzere "12:51" ve "what ever happened" gibi gayet güzel şarkılar içermekteydi. julian'ın sesi kalınlaşmış gitarlar da fena çalınmamıştı albümde.

    muahlif olma tavrı konusuna gelirsek eğer iki albümde de bu durumla pek de ilgili değillerdi. ki zaten bu burnu havada çocuklardan bu tip şeyler beklemek de saçma olurdu. bahsettikleri konular, kendi hayatlarından hareketle 'boşver, hadi dışarı çıkıp takılalım' teması üzerine kuruluydu. zira julian "under control"de bunu açıkça dile getiriyordu; 'i dont want to change the world'-dünyayı değiştirmek istemiyorum.

    işte geçen senelerin kısa bir özetini bu şekilde yaptıktan sonra, yeni yılla birlikte, ocak ayının ilk haftasında(bizde biraz geç) piayasaya çıkan "first impressions of earth" raflardaki yerini almış bulunuyor. ilk dinleyişimizle birlikte kesinlikle farklı bir albümle karşılaştığımız anlıyoruz. "room on fire"ın stresini üzerlerinden atıp, kaygısız bir ruh halinde çaldıklarını düşünürsek bu durumun nedenini açıkça görebiliyoruz. david kahne'yi ve daha önce de birlikte çalıştıkları gordon raphael'i prodüktör olarak yanlarına alan grup, yine benzerlerinden sıyrılmayı başarmış.

    albümü dinlemeye başladığmızda dikkatimizi çeken ilk şey 35 dakikanın sonunda, tekrar ilk şarkıyı beklerken olayın böyle vuku bulmaması. zira önceki iki albümde alışık olduğumuz yarım saatlik strokes kayıtlarına nazaran bu albüm tamı tamına 52 dakika sürmekte. az daha çalsalar kendilerini ikiye katlayacaklarmış diye düşünüyor insan. ikinci olarak ise bir zamanlar davul çalmaya yeltenmiş biri olarak dikkatimi çeken durum ise davullar. yine önceki iki albümde alışık olduğumuz; tekdüze ilerleyen davul ritimleri bu albümde bizi oldukça şaşırtıyor. fabrizio moretti; eline bagetlerini alan herkesin aslında strokes davulcusu olabileceği gerçeğini ters düz edip kendini aşmış bir şekilde karşımıza çıkıyor.

    son derece eğlenceli gitarlarla başlayan "you only live once" kanımca albümün en hoş şarkısı. vokalde julian'ı oldukça sinirlenmiş bir şekilde buluyoruz ve sakinleşmesi gerektiğini o da biliyor. ardından single olarak çıkarttıları ve değişim konusunda neyden bahsettiğimi anlamamıza yardımcı olacak "juicebox" başlıyor. grubun en geride duran sakin elemanı nikolai fraiture'nin yoğun basslarıyla oldukça sert bir şarkıyla karşı karşıya kaldığmızı görüyoruz. fakat julian hala kızgın; baygın vokaline alıştığımız julian sesini yüksek tutmakta ısrarlı. "on the other side"da ise bakın neler diyor; 'tanıdığım herkesten sıkıldım, tv'de ve sokata gördüğüm herkesten de/ hepsinden nefret ediyorum, onlardan nefret ettiğim için kendimden de nefret ediyorum'; dememiş miydim çok kızgın diye. "vision of division" etkileyici gitarıyla bizi kendisine yaklaştırıyor. şarkının ortalarında atılan solo bir yerden tanıdık geliyor diyorsanız, pulp fiction'ın soundtrackınden de hatırlayacağınız misirlou şarkısına oldukça benzemektedir. gayet ağır ilerleyen "ask me anything"de utangaç olduğunu belirterek bizi şaşkına çeviren julian, şarkıda sıkça 'söyleyecek hiç bir şeyim yok' diyor. müzikal olarak tüm diğer strokes şarkılarından hayli farklı bir yerde durduğunu da gayet net bir şekilde söylemeliyiz. davulsuz, gitarsız; sadece yaylıların ve synth'ın vokale eşlik ettiği bir şarkı bu. "fear of sleep"te ise casablancas; 'eğlenceli değilsin' diye defalarca bağırmakla meşgul. sakin başlayıp hızlanan "15 minutes"in ardından gelen "ize of the world" bize julian'ın şarkı yazma konusunda kendisini epey geliştirdiğini gösteriyor. bahsettiği konular 'sıradan şeyler' kategorisinden çıkıp, 'hayatın anlamı' kategorisine sokulacak cinsten.

    tamam, bu albüm bize "is this it" mükemmelliği sunmuyor. ama kesinlikle "room on fire"dan da bir kaç gömlek üstün. kendilerini yenileyip, kısmen farklı bir yöne doğru giderek çıkarttıkları bir albüm bu. rock müzikteki yerlerini iyice sağlamlaştırdıklarını söylemek mümkün. bence dinlenmeyi fazlasıyla hak ediyorlar.
  • trying your luck gibi bir şarkıyı yapmış mükemmel grup. her ne kadar keşfim lonely island sayesinde olsa da, beni fena halde kendine bağlamıştır. ayrıca julian kolunda o pezevenk saatiyle bile her daim çok mükemmel.
  • rock müziğin son direği diyebileceğimiz grup. bu grubun beş üyesi de zengin ailelerin çocukları. ama bu yeteneklerini asla azaltmıyor.
    julian casablancas'ın annesi zamanın miss denmark'ı ve babası ise model ajansı sahibi :) john casablancas. anne ve babanın nasıl tanıştığı baya belli ama babasıyla ilgili daha fazla bilgiye sahip olmak için veya model ve ajans dünyasında nelerin döndüğünü anlamak için "casablancas: the man who loved women" isimli belgesel netflix'te izlenebilir.
    grubun basçısı nikolai fraiture ile 6 yaşında tanışıyor julian. daha sonra isviçre'ye okumaya gönderiyor babası. orada albert hammond jr ile tanışıyor. (albert'in babası albert hammond da çok ünlü bir müzisyen.) ardından beraber new york'a dönüyorlar. sonra gittiği okulda grubun gitaristi nick valensi ve bateristi fabrizio moretti ile tanışıyor. sonra julian hepsini birbiriyle tanıştırıyor ve grup kuruluyor.
    2001 yılında rock müziği tekrar canlandırıyorlar en büyük ilk albümlerden biri olarak görülen is this it ile. bu albüm interpol, yeah yeah yeahs'in de aslında yollarını açıyor diyebiliriz. bu üç grup garage rock revival'ı sağlıyor. bu öyle bir albüm ki arctic monkeys'in kurulma nedenlerinden biri.
    is this it'te yok yok. her şarkıda bir storytelling var. o amatör ruhu ama bir yandan da titiz çalışmayı sonuna kadar hissediyoruz. kötü tek bir şarkı bile yok. yalnızca new york city cops şarkısı biraz güme gidiyor gibi. o da büyük talihsizlik. albümün yayınlanış günü 11 eylül 2001. bunun dışında söz yazarlığına da değinmek gerek. o zamanlarda şarkı sözlerinden ziyade artık melodi moda olmuşken julian hikaye anlatmayı tercih ediyor. bu da birçok sanatçıya referans oluyor tabi.
    ikinci albüm room on fire 2003'te yayınlanıyor. ikinci albümler kritiktir. bu kişi/grup gidici mi kalıcı mı o öğrenilir. bu albümle bu grup gitmeyecek onu anlıyoruz. bugüne kadar en çok tutan strokes şarkısı reptilia bu albümde. ama benim favorim the end has no end. hatta klibinde mila kunis ve eva mendes de var.
    üçüncü albüm first impressions of earth 2005 tarihli. heart in a cage benim bu albümde en sevdiğim. şöyle bi listeye baktım ama sevmediğim şarkı pek yok gibi. yine de eleştirmenlerden çok iyi not almamış albümlerinden biri bu.
    bu aşamada şunları söyleyeyim. julian, nick ve nikolai evlilikler yapıyor. hatta julian grubun menajeri ile evleniyor. alkolü ve uyuşturucuyu bırakıyor. ancak grup üyeleri arasında sürtüşmeler ve kopukluklar başlıyor.
    kendi solo işlerine ya da yan gruplarında müzik yapmaya devam ediyor her bir grup üyesi.
    büyük bir aranın ardından 2011 yılında dördüncü albümleri angles yayınlanıyor. angles'ın kayıt aşamaları baya sıkıntılı. julian ayrı vakitlerde gelip vokalini kaydediyor diğerleri ayrı vakitlerde gelip müziklerini kaydediyor sonra prodüktör birleştiriyor falan. ama yine de çok iyi albüm. under cover of darkness en sevilen strokes şarkılarından biri oluyor. (2020 itibariyle julian bu albümden hiçbir şarkıyı çaldırmıyor.)
    2013 yılında rca records ile olan 5 albümlük anlaşmaları comedown machine ile son buluyor. grup üyeleri julian'ın önceki albümde ayrı gelmesine sinir oldukları için şart koşuyorlar bizle aynı anda gelecek diye. kayıt anlaşmasını bitirmek için, yani yapmış olmak için yapılmış bir albüm olsa da yetenek böyle bir şey işte bence bu albüm bile kötü değil. call it fate call it karma benim en sevdiğim strokes parçalarından biri.
    bu aşamadan sonra grup yine bir duraklamaya giriyor. 2016 yılında bir ep yayınlıyorlar. future present past isimli ep adı üstünde geçmişlerini, şimdiyi ve geleceklerini anlatan üç parçadan oluşuyor. gayet incelikli ve kaliteli bir çalışma. zaten bu aşamada birlikte terapilere gidip o kavgalı dönemi atlatıyorlar.
    ve 2020 yılında korona döneminin başında ilk grammy ödülünü kazandıran the new abnormal yayınlanıyor. rick rubin'in prodüktörlüğünü yaptığı bu albümün kapağında jean michel basquiat'ın bird on money isimli resmi var. 10 şarkılık albümde yine boş yok. not the same anymore, ode to the mets ve why are sundays so depressing benim favorilerim. (bu albüm sürecinde maalesef julian eşinden ayrılıyor, 20'lik bir kız arkadaş buluyor ve içki-uyuşturucu ortamına tekrar dönüyor. )
    şimdi yine duyduk ki rick rubin ile beraber yeni albüm hazırlıklarındalarmış. birbirlerinden sıkılan ve birlikte müzik yapmak istemeyen grup resmen yeniden kendini buldu.
    arctic monkeys ve özellikle alex turner için yapılan artık ilk 2 albümdeki gibi müzik yapamadıkları, sıkıcılaştıkları eleştirilerine "nerdeyse 40 yaşında adamlar bar kavgası müziği nasıl yapsın" diyenlere aslında koca bir örnek the strokes.
    bu insanlar zaten baştan beri zengin olmalarına rağmen (yani monkeys gibi orta sınıftan gelme insanlar olmamalarına, paraya ihtiyaç duymamalarına rağmen) geniş bir ölçüde hem gençliğe dair hem politikaya dair türlü türlü şarkılar yaptılar ve müziklerini eskitmeden hala yapmaya devam ediyorlar. yani 40larının ortalarındaki insanlar hala cayır cayır gitar müziği yapmaya devam edebiliyorken arctic monkeys için söylenen "nasıl yapsınlar abi artık yaşlandılar" eleştirilerine katılamıyorum.
    neyse çağımızın en büyük gruplarından biri diyip gidecektim ama çenem çok çalıştı. umarım kendilerini istanbul'da bir konserde canlı canlı da dinleriz.
  • yılların strokes fanı olarak size "en sevdiğim 10 strokes şarkısı" adlı listemi sunmak istiyorum:

    10 - chances

    kesinlikle en farklı the strokes şarkılarından. julian'ın bu şarkıda ilginç vokal tekniği adeta aşırı özel bir diyaloga şahit oluyormuşuz gibi hissettiriyor. aşk, ayrılık ve acı hakkında hüzünlü bir eser. bence comedown machine albümünün en iyisi.

    9 - is this it

    tarihin en iyi debut albümlerinden is this it'in açılış parçası. where is my mind ile tatlı bir benzerliğe sahip bu kısa ama etkili parça, hepimizin az çok bildiği şeyleri bize hiç yormadan anlatıyor. zaten julian'ın söz yazarlığının diğerlerinden sıyrılma sebebi de budur. julian bir edebiyatçı gibi yazmaz, şarapçı gibi yazar. özellikle is this it albümü baştan sonra julian akşamdan kalmayken kaydedilmiştir deseler şaşırmam.

    8 - taken for a fool

    güzel, sıradışı ama catchy bir parça. verdiği the cars havası ayrı bir güzellik katıyor.

    7 - the end has no end

    mila kunis'li, mr. nobody tadında müthiş bir klibe sahip parça. yıllar sonra dinlediğinizde canınızı acıtacak belki de. çok duygu yüklü.

    6 - automatic stop

    underrated ama underrated olmasını anlayabildiğim eserlerden. kimisine göre bir aşk üçgeni, kimisine göre eroinman bir en yakın arkadaş hakkında. iki konuyla da ele aldığınızda güzel sözlere, sıradışı rifflere ve genel olarak unutulmaz bir havaya sahip. bu şarkı bana hep "joy division reggae yapsa nasıl olurdu?" sorusunun cevabı gibi gelmiştir.

    5 - alone together

    grubun en iyi sololarından birine ev sahipliği yapan şarkı, o trademark strokes sound'unun da oturduğu parçalardan.

    4 - vision of division

    solosuyla halay çekebileceğiniz, biraz arabesk ve güzel bir parça. sözleri ise gerçekten çok içten ve samimi. kişisel favorilerimden.

    3 - eternal summer

    son albümden favorim. koy the wall'a, sırıtmaz. parçadaki baslar ve synthesizer'lar çıldırmama sebep oluyor. çok, çok iyi.

    2 - ize of the world

    çok uzun zaman rock müzik dinleyince sololar birbirinin aynısı gibi gelmeye başlıyor ama yine de zevk alıyorsun. bu şarkıdaki solo o kadar sıradışı ki. bu solodan aldığım zevki çok az şeyden alıyorum. gerçi bize bir tık daha tanıdık gelecektir kullanılan gamdan dolayı, ama yine de bu gerçekten eşsiz bir solo olduğu gerçeğini değiştirmiyor. şarkının sözleri, vermek istemeden verdiği mesaj, aniden kesilmesi, davullar... gerçekten birinciliği kıl payı kaçırmış efsane bir parça.

    1 - trying your luck

    kusursuz, eksiksiz, tam oturmuş bir parça. 10/10. babaannemden tut taksiciye dinlettiğim bütün insanların hoşuna giden şaheser. prodüktörü ayrıca tebrik etmek gerekiyor çünkü her şey gerçekten tam olarak olması gerektiği gibi. inanılmaz basit bir riff ile bir şarkıya ancak bu kadar "baharat" katılabilirdi. şarkının solosuna, sözlerine ve baslarına diyecek bir şey bulamıyorum. basit olmayan ama insanı da yormayan, derin, mükemmel sözlere sahip, duygulu, içten bir parça. kesinlikle strokes'un en iyisi ve 2000 yılından beri ortaya konmuş en iyi rock parçası.
  • too good to be real demişler beşli için.. hakları var..

    ramones'in yeni asır reenkarnesi gibiler.. taklit değil, kalibre olarak helbette..

    fakat bu yenidünya'lı ekibin britanya adasında daha büyük bir muhabbetle karşılanması ve dahi adadaki hemen her derginin sözbirliği etmişcesine 'is this it?'i yerlere göklere koyamaması, tuhaf bir uzlaşma kanaatimce..
  • someday adlı şarkılarına bu aralar kafayı taktığım grup, pek güzel, pek başarılı.
  • last nite, hard to explain, trying your luck, barely legal, is this it gibi olağanüstü şarkılara imza atmış, velvet underground nirvana ramones gibi grupların stilini karıştırıp kendi tarzlarında yorumlayıp enfes melodiler ve julian casablancas ın hayran olunacak yavşak vokalleriyle süslemiş, joe strummer a göre en çok gelecek vaadeden grup olma özelliğine sahip, rock n roll öldü diyenlere en baba cevap olarak karşılarında duran, diğer günümüz rock gruplarından dağlar kadar farklı olduklarını her haliyle belli eden, bi çok müzik otoritesi ve müzik dergilerince albümleri yılın en iyi rock albümü olarak kabul edilen, değişik, enerjik, dünyanın en cool grubu.
    nasıl babalar şimdi bizim zamanımızda beatles vardı diye anlatıyolarsa biz de çocuklarımıza bizim zamanımızda strokes vardı diye anlatacağız.dinlerken insan müzikten zevk alma olayını birebir yaşıyor valla.
  • dinlemelere kıyılamayan gruptur. kıyamıyorum lan resmen. limit koydum kendime artık, o derece. o kadar zamandır eskimediler ama eskitirim diye korkuyorum bir barely legal'i. reptilia'dan bıkarım diye korkuyorum. last nite'dan, razorblade'den, someday'den uzak durmaya çalışıyorum. ve varlıklarına şükrediyorum resmen. allahım. müzik icra eden bir topluluğa bu kadar bağlanmak ne derece doğrudur? sanırım bir gün olur da yaşadığım ülkeye teşrif edeceklerinin haberini alırsam bir yıllık mutluluk kotamı doldurabilirim.
  • acilen türkiyeye gelmeleri gereken gruptur. bakın canlarım, benim sizin ayağınıza gelebilmeme daha zaman var malesef. o yüzdendir ki yaza doğru şöyle konser haberinizi alsak da mutluluktan ölsem? yoksa zaten arctic monkeys in etkileri bünyemde aşırı doz etkisi yaparak beni manevi olarak öldürecek. (bkz: killing me softly) kısaca; ümitle, heyecanla, stresle, bütün saf duygularımla bekliyorum...
    edit: şu habere çocuklar gibi sevinme sebebidir. (bkz: hallelujah)
hesabın var mı? giriş yap