• yılan yumurtası bir ingmar bergman filmografisinden bahsediliyorsa farklı bir yerde duran bir filmdir ve bu açıdan yönetmenin tutkunları tarafından yadırganır. zaten yönetmenin kendisinin de film çekimi boyunca gidişattan hoşnutsuz olduğu film arkası belgeselde belirtilir. film geniş ve özel hazırlanmış mekanlarda –film için tramvay ın geçtiği dev bir berlin sokağı yaratılmıştır- , yönetmenin alışık olmadığı çoğu farklı oyunculuk disiplinlerinde yetişmiş kalabalık kadro ile yakın plandan, yakın figür temasından uzak, geniş planlarla çekilmiştir. liv ullman ingmar’ın bu durumunu, filme dair memnuniyetsizliğini yapımcıların sağladığı dev bütçe altında fazla ezilmesi, sorumluluklarının artmasına bağlar. ve ekler “ama hiçbir zaman kendisini hollywood yapımcılarına satmadı, hiçbir zaman.” yılan yumurtası klasik ingmar bergman filmlerindeki buhranlı gelgitli insanlık durumlarını konu eder görünerek belki bir ölçüde aynı minvaldedir ama sonunda bunu teknik bir mevzuya, daha doğrusu biyolojik tepkimelere indirgeyerek bozulur gider. fakat gene de iyi filmdir. liv ullman da böyle der. “sonunda ingmar ile filmi seyredince her şeye rağmen iyi bir film olduğunu gördük”.
  • yapımcı dino de laurentiis, film için dev bir bütçe, ve o zamana göre çok geniş olanaklar ayırmıştır. bergman, berlin'de çektiği filmini, çok büyük bir ustalık ve başarıyla 1923 atmosferine büründürmüştür. yıkık ve donuk sokaklar, filme müthiş bir görsellik katmaktadır.

    birçokları tarafından bergman'ın göreceli kötü filmleri arasında gösterilmesine rağmen, ben bu görüşe katılmıyorum.
  • film hakkında çok sevdiğim bir trivia:

    rahmetli mastürbatör david carradine bir roportajında anlatıyor. uzun zaman önce izledim o nedenle aklımda kalanı, onun cümleleriymişçesine sallıyorum:

    (azıcık spoiler )

    "bu filmin benim için önemi ingmar bergman'dan çok liv ullmann ile karşılıklı oynama şansıdır. ona hayranım. filmde masa başında delirdiği sahnenin çekiminden önce onu izliyordum. sette etrafa gülücükler saçıyor, neşeli biçimde sohbet ediyordu. içimden nasıl olacak da az sonra inanılmaz dramatik bir sahneyi canlandırabilecek diye meraktaydım. ingmar "ekşın" dedi ve liv bir anda delirdi. az önceki dünyalar tatlısı insan birkaç saniye içinde gitmiş, onun yerine tam bir manyak gelmiş ortalığı dağıtıyordu. o sahnede ağzımın bir karış açık kalması rol icabı değil, samimi tepkimdir.."
  • toplum mühendisliğini anlatan bir başyapıt.

    demokrasi, gücünü halktan alır. doğru. ama demokratlar(!) da en başarılı manipülasyon ustasıdır.

    her birinin formülü kendine has olmak üzere kimisi ölçekte korkuyu yüksek tutar, kimisi nefreti, kimisi de ekonomik endişeleri... yüksek dozda maruz kalanın, karar mekanizması alt üst olur. ancak merhamet ve otokontrol varsa bünyede, bağışıklık kazanabilir. haliyle manipülatöre, direnç gösteremeyecek bireyler gerekir.

    filmde uyaranlar etkisi altındaki denekler üzerinde uygulanan psikolojik deneylerle, tümevarım ilkesinden yola çıkarak sosyolojik bir analiz yapılıyor. hitler'in başarısız darbe girişiminin altında yatan neden olarak toplumun, devrime(!) ayak uyduracak karakteristik özellikleri olmadığı, yürütülecek propagandanın ancak insani değerlerden uzak yetiştirilecek yeni nesillerde etkili olabileceği öngörülüyordu. evet, bu uzun ve zorlu bir süreç. ama amaca giden her yol da mubah!

    açık söyleyeyim, bir süredir siyasetçi adı altında bazı egoist kaçıkların duygu ve düşüncelerim üzerine oynayarak beni kışkırttığını, siyasi adımlarını da benden aldığı güçle sağlamlaştırdığını düşünüyor ve sandığa gitmeyen apolitik azınlığa sempati besliyorum. hele filmi izledikten sonra "ben de alet olmuyorum, ulan!" kıvamına geldim. böyle ürkütücü yöntemlerle gerçekleşmese de siyasiler, atacakları kritik adımlar öncesi, toplumun nabzını yoklayarak, hamlelerinin karşılık bulup bulmayacağının ön araştırmasını yaptırıyorlar. ve bizleri depresyona sürükleyecek kadar korkunç komplo teorileri pompalanıyor dört bir yandan. bunu herhangi bir (rakamla 1) parti için söylemiyorum, siyasi aktör ya da figür, ne deniyorsa artık ona, hepsi için geçerli. artık kimsenin ideolojik manyaklığını hayata geçirmek için beni paranoid şizofrene bağlamasına müsaade etmiyorum!

    böylesi bir filmi, ancak tiyatro kökenli ve dramaturjiye hakim bergman gibi bir adam yapabilirdi. yönetilenin psikolojisini öyle ince işlemiş ki film, nelere maruz kaldığımız, endişelerimiz ve reflekse dayalı kararlarımız konusunda ayna tutar nitelikte. zihin açıcı filmler kategorisine sokulası gerçek bir başyapıt. izlemek için bu kadar geç kaldığıma pişmanım...
  • 1987'de yayınlanan "within the realm of the dying sun" albümünün devamı gibi duran, müzikalite açısından benzer çizgiler taşıyan ( bu nedenle bir zamanlar bir 90'lık kasete arkalı önlü kaydedip tek bir albümmüş gibi dinleyebileceğiniz) dead can dance albümü.

    parça listesi şöyledir:

    - the host of seraphim
    - orbis de ignis
    - severance
    - the writing on my father's hand
    - in the kingdom of blind the one eyed are kings
    - chant of the paladin
    - song of sophia
    - echolalia
    - mother tongue
    - ullyses

    bu albümden "the host of seraphim", baraka filminin en çarpıcı bölümlerinden birinde kullanılmıştır.

    lisa gerard'ın üst üste yaptığı vokallerle oluşturduğu kadın koroları gene çok çarpıcıdır bu albümde. 4 satırdan oluşan bir motifin, gerard'ın yalın sesiyle iki kez okuduğu "song of sophia" ile hemen ardından gelen "echolalia" ise adeta tek parça gibidir.

    bu albümü ve "within the realm of the dying sun" albümünü ne zaman dinlesem, gerard ve brendan perry keşke yeniden bir araya gelse diye dilek tutarım ama...
  • “tanrı’dan çok uzakta yaşıyoruz. yardım etmesi için dua ettiğimizde bizi duymuyor olabilir. bu yüzden birbirimize yardım etmeliyiz. uzak bir tanrı’nın bize çok gördüğü affedilişi birbirimizden esirgememeliyiz”
  • dino de laurentiis'in yapımcılığını yaptığı, 1923 berlin'inde geçen, politik öğeleri ağır basan, yine karakterlerin psikolojik gerilimler yaşadığı, ve ağır bir sona sahip muhteşem bir film.
  • abel rosenberg*'in ruhsal bulanımlarını 1. dünya savaşından yenik çıkıp hem ekonomik hem de psikolojik açıdan tamamen çökmüş almanya atmosferinde yansıtan karanlık film. film boyunca abel'in dengesizlikleri ve gelgitleri, manuela* karakteri eşliğinde izlenir, sonu garip ve ilginçtir, 2. dünya savaşına ve yaklaşan hitler devrimine bağ kurmaya da çalışır.
  • totalitarizmin gelmiş olduğunu bilmenin emniyetiyle, totalitarizm hangi koşullarda geldi'nin filmi. üç kilo banknota bir kilo sebze, yahudi miydiniz? bir bir kaybolup ölen insanlara nooluyor? başrolde kuliste yarasını saran soytarı gibi david carradine, jenerikte interiors'tan bir yıl önce woody allen müzikleri.

    (bkz: das kabinett des doktor caligari)
  • ing. yılanın yumurtası
hesabın var mı? giriş yap