the raven
-
edgar allan poe'nun aynı adı taşıyan şiirinde bu kuş bilinç ve bilinçaltı arasındaki bağı temsil eder. kuzgun bir adamın kapısını çalar. adam ise evinde oturmaktadır. vakit geceyarısıdır ve yılın sonlarına gelinmiştir. adam uykuya dalar ve zaten poe'nun anlattıklarının gerçek dünyada mı yoksa rüya aleminde mi geçtiği bu yüzden bilinmez. adam kuzgunu, poe'nun en sevdiği temalardan biri olan 'ölü güzel kadın'ı temsil eden lenoreden, yani ölüler dünyasından haberler getirdiğini düşünür ve ona sorular sormaya başlar. soruların karşılığında aldığı cevap ise hep aynıdır: nevermore. bu cevabın hem anlamı vardır hem de yoktur. bilinç ve bilinçaltının karşılaşması da bu noktada gerçekleşir. aslında adam monolog halindedir ve kuzgun bunun için sadece bir köprü oluşturur. poe aynı zamanda şiirin hipnotik, mistik ve şüphe yaratıcı bir hava yaratması için tekrarlamalara yer vermiştir, ses efektleriyle de müzikal ve melodik anlamda bir yapı oluşturmuştur.
-
öncelikle bu filme sherlock holmes taklidi diyen tiplere bir çift lafım var. arkadaşım sen sherlock holmes karakterinin kimden esinlendiğini biliyor musun? söyleyeyim, auguste dupin. peki bu karakteri yaratan kim biliyor musun? edgar allan poe. daha edebiyat türlerinde dedektiflik hikayeleri yokken, ve hatta dedektif kelimesi bile henüz kullanılmazken bu adam böyle bir karakter yaratmış, şimdi de filmi çekiliyor. ortada bir taklit varsa onu git arthur conan doyle'a sor.
bir tanesi de testere çakması demiş. bak bak bak. testere türünün ilk örneği değil mi? vahşi ölümler, oyunlar, labirentler vs. deyince aklına testere geliyorsa kusura bakma dostum ama liselisin. testere'de sarkaçla adam öldürme sahnesi gördün diye bu film testere özentisi de olmuyor. adam 200 yıl önce the pit and the pendulum diye bir hikaye yazmış, aç bir oku istersen.
filme gelince.. bir kere poe hayranı olup bu filmi sevmeyenler poe hayranlığını bir kez daha gözden geçirsin. poe'yu çok dikkatli incelemiş adamlar ve filmin her karesinde poe karakterinin işlenişi muazzam. poe'nun hayatını, eserlerini okumuş hayranları için hoş süprizler serpiştirmişler oraya buraya. örneğin.. ivan karakteri filmin sonlarına doğru poe'ya: "fransa'da ortaya çıkan bir yazar var, adı jules verne'miş, onu sana benzetiyorum." diyor. neden sizce? çünkü [(bkz: #25419798) şurada] bahsettiğim gibi poe "the balloon-hoax" ve "the narrative of arthur gordon pym of nantucket" hikayeleri ile jules verne'e ve onu takip eden bilimkurgu yazarlarına ilham kaynağı olmuş bir yazardır. bir diğer hoş gönderme de --- spoiler --- filmin sonunda poe’nun ölmeden önceki son sözleri ile yapılmıştır. poe’nun gerçek hayatta ölürken son sözlerinin “reynolds” olduğu söylenmektedir. filmdeki göndermeyi anladınız sanırım. --- spoiler ---
oturup yazsam bunun gibi onlarca detay çıkarırım, dikkatli bir poe hayranı bunları yakalamalıydı. hadi bunları geçtim, filmde cinayetler işlendikten sonra acaba hangi hikayeden esinlendi diye düşünmek bile filmi heyecanla takip etmek için yeterliydi. özellikle the mask of the red death tasviri müthişti. balo tıpkı hikayede anlatılan gibiydi ve benim hayal ettiğim gibi. peki filmin duygusal anlarına serpiştirilmiş poe şiirleri? emily annabel lee’yi okurken gözleri dolmayan poe hayranı var mı aranızda? ya da poe parkta otururken o an ne düşündüğünü bilmeyeniniz?
dediğim gibi poe hayranı değilseniz eheh şunun çakması, ahaha bunun taklidi diye takılabilirsiniz. sizi anlarım ve size acırım. ama poe hayranıysanız bu filmi beğenmeme lüksünüz yok. -
orjinaliyle aynı havayı vermese de bir fikir vermesi açısından başarılı sayılabilecek bir çevirisi şöyle olan şiir.
evvel zaman önce ürkünç bir gecede,
eski kitaplardaki yitik hikmeti,
düşünüyordum güçsüz ve bitkin.
başım öne düşmüş, uyumak üzereyken,
nazik vuruşlarla kapı çaldı birden.
"bir misafir" dedim ,çalıyor kapımı
"bir misafir, başkası değil."
açık seçik hatırımda, bir aralık günüydü,
yerde bir hayalet gibi şöminenin ışığı.
çaresiz sabahı istedim, kitaplardan diledim
istırabın bitişini lenore'u kaybetmenin ıstırabı.
meleklerin lenore dediği o bakire, nurlu ve eşsiz,
artık ebediyyen isimsiz.
ipeksi mor perdelerin süzgün hışırtısıyla,
garip bir dehşet kapladı, hiç yaşamadığım.
yineleyip durdum yatıştırmak için kalbimi,
"odamın kapısında bekleyen kişi bir misafir,
odamın kapısındaki gecikmiş bir misafir,
başkası değil."
canlandım birdenbire, daha fazla beklemeden,
"bayım" dedim ya da "bayan", affınızı diliyorum.
gerçek şu ki uyukluyordum, usulca kapıya vurdunuz,
usulca geldiniz, kapıma dokundunuz.
emin olamadım işittiğimden.
sonra ardına kadar açtım kapıyı,
karanlıktı, sadece karanlık.
merak ve endişeyle baktım karanlığa uzun uzun,
hiçbir faninin cüret edemediği hayaller içinde.
sessizlik bozulmadı, ne de bir işaret karanlıktan,
orada tek kelime lenore idi, fısıldadığım.
ve karanlıktan yankılandı bir mırıltı: "lenore,"
sadece bu, başka bir şey değil.
ruhum alevler içinde döndüm odama,
ardından yine bir tıkırtı, daha da şiddetli.
"eminim" dedim "birşeyler var penceremde,"
gidip ne olduğuna bakayım, gizem çözülsün,
kalbim sükun bulsun, bu gizem çözülsün.
rüzgardır, başka bir şey değil.
tam kepengi açacakken, kanat şakırtılarıyla
heybetli bir kuzgun belirdi, kutsal günlerden kalma
hiçbir şey söylemedi, ne bekledi ne durdu
bir saygın kişi edasıyla, kapının üstüne tünedi,
oda kapımın üzerinde, bir pallas büstüne tünedi,
tünedi ve oturdu, sadece bu
cezbederek, takındığı ağır ve şiddetli tavırlarıyla
üzgün ruhumu gülümsetti, çehresi bu siyah kuşun
"sorgucun kırpılmış olsa da" dedim "değilsin namert,
karanlık kıyılardan gelen, korkunç ve gaddar kuzgun.
söyle nedir, cehennemi gecenin kıyılarındaki saygın ismin"
dedi kuzgun "hiçbir zaman"
şaştım bu hantal kuşun konuşmasına böyle açık,
pek anlamlı, pek ilgili olmasa da söylediği;
çünkü hiçbir şanslı insan yoktur, ki biliriz hepimiz
oda kapısının üzerine tünemiş bir kuşla karşılaşsın
kapının üstündeki büste tünemiş bir kuş ya da canavar,
adı "hiçbir zaman" olsun
tek bir söz söyledi o dingin büstteki kuzgun
taştı sanki bütün ruhu o tek kelimeden
ne bir söz ekledi, ne bir tüyü kımıldadı
acıyla mırıldandım: "diğerleri uçup gittiler,
sabah o da terkedecek beni, umutlarım gibi"
dedi kuş "hiçbir zaman"
irkildim tam yerinde söylenen bu sözle,
"şüphesiz" dedim "bu söz, tek sermayesi,
üzgün bir sahipten miras, zalim belaların
şarkıları tek bir nakarata düşünceye dek kovaladığı
umutsuz ve hüzünlü bir ağıt gibi tekrarlanan"
"asla---hiçbir zaman"
kuzgun beni hala cezbedip gülümsetirken,
yöneldim koltuğa, kapının, büstün ve kuşun önündeki
gömülürken koltuğuma, düşünüyordum
eski zamanlardan kalma bu uğursuz kuşun
bu gaddar, hantal, korkunç, ve kasvetli kuşun
neydi kastettiği, derken "hiçbir zaman"
tahmin yürütmeye koyuldum, tek ses etmeden
ateşli gözleriyle sinemi dağlayan kuşa
devam ettim düşünmeye, uzatıp başımı
lambanın aydınlattığı kadife yastığın üzerine
lambanın gözlerini diktiği kadife ve mor yastık ki
ah, "hiçbir zaman" yaslanamayacak o!
sonra görünmez bir tütsünün kokusuyla ağırlaştı hava
yüce meleklerin ayak sesleri çınladı tüylü zeminde.
"ey sefil" diye haykırdım "bir ferahlık verdi sana tanrın;
lenore'un hatıralarından kurtulasın diye bir ilaç,
iç bu iksiri kana kana ve sil lenore'u aklından"
dedi kuzgun "hiçbir zaman"
"kahin" dedim "şeytani birşey! --kahin yine de, kuş ya da iblis;
kışkırtıcı mıydı yoksa bir fırtına mı seni bu sahile atan
kimsesiz ama gözüpek bu afsunlu çöl toprağında
bu perili evde bana gerçeği söyle, yalvarıyorum
var mı günahların ilacı? söyle bana söyle, yalvarıyorum"
dedi kuzgun "hiçbir zaman"
"kahin" dedim "şeytani birşey! --kahin yine de, kuş ya da iblis;
üstümüzde kıvrılan gökler ve yücelttiğimiz tanrı adına
söyle bu hüzünlü ruh, uzaktaki cennette, sarılabilecek mi
meleklerin lenore adını verdiği kutsal bir bakireye
meleklerin lenore dediği o eşsiz, nurlu bakireye
dedi kuzgun "hiçbir zaman"
"bu söz ayrılık imimiz olsun ey kuş, ya da iblis;
dön artık fırtınaya, ve cehennemi kıyılara,
söylediğin yalana nişan tek tüy bırakma.
yalnızlığıma dokunma, terket o büstü,
çek gaganı kalbimden, çek suretini kapımdan"
dedi kuzgun "hiçbir zaman"
uçmuyor kuzgun, oturuyor orada, hala orada
oda kapımın üzerindeki o süzgün büstte
rüya gören bir iblisin bakışı gözlerinde
gölgesi akıyor zemine yüksekteki lambadan
ve bu gölgeden, yerde uzanmış yatan,
yükselecek mi ruhum? "hiçbir zaman" -
once upon a midnight dreary, while i
pondered, weak and weary,
over many a quaint and curious volume
of forgotten lore--
while i nodded, nearly napping,
suddenly there came a tapping,
as of some one gently rapping, rapping
at my chamber door.
"'tis some visitor," i muttered,
"tapping at my chamber door--
only this and nothing more."
ah, distinctly i remember it was in the
bleak december;
and each separate dying ember wrought
its ghost upon the floor.
eagerly i wished the morrow; --vainly i
had sought to borrow
from my books surcease of sorrow--
sorrow for the lost lenore--
for the rare and radiant maiden whom
the angels name lenore--
nameless here for evermore.
and the silken, sad, uncertain rustling
of each purple curtain
thrilled me--filled me with fantastic
terrors never felt before;
so that now, to still the beating of my
heart, i stood repeating
"'tis some visitor entreating entrance
at my chamber door--
some late visitor entreating entrance
at my chamber door; --
this it is and nothing more."
presently my soul grew stronger;
hesitating then no longer,
"sir," said i, "or madam, truly your
forgiveness i implore;
but the fact is i was napping, and so
gently you came rapping,
and so faintly you came tapping,
tapping at my chamber door,
that i scarce was sure i heard you" --
here i opened wide the door; --
darkness there and nothing more.
deep into that darkness peering, long i
stood there wondering, fearing,
doubting, dreaming dreams no mortal
ever dared to dream before;
but the silence was unbroken, and the
stillness gave no token,
and the only word there spoken was the
whispered word "lenore!"
this i whispered, and an echo murmured
back the word "lenore!"
merely this and nothing more.
back into the chamber turning, all my
soul within me burning,
soon again i heard a tapping somewhat
louder than before.
"surely," said i, "surely that is
something at my window lattice
let me see, then, what thereat is, and
this mystery explore--
let my heart be still a moment and this
mystery explore; --
"'tis the wind and nothing more!"
open here i flung the shutter, when,
with many a flirt and flutter
in there stepped a stately raven of the
saintly days of yore.
not the least obeisance made he; not a
minute stopped or stayed he;
but, with mein of lord or lady, perched
above my chamber door--
perched upon my bust of pallas just
above my chamber door--
perched, and sat, and nothing more.
then this ebony bird beguiling my sad
fancy into smiling,
by the grave and stern decorum of the
countenance it wore,
"though thy crest be shorn and shaven,
thou," i said, "art sure no craven,
ghastly grim and ancient raven
wandering from the nightly shore--
tell me what thy lordly name is on the
night's plutonian shore!"
quoth the raven, "nevermore."
much i marvelled this ungainly fowl to
hear discourse so plainly,
though its answer little meaning--
little relevancy bore;
for we cannot help agreeing that no
living human being
ever yet was blessed with seeing bird
above his chamber door--
bird or beast upon the sculptured bust
above his chamber door,
with such name as "nevermore."
but the raven, sitting lonely on the
placid bust, spoke only
that one word, as if his soul in that
one word he did outpour.
nothing farther then he uttered--not a
feather then he fluttered--
till i scarcely more than muttered
"other friends have flown before--
on the morrow he will leave me, as my
hopes have flown before."
then the bird said "nevermore."
startled at the stillness broken by
reply so aptly spoken,
"doubtless," said i, "what it utters is
its only stock and store
caught from some unhappy master whom
unmerciful disaster
followed fast and followed faster till
his songs one burden bore--
till the dirges of his hope that
melancholy burden bore
of 'never--nevermore.'"
but the raven still beguiling all my
sad soul into smiling,
straight i wheeled a cushioned seat in
front of bird, and bust and door;
then, upon the velvet sinking, i betook
myself to linking
fancy unto fancy, thinking what this
ominous bird of yore--
what this grim, ungainly, ghastly,
gaunt, and ominous bird of yore
meant in croaking "nevermore."
this i sat engaged in guessing, but no
syllable expressing
to the fowl whose fiery eyes now burned
into my bosom's core;
this and more i sat divining, with my
head at ease reclining
on the cushion's velvet lining that the
lamp-light gloated o'er,
but whose velvet violet lining with the
lamp-light gloating o'er,
she shall press, ah, nevermore!
then, methought, the air grew denser,
perfumed from an unseen censer
swung by seraphim whose foot-falls
tinkled on the tufted floor.
"wretch," i cried, "thy god hath lent
thee--by these angels he hath sent thee
respite--respite and nepenthe from thy
memories of lenore,
quaff, oh quaff this kind nepenthe and
forget this lost lenore!"
quoth the raven "nevermore."
"prophet!" said i, "thing of evil!
prophet still, if bird or devil!--
whether tempest sent, or whether
tempest tossed thee here ashore,
desolate yet all undaunted, on this
desert land enchanted--
on this home by horror haunted--tell me
truly, i implore--
is there-- is there balm in gilead?--
tell me-- tell me, i implore!"
quoth the raven "nevermore."
"prophet!" said i, "thing of evil! - prophet still,
if bird or devil!
by that heaven that bends above us - by that god
we both adore --
tell this soul with sorrow laden if, within the distant
aidenn,
it shall clasp a sainted maiden whom the angels name
lenore --
clasp a rare and radiant maiden whom the angels
name lenore."
quoth the raven "nevermore."
"be that word our sign of parting, bird
or fiend!" i shrieked, upstarting--
"get thee back into the tempest and the
night's plutonian shore!
leave no black plume as a token of that
lie thy soul hath spoken!
leave my loneliness unbroken! --quit the
bust above my door!
take thy beak from out my heart,and
take thy form from off my door!"
quoth the raven "nevermore."
and the raven, never flitting, still is
sitting, still is sitting
on the pallid bust of pallas just above
my chamber door;
and his eyes have all the seeming of a
demon's that is dreaming,
and the lamp-light o'er him streaming
throws his shadow on the floor;
and my soul from out that shadow that
lies floating on the floor
shall be lifted--nevermore!
edgar allen poe - 29 ocak 1845
muhte$em yorum icin bir daha ve illa ki (bkz: alan parsons project) ve de (bkz: tales of mystery and imagination) -
hem, kelimeleri, hatta harfleri bu kadar ustaca kullanip, hem de yogun bir atmosfer ve derin bir anlam icermesi bakimindan divan edebiyati eserlerine benzeyen siirdir. poe, kitalarda gorulen dis kafiye ve olcunun disinda, bolca ic kafiye ve aliterasyon kullanmistir ki bu, siir sanatinin doruk noktasidir.
bir aralik gecesi, konusabilen bir kuzgun, olen sevgilisinin yasini tutan bir asigin odasina gelir. konusabiliyordur evet ama bildigi tek soz "nevermore" (bir daha asla)'dur. konusan kus olgusunun ilham kaynagi kismen charles dickens'in barnaby rudge adli romanindaki konusan kargadir. bu siirde ise kuzgun, hic bitmeyen bir yasin ve arayisin simgesidir.
kus, pencereden iceri girer ve pallas bustune tuner. pallas, athena'nin unvanlarindan biridir. siirin karanlik atmosferini pekistirir. kahramanimiz kuzguna surekli sorular sorar ve aldigi tek cevap "nevermore"dur. ve bu cevap, sorulan sorularla ahenkli bir anlam olusturur. bu durum asigi cok ofkelendirir. son bir kac kitada delilige dogru bir ilerleyis gorulur.
siirin sonunda, asik butun sorularina verilen nevermore cevabi karsisinda caresiz kalmistir. deliligin kucagina duser. bu sahne bana the picture of dorian gray'in sonunu hatirlatir: caresizlik ve ofkeyle kaynayan bir delinin soyut intiharinin sahnesi.
bana gore siirin en vurucu misralari,
"this i sat engaged in guessing, but no syllable expressing
to the fowl whose fiery eyes now burned into my bosom's core;"
ve
"and his eyes have all the seeming of a demon's that is dreaming,
and the lamp-light o'er him streaming throws his shadow on the floor;
and my soul from out that shadow that lies floating on the floor
shall be lifted - nevermore!"
1884'te gustave doré' in cizdigi tablo, siiri cok guzel yansitir: http://img3.imageshack.us/img3/2952/theraven.jpg
...
yeni link: https://upload.wikimedia.org/…ore_raven_shadow2.jpg -
vallahi internette gezinirken çökmüş sitelerle her karşılaştığımda,
"quoth the server: four hundred and four"
..diye içimden geçirmeme sebep olan mısralara sahip bir şiirdir kendileri...
(poe amcanın kemikleri sızlamıyordur umarım) -
tim burton, "...as he quoted the raven from edgar allen poe,
"and my soul from out that shadow floating on the floor,
shall be lifted--nevermore!" şeklinde bi alıntı yapmıştır vincent filminde. vincent priceın sesiyle pek hoş olur. -
kesinlikle izlenmeli..
oyunculuk çok başarılı..
kaliteli bir polisiye..
benim gibi edgar allan poe hakkında bir fikir sahibi olmayalar için ufuk kazandırıcı.. öğretici..
ve elbette böyle büyük bir sanatçıyı tanıma vesilesi..
eserlerini okumak araştırmak için..
demek ki.. film işini yapıyor..
yukarıdaki değerlendirmelerde gördük, hayranları filmi alkışlıyor..
bizim gibi bilmeyenler de poe'yu tanımak için yola çıkıyor.. daha ne olsun.. -
bunlar da alan parsons project'in ilk albumu tales of mystery and imagination'da yer alan the raven'in eric woolfson ve alan parsons tarafindan "damitilimi$" sozleridir:
the clock struck midnight
and through my sleeping
i heard a tapping at my door
i looked but nothing lay in the darkness
and so i turned inside once more
to my amazement
there stood a raven
whose shadow hung above my door
then through the silence
it spoke the one word
that i shall hear for evermore
nevermore
thus quoth the raven, nevermore
and still the raven remains in my room
no matter how much i implore
no words can soothe him
no prayer remove him
and i must hear for evermore
quoth the raven, nevermore
thus quoth the raven
nevermore -
ülkü tamer'in çevirisiyle;
kuzgun
ortasında bir gecenin, düşünürken yorgun, bitkin
o acayip kitapları, gün geçtikçe unutulan,
neredeyse uyuklarken, bir tıkırtı geldi birden,
çekingen biriydi sanki usulca kapıyı çalan;
“bir ziyaretçidir” dedim, “oda kapısını çalan,
başka kim gelir bu zaman?”
ah, hatırlıyorum şimdi, bir aralık gecesiydi,
örüyordu döşemeye hayalini kül ve duman,
ışısın istedim şafak çaresini arayarak
bana kalan o acının kaybolup gitmiş lenore’dan,
meleklerin çağırdığı eşsiz, sevgili lenore’dan,
adı artık anılmayan.
ipekli, kararsız, hazin hışırtısı mor perdenin
korkulara saldı beni, daha önce duyulmayan;
yatışsın diye yüreğim ayağa kalkarak dedim:
“bir ziyaretçidir mutlak usulca kapıyı çalan,
gecikmiş bir ziyaretçi usulca kapıyı çalan;
başka kim olur bu zaman?”
kan geldi yüzüme birden daha fazla çekinmeden
“özür diliyorum” dedim, “kimseniz, bay ya da bayan
dalmış, rüyadaydım sanki, öyle yavaş vurdunuz ki,
öyle yavaş çaldınız ki kalıverdim anlamadan.”
yalnız karanlığı gördüm uzanıp da anlamadan
kapıyı açtığım zaman.
gözlerimi karanlığa dikip başladım bakmaya,
şaşkınlık ve korku yüklü rüyalar geçti aklımdan;
sessizlik durgundu ama, kıpırtı yoktu havada,
fısıltıyla bir kelime, “lenore” geldi uzaklardan,
sonra yankıdı fısıltım, geri döndü uzaklardan;
yalnız bu sözdü duyulan.
duydum vuruşu yeniden, daha hızlı eskisinden,
içimde yanan ruhumla odama döndüğüm zaman.
irkilip dedim: “muhakkak pancurda bir şey olacak;
gidip bakmalı bir kere, nedir hızlı hızlı vuran;
yatışsın da şu yüreğim anlayayım nedir vuran;
başkası değil rüzgârdan…”
çırpınarak girdi birden o eski kutsal günlerden
bugüne kalmış bir kuzgun pancuru açtığım zaman.
bana aldırmadı bile, pek ince bir hareketle
süzüldü kapıya doğru hızla uçarak yanımdan,
kondu pallas’ın büstüne hızla geçerek yanımdan,
kaldı orda oynamadan.
gururlu, sert havasına kara kuşun alışınca
hiçbir belirti kalmadı o hazin şaşkınlığımdan;
“gerçi yolunmuş sorgucun” dedim, “ama korkmuyorsun
gelmekten, kocamış kuzgun, gecelerin kıyısından;
söyle, nasıl çağırırlar seni ölüm kıyısından?”
dedi kuzgun: “hiçbir zaman.”
sözümü anlamasına bu kuşun şaşırdım ama
hiçbir şey çıkaramadım bana verdiği cevaptan,
ilgisiz bir cevap sanki; şunu kabul etmeli ki
kapısında böyle bir kuş kolay kolay görmez insan,
böyle heykelin üstünde kolay kolay görmez insan;
adı “hiçbir zaman” olan.
durgun büstte otururken içini dökmüştü birden
o kelimeleri değil, abanoz kanatlı hayvan.
sözü bu kadarla kaldı, yerinden kıpırdamadı,
sustu, sonra ben konuştum: “dostlarım kaçtı yanımdan
umutlarım gibi yarın sen de kaçarsın yanımdan.”
dedi kuzgun: “hiçbir zaman.”
birdenbire irkilip de o bozulan sessizlikte
“anlaşılıyor ki” dedim, “bu sözler aklında kalan;
insaf bilmez felâketin kovaladığı sahibin
sana bunları bırakmış, tekrarlıyorsun durmadan.
umutlarına yakılmış bir ağıt gibi durmadan:
hiç -ama hiç- hiçbir zaman.”
çekip gitti beni o gün yaslı kılan garip hüzün;
bir koltuk çektim kapıya, karşımdaydı artık hayvan,
sonra gömüldüm mindere, sonra daldım hayallere,
sonra kuzgun’u düşündüm, geçmiş yüzyıllardan kalan
ne demek istediğini böyle kulağımda kalan.
çatlak çatlak: “hiçbir zaman.”
oturup düşündüm öyle, söylemeden, tek söz bile
ateşli gözleri şimdi göğsümün içini yakan
durup o kuzgun’a baktım, mindere gömüldü başım,
kadife kaplı mindere, üzerine ışık vuran,
elleri lenore’un artık mor mindere, ışık vuran,
değmeyecek hiçbir zaman!
sanki ağırlaştı hava, çınlayan adımlarıyla
melek geçti, ellerinde görünmeyen bir buhurdan.
“aptal,” dedim, “dön hayata; tanrın sana acımış da
meleklerini yollamış kurtul diye o anıdan;
iç bu iksiri de unut, kurtul artık o anıdan.”
dedi kuzgun: “hiçbir zaman.”
“geldin bir kere nasılsa, cehennemlerden mi yoksa?
ey kutsal yaratık” dedim, “uğursuz kuş ya da şeytan!
bu çorak ülkede teksin, yine de çıkıyor sesin,
korkuların hortladığı evimde, n’olur anlatsan
acılarımın ilâcı oralarda mı, anlatsan…”
dedi kuzgun: “hiçbir zaman.”
“şu yukarda dönen gökle tanrı’yı seversen söyle;
ey kutsal yaratık” dedim, “uğursuz kuş ya da şeytan!
azalt biraz kederimi, söyle ruhum cennette mi
buluşacak o lenore’la, adı meleklerce konan,
o sevgili, eşsiz kızla, adı meleklerce konan?”
dedi kuzgun: “hiçbir zaman.”
kalkıp haykırdım: “getirsin ayrılışı bu sözlerin!
rüzgârlara dön yeniden, ölüm kıyısına uzan!
hatıra bırakma sakın, bir tüyün bile kalmasın!
dağıtma yalnızlığımı! bırak beni, git kapımdan!
yüreğimden çek gaganı, çıkar artık, git kapımdan!”
dedi kuzgun: “hiçbir zaman.”
oda kapımın üstünde, pallas’ın solgun büstünde
oturmakta, oturmakta kuzgun hiç kıpırdamadan;
hayal kuran bir iblisin gözleriyle derin derin
bakarken yansıyor koyu gölgesi o tahtalardan,
o gölgede yüzen ruhum kurtulup da tahtalardan
kalkmayacak – hiçbir zaman!
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap