• andy summers şöyle demiştir bir roportajında: "sting'in bir iki filmde oynayıp, bir iki de solo albüm yaptıktan sonra aramıza dönmesini bekliyorduk. hala bekliyoruz...."
  • sting adıyla bilinen gordon sumner'ın 1977 yılında ingilizce öğretmenliğinden sıkıldığında, aslında tek aşkı olduğu anlaşılan müziği icra etmek için andy summers ve stewart copeland beyefendiler ile kurduğu grup... grubun sound'unun, o dönemler moda olan dakikalarca sololar ve power trio'lara reaksiyon olarak boş, gitarın ön planda olmadığı, kısa ve melodik bir sound olmasını düşünmüşler (ben demiyorum, sting demiş bir röportajında...)

    ilk hitleri roxanne ama so lonely ve message in a bottle da çok ses getiriyor... eh, ilk albümde üç hit az değil haliyle... grup biraz sting grubu olarak göze çarpıyor, parçaların sözleri ve müzikleri sting'e ait... aslında parça sözleri her babayiğidin anlayabileceği bir ingilizceyle yazılmamış, eee adam ne de olsa ingilizce öğretmeni... buyrun, yakalım hep beraber, wrapped around your finger, en basitinden yüzük demek yerine, "senin parmağına sarılacağım"...

    dağılması normal miydi? evet, çünkü sting "ghost in the machine" ile beraber, daha zengin bir sound arayışına girmişti. klavyeler, daha girift armoniler, daha bir caz, daha bir progressive... sonucu ise the dream of the blue turtles'da görüldü... davulda omar hakim, klavyelerde kenny kirkland, saksofonda branford marsalis, the police'den çok daha rafine, çok daha caz, çok daha sofistike bir sound buldular... moon over bourbon street'deki caz, the russians'daki klasik, if you love somebody set them free'deki funk, we work the black seam'deki new age sound'u güzeldi de güzel olmasına, bir ruh eksikliği vardı sanki...

    işte 14 haziran 2006 sting istanbul konseri'nde o sound ve özellikle o ruhu yeniden dinledim galiba... bir de seyirci seyirci olsaydı...

    ne olursa olsun, brit pop'un en önemli gruplarından biriydi the police...
  • an itibarıyla biraz once biten 11.09.2007 hamburg konserinde kendilerini izleme şerefine eriştiğim ingiliz rock grubu.

    hepsinde yaşlanma belirtileri var artık. andy summers 42 doğumlu, 65 yaşında (saçlarını boyamış), steward copeland 52 doğumlu 55 yaşında (saçları bembeyaz), sting 51 doğumlu, 56 yaşında. ancak taş gibi bir konser çıkardılar. bilinen bütün şarkılarını tam 2,5 saat non-stop yaparak çaldılar. sahneye sadece 3 kişi çıktı. ama arkada synth programming olayı vardı. sting yıllanmış bir bas gitarla çıktı. mikrofon uzatsalar soracaktım "uğur getiriyor diye mi hala veletken aldığın bası çalıyorsun?" diye. tam 3 kere bis aldılar.

    sahne efektlerine söylenecek birşey yok. para bok tabi. ışıklar, büyük flat panel televizyonlar, arkaplanda filmler, büyük spot ışıkları. tam konser işte.

    sting konser almanya'da olması nedeniyle seyirciyle almanca konuştu. sting seyirciyle nasıl iletişim kurması gerektiğini çok iyi biliyor. bundan 4-5 yıl önce sting'i açık hava'da izlemiştim, oradan biliyorum. son derece sıcak, sosyal birisi.

    andy summers konser boyunca çok ciddi duran bir herif. ancak 65 yaşına rağmen manyak çalıyor adam. helal olsun.

    steward copeland'ın bir süre uzaklara gözlerini uzaklara dikip davula bakmadan çalması beni bir hayli korkuttu, ulan herif ilaçla mı çıktı diye. sonra bayılmasın kalmasın, sahnede, malum yaş 55. neyse ki sting abim, andy abim sahnedeydi, demek ki herşey kontrolleri altında. ama herif 2,5 saat non-stop bateri çaldı. son bisten sonra sahneden inerken herif ellerini kaldırıp bağırdı, gitti.

    aylar öncesinden bu konserin biletleri tükendi, bilet fiyatları 100 euro civarında olmasına rapmen, tüm stad full doluydu. stada 10.000 kişi gelse 10.000 x 100 = 1 milyon euro. hadi 500.000 eurosu masraflara gitsin. adam başı en az 100.000 euro, sadece 2,5 saat için. the police o, değer!

    akla gelecek herşeyi çaldılar:
    message in a bottle
    driven to tears
    roxanne (allahın default emri)
    can't stand losing you
    every breath you take
    wrapped around your finger
    walking in your foot steps
    walking on the moon
    every little thing she does is magic
    invisible sun
    synchronicity
    de do do do de da da da
    .. ve daha yazamadığım bir sürü şarkı daha. sadece ve sadece the police'ten çaldılar. sting'in solo albümlerinden hiçbir parça çalınmadı. spirits in the material world çalmadılar.

    ön grup olarak fiction plane çıktı.
  • çok severim. roooooxanne. nerdesin roxanne, nerde every little thing she does is magic. nerde bu kadınlar. biz neredeyiz. yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe. yine koptum ya.
  • her albümü best of kalitesinde olan, kusursuz gruplardan birisidir.. sting ayrıldı da iyi mi etti, kötü mü etti pek belli değil ama, isme zarar gelmeden bittiği için birçokları sevinir bu duruma..

    ama every breath you take'ten öte bir grup olduğunu anlatamadığın dinleyiciler nedeniyle, phil collins ve another day in paradise mevzusuna benzer ve bu biraz can sıkar..
  • sting'in egosu bu aşmış gruba bir beden büyük gelmiş 6 sene içinde dağılmışlardır. en son sting'in dügününde tekrar çaldılar ama çalış o çalış bir daha tık yok. stewart copeland gibi bizde hala tekrar birleşmelerini bekliyoruz.
  • bu kadar iyi düşünülmüş -ve hiç sıradan olmayan- armoniler, ustaca bas yürüyüşleri ve mainstream bir gruba göre süper teknik davul partisyonları ile şarkı yazmalarına rağmen 2007-2008'li yıllarda stadyumları doldurabilen belki de dünyadaki tek gruptur.*
  • polislerle ilgili tek iyi şey.
  • dağılalı yüzyıllar geçmesine rağmen müzikleriyle hala tüyleri diken diken eden. nasıl güzel bir müziktir. hiç bir zaman eskimeyecek gibi. sadece 3 kişiyle ortaya çıkan bir muhteşemlik.
  • günümüzde nasıl coldplay ve radiohead gibi gruplar medya ve sözüm ona müzik otoriteleri tarafından övgü ve ödüle boğulduğu için senin benim gibi "kendi dinlemek istediği müziği seçebilen"(ha tabi yeni akımları takip etmek de bir seçimdir, o başka bir şey, benim anlatmak istediğim daha çok hard rock dinleyicileriyle alakalı) insanlar tarafından fazlasıyla irite edici bulunuyorsa; the police de bunu yaşamaktadır sanırım.

    bundan yirmi yıl önce grammylerde geçen sene coldplay'in joe satriani'den arak yapıp onlarca ödül alması gibi, the police de bu sözüm ona müzik otoritelerinin favori gruplarından biriydi(aslında bundan bir on sene daha geri giderseniz, pink floyd'un bile bu duruma düştüğünü görürsünüz), bunun en büyük kanıtı behind my camel gibi sting ve stewart copeland'ın bile her lafı döndüğünde "siktir lan" dediği tuhaf şarkının grammylerde en iyi enstrumantal rock şarkısı dalında yyz'i geçerek ödül alması olabilir(ki neil peart'ın "en iyi davulcu" geyiği büyük ihtimal buna bir göndermedir[gerçi beyond the lighted stagede adamın en sevdiği gruplardan birinin the police olduğunu öğreniyoruz, bu sebeple bu olayın benim hissettiğim yönü olduğu konusunda bir düzenleme yapayım], ben de her ne kadar rush'dan zerre hazzetmesem de yyz'in o yıl o ödülü o adaylar arasından almamış olmasını büyük bir saçmalık olarak görüyorum).

    insanı soğutan bu popülerlik durumunun dışında, o dönemlerde hatta şimdi bile hard rock'ı hard rock yapan pek çok elementin tersine müzik yapmaktadır the police. message in a bottle örneğin fazlasıyla agresif bir gitar girişine sahip olsa bile, senin benim gibi black sabbath fanı için pop şarkısı gibi gelecektir.

    bunu da bir kenara bıraktık diyelim, adamlar ingiliz ve reggea yapmaya çalışmışlar. reggea nalaka? ingilizsin sen, öyle iki askan yapmayla reggea oluyor mu?**.

    tamam, hadi buna da okey dedik*, sting'in sesinin öyle kült bi vokal üretemediğini de kabul etmek lazım the police döneminde. her ne kadar gruptan ayrıldıktan sonra mad about you ve fragile gibi ilahlaştığı şarkılar olsa da, dönemin punk akımı ve jameyka aksanı takıntısı(bkz: #2042158) pek çok kişi için irite edici olabilir. onu da savunmuyorum hadi bi the police fanı olarak.

    ammma, gelip de burada bana stewart copeland'ın zil oyunlarının kayda değer olmadığını, andy summers'ın sıradan bir gitarist olduğunu(ki robert fripp ile albüm çıkarmış bir adamdan bahsediyorum şu an), sting'in herhangi bir basçıdan farksız olduğunu söylerseniz, sizinle çok kötü bozuşabiliriz sanırım... ya da sanmam. bilmiyorum. bakıcaz.

    grubun kişisel olarak başarılı bulduğum bazı çalışmalarını ise şöyle sıralayabilirim büyük ihtimalle:

    can't stand losing you
    peanuts
    roxanne
    message in a bottle
    reggetta de blanc
    deathwish
    walking on the moon (iron maiden bunun bir bölümünü kullanırdı zamanında konserlerinde drifter icra ederken)
    the bed's too big without you
    ve carl gustav jung'dan esinlenilmiş synchronicity albümünün tamamı

    entry içeriğindeki coldplay konusu hakkında düzenleme: joe satriani'nin açtığı dava sonuçlanamamıştır, karar dava dışında tarafların anlaşmasına varmıştır. bu konudaki yorum kişisel bir görüştür.

    entry içeriğindeki ilk paragraf üzerine düzenleme: yazarın amacı the police'in müziğini savunmak için başka gruplara veya the police'e bok atanlara laf sallamak değildir. bahsedilen "kendi dinlemek istediği müziği seçebilme" durumu, medya organları tarafından popülerlik kazanmış ve günümüz müzik sektöründe bu sayede çok konuşulan grupları takip etmenin dışında müziğe ilgi duyanları kastetmektedir.
hesabın var mı? giriş yap