• bu filmin sonu, gelmiş geçmiş en katlanılmaz film sonudur...
  • --- spoiler ---

    bazı iki ayaklı sinemaseverlerin yaratıklara, ortama, sise, dumana, korku öğelerine bakıp beğenmediği halbuki, asıl olayın alt metinde saklı olduğu mükemmel film.

    --- spoiler ---
  • basit fikirli korku filmlerinin gücünü gösteren örneklerden biri.

    dışarıda bir sis var. sisin içinde bir şey var. sisin içindeki göremediğiniz şeyle aranızda hepi topu 4mm kalınlığında cam var.

    ama doğruyu söylemek gerekirse, içerideki ahali, dışarıdaki yaratıklardan daha korkunçtur.
  • günümüz türkiye'si üzerine yapılmış en iyi üç/beş belgeselden biri.
  • ekşi sözlük hiçbir siki beğenmeme timi'nin bütün olumsuz yorumlarına rağmen izlenmesi gereken gayet güzel bir film.

    sözlükten film yorumlarına bakıp izleyeceğimiz filme karar versek vallahi oturur nutella izleriz bütün gün.
  • stephen king, hikayenin frank darabont tarafından sinemaya uyarlanan versiyonunu izlerken gerçekten korktuğunu söylemiştir. bence bu, uyarlamanın başarılı olduğunu göstermek için yeterli. dahası var:

    kitabın ve filmin sonunun birbirinden farklı olduğunu biliyoruz. stephen king, filmin sonunu muhteşem bulduğunu ve kitabı yazarken aklına bu son gelmiş olsaydı kitabı kesinlikle bu sonla bitireceğini de eklemiştir.
  • karşılaştığım en rahatsız edici sonlardan birine sahip filmdir. vasat bir hikayeye sarsıcı bir sonla ancak bu kadar değer kazandırılabilir.

    --- spoiler ---
    filmde ilginç bir nokta da mrs. carmody'nin sisin kalkması için çocuğun ölmesi gerektiğini söylemesi, hakkaten de çocuk öldükten birkaç dakika sonra sisin kalkması. zaten sinek de ısırmadı kadını... hatun inanmış zaar.
  • frank darabont'un akp secmeni hakkinda da fikir verdigi stephen king uyarlamasi cok guzel film.

    not:

    --- spoiler ---

    eczaneden dondukten sonraki gun %47'yi buldular.

    --- spoiler ---

    edit: buyrun burdan yakin. bu entry'nin zamanin otesine gonderilmesi korlemesine bir taraftarliktan baska birsey olamaz diye dusunuyorum. kotuleyen arkadasin haksiz oldugum noktayi gostermesini umit ediyorum cunku uzerine biraz dusununce insanlarin caresizlik baski vs durumlarda dogru yanlis dusunmeden duygusal tepkilerle hic olmayacak seyler yapabilmesi anlaminda iki durumu kiyaslayabilir ve benzetebiliriz.

    --- spoiler ---

    film baska boyuttan gelen boceklerle ilgili degildir, insan psikolojisiyle ilgilidir, psikolojik gerilimdir.

    --- spoiler ---
  • entry, filmi izlememiş ve the dark tower serisinden bir haber kişiler için minor-spoiler' lar içermektedir.

    sis (incecik), mid-earth 'den gelen yaratıklar, filmin başında yapılan roland tablosu -afişi- ile bangır bangır, the dark tower beyazperde için yolda diyen film.
    mühim not: the dark tower serisini, roland'ı, incecik'i, mid-earth yaratıklarını, vs'den bir haber seyirci için pek fazla anlam ifade etmeyen filmdir de ayrıca. ancak saydıklarım hakkında azıcık bile bilginiz varsa, film orgazma ulaştıracak nitelikte... mid-earth ve dünya iç içe!

    detaylı bir bakış atarsak;

    - filmin derdi yaratık, kan, vahşet değil. filmin derdi insan. seven insan, korkan insan, tutkuları olan insan, bağımlı insan... ve özünde: dışarıdaki mi canavar , yoksa içeridekiler mi? diye soramayan insan.

    - evil karakterlere olan düşkünlüğüme rağmen ömr'ü hayatımda iki evil'dan nefret ettim: 1- dolores umbridge adlı yaşlı, tutucu, bağnaz, despot, küflü kurbağa 2- silent hill movie' deki christabella. ama hepsinin de ötesine geçebilecek bir karakter daha varmış. mrs. carmody! perdede göründüğü her bir saniye, bana daralma, asap bozukluğu ve öfke olarak geri döndü. ben de "elimde bezelyelerden daha çok var" diye haykırmak istedim. evangelist sürtük! ( sayesinde ilk defa sözük içerisinde küfür ettim, anlayın ne derece tatlı bir bayan olduğunu).

    -hızlıca bir giriş yapıyorsunuz hikayeye. mid-earth'ün inceciki bir anda kaplayıveriyor dünya'yı.

    -film ucuz efektler, ani ses sıçramaları, bir anda kadraja giren x'ler, y'ler ile değil, atmosfer ve hikaye ile, karakterler üzerinden seyirciyi geriyor, korkutuyor. minimal müzik kullanımı olan filmde, yavaş yavaş ilerleyen hikaye ikinci yarı başlar başlamaz, bir anda hızlanıyor; din, devlet, siyaset, medeniyet ve insan başlıkları üzerinden -maalesef biraz kör göze parmak usulüyle- derdini anlatmaya çalışıyor. bu konudaki pik'i ise, ezcane dönüşü kendini bir anda hakk yoluna adayan redneck ile yapıyor. ardından bir şok daha yaşatıp, toplu histeri ve korku sayesinde düz adam nasıl yönetilir'i beş maddede sıralıyor, üstüne bir sacrifice sahnesi ile -ki son yıllarda gördüğüm en abartısız, en doğal ve en rahatsız edici sekans idi- krem şanti'nin üzerine, vişne'sini oturtuyor.

    -filmin en etkileyici kısmı ise son 20 dakikası. bundaki en büyük etken ise dead can dance.

    -duygusalım,ağlarım, tutamam kendimi, derelere akarım diyorsanız, finali izlemeden salondan çıkın, kendi son'unuzu kendiniz yazın. benim için olabilecek en iyi final buydu ve her ne kadar insanın canını acıtsa da,izlemekten büyük keyif aldım, final süprizini.

    sözün özü, böylesi bir yönetmen varken, adını türün öncüleri arasına yazdırabilecek bir film, sadece iyi olmakla yetinmiş. izleyenleri mest etmeyi bilmiş, the dark tower diye nice dekad'dır ağlaşan nice okurun ağzına bir parmak bal çalmıştır.

    10/7'dir.

    edit'ül not: 1-filmi baştan sona bir gözden geçirince, bir bakıma türkiye'nin son 5 yılını izledim galiba , finaller benzeşmesin diyiverdim.
    2- filmdeki sis'in incecik (bkz: thinny) olma olasılığı oldukça yüksek. zira paralel evrenler ve kainatlar arası geçiş kapısı görevini de görüyor, bizim dünyamıza mid-earth'ten çeşitli neşriyatı taşıyan da bizzat kendisi. geliyor ve gidiyor. bir kaç paralel evren/dünya bir süreliğine iç içe geçiyor. e kitapta pek bahsi yok diyorsanız, bu öykü yazılırken the dark tower' ın henüz tamamlanmadığını, king'in her eserinin bir şekilde bu kule ile bağlantısı olduğunu ve filmin içinde king'in paramaklarının da olduğunu söylememe gerek yok sanırım. the mist, the dark tower movie(s) için bir idman niteliğinde... ki filmin başında the dark tower tablosu hazırlayan karakterimizin, ilerleyen dakikalarda "hollywood için afiş tasarımı yapan bir sanatçı" olduğunu gözümüze soka soka belirtiyorlar.
  • frank darabont'dan gayet güzel bir stephen king uyarlaması.

    --- spoiler ---

    öncelikle benim bu filme tarafsız yaklaşmam mümkün değil. çünkü ortaokuldayken okuyup çok uzun süre etkisinde kaldığım ve neredeyse 20 senedir acaba filme çekilse nasıl olurdu diye merak ettiğim bir hikayeye dayalı. bence bu uzun yürüyüş ile beraber king'in en iyi iki kısa hikayesinden biriydi. en azından şu sisin içinde giderken önlerine çıkan ve insan zihninin boyut anlayışının dışında kalan yaratığı yıllarca düşünüp durmuştum (hayır, filmdeki war of the worlds'ün tripodu gibi birşey, o değildi hikayedeki yaratık). zaten darabont da bunun farkında olmalı ki jipin içinde o yaratığa nutku tutulmuş şekilde bakma sahnesini biraz uzun tutmuş ama cgi yetersiz kalmış bu etkiyi vermek için. aslında hikayeyle kıyaslandığında bu yetersizliklerden daha var. ama filmi ayrı bir deneme olarak kabul edersek gayet güzel duruyor bence. öte yandan roland deschain ve kırmızı gülü kısa bir süre için de olsa beyazperdede görme keyfini verdi film. daha ne?

    filmle ilgili dikkatimi çeken noktalar ise şöyle;

    - david'in en başta posteri heba olunca söylediği "photoshop ile kısa sürede abidik gubidik birşeyler yaparlar, zaten hep böyle yapıyorlar" yorumu bana öyle geliyor ki darabont'un film endüstrisi ile ilgili düşüncelerini yansıtıyor. o belli ki - bu film de dahil olmak üzere - filmlerinde efektten bilgisayardan çok insan varlığı ve ilişkileri üzerine yoğunlaşmayı tercih ediyor.

    - deli fanatik kadın karakterinin gelişimi son derece iyi verilmiş. darabont, king'in hikayede yaptığını yapmamış yani mrs. carmody yarı cadı tuhaf bir varlık değil. herkes gibi, sıradan bir ev kadını görünümünde. ama korktuğu zaman insan bilincinin nelere kadir olduğunu böyle bir karakter üzerinden vermek günümüz dünyasına baktığınızda çok daha makul. darabont sanki şunu söylüyor; "bu tohum hepimizin bilinçaltında var. beklenmedik, hesaplanmadık, hazırlık yapılmayan bir durumla karşılaştığımızda bilince çıkmaya hazır bu düşünceler". gnostikler de bunu diyor aslında. ibrahim kaynaklı dinlerin insan bilincinin derinliklerine korku tohumu saldığını ve böylece elit bir zümreye yönetme şansı verdiğini. kitleler bu sayede sorgulamadan savaşa gider, yakar yıkar, rekabet eder, boyun eğer ve hep daha sonraya atılan bir "kurtuluş" umuduyla yaşar. kurtuluş asla "şu anda" gelmez, hep daha sonradır. "önce şunları şunları yapacaksın ondan sonra". mrs. carmody'e kızmayın o açıdan, onlardan o kadar fazla var ki aramızda. üstelik biz onları bu toplumu yönetsinler diye başa getirdik. trajik!

    - laurie holden bu açıdan en gnostik karakter. insan varlığının temelde iyi olduğuna inanıyor çünkü. bu arada bu hatun x-files'da şahane bir hatundu. olağanüstü naif ve soğuk bir güzellikti. burada biraz yorgun ve kilolu gibi sanki.

    - final mi? üzgünüm mr.darabont ama benim filmim david'in jipi bir benzinciye çekmesi ve "şu anda bu notları bir benzinciden yazıyorum" demesiyle bitti. başka bir final görmedim. başka sinemalarda nasıl bir final oynattılar bilmiyorum dolayısıyla.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap