• kitabı okumadım o yüzden doğrudan film üzerinden yorum yapacağım. aşağıda bok attığım noktalar var ama bu boktan olduğunu düşündüğüm anlamına gelmesin, keyifle izledik geçti gitti.

    --- spoiler ---
    * adam 500 gün mars'ta tek başına kalıyor, psikolojisinin bozulmasına bir tane referans yok. arada patatesler havaya uçtu diye duvar yumruklamalar dışında... 500 günün sonunda arkadaşlarına kavuştuğunda hala "müzik zevkini sikiym" temelli hollywood espirileri yapıyor. gördüğümüz tek fiziksel etki de zayıflaması ve sakalının çıkması. sakalı da makineyle traş etti geçti, öyle mecburiyetten/susuzluktan falan uzatmamış yani, tamamen artistliğine.

    * adamın mars yüzeyinde nerede gezdiğine bakıyorlar, bilmem kaçıncı mars mission'ını gönderiyorlar, ama adamın hareketlerinden mars'ın neresine gittiğini project etmek için hiçbir yazılım, "google mars" falan bile kullanmayıp "i need a map" diye koşa koşa kafeteryaya gidip duvardan resim indirip üzerine cetvelle çiziyorlar. romantikler sizi.

    * uzay mekiğinin acil durum iletişim kanallarıyla rotasının dünya'dan değiştirilememesi için ablamızın işletim sisteminin kernel'ını değiştirmesi gerekti. uzay mekiğinde işletim sisteminin kernel'ının source code'unun olduğu, ablanın bunu yeniden derleyip (herhalde seamless bir biçimde) sisteme yüklediğini anlıyoruz. bu fantastik bilgi aklımızda kalsın.

    * uzay mekiğine yakıt kullandırmadan manevra verdirmek/hareket ettirmek için belirli bölgeleri seal edip oradaki havayı dışarı çıkarmak gayet mantıklı. bunun için ne yapılıyor? bir kapı patlatılıyor ki içerideki hava dışarı çıksın. abi kapıyı niyet patlattınız? tamam normalde içerideki basınç dengelenmeden o kapı açılmamaya programlanmış olabilir ama ablamız bir üst maddede kernel hackledi, şunu override etmesi hiç zor değildi. mesele bomba mı? bombanın bir etkisi yok ki orada, uzayda böyle bir patlama size itki sağlamaz ki, o patlayıcı sadece kapının açılmasını sağladı... ha kapı beraberinde gitti momentum kazandık derseniz, ufacık tefecik bir momentum olur o.

    * mars'ın atmosferi cidden çok ince, filmde de arada lafı geçti. bu şu demek: mars yüzeyinde basınç bir hayli düşük. eleman patateslerin olduğu mekanı havaya uçurunca orayı "süper-koli-bandı" ve "süper-branda" yardımıyla kapatıyor ya, sonra içerinin basıncını tekrar artırıyor, bakıyor kaçak yok, basınç dengelendi... gece brandanın rüzgardan yalpaladığını (bayrak gibi, hışır hışır) görüyoruz. bunun olmaması gerekirdi. içerideki basınç ile dışarıdaki basınç arasındaki fark o kadar yüksek ki o branda öylece kalıp gibi durmalıydı. zaten ilk sahnede oluşan fırtına da gerçekçi değil, dedim ya mars'ın atmosferi epey ince, böyle ortalığı dağıtacak bir fırtına oluşturamaz. öyle olsaydı pathfinder'ın anteni çoktan mahvolurdu. (yani filmin dayandığı esas olay gerçek-dışı ama bunlar bilimkurguların biraz kabul edilebilir tarafları)

    * matt damon'un eldivenden iron-man uçuşu tam bir bilimkurgu fiyaskosuydu. adam elini delip, elini yanda tutarak ileri doğru (superman gibi) uçtu. bu ancak sırtından/kıçından falan delerse mümkün olabilirdi (ağırlık merkezinden hareket doğrultusunun aksine doğru). aksi halde (filmde olduğu gibi delerse) fıldır fıldır dönmesi gerekirdi. dahası, kaptan'la bir araya geldiklerinde, turuncu zımbırtıya tutunarak birbirlerine yaklaştıkça hep beraber daha hızlı dönmeleri gerekirdi (momentumun korunumu). bu açılardan gravity'nin tırnağı bile olamaz film.

    * ha bir de sevgili yazar programcıymış, bu hatayı nasıl yaptı anlamadım: astrodynamics çalışan dahi çocuk hesaplamalarını doğrulamak için nasa'nın cluster bilgisayarlarını kullandı (ki gayet normal). sonra uzay mekiğindekiler durumu tartışırken "hesaplamaları biz de doğruladık" gibisinden bir laf etti. yani hesaplamaları kendileri de mekikte doğrulamışlar. bu da uzay mekiğinde adamların koca clusterla gezdiğini gösterir.
    --- spoiler ---

    bunlar sadece izlerken gözüme çarpan noktalar. bi siki beğenmeme timi parçası olarak belirtmiyorum bunları. film gayet keyifliydi. aferin ridley.

    not: bu entry 28 şubat 2016 ekşisözlük direnişi süresince katalanca olarak sunulmuştur. (bkz: bütün entry'lerini katalancaya çevirmek) bundan çok daha kaliteli yüzbinlerce entry bu süreçte yok olmuştur. bir zamanlar devletin milletini ebleh yerine koyması yasaktı, bazı yasaklar özlenebiliyormuş.
  • nasa'da çalışan türk astrofizikçi dr. umut yıldız filmin gerçekçiliğine dair güzel ayrıntılar paylaşmış:

    " “marslı” bizi çok heyecanlandırıyor, neden derseniz? son birkaç aydır nasa’nın jpl merkezinde marslı kitabı ve çıkmak üzere olan filmi konuşuluyordu. açıkçası yazar, jpl’e gelip konuşma verene kadar bu kitap dikkatimi çekmişti. az çok mars misyonlarını takip ediyorsanız, jpl zaten sürekli mars’a gönderilen robotları üreten bir merkez olduğu için mars’la yatıp, mars’la kalkılıyor desem pek de yanlış olmaz. hal böyle olunca marslı kitabı da çok büyük ilgi gördü.

    sonrasında farkettim ki bu ilgi sadece jpl çalışanlarında değil, dışarıda da yoğun bir şekilde var ve matt damon’un marslı karakterini oynamasıyla işte tamam dedim, kesin büyük bir şey geliyor.

    haksız değilmişim, filmi izlerken, uzun zamandır ilk defa judie foster’in 1997 yapımlı contact filmiyle karşılaştırabileceğim yeni bir efsane filmi izlediğimi farkettim. tabii bu tür filmler biz geek’ler için müthiş motivasyon kaynağı oluyor. contact filmini izlediğimde lisedeydim ve filmdeki judie foster gibi astrofizikçi olmak isterdim. bence bugün bu filmi izleyen bir lise öğrencisi de belki geleceğin mars astronotlarından birisi olacak.

    sakın gülmeyin veya şimdiden zıplamaya başlasın ancak çıkar diye de alay etmeyin, çünkü zaten bugünün lise öğrencileri mars yolculuklarının yapılmasının planlandığı 2035'li yıllarda buna şahit olacaklar. aslında eğer ki fırsatınız olursa filmden önce kitabını okumanızı şiddetle tavsiye ederim. kitap bilim-kurgu dalında ödüller almaya başlamış ama ne kitabına, ne de filmine çok da bilim-kurgu diyemiyorum. neden derseniz, filmde birkaç tane kısa hollywood filmlerinde olabilecek sahneler olsa da konu itibarıyla film (dolayısıyla kitap) gerçeğe çok yakın, yani yarın mars’a gidecek ilk insanın karşılaşacağı bazı zorlukları gösteriyor. öte yandan çoğu da zaten var olan teknolojiler ya da şu anda halen çalışılan teknolojiler olduğu için hatta gerçek bilimi de gördüğünüz için zevkle takip edebiliyorsunuz.

    elbette size ne filmin, ne de kitabın detaylarını vereceğim. çok kısaca özetlemem gerekirse yakın gelecekte mars’a giden üçüncü insanlı misyonda, astronotlar mars’ta oluşan bir fırtına nedeniyle misyonu bir anda iptal ederler ve kapsüle binip geri dönerler. bir kaza olup arkada mark witney kalır ve öldüğü sanılıp takım dünya’ya geri dönüş yolculuğuna başlar. esas macera da burada başlar, mars’taki tek insan, hatta patatesler ve bakterileri saymazsak tek büyük canlı olan mark, artık mars üssünde kendine bir yaşam kurmaya başlar ve bu sırada nasa’yla kontak kurmaya çalışır. tabii bir mars misyonu çok uzun zaman aldığı için burada gerçekten uzun bir yaşam kurmak zorundadır ve en önemlisi mars’ın birçok tehlikesine rağmen hayatta kalmak durumundadır. devamı gerçekten çok heyecanlı olduğu için burada kesiyorum ve filmini izlemenizi hatta öncesinde kitabı okumanızı tavsiye ediyorum.

    mars yolculukları artık bir hayal olmaktan çıkmak üzere. özellikle nasa olmak üzere birçok özel şirketle beraber bu yolculuğun fizibilitesi yapılıp ne zaman gerçekleştirileceği planlanıyor. gerçekleştirilip gerçekleştirilmeyeceği demiyorum, ne zaman gerçekleştirileceği diyorum, dikkat ediniz! nasa’nın danışmanlık yaptığı bu filmde gösterilen teknolojiler zaten uluslararası uzay istasyonu’nda (uui) 20 yıldır kullanılan teknolojiler dahil olmak üzere şu anda geliştirilen birçok teknolojiyi barındırıyor. hatta nasa, bu teknolojilerden dokuzunun listesini vermişti.

    habitat: filmin kahramanı mark watney mars’taki yaşamı boyunca bir habitat’ta kalıyor. nasa astronotları da johnson uzay merkezi’nde human exploration research analog (hera) adlı bir modülde uzaydaki yaşamı simüle ederek eğitiliyorlar.

    bitki çiftliği: filmde watney kurtarılmayı beklediği sırada yiyeceği özellikle patates olmak üzere bitkileri yetiştiriyor. çünkü gerçek hayatta her ne kadar uluslararası uzay istasyonu’ndaki astronotlara yiyecek nakli sağlansa bile mars çok uzak olduğu için kendi başlarına bitki yetiştirmeyi öğrenmeleri gerekiyor. geçen ağustos ayında astronotlar ilk uzayda yetişen marulu yemişlerdi -ki bu uzay tarımında çok büyük bir adımdı ve bunun daha da geliştirilmesi için çalışmalar hızla devam ediyor.

    su dönüştürücüsü: evet mars’ta su bulundu ama sakin olalım. henüz bu su tuzlu su ve kullanıma hazır mı bilmiyoruz. watney gibi uluslararası uzay istasyonu’ndaki astronotlar da her bir damla idrar, ter ve kullanılmış her türlü suyu filtreleyerek geri dönüştürüyor. hatta bir astronot şöyle demiş: “dünkü kahvemiz bugünkü kahvemiz olarak geri dönüyor.” ıyy demeyin temiz temiz :) uzay için geliştirilen bu teknoloji bugün deprem gibi doğal afetlerin olduğu yerlerde kullanılıyor.

    oksijen üreteci: mars atmosferi %95 karbondioksit olduğu için watney, habitat’tan dışarı çıktığında elbette bir oksijen tüpüyle beraber dolaşıyor. tabii oksijeni de üretmesi gerekiyor, bunu da “oxygenator” adlı sistemle dışarıdaki karbondioksiti oksijene dönüştürüyor. uluslararası uzay istasyonu’nda astronotlar da sürekli oksijen üretmek zorundalar, ve bunu da elektroliz denen bir sistemle yapıyorlar.

    mars uzay kostümü: nasa şu anda, astronotların mars’ta yürüyebilmeleri için z-2 adlı bir uzay kostümü yapmak için çalışmalara devam ediyor. bu kostüm, mars’taki soğuk, havasız ve radyasyon gibi ağır şartların üstesinden gelmenin yanında gezegende yürüyebilmek ve iş yapabilmek için esnek ve rahat olmalı.

    rover (mars taşıtı): insanlar mars’a indikten sonra zaten bir yıldan uzun süre orada kalacaklar. malum vakit bol olunca çevreyi dolaşmaları ve ilginç yerlerde araştırmalar yapmaları için bir araca ihtiyaç var. bugüne kadar zaten birkaç tane rover mars’a indirildi ve orada yıllardır çalışıyorlar. nasa bununla birlikte yeni jenerasyon multi-mission space exploration vehicle (mmsev) üzerinde çalışıyor ve bu araç, mars’ın yanında onun uydularına, asteroidlere ve bunun gibi yerlere inip oralarda çalışmayı öngörüyor.

    güneş panelleri: bugün birçok nasa uzay araçları ve uluslararası uzay istasyonu’nda enerji üretimi için güneş panellerini kullanıyor. mars’ta da watney’in kullandığı gibi, enerji üretimi için en hızlı yöntem ilk anda güneş enerjisi olacak.

    iyon itki sistemi: filmde ekip ares-3 roketini iyon itki sistemi kullanarak uzayda seyahat ettiriyordu. şu anda da iyon itki sistemi ceres cüce gezegeni araştırmak için gönderilmiş olan dawn uzay aracında yakıt kullanımını en düşük haline getirmek için kullanılıyor. bu sistemle bugüne kadar ulaşılmış en yüksek hız elde edildi.

    radyoizotop termoelektrik üreteci (rtg): bu üreteçler radyoaktif parçalanma yoluyla plütonyum-238'i ısıya dönüştürüyor. watney de malum soğuk mars şartlarında rtg’yi ısınmak için kullandı. gerçek hayatta da halen mars’ta çalışan curiosity robotu rtg kullanarak 110 watt elektrik elde ediyor.

    ve mars yolculuğu: eğer ki bugünkü ilgi ve teknolojik yatırımlar devam ederse mars yolculuğu 2035 yılları civarında bir hayal olmaktan çıkacak ve ilk insan mars’a inmiş olacak. mars ortamı o kadar şiddetli zorluklar ortaya çıkartan bir ortam ki birçok yeni icat, keşif ve teknolojik gelişmelere önayak olacak. biz de heyecanla o günleri bekliyoruz."

    *************

    kaynak: paylaşımlar için linkli ve resimli olması bakımından medium linkini tercih edebilirsiniz. onu da buraya koyuyorum: https://medium.com/…-heyecanlandırıyor-154a00b7b78b
  • sean bean ölmüyor diye dedikodular olan film. pek inandırıcı gelmiyor.
  • ----spoiler----

    film gayet güzelde bu nasa'da her şeyi alkışlamakla görevli bir ekip mi var?

    ----spoiler----
  • --- spoiler ---

    marsta aradığı şeyin 97'de gönderilen pathfinder olduğunu tahmin etmek bünyeme sağlam nerdgasm yaşatmıştır.

    --- spoiler ---
  • bundan sonra beni evimden arabayla gelip almaya üşenen arkadaşlarıma zorla izlettireceğim film.
    abi adamlar mars'a gidip alıyolar arkadaşlarını...
  • büyük amerikan ulus ülküsünün zorda kalmış kahramanlarını ya da sıradan vatandaşlarını kurtarmak için her türlü risk ve fedakarlığı göze alacağı güzellemesini sözde, mizahı, insani duyguların tartımını doğru paylayıp, psikoloji ve duyguları (neden acaba) es geçen, propaganda araçlarını var etme biçimini uzaya, mars'a kadar dallanıp budaklandırıp, öyle değilmiş gibi yapan (maalesef) ridley scott filmi.

    hoş ridley scott'ın son 15 yılda çektiği filmlerin çoğu maalesef propaganda filmleri (özellikle body of lies rezil bir filmdir). blade runner ve alien gibi iki bilimkurgu şahanesinin yanına thelma ve louise, gladyatör ve hannibal gibi seyir duygusu güçlü filmler iliştirmişse de bu filmlerin ötesine geçecek filmler çekemedi geride kalan yıllarda.

    tabi filmle ilgili derdimin ''filmin sadece propaganda yapıyor oluşu'' olmadığı şerhini baştan koyayım ki önyargılı olduğum düşünülmesin. zira düz mantıkla ''adam tabi ki amerikan propagandası yapacak, sen çek sen de propaganda yap!!'' demenin bir sakıncası yok. zira neredeyse bütün büyük stüdyo filmleri genellikle propaganda odaklı filmler yapıyor.

    filmin bilimkurgusal yanlarına da itirazlarım, eleştirilerim yok. ben bilim adamı değilim bu sebepten bilimkurgu kısmında cereyan eden olayların mantıksal tutarlılığı üstüne ahkam kesmeyeceğim. zira o bölümler zaten filmin en güzel yanları. benim itirazım başka şeylere.

    film her anında amerika propagandasının optimistik el kitabı gibi ilerliyor. bir bakıma soru/ cevap gibi. yani nasa yetkililerine çıkabilecek her sorun sorulmuş, onlarda her şeye gereken cevabı vermiş ve ortaya amerikalı bir kahramanın mars'ta nasıl hayatta kalabileceğinin filmi çıkarılmış. bir anlamda nasa'nın 140 dakikalık şovu var ortada.

    filmin kurgu, durum, olay matematiği öyle şablon ki çıkan ve çıkabilecek her durum karşısında çözümü olan astronot macgyver her şeyin üstesinden en ufak bir yaşam, ölüm, varoluş sıkıntısına düşmeden geliyor.

    adam mars'ta neredeyse iki sene (belki daha fazla) tek başına kalıyor ve nedense 140 dakikalık filmin 3-5 dakikasında bu adamın yalnızlığına, psikolojisine, kaygılarına vs ilişkin tek bir sahne görmüyoruz. ıssızlığın (gerçek anlamda) ortasında 80 milyon kilometre ötede unutulmuş bir adamın ölmek, yaşamak, delirmek, akıl sağlını korumak, geçmişiyle, yaşadıklarıyla ilgili, inançla, inançsızlıkla, iyilikle, kötülükle, ailesiyle vs ilgili tek bir hesaplaşma, pişmanlık, umutsuzluk, kırılma, değişim, dönüşüm görmüyoruz. 140 dakikanın tek bir anında kahramanın haleti ruhiyesinin yarattığı travmaları, iniş çıkışları, yalnızlığın ve şartların yarattığı ölüm- kalım durumunun psikojisine olan etkilerini, kahramanın çözülüşünü, bu çözülüşle örneğin yararına olan bazı durumları nasıl kötüye kullandığını görmüyoruz. bu psikoloji yüzünden lehine çevirebileceği bir çok şeyi mahvedeşini, bu durumla baş edememesini, vazgeçme eşiğine gelişi gibi durumları dünyayla kurduğu ilişki çerçevesine oturtacak bir bir dramatik yapı görmüyoruz.

    neden? çünkü o amerikalı bir kahraman. o motive olduğunda mars'tan bile rahatlıkla kurtulabilecek biri. amaca giden yolda bütün duygularından arınıp sadece işine odaklanan bir profesyonel. tüm amerikan ulusunun duaları onunla. bütün dünya bu yılmaz savaşçıya sempatiyle yaklaşıyor. hatta ve hatta soğuk savaş yıllarından (rusya) sonra yaratılan en yeni düşman çin bile amerikalıların bu pes etmek bilmeyen ruhuna diz çöküp tövbe istiyor.

    her şey (özellikle senaryo yapısı) öyle linner ilerliyor ki kahramanın karşısına çıkan her sorunun çözümlenme biçimindeki hesapçılık filmin bütün duygusal, kurgusal gerilimini yerle bir ediyor. filmin tek bir anında bile kahramanın başına gelenler ve gelebilecekler için endişelenmiyoruz. çünkü her sorunun öyle ya da böyle (ama kahramanımız ama nasa, ama gemi mürettebatı) çözümü var. üstelik bu çözümler özellikle bilimsel çerçevede yapılabilecekleri bir an önce gösterebilmek (bir bakıma çocukça bir şov yapma duygusuyla) adına esas olan sorunların seyirci tarafından anlaşılmasına izin vermeden hızlı hızlı geçiştiriliyor. hal durum böyle olunca normalde böyle bir filmde hedeflenen gerilim ve heyecan duygusundan yoksun bir film çıkıyor ortaya.

    evet bu film hayatım boyunca izlediğim en hesaplı film. tamam ridley scott çektiği tüm filmleri olay, durum, ve sahneleri, storyboard'larda hazırlar bunu biliyoruz. haliyle senaryo, olay, durum kurgusunun önceden yapılmasının, planlanmasının yanlış bir tarafı yok. olması gereken de bu zaten. bahsettiğim hesapçılık bu değil. bahsettiğim şey yukarıda da vurguladığım gibi olaylar silsilesinin fazlasıyla lineer olması. filmin tek bir anında gerek karakterler, gerek olaylar bağlamında herhangi bir sürpriz, herhangi bir kırılma, çatışma yok.

    haliyle bu tavrı yüzünden bir filmden çok, nasa'nın uzayda (mars'ta ya da herhangi bir gezegende) bir astronot unutulduğu takdirde yapabileceklerinin uzun soluklu reklamı gibi duruyor film.

    140 dakikalık bir film düşünün ki tek bir anında bile sizi şaşırtmıyor. tek bir duygusal gerilim, çatışma yok. kimse bencil ya da hain değil. kimse durumun gerektirdiği çatışmanın doğallını vurgulamak adına yalandan kötü bile değil.

    tek bir örnek bile durumu anlaşılır kılıyor. mürettebat aylar, yıllar süren bir görevde. geride bıraktıkları arkadaşlarını kurtarma durumları var. ama yıllardır uzayda, bir gemide sıkışıp kalmış olmanın verdiği duygusal gerilimler, kırılmalar, psikolojik gelgitler vs yok. yani gerçeten insan buna nasıl ikna olur? asıl soru bu.

    en nihayetinde bilmkurgu tarafına, görsel estetiğine hürmeten, buram buram amerikalı ideal kahraman/vatandaş arketipinin yüceltilmesi, pekiştirilmesi eksenli hesaplı senaryosunun madde madde sorun/çözüm odaklı yapısının belli bir seyir duygusuna sahip olduğu aşikar. bu bana yeter de artar diyorsanız the martian gerçekten iyi bir reklam/propaganda bilimkurgu sayılabilir. hatta bu noktada başyapıt bile olabilir. ama eğer yukarıda sıraladığım şeylere takılan insanlarsanız the martian özellikle karakterlerinin gerçekliği ve onlarla kurulacak özdeşleşme anlamında tam bir hayal kırıklığı (tabi romanı okumadım, bu itirazlarlarım doğal olarak ki romana değil). o müthiş, havalı, görkemli, prestijli ambalajına rağmen üstelik.
  • --- spoiler ---

    sean bean'den "one does not simply walk into mars" esprisi bekledim.

    bu gol kaçar mıydı be.
    --- spoiler ---
  • taze izleyip pişman olmadığım film. bence siz de izlemelisiniz çünkü güzel. ayrıca mutlaka 2d izleyin.
    uzayda mahmut tuncer show çekilse izleyip beğenirim sanırım ama, hayli sakin ve belirtildiği gibi neredeyse köpekli aile filmi sevimliliğinde bir film olmasına rağmen en sevdiğim tarafı "aynısı benim başıma gelse ne olurdu" diye düşündürmesi oldu.

    --- spoiler ---

    kardeş bu filme çok heyecanlanırım wuhuu beklentisiyle gidecekseniz hiç gitmeyin, çünkü filmin susam sokağı jeneriği mutluluğunda biteceğini ilk yarının yarısına gelmeden anlıyorsunuz. benim belki de bilgi eksikliğimden en aceleci bulduğum iki noktadan ilki, "fırtına bekleniyor" uyarısından yaklaşık 1 dakika sonra "ooo fırtınada şemsiye dönüyor beyler, mark da öldü, hadi eve gidelim" diye 5 dakikada tası tarağı toplayıp zart diye dünyaya dönmek üzere yola çıkmaları oldu. canım sizin uzay aracınız da biraz dandikmiş galiba :s
    ve koskoca gezegende bir (1) başına kalan adamın, uzayın ebesinde kimsesiz kalışının haftası dolmamışken, sakince ekolojik tarım yapmaya başlaması o_0 ben olsam herhalde "bu toprağın patatesinden iyi püre mi olur kızartma mı?" ikilemine düşmeden önce yaklaşık 1 ay aval aval etrafa bakar, oh fuck filan der, biraz ağlar, hahah kimse yok lann diye biraz güler ve şımarır, nice sonra arkadaşlarımın bokundan gübre olarak faydalanmayı akıl edebilirdim. ya da edemez, açlıktan geberip giderdim. bilemiyorum altan.

    watney film boyunca bir jay leno komikliği ve bir virginia köylüsü çalışkanlığında. şakalar gırla gidiyor, bu sülalem rahat tavırları ve 40 yıllık marslı gibi davranışları biraz absürd gelse de açıkçası koloni muhabbetinde "in your face, neil armstrong" dediğinde biz de güldük. biraz da bu tavırlardan ve filmin aşırı pembe ve olumlu atmosferinden ne watney'e ne de ekibin kalanının tırnağına zarar gelmeyeceğini zaten anlıyorsunuz da, watney'e erzak sağlamak için gecekondu gibi alelacele yapılıp fırlatılan aracın akıbetini de, eninde sonunda bunu kurtarmak için o ekibin döneceğini de hemen tahmin etmeseydik iyiydi be. neyse, sonunda herkes kavuştu, öpüştü, dünyaya döndü ve yavruladı. filmin en büyük ters köşesi sarışın gözlüklü kızla kapoor'un filmin sonunda öpüşmemesi oldu, inanamadık.
    --- spoiler ---

    yalnız watney bence çok yanlış yaptı. neden?

    --- spoiler ---

    neden döndün lan dünyaya, bok mu var dünyada? trikotajla hiçbir ilgisi olmadığı halde sürekli ağ ören kader sonucu, şu dakika mars'ta tek kişi kaldığımı anlasam yapacağım ilk iş nasa'yla bağlantı kurmak ve "bana erzak, su, çaykur filiz, filtre kahve, domestos, tohum, bolca kitap ve film gönderin, 2 yılda bir seçtiğim 2 kişi ziyaretime gelsin (en fazla 1 hafta kalacaklar) ama sakın beni almaya araç filan göndermeyin, mars'a atom bombası atsanız da geri gelmem" demek olurdu.

    açıkçası mars böyle bir yerse misler gibi bir mekanmış, her gün "tayyip yok, ortadoğulular yok, merve'nin eltisiyle sorunlarını dinlemek yok" diye kadeh kaldırır, yer içer keyfime bakar, nihat hatipoğlu'na "mars'ta bulunan suyla abdest almak caiz mi?" diye soran terliksi hayvanı canlı yayına ister, "sen bunları düşünme, mars'ta koloni kurulsa abdest, caiz, günah sevap hesaplayanlar o koloniye alınmayacak zaten amk gerizekalısı" der kapatırdım. bayram vakitlerini ve gelen misafiri hesaplar, "oh canım mars <3" diyerek toprağı öperdim, mars yüzeyine görülebilecek şekilde "help" değil, "help yourself zaaa xd" yazardım. illa geri götürmeye çalışırlarsa dünyaya inince herkese tekmeler ve tükürükler savururdum. düşünsene, yüzbinlerce hatta milyonlarca iğrençlikten çok uzaktasın, kitap yazsan adı belli: "iğrenç insanlardan uzakta". mükemmel bir yaşam biçimi lan.
    sonum annem ortalığı yıktığı için zorla dünyaya geri getirilip bana "geçmiş olsun"a gelen teyzelere çay doldurmak olsa bile, hayali bile ne güzel be.
    --- spoiler ---

    umarım aynısı benim başıma gelir, lütfen!
hesabın var mı? giriş yap