• ne zamandır böyle vurucu bir film izlememiştim. çok fenaymış. film başlayalı 10 dakika olmamıştı ki, "ben bu filme dayanamam ağlarım" dedim yanımdaki arkadaşıma, "biraz ara verelim, konuşalım" dedi sağolsun, "ara verdik say" dedi, çok şükür konuşmadık da öyle devam edebildim izlemeye.

    gerçek hayat hikayelerini birleştiren film, bağnazlığa dair, katolik kilisesine ve din sömürüsüne, yakıcı, yıkıcı, devrimsel bir eleştiri.

    1964 yılında dublin'de başlıyor. tecavüze uğrayan ve ailesi tarafından lanetlenen, margaret; kız okulunda okurken, okulun parmaklıkları dışında bekleyip, kendisine laf atan gençlere gerdan kırdığı için tecrit edilen bernadette; ve evli olmadığı birinden çocuk doğurduğu için, yine ailesinin reddettiği rose/patricia (patrici'anın çocuğu bir başka aileye evlatlık verilir) rahibelerin yönetimindeki bir çamaşırhaneye gönderilirler.

    burada hep kendileri gibi, "erkeklerle oynaştın", "yasak çocuk doğurdun", "kıçını başını gösterdin" minvalinden nedenlerle, toplumdan soyutlanmış, aşırı derecede dinsel beyin yıkamaya ve rahibelerin, rahiplerin, piskoposların istismarlarına terk edilmiş kızlar/kadınlar bulunmaktadır. film, yer yer, full metal jacket'in 1960'lar irlanda'sı ve ülkenin genç kadınlarına uyarlanmış bir versiyonu olarak görülebilir.

    film boyunca, rahibelerin kızları çırılçıplak dizerek, "en büyük meme kimin", "en büyük göt kimin", "en kıllı vajina kimin" yarışmaları yapmalarına ve bundan sapıklık derecesinde zevk almalarına; başrahip midir, ne boksa, onun, akli dengesi bozuk bir kızı, kandırarak oral seks yaptırmasına; tırtıkladıkları paraları biriktirip onlara canları gibi bağlanan rahibelere; bu çamaşırhanede çalışmaya terk edilmiş insanların, hayat gailesi hayatı sürdürmek olan insanların ruhsuzlaşıp, "ne koparsam kâr" düşüncesi haricinde bir şey düşünemeyecek duruma gelmelerine; özgürlüğün, bazen kişilerin karakterlerinin kaldıramayacağı kader iğrenç, çirkin olduğuna, özgürlüğün de aslında bir başka boyunduruk altına girmek olduğuna; bilmediğimiz, hiç düşünmediğimiz yerlerde yaşanan, akla hayale gelmeyecek rezilliklere şahit oluyoruz.

    biz öncelikle ana karakterleri, hikayenin oluşmasına katkıda bulunan 4 kadının ve magdalene çamaşırhanelerinden birinde bulunan bir kaç diğer kadının yaşadıklarını çok az da olsa, kahrederek izliyoruz. ve filmin sonunda bu çamaşırhanelerin 30.000'den fazla kadının hayatını söndürdüğünü öğreniyoruz.

    oyunculuk filmin her karesinde mükemmel. "ben böyle bir şey görmedim" diyeceğim neredeyse ama, görmüşümdür, tükürdüğümü yalamak olmasın diye, dememiş gibi yapmak istiyorum. filmin başında 30 saniye görünen, tefçi rahipten, tımarhanelik crispina'ya, hayran hayran vajinanın önüne çömelip sigara içen brendan'dan, çok kısa süre görünen ebeveynlere kadar, herkes, her sahnede, gerçek hayatlardan uyarlama bir filmde, benzeri nadir görülecek şekilde gerçekçi oynamışlar. yönetmenin, yönetiminin, bakış açısının, bu gerçekçi oyunlardaki etkisi çok çok fazla olmalı.

    filmin hemen başında, karakterlerin bu çamaşırhaneye gönderilme sebeplerini öğrenirken, rose/patricia, kafamda, benim en çok dikkatimi çeken karakterdi. çocuğunu kaybetmenin acısıyla, sürekli üzgün olan yüzü, her göründüğünde, en ufak arada, sahnenin arkalarında bir yerde bile olsa, yerle bir oluyordum. neden ve nereden sevdiğimi bilmediğim birisine çok benziyormuş gibiydi, neden ve nereden sevdiğimi bilmediğim birisinin hayatı ve yüzü gibiydi. ve ben böyle birini sevmemiştim.

    daha sonra bernadette, karakterini ve umudunu, gayretini, kinini-nefretini, hiç kaybetmeyen yapısıyla; -rose/patricia aklımın bir köşesinde dururken- yenilmeyi, boyun eğmeyi, teslim olmayı, kendini, kendi hayatını boşvermeyi kabul etmeyişi, gücüyle, filmi izleyecek bir çok kişide olacağı gibi, bende de, saygı duyulası bir karakter olduğu izlenimini bıraktı; bu hayatı yaşayan gerçek bernadette'ye ve oynayan oyuncuya, sadece hayran olunabilir.

    henüz türkiye'de gösterilmemiş, yeni bir film olmasından dolayı, kimseyi etkilemek istemediğimden burada kesmek isterim. ama kamera oyunları yapmadan, görüntüyü şaşalı müziklerle desteklemeden, efektlerle "aman yarabbi" dedirtmeden, senaryo cambazlıklarına başvurmadan; tek düze bir izleyişte bir film, gerçeği, yaşanmış gerçeklerden tiksindirerek insanın yüzüne ancak bu kadar vurabilir.

    yönetmen peter mullan, magdalene sisters'ın çekimleri için üç buçuk yıl uğraşmış. irlanda'da "sabote edilebileceğini" düşünerek çekimleri iskoçya'da yapmış.
    yine de çekim aşamasında bir çok problemle karşılaşmış. bridget karakterini oynayacak olan oyuncu, merdivenden düşüp bacağını kırınca yeni bir oyuncu aramak zorunda kalınmış ama görünen o ki tercih gayet yerinde. prodüksiyonda finansal problemler yaşanınca da, peter mullan, kendi cebinden, bütçeye 17 bin pound aktarmak zorunda kalmış.

    ülkemizde de böyle durumlar vardır ve onlar da aynı sözlere layıktır ama, hiç bir tutarsızlık görmediğim -ki zaten gerçek hikayeler- bu filmi izlerken "yazıklar olsun, yuh, çüş, lanet olsun" gibi laflar ediyordum da, film bittiğinde katolik kilisesi ve din istismarı adına, bağnazlık, örümcek kafalılık adına tek bir cümle çıktı ağzımdan, bu yazdıklarımdan başka:

    insanlık onurunuzu sikeyim sizin.
  • --- spoiler ---

    en çok aklımda kalan karakter margaret oldu.
    çamaşırhaneden kaçma fırsatını yakaladığı sahnede, heyecanla kendini arabanın önüne atıp, sonra birden içindeki genç adamla hiç konuşmadan, arabaya binip kaçmaktan vazgeçmesi en can alıcı yerlerinden biriydi filmin. kuzeninin tecavüzüne uğrayan ve bu sebeple cezalandırılmak için evinden koparılıp çamaşırhaneye verilen genç kızın, daha sonra karşılaştığı ilk erkek olduğu için, o güvensizlikten dolayı mı arabaya binmediği, kurtulup özgür kalmaktan mı korktuğu benim için bir muamma.
    erkek kardeşi onu çamaşırhaneden çıkarırken "bana sakın ne yapacağımı söyleme, dört yıl boyunca neredeydin!" mealinden söylediği sözler, çocuğun "büyüyordum" cevabı, margaret'in kendine, rahibelere, daha şimdi onu kurtarabilecek hale gelmiş olan küçük kardeşine bile, ama belki başına gelenler yüzünden bütün bir dünyaya ne denli öfkeli olduğunu gösteren davranışları, ve filmin sonunda anlatılan hayat hikayesine bakılırsa, kaçan kızlar arasında asla evlenmemiş olan tek kişinin kendisi olması, onu filmin en feminist karakteri yapıyor olmalı.

    --- spoiler ---
  • katolik kilisesinin ve dolayisiyla rahibelerin kontrolunde olan, aslinda adi islah evi olarak gecen bu yerde acilan isletmenin terzilik, dokumacilik gibi baska bir alanda degil de baskalarinin kirlilerinin(!) yikandigi bir camasirhane olmasi, kendi isledikleri cinayet, hirsizlik gibi suclarla degil de yine baskalarinin kirlettikleri ruhlara sahip kadinlarin burada camasirlari temizlerken diger yandan da gunahlarindan arindiklarina inandirilmalari filmin kurgusunun(belki de kaderin mi demeli) en can alici, en dahiyane noktasidir.
    her karesinde tuyler urpererek izlenen bu filmde, eger ki bir de kadinsaniz yasanilan insanlik disi vahseti beyninizden detoksine edebilmek, en azindan normal hayatiniza donebilmek icin bir kac gun gerekiyor.
    aslinda sadece katoliklikle ya da irlanda ile ozdeslestirilmemesi gereken bir durum, yonetmen sadece dunyanin her yerinde yasanmis ve hala yasanan bu olaylara kendi penceresinden bakmis. biz baktigimiz pencereden ise namus temizleme kisvesi altinda sokak ortasinda vurulan guldunya'lar, amcasinin oglu tarafindan tecavuze ugradigi icin oldurulen ve cesetlerine bile sahip cikilmayan gencecik kizlar goruyoruz.
  • bagnazligin dini ve mekani, ve hatta son camasirhanenin 1996'da kapatildigi dusunuldugunde zamani da olmadigini gosteren bir film.

    filmin dvd'sindeki special features icinde yer alan bir belgeselde, hayatlarinin belli bir donemini bu camasirhanelerde - ki nazi toplama kamplarindan bir farki yoktur bana gore - geciren dort kadinla yapilan roportajlari izleriz.

    kadinlardan biri gayrimesru bir cocuk dogurdugu icin cocugu elinden alinmis ve kendi de bu camasirhaneye kapatilmistir. ancak 50 yil sonra utancini yenerek konuyu ailesine actiginda ogluna kavusabilmis, kisa bir sure sonra da olmustur.

    bir baska kadin, sadece "bir resim kadar guzel" oldugu icin, ve deyim yerindeyse "rahat durmasi" icin camasirhaneye gonderilmistir. bu kadin daha sonra evlenmis ve cok istedigi icin cocuk sahibi de olmustur ancak evlilik hayati icinde bile olsa, seksin gunah oldugu fikrinden kurtulamamistir.

    bir baska kadin asla evlenmemeyi tercih etmistir.

    roportaj yapilan kadinlardan sonuncusu, camasirhanelere bagli yetimhanelerden birinde yetismis, ve rahiplerden birinin cinsel tacizi ile karsilasmistir; neyin ne oldugunu bilmedigi, ogrenmesinin de mumkun olmadigi bir yas ve ortamda. bu kadin da daha sonra evlenmesine ragmen, hic bir zaman saglikli bir cinsel hayata sahip olamamistir. roportaj esnasinda bu kadinin, rahiplerden "they were not the men of god" * seklinde bahsetmesi de, sanirim filmin ne kadar gercekci oldugunu gostermeye yetiyor.

    ne yazik ki dine bagli bagnazlik sadece dunyanin gelismemis ya da az gelismis bolgelerinde degil, milli gelirin cok yuksek oldugu, cogunlugun refah icinde yasadigi, yedikleri onlerinde, yemedikleri arkalarinda olan toplumlarda bile devam ediyor.
  • ana karakterin kendisini kurtarmak için gelen erkek kardeşine biraz daha çabuk büyüyemez miydin diye bağırışıyla kopartan film.

    1996'ya kadar varmış bu çamaşırhaneler.
  • anadolu ajansı'ndan, film ve tartışmalarıyla ilgili bir haber:

    altın aslan’ın ‘magdalene rahibeleri’ne verilmesi, katolik kilisesi’ni kızdırdı

    59. venedik film festivali’nde altın aslan ödülünü yönetmenliğini peter mullan’ın yaptığı “the magdalene sisters” (magdalene rahibeleri) adlı filmin kazanması, katolik kilisesi tarafından tepkiyle karşılandı.

    irlandalı yönetmen mullan’ın 1960’lı yıllarda irlanda’nın bir köyünde yaşaytan iki rahibenin hayatını konu alan “the magdalene sisters” adlı filminde, “tecavüze uğramış rahibe, evlilik dışı ilişki, düzensiz aile” gibi katolik kilisesi’nin karşı çıktığı unsurlar işleniyor. kardinal tonini, gazetecilere verdiği demeçte, kilise hakkında doğruyu anlatmadığını söylediği bu filme ödül verilmesinin, festivalin saygınlığına gölge düşürdüğünü öne sürdü. papaz gianni baget bozzo da filmin “katolik karşıtı olduğu için” ödüllendirildiğini iddia etti.

    venedik bienali yönetim kurulu üyelerinden valerio riva ise mullan’a verilen ödülü provokasyon olarak nitelendirdi ve “altın aslan’ın, katoliklerin taliban’dan daha kötü olduğu tezini destekleyen bir yönetmene verilmesi beni kuşkulandırıyor.” dedi. katolik kilisesi’nin yayın organlarından avvenire gazetesi de “the magdalene sisters”ı “aşağılık bir film” olarak yorumladı. filmin yönetmeni mullan ise hayalini kurduğu bir ödülü kazandığını belirterek, bütün genç kızlara filmi görmelerini tavsiye etti. filmin katolik karşıtı olmadığını söyleyen mullan, “skandal olan, kilisenin o kızlara yaptıklarıdır.” dedi.
    roma, aa
  • karniniza dogru okkali bir yumruk indiren, peter mullan'an baska bir yonetmenin altindan kalkamayacagi film. yakici bir duygusalliga sahip. izlerken donup kaliyorsunuz. sirri ise hikayenin gercek olusunda. dunya gezegeninde bir tarihte buna benzer bir sey yasanmis. insanlik icin ne kadar buyuk bir ayip. irlanda gibi bir ulkenin buna mekan olmasi ise hic sasirtici degil zira derler ki dunyanin en koyu katolikleri orada yasar. bir sahnesine deginmeden gecemeyecegim: uc kadin bas rahibenin odasina girmek icin beklerken, karede manastirin penceresi gorulmekteir. apaydinlik. disari, manastirin disi, dinin kotuledigi yer isik seli, icerisi dinin yasatildigi yer ise kapkaranlik. dahice bir vurgu.
  • çok etkileyici, gerçekçi, iç burkan, fanatizme, kör inanca lanet etmemizi sağlayan, erkekler dünyasında yaşadığımız gerçeğini yüzümüze vuran bir film. katolik dini sisteme acımasız eleştiri açısından el crimen del padre amaro'yu anımsatıyor.

    cinsiyetçi olma gibi bir amacım olmamakla birlikte nedir bu kadınların dinlerden çektiği sorusunu da sormak isterim. "tecavüz, gayri meşru çocuk tek başına mı yapılır? bunda erkeğin katkısı nedir?" gibi temel sorular belli ki hiç sorgulanmadan ezik kadının üstüne yıkılmakta. ki bu ezik, ezilmeye çalışılan kadınlara yeme, içme, erkekler, uyku gibi hayatla ilgili zevklere ait her şeyden kaçmaları yolunda yaptırımlar uygulanıyor. hangi hastalıklı ruh bu sisteme boyun eğerek ruhunu özgürleştirdiğini düşünür? sadece ve sadece çamaşırhanede çalışan "köle" kadınların fiziksel özellikleri ile dalga geçen bir zihniyet bunu düşünür zannımca.

    ayrıca filmin 1964 yılında geçtiğini öğrenerek başta bir miktar dumur olmuşken, son anlarda şaşırma katsayımız bu çamaşırhane olarak adlandırılan kölehane sistemine ancak 1996 yılında son verildiğini öğrenmemizle tavana vurdu.

    muhafazakarlık kötü bir şey sanırım, fikirlerin, ufukların sınırlarının dar olması da. ha, bir de akacak su yolunu buluyor, günah işlenecekse işleniyor.
  • hikayenin gerçek oluşunu baz alarak bazı sorular kaldı kafamda. 1960'larda irlanda hükümeti armut mu toplamaktadır? bunca insan zorla tutulmaktadır orda. o dönemde irlandadaki yönetim şeklini tam olarak bilmesem de, kilise nasıl bi güçtür ki 100'lerce kadını hapis tutmaktadır? zannediyorum ki bu kızcağızların hepsi 18'ini (hatta 20'sini) geçmiş bulunmaktadır, bu nasıl bir hür iradeye tecavüzdür?

    içerdeki pisliklerden, kokuşmuşluklardan bahsetmeye değmez; zaten iğrençler ama şaşırtıcı değiller.

    din nasıl bir güçtür ki kilisenin insanların hayatlarıyla oynama hakkını kendinde görmesini sağlamıştır? tek suçu tecavüz edilmiş olmak olan bir kızcağız, çıkış tarihi bazı 'asarım keserim'cilerin keyfine bağlı olan bi hapishanede yıllarını en ağır işkenceyle -irade özgürlüğünün alınması, dayatmalarla yaşama zorunda kalmak gibi bin türlü ağır ceza- geçirmek zorunda kalmıştır.

    tahmini 30 000 mağdur irlandalı bayan için bu filmin eleştirel -hatta saldırı niteliğindeki- film azdır bile. bu nasıl bir afyondur ` : din toplumların afyonudur`? reform nedir rönesans nedir? böyle 20.yy olur mu ulan?!

    (bkz: eh eytere bea)
  • bir kadin olarak izleyeni daha cok fazla sarsan bir mullan filmi. gozumuze soktugu katolik dunyasinin kohneligi, sesini cikaranin basina ne isler acilabileceginin yaninda kadinlar tecavuze ugrasa, kendi basina cocuk yapmaya kalkisirsa basina ne menem belalar gelecegini goruruz. entipuften nedenlerle kadinlara nasil birer fahise muamelesi yapildigini goruruz. insanlik onurunun, eglence adi altinda gogus, popo yarismasiyla nasil ayaklar altina serildigini goruruz.

    filmin konusunu biraz daha genisletmek gerekirse, ornegin 1964 yilinda anadolu’nun bir sehrinde genc bir kadin, kuzeni tarafindan tecavuze ugradigini herkese aciklasa en iyimser tahminle kuzeni ile evlendirilecekti. yine baska bir kadinin evlilik disi cocuk dogurdugunu dusunelim. en iyi ihtimali yok kesin oteki tarafa bileti kesilecekti. veya lise ogrencisinin uzaktan erkeklerle fingirdesmesi dayak ve egitim hayatinin bitmesi ile sonuclanacakti. kuran kurslari henuz bu kadar yaygin amaclar icin kullanilmadigindan, bizim toplum ozelinde keske insanliktan nasiplenenemis, kutsal olarak gorulen degerlerin arkasina gizlenerek her halti yiyen olsa boyle bir kurum olsa dedim filmi izlerken.
    sonucta hicbir sey insanin yasam hakkindan daha onemli ve degerli degil.
hesabın var mı? giriş yap