• cok ufak bir nuansi hosuma giden roman.

    nick carraway "you can't repeat the past" dediginde gatsby "can't repeat the past?" diye cevap verir. nick'in soyledigini tekrar ederek gatsby birkac saniye oncesini tekrar etmis olur.
  • dün gece izleme şerefine nail olduğum ve kafamdaki soruların cevabını bulmak için delicesine en kısa sürede kitabını okuma isteğiyle dolduğum bir film.

    filmdeki görsellik ve genel olarak sunulan atmosfer ne kadar başarılı olsa da, fitzgerald'ın şiirsel anlatımının bir filmde tam olarak yansıtmanın imkanı olmadığından, bir de kitabını okuyup hayal gücümüzle çizmek gerekir fitzgerald'ın new york'unu.

    --- spoiler ---

    gatsby kimdir? bu sorunun cevabını dünyada verebilecek tek kişi var. onu gerçekten tanıyan ve trajik ölümü ardından cenazede arkasından yas tutan tek kişi.. tek dostu.. nick carraway.. o ise bize bu hikayeyi anlatırken alkolizmin pençesine düşmüş, öfke nöbetleri ile sürekli bir depresyon hali arasında gidip gelen zavallı bir ruhtan fazlası değil. bütün olanları konuşmak onun için çok ağır. kelimeler ancak kağıdın üzerinde dik durabiliyor.

    gatsby'yi anlamak öncelikle nick'i anlamaktan geçiyor. hayalleri new york'un dişlileri arasında sıkışıp tuzla buzla olmuş birisi nick. yazar olma hayaliyle o canlı ruhunu jazz döneminin hüküm sürdüğü new york'a getirmiş, ancak daha sonra kendini new york onu devasa çarkları içerisinde parçalayıp onu sözcüklerden uzaklaştırıp, en ruhsuz, en cansız, en duygusuz köşesine tahvil satıcısı olarak fırlatmış. ve en önemlisi onun elinden geleceğe dair umudunu alıp götürmüş

    gatsby ise nick'in tam tersi bir karakterde. o bu dünyada her şeyi başarabileceğine inanan, umudun en saf halini tanrısal bir biçimde içinde taşıyan birisi. tıpkı nick'in dediği gibi; gatsby gülümsediğinde içindeki umudun servis ettiği kendine güveni görememek imkansız. kenar mahallelerden multi milyonerliğe yükselmiş, 1. dünya savaşında ölümün kıyısından kaç kez dönmüş, kenar mahalleden gelmesine rağmen aristokrasi dünyası oxford'da okumuş bir mucize adam o. bunların hepsini de ne isterse başarabileceği inancı sayesinde başarmış. çünkü o kendisinin de değimiyle "tanrı'nın oğlu".

    kader bu iki adamın yollarını kesiştirdiğinde gatsby içinde büyüttüğü umut sarhoşluğuyla en büyük sınavına hazırlanıyordu. geçmişi değiştirmek. para, şan şöhret, güç her şeye hükmetmeyi başaran gatsby en zor sınavında akıp giden zamana karşı meydan okumak istiyordu. daisy'i bırakıp gitmesi geçmişte yaptığı bir hata mıydı? veya daisy'i o anki haliyle beraber olmaya ikna edemeyeceği için bunların hepsi kader'in oyunu muydu? her halükarda gatsby, ister kader olsun, ister kendi geçmişinde yaptığı bir hata, bunu değiştirebileceğine inanıyordu. ancak tanrı'nın oğlu bile tanrı'nın koyduğu kurallara boyun eğmek zorundadır. yoksa içindeki bu ateşli arzu, onun sonunu getirir.

    filmin ana teması yukarıda anlatmaya çalıştığım şekilde. ancak gatsby'nin kim olduğu ise hala bir soru işareti.böyle bir karakter gerçekten var mı? yoksa tamamen alkolik nick'in zihinsel oyunlarının bir parçası mı? yoksa gatsby'nin egosu altında şekillenen yarı gerçek, yarı kurgu bir karakter mi? kesin olarak bilmesem de filmde bazı sahneler bize ipuçlarını sunuyorlar.

    öncelikle nick karakteri'nin ruh sağlığının tamamen bozuk olduğunu ve bu hikayeyi bir kitap halinde psikolojik terapisinin bir parçası olarak yazdığını göz ardı etmemek gerek. asıl hayali bir yazar olmak olan ve bunu gerçekleştiremediğinden dolayı hayata karşı umutları gittikçe azalan nick'in bütün bir hikayeyi psikiyatrına bölüm bölüm anlatmak yerine kitap olarak yazması, hikayenin kurgusal boyutları hakkında bize sağlam ipuçları veriyor.

    bunun yanında nick'in gerçekleri nasıl çarpıttığının ufak bir örneği hikayeyi anlatırken söylediği ufak, ama bariz yalanlar. nick, tom ve metresi ile yaptığı alemi anlattığında hayatında sadece iki kez sarhoş olduğunu ve bunlardan birinin o gün olduğunu söylemektedir. ancak dosyasından çok iyi biliyoruz ki, nick bir alkolik ve sarhoş olmak onun hayatının rutin bir parçası.

    ayrıca nick'in hikayesini anlattığı gatsby, amerika'nın en zengin, en ünlü ve en medyatik adamlarından biri. ancak nick hikayesini anlattığında gatsby'nin ismini söyleyince, karşısındaki doktor'un tepkisi "o da kim?" den fazlası olmuyor. bu örnek de nick'in ya gatsby fenomenini oldukça abarttığını ya da bu karakterin tamamen kurgusal olduğunu destekler nitelikte.

    bunun yanında nick'in gatsby ile daisy'nin beraber olduğu her anda yanında olmasına rağmen, bütün hikaye boyunca tamemen pasif bir rolde olması da manidar. nick'in hikayede hiç bir aktif rolü yok. gatsby'nin verdiği partilerde olsun, gatsby ile daisy'nin yeniden ilk buluşması olsun, daisy'lerde yenen yemekte olsun, nick orada olmasına rağmen dışardan olaylara bakan bir izleyici gibi. hikayenin farklı yönlere kaymasına sebep olabilecek bir hareketi bırakın, neredeyse hiç bir yorumda bile bulunmuyor. tıpkı bir yazarın hikayeyi dışardan izlemesi gibi.

    benim fikrime göre, gatsby karakteri nick'in kendi ruhunun bir yansıması. kendi umutsuzluğuna bir panzehir olarak yarattığı kendinde eksik olan ve onu depresif ruh haline iten umutsuzluğunun bir antikoru. içindeki binbir renkle beraber yazar olmayı umut eden nick, kendini sadece gri tonlarının hakim olduğu ruhsuz bir hayata mahkum olunca, gatsby karakteri ona umut oluyor.

    gatsby'nin son sahnede, ölmeden hemen önce daisy'nin aradığını zannederek sonunda başardığı hissine kapılması gibi, buna paralel olarak nick de tımarhanede yazdığı bu roman ile beraber yazarlık hayalini sahte bir başarı duygusu ile tamamlıyor.
    --- spoiler ---
  • 20li yillari ve o donemde baslayan sosyetik partili , isiltili falan zamanlari , mass productionin gunumuze kadarki etkilerini en super sekilde gozumuze sokan , zamaninin fight clubi bile sayilabilecek , kadin erkek iliskilerini de son derece basarili inceleyen bir klasik olup , oyle "sucks falan demeyi ogrendim simdi ben kendimi ingilizce biliyo sayiyorum"larin hakkinda "hodo" bile diyemeyecegi kitap. (bkz: ayari verdim rahatladim)
  • gerçekten reel bir film olmuş. yani aşkların peşinden umutla, ısrarla, öfkeyle koşmanın önemsizliğini o kadar masalsı bir şekilde anlatmışlar ki masalsı bir yerde öyleyse gerçek hayatta neden olmasın diyorsunuz. konunun anlatış biçiminde sürekli bir ters köşe gelecek hissiyatı var fakat gelmiyor. senaryo basit kalmış biraz, en iyi şey ise soundtrackler ve görsellik.

    --- spoiler ---

    5 yıl bekle. sevdiğin kız evlensin ve o gün mektubunu okuyup hüngür hüngür ağlasın. ondan sonra evinin karşısına on numara ağaoğlu evi dik. herşeyini ona göre ayarla. tek düşündüğün şey o kıza olan aşkın olsun. kız arabayla birini öldürsün üzerine al suçu, kızı koru. kocasının karşısına dikil onu seviyorum diye bağır. ondan sonra bir kurşunla öl, sana aşık olduğunu sandığın o masum kızın amında bile olma. cenazene bir çiçek bile yollamasın ve çekip gitsin sessiz sedasız.

    her geçen dakika daha da kızdım lan gatsby'e. yapma işte değmez uğruna yıllarını döktüğün şeye. aşk sevgi olduğu kadar da ihtirastır, bari bu aklına gelsin. ama yok sevmiş bir kere azizim. evlenmeden karısı olarak görmüş sevdiği kızı. attığı mektuplardan özel kitaplık bile yapmış. peki ne olmuş lan? aşk yolunda yaptığı herşey geri tepmiş, şansını sikeyim azizim. her sahnede bir müzik var adamı daha da dumur eden. belki de basit bir senaryo var azizim ama önemli bir konuya pandik atılıyor.

    son sözümü de söyleyip gideyim.. köpeğimin ismini boşuna daisy koymamışım ben.

    --- spoiler ---
  • geçen hafta ingilizcesinden okurken can yücel ve püren özgören çevirileri ile aynı anda karşılaştırma imkanım oldu.

    can yücel'in tadından yenmez diye tarif edilen çevirisi ne yazık ki daha ilk cümlesinden ofsayt. metinde geçen ifadelere kafasından ordaki ifadelere aslında hiç de uymayan türkçe deyimleri uydurarak kullanmış. iyi çeviri böyle oluyorsa ben de alayım yanıma "atasözleri ve deyimler sözlüğü"nü, ordan bakıp bakıp metin içine serpiştireyim. hatta bir de üstüne adaptasyon yapayım hamlet yakın arkadaşları rosencrantz ve guildenstern ile kahvede okeye oturduklarında yanlarına horatio'yu almazlardı, çünkü o hep taş çalardı diye karakterleri de iyice türkleştireyim. olsun sana "bizden biri hamlet". herkes shakespeare okusun doya doya.

    püren özgören'in çevirisinde yakaladığım yaratıcılık ise akıllara ziyan. "premature" moon (prematüre ay: artık yazar akşam henüz yeni doğan ayı mı, yoksa ayın dolunay olmadan önceki safhalarını mı anlatıyor bilemiyorum.) ifadesini "turfanda ay" olarak çevirmiş.

    şükürler olsun ingilizce metin elimdeydi de ingilizcesinden bitirdim kitabı. çeviri adına kim bilir neler yutturuluyor bize ne yazık ki.
  • --- spoiler ---

    filmin ilk 1 saatini devirince kafamda bir şimşek çaktı. hikaye peri masalı gibi olamazdı. çünkü leonardo di caprio oynuyordu. catch me if you can'den başka mutlu sonla biten bir filmi var mıydı ki bu adamın? geçtim mutlu sonu, ölmediği?

    "hayatta hep yukarı tırmanabileceğimi biliyordum. ama sadece yalnız olursam tırmanabilirdim. o zaman bu kızı öpünce sonsuza dek ona bağlı kalacağımı biliyordum. o yüzden durdum. durdum ve bekledim. biraz daha bekledim. sonra kendimi bırakıverdim... benim gibi bir adamın aşık olmasının büyük bir hata olduğunu biliyordum. daha 32 yaşındayım, daisy'yi kaybettiğimi unutabilsem büyük bir adam olabilirim ama hayatım azizim, hayatım böyle olmak zorunda..."

    daisy bilinen tarihin başından beri (m.ö. 3500 olarak kabul edilir) her toplumda bulunan ve alt tabakayı insandan bile saymayan orospu çocuklarının en pürüzsüzü olarak göze çarpıyor. kendisi ile hemfikir olan allahsız kitapsız kocası da inceden faşist fakat alt sınıftan metres yapmaktan da geri kalmıyor siyrunu siktuğum.

    "gatsby? ne gatsbysi?"

    şımarık kadın kadar ürkütücüsü yoktur. hayatında bir kez bile bu kadınla ilişki tecrübe etmiş adam ölesiye uzak durur bu tipten. tabi bundan haberi bile olmayan tek hayali daha yukarı tırmanmak olan james gatz hiç beklemediği bir anda karşılaşıyor bahsettiğim kadınla. ve maalesef onunla geçirdiği zaman aşık olmak için yeterince fazla ama tanımak için çok az. aşık olduğu kadına bir karakter biçiyor ama bu karakter gerçekten oldukça uzak. bir kaç örnek görse de kendini kandırmaya devam ediyor. halbuki kadın ona çok ciddi ipuçları veriyor. zengin bir adamla evlenmesi, gatsby gerçeği kocasına söylemek üzere iken saçmalaması gibi çok ciddi ipuçları veriyor. ama görmek istemiyor dearest old sport. finalde eline geçen tek şey ise başardığını zannetmesi. başardığını zannederek gidiyor ama karşısındaki umursamaz insanlar onu bir an bile düşünmüyor. yıllar sonra belki de daisy için üff diye iç çekeceği bir anı olarak ölüyor.

    o değil de siz ve sizin gibi insanların kitabını sikeyim buchanan ailesi.
    --- spoiler ---
  • geçtiğimiz haftasonu izlediğim film, yalnız 3d olarak izlemedim. film hakkında yorum yapacak olursak;--- spoiler ---

    öncelikle leonardo di caprio ve tobey maguire' nin oyunculuklarını çok beğendim, zaten bazı yorumlarda da söz edildiği üzere bu ikilinin çocukluk arkadaşı olması filme çok güzel bir tat katmış, nick carraway'ın gatsby'le oluşan dostluklarını bunun sayesinde filme daha iyi yansıttıklarını düşünüyorum. carey mulligan'ın daisy'sine gelecek olursak sesi ve görünüşü olmuş ancak kitaptan da hatırladığım kadarıyla daisy biraz daha kaçık bir karakterdi, sanki bu kaçıklık yeterince verilememiş gibi geldi bana. 'valley of ashes' ve doktor t. j. eckleburg'in gözlerinin filmde de iyi yansıtıldığını düşünüyorum, özellikle daisy, myrtle' a çarptığında, arka planda doktorun gözlerinin olması ''tanrı herşeyi görür, bizi izliyor'' muhabbetinin yansıtılması açısından hoş olmuş, aynı zamanda bu yozlaşmış toplumun ahlaksız bireylerinin birbirini yok edeceğini de sembolize etmiş olabilir. yeşıl ışık olayının üzerinde de yeterince durulmuş, aynı zamanda o dönemin çılgınlığını ve yozlaşmışlığını gatsby'nin partilerinde ve berberdeki gizli girilen partide rahatça gözlemleyebildik. müziklerin mix edilmesi sıradanlıktan uzaklaştırmış, farklı bir yaklaşım olmuş. görsel açıdan da süper, malikaneler, o şatafat zenginlik, o ışıltı. leonardo da ışıl ışıl ışıldamış, yerim. ayrıca ırıspısın daisy
    --- spoiler ---
  • amerikanın jazz age zamanlarını anlatan f. scott fitzgerald'ın şaheseri..çok güzel tasvir etmiş insanları çook..zevkle okunuyor..mecbur olmamıza rağmen..
  • ne zaman yeşil bir ışık görsem içimin acımasına neden olan, dantel gibi işlenmiş muhteşem bir f.scott fitzgerald[şah]eseri.

    --- spoiler ---

    jay gatsby öldüğü zaman, sağlığında onun muhteşem partilerine gelip sabahlara kadar içen "arkadaş"larından bir tanesi bile cenazesini kaldırmaya gelmez. uğruna bütün hayatını harcadığı kadın tamamen onun hatası olan olaylardan bir gram bile suçluluk duymadan dangalak kocasıyla zengin züppe hayatına döner. bir tek nick etkilenir olaylardan ve yavaşça kaçar doğu yakasından....

    --- spoiler ---
  • “tom ve daisy düşüncesiz insanlar. etraflarındaki her şeyi mahvederler ve sonra o büyük umursamazlıklarına veya onları bir arada tutan her ne ise oraya çekilirler, ve neden oldukları pisliğin temizliğini başkalarına bırakırlar ”
hesabın var mı? giriş yap