• dizide asagi yukari soyle bir laf geciyor.

    " sen yasadigin hayattan mutsuz oldugunu dusunursun, sonra oyle bir sey olur ki o ana kadar aslinda hic de mutsuz olmadiginin farkina varirsin."

    basit gibi gorunse de oldukca carpti beni bu laf duyunca.. burda dursun. guzel dizi.. simdi bekleyelim bakalim 3. sezonu.
  • finaliyle kalbimi çalmış, kraliyet hazinesine koymuştur <3 ilk sezonun ilk bölümleri ve son sezonun son bölümleri destansıdır.

    ayrıca finalini (ikinciye) izlerken sözlükten bi ismi düşünmeden, burada onu anmadan edemedim. ed edd ve eddy ve ben nickli arkadaş kraliyetle ilgili epey entry yazardı ve hem kraliyetin hem de sözlüğün sıkı bir takipçisiydi. kendisi maraş'ta ikamet ediyormuş ve ne yazık ki depremden sonra online olmamış. kuvvetle muhtemel artık aramızda olmayan bu arkadaşımızın ruhuna yürekten bir huzur diliyorum.
  • insanlar morali bozuk olunca friends vb. izler, ama ben döndüre döndüre bunu izliyorum. çok sevdiğim ve 3. kez bitirdiğim bu şahane dizi hakkında doğru düzgün hiçbir şey yazmadığımı şaşırarak fark ettim. ne zaman kafam bozulsa ve sakin olmayı beceremesem lilibeth'in sükuneti bana çok iyi geliyor. diziyi izlemeyenler bile 2. sezon 9. bölüm olan paterfamilias'ı izlemeli. 3. sezondaki cast değişimi nereye sürükler bilmiyorum ama başta claire foy faktörü olmak üzere casti, mekanları, müzikleri ve geçirdiği duygu ile ilk 2 sezonu gerçekten bambaşka bir şey.

    --- spoiler ---

    karakter karakter gitmek istiyorum, do sit down.

    ikinci elizabeth: kraliçe kendisini claire foy'a oynattıkları için teşekkür babında netflix'i sir ilan etmeli. ilk başlardaki şaşkın ama kararlı duruşu zamanla yerini durgun, olgun ve kararlı bir kadına bırakıyor ve foy'un en ufak mimikleri, bakışları sayesinde bu içinize işliyor. incecik beyaz teni, doğal kaşları, narinliği ve mavi gözleriyle bana göre dünyanın en güzel kadını. kraliçelik müessesesinde kadının ne ailesine, ne başbakanlarına zaafı var. çocuklarımla yerde yuvarlanayım, kardeşimi istediği kocayla evlendirmek için herkesi karşıma alayım gibi kahramanlıkları yok. tek zaafı kocası philip. "zaten aşırı sıkıcı ve protokol bir hayatım olacak, bari eğlenceli ve manyak bir koca seçeyim heyecan olsun hahahyy" diyip philip'i alıyor ve adama oldukça aşık. yalnız kafası bozulunca philip'i bile 5 aylığına dünya turuna dehliyor. başbakanları, özel sekreterleri, gerçek bir altın günü teyzesi olan annesi, çılgın kızkardeşi ve piçirik kocası sürekli akıl verip üstüne geliyorlar da bir kez bile fak, şit, bok demiyor. ouuch diyor en fazla, yapacağınız işi s2m anlamında. kremlerini sürüp duasını edip uyuyor. hiç öyle "kraliçe olmaktan çk skıldm kşke sıradan bir inkilis kadını olsaydm :/" gibi dramatik tripleri de yok, dibine kadar kraliçe. gerektiğinde halka 60 gün daha gülümsemek için spazm geçiren yüz kasına iğne yaptırıyor. ben olsam hangi birinizle uğraşayım gerizekalılar düşün yakamdan diyerek yere çömelip ağlıyordum. sürekli basıp durduğun "görüşme bitti defol" ziline hastayım, keşke benim de olsa, basa basa gezsem. seni çok seviyorum lilibeth, ara sıra görevi bana devredebilirsin, protokole tabi donuk ve nadan kişiliğimle on numara idare ederim seni 10-15 gün.

    philip mountbatten: matt smith tarafından bir naughty boy gibi canlandırılıyor ve hastasıyım. gerçek bir baş belası, çapkın, çılgın ve seksi. aniden elim bir trafik kazasına kurban gitmemeni çok iyi anlıyorum philip ahsdfgd. her yerde sıkılıyor, halka el sallamak değil dil çıkartmak ya da hareket çekmek istiyor, arada kalitesiz kadınlarla takılası geliyor ama elizabeth'i seviyor da. karım da karım diye peşinde geziyor, dargınlıkları usulca bitirmeye çalışıyor. elizabeth kızmış olsa da bu iki şebeklik yapınca " :)) seni aptalll" diyerek hemen yumuşuyor. kendisinin başrolünde olduğu paterfamilias bölümünde düşen uçağın içinde temsili olarak gezdirilmesi beni her seferinde ağlatır. özünde hep sürgün, yersiz yurtsuz ve ailesiz bir adam olduğu için elizabeth'in mütevazı kadınlığı ve sakin sevgisinde kendine bir aile bulması, bazen boğulsa da bundan asla vazgeçmemesi, evliliklerinde zamanla oturan anlayış ve kader ortaklığı çok güzel işleniyor. lunch club paravanı altında çapkınlığa çıkan aykırı damat philip'in bile margaret'in tony'sini görünce "baldızım pezevenklerin eline düşmüş, ne yapacağız elizabeth" triplerine girmesine her seferinde çok gülüyorum hahahasd.

    queen mother: bakırköy'de bir evde sıradan bir altın gününe tepeden iniverse ortamı zerre yadırgamayacak ve kendisi de yadırganmayacak bir teyze. royallik sıfır. çayına hamur işi batırıp düzgün çalışsın diye pat pat vurduğu televizyonu izlemek, arada ne olacak bu kızlarımın hali diye ağlamak en büyük hobileri. kraliyetin halkla bütünleşmek zorunda bırakıldığı bölümde "ühühü kamyoncularla, işportacılarla görüşeceğiz ne hale düştük" diye ağlamasını hiç unutamıyorum. bazen elizabeth'i zıvanadan çıkaracak hareketler yapsa da bu kadını seviyorum, give her some biscuits, tea and a led tv.

    prenses margaret: dünyalar güzeli vanessa kirby'nin bafta alacak kadar iyi canlandırdığı çılgın, güzel ve chainsmoker bir tarihi şahsiyet. hep "kraliçelik aslında benim doğamda var, sen biraz eziksin ablacım :)" havalarında gezse de elizabeth'in hayatına bir gün bile dayanamaz, 1 ay içinde monarşinin tarihten silinmesine sebep olurdu. lordun birine "dans etmek isterim tabi ama sizinle değil" dediği için özür mektubu yazdırılmasına hala gülüyorum ve peter townsend'le evlenemediği için antony armstrong-jones pezevenginin eline düşmesine çok üzülüyorum. kızın evliliğine karışmayan kalmadı, lord salisbury denen bunak "margaret'i o adama verirseniz lordluğu bırakırım :/" bile dedi. bıraksaydın aq, sana ne kızın kimle sevişmek istediğinden, si ze ne? mutlu musunuz, grup sekslerden çıkmayan manyakla evlendi sizin yüzünüzden. seni çok seviyorum qweeen marg, gelin arabasının içinde halka el sallarken ne kadar güzel olmuştun cnm bnm <3 ilk sezon saç modellerimiz aynıydı sonra saçını uzatıp beni bi parça üzdün. kendisi olmasa da çocukları iyi evlilikler yapıp mutlu olmuşlar, evet hepsinin hayatını araştırdım :/

    tommy lascelles: dünyanın en ingiliz ingilizi. ingilizliğin vücuda gelmiş hali. uzaylılara ingiliz örneği olarak gösterilmesi gereken muhteşem bir insan. soğuk duruşu, garfield bakışları ve insanı ağlatacak derecede mantıklı olmasıyla herkese lazım bir özel sekreter. keşke benim de olsaydı, her sabah odama girip kararlarımın ne kadar mantıksız olduğunu, ne salak salak hareketler yaptığımı, bu gidişle burnumun boktan kurtulmayacağını kibar bir dille söyleyip gitseydi. elizabeth'in toyluktan olgunluğa geçişiyle ilgili en güzel anekdotlardan biri, bir gün tommy saraya ziyarete geldiğinde emeklilik hediyesi olarak kraliyet aracı ve şoför hediye edildiğini görmesi ve hediye edenin bizzat kendisi olduğunu hatırlayıp şaşırmasıdır. duygusallığı zamanla ardında bırakan elizabeth'in gençken gösterdiği bir zaaftır bu.
    tommy lascelles şu anda yaşasa böyle bir dizi galiba çekilemezdi. önce durumu kraliçeye duyurmadan netflix yetkililerini parkta kitap okuma numarasıyla bekler, hallerini hatırlarını sorar, sonra bu yaptıklarının yanlış olduğunu iletir, işe yaramazsa gerekirse hepsini mi5'a temizletirdi. ve kraliçenin haberi bile olmazdı asdfghds. (ayrıca kendisi elizabeth'in kuzenidir, halasının torunudur)

    michael adeane & martin charteris: bunlar da kraliçenin diğer broları, kader ortakları yani özel sekreterleri. adeane biraz künt ve sevimsiz olsa da tam bir görev adamı, martin daha sevimli ve nasıl içtenlikle long live queen elizabeth dediyse kadın hala yaşıyor. keşke başka bir şey dileseydin martin. söylemeden geçemeyeceğim, dizinin en komik sahnelerinden biri lascelles ve adeane ikilisinin kraliçeye margaret'in nişanlısının grup seks yaptığını söylemeye çalıştığı sahnedir, burnumdan bile yaş geliyor gülerken.

    winston churchill: söylenecek pek bir şey yok, sir winston işte hepimizin bildiği. büyük, egoist, zeki ve ingiliz. 1. sezon 9. bölümde stannis baratheon'la karşılıklı yardırıyor. minik kraliçeyle karşılıklı sahneleri de hep çok güzeldi. bu diziyi iyi yapan bir özelliği de gerçekten kraliyet odaklı olması, mesela churchill emekli oluyor ve adamı bir flashback dışında asla bir dram malzemesi ya da yan karakter olarak görmüyoruz bir daha, hayatı tamamen rahat bırakılıyor. keza anthony eden da öyle.

    anthony eden: bu adam yüzünden alzheimer olduğumdan şüphelendim, bakıyorum bakıyorum, ben bu allah gibi yakışıklı ehtiyarı bir yerden tanıyorum diyorum, inat ettim daha önceki rollerine bakmadım. the tudors'da thomes more'u oynayan adammış meğer lan. bu kadar yaşlı görünmesinin tamamen makyaj hilesi olduğunu öğrenince içim rahatladı. churchill'ın yerine geçeceğim diye bir tarafını yırtıp sonra stresten şeker hastası olmanı ve çok iyi arapça konuşmanı unutmayacağız havalı reyiz.

    harold macmillan: bu da pasif ama iyi bir adamcağızdı, elizabeth'e saygıda kusur etmedi, çok gariban bir görüntüsü vardı. kraliçe doğum yaparken bakanlar kurulunu ayağa kaldırıp dua ettirmişti. düşünsene ingiltere kraliçesisin ve ıkınırken bakanlar "tanrı kraliçemizi bir avazda kurtarsın" diye dua ediyor. yaşlı ve şişmanca karısı bunu gözünün önünde aldatıyordu ama onda bile beyefendiliğini bozmadı. zaten istese de bozamazdı çünkü karısı bunu tek yumrukla yere sererdi. gerçekte de karısı dorothy macmillan'ın ölene kadar 30 küsür yıl boyunca bob boothby diye bir baronla öpüşmeli seksli ilişkisi varmış. görsen kendi halinde örgü örüp çay içen teyze dersin. adamın karısının kuzeni mi ne, lady diana'nın da akrabası ayrıca kadın. ne aşklar var.

    antony armstrong-jones: tam bir piçirik ve pezevenk, yaşasaydı instagram'dan eskortlara yürüdüğü için her gün the sun'a manşet olurdu. sırf lord ünvanı alayım da anama yaranayım diye margaret'le evleniyor. bu adamı tekinsiz ve her yola gelecek bir duruşu olan matthew goode'ye oynatmaları bile dizinin nasıl başarılı cast çalıştığının ispatı. gerçekte elizabeth ve diğerleri bu adamı hayli seviyormuş, adamın margaret'inkiler hariç meşru ve gayrimeşru 4 çocuğu daha var, öldüğünde anma düzenleyip bu çocukları, adamın sonraki karılarını, metreslerini filan hep çağırmışlar. enteresan bir şeytan tüyü vardı demek ki, bunca pisliğine rağmen 18 yıl evli kalabildiklerine göre.

    prens charles: bu herife biraz üzülüyorum. popülist olmadığım için diana meselesinde de hiç kızamıyorum. çocukken anasından babasından görmediği şefkati evin uşağından, dedektiften filan görüyor, saraya dönünce hizmetçilere sarılıyor. 3. sezonda camilla ile aşkının başlamasını, 4. sezonda diana ile zorla evlendirilmesini izleyeceğiz. adamın diana ile olan düğün fotoğraflarına bakın, kabız olmuş ama kafasına illa güleceksin diye silah dayanmış gibi gülüyor. camilla ile fotoğraflarında ise ikisi de petek arkasına sıkıştırılmış market poşeti gibi buruşuk ama ağızları kulaklarında. heir olmanın çilesini en çok bu adam çekti ve hala prens. lütfen amcaya üzülelim.

    sekizinci edward: "taht hiç önemli değil, saltanat yalan, cnm karım her şeyden daha önemli. aşk aşk aşk <3 <3 <3" ayağı yapıp, elizabeth taç giyince üzüntüden bahçeye çıkıp gaydayla acıklı bir edinburgh havası çalman unutulmayacak nazi reyiz. aşkmış, peh peh.

    duck shoot: dizinin en az claire foy kadar mütemmim cüzü olan müziği. kritik anlarda, kopma ve yeni başlangıçlarda çalar, içinde her duyguyu barındırır ve muhteşemdir. dinleyiniz.

    3. sezona gelelim. cast değişiminden endişeleniyorum, zira linç yemeyi göze alarak söylüyorum ki helena bonham carter'ı, bellatrix lestrange'ı hoplayan zıplayan şebek bir deli teyze haline soktuğundan beri hiç sevmem. vanessa kirby'den sonra hayli çirkin ve popüler bir seçim olmuş. king's speech'de queen mother'ı oynadıktan sonra şimdi margaret'i oynayacak olması ilginç. 2006 yapımı the queen'de prens charles'ı oynayan alex jennings de bunda sekizinci edward'ı oynuyordu. claire foy'dan sonra kim gelse çok zor kabullenilecek o yüzden olivia colman'ı aurasız bulsam da izlemeden yorum yapmayacağım.
    sezon bıraktığımız yerden 12-13 sene sonra başlıyor, çocuklar büyümüş, margaret ve tony'nin boşanmasına 1 yıl, özellikle charles'ın hayatında babasından bile büyük yeri olan "uncle dickie" louis mountbatten'ın (kendisini tywin lannister aşgımız canlandıracak) ira suikastiyle öldürülmesine 2 yıl, chales - diana evliliğine 4-5 yıl var. 6 sezon süreceğine göre diana'nın ölümü ve ardından kraliyetin itibarını toparlama süreciyle sona ereceğini düşünüyorum.

    edit: elizabeth'in yetersiz eğitimi yüzünden politikacılarla yaşadığı sıkıntıları anlatan 1. sezon 7. bölümde küçük elizabeth eton koleji'ne eften püften dersler almaya giderken bir an bahçede kendisinin aksine çok ciddi eğitim alan geleceğin politikacıları erkek öğrencilerin arasında tek kalıyor, orada yaşadığı şaşkınlık, yalnızlık, utanç kraliçenin ileride yaşayacaklarının öngösterimi. o kadar ince bir sahne, işte böyle bir dizi.

    --- spoiler ---

    bana bu zevki yaşattığın için long live queen elizabeth. longer, longest.
  • bütün her şey bir tarafa, ingilizlerin şaşaalı ama bir o kadar da mütevazı yaşam şekillerini bize gösteren dizidir, londra yıllarıma geri döndürmüştür şöyle ki;

    parlemento binasının önünden birçok defa geçtim, o binadan çıkan milletvekilleri civardaki publara dağılırlar, herkesle beraber biralarını yudumlarlar, fish&chipslerini yerler, kahkahalarını, günün yorgunluklarını atarlar.
    sanki 2 saat öncesine kadar dünyanın geleceği hakkında karar verenler kendileri değillermiş gibi...
    eğlenceleri biter, taksiye atlar ve evlerine giderler.

    siyasetçilerini, kraliyetini geçtim, en zenginleri dahi çok mütevazı, gösterişsiz bir yaşam sürerler. pahalı markalı araçları sadece göçmenlerde, araplarda görürsünüz.

    margaret thatcher'ın kurmaylarına yemek hazırladığı sahneyi gördünüz değil mi? evet, adamlar böyle ülke yönetiyorlar, kendi toprakları ve insanları için en mütevazı, gösterişsiz, protokolsüz ama dolu bir güç ile dünya politikasına şekil veriyorlar.

    sanırım bu adamların durumunu '' milyonlarca doları olduğu halde, beş parasız, hep borçu ve temkinli gibi görünen varyemez'' olarak tanımlamak yanlış olmaz.

    adettendir debe editi yapalım: daha okuduğunu anlamaktan acizlere edit yapmak istedim şöyle ki;
    burada yanlış anlaşılan bir husus var, ben burada anglo sakson güzellemesi falan yapmadım. bir gerçeği dile getirdim.
    bu adamların mütevazı yaşam şeklini benimsemeleri bir gerçek. 9 sene londra'da yaşadım ve ingiltere'nin değişik bölgelerini gördüm artı ben bu ülkenin vatandaşıyım ki kanaat oluşturabilecek çok tanıdığım oldu bu konuda.
    önce evet, pahalı, gösterişli araçları orada %99 oranda hep ya araplar ya da 3.dünya ülkelerinden göçen sonradan zengin göçmenler kullanır. ingilizlerde de vardır belki ama inanır mısın ben hiç denk gelmedim ya la!
    kraliyete özel sadece bentley değil, rolls royce da araç üretir, çünkü bu araçlar ingiliz markasıdır. yani bizim sonradan zengin görgüsüzlerimiz gibi milletin parasıyla audilere, mercedeslere binmiyorlar. yerli üretip kullanıyorlar. 6 milyar dolar demiş ya, kafayı yememek elde değil, sen bak bakalım kraliyet ailesi senede ne kadar vergi veriyor ingiltere'de? yılda ne kadar turist çekiyor birleşik krallık'a? kraliyet ailesinin avukatlığını yaptırıyorsunuz bana burada ama bu aile gerçekten savurganlıktan nefret eden bir aile.
    neden biliyor musun?
    ingiliz halkı adamın götünden kan alır da ondan.
    ingiltere halkı neden mütevazı yaşam şeklini benimsiyorsunuz diye hayıflanmaz da ondan.
    ama kibirleri var mı? evet var ve bunu bile yaparken açıkça göstermezler, belli etmezler, alaya vururlar vs...
    bazı şeyleri kabul etmek lazım. bu adamlar bazı şeyleri aştılar. bizim burada düşünmemiz gereken şey neden ve nasıl onlar bu kadar minimal ve mütevazı bir hayat yaşayabiliyorken aynı anda dünyaya yön verebiliyorlar? biz nerede hata yapıyoruz? onları her konuda geçebilmemiz için neler yapmamız lazım? nasıl uygar bir toplum oluşturabiliriz? olmalıyken hala ortadoğu kafasıyla konuyu başka yere çekip ezikliğimizi dışa vuruyoruz.
  • iii. charles'ın taht cülusunu netflix'e bağışladığını düşündüren bir beşinci sezona sahip dizi. entelektüel ve ağırbaşlı charles sürekli şımarık, sığ ve histerik diana'ya maruz kalıyor :( anadolu çocuğu yer mi peki bunları? yemez tabii. 90'ları görmüş bütün kadınlar için charles, erkek milletine prenses diana olsan bile yaranamayacağını gösteren bir namussuzluk timsalidir. şansına anası ölmek bilmedi de mevzu toplumsal hafızadan silinirken kral oldu.

    yeni oyuncuları komple yadırgadım.

    -kraliçeyi oynayan teyze sürekli ağlamaklı, yüz ifadesi ve enerjisi elizabeth'e benzemiyor

    -edinburgh dükünü high septona oynatmışlar. çok iyi oyuncu ama adam kafama game of thrones'taki patates çuvalı giyen haliyle kazındı. sarayda görünce garipsiyorum.

    -charles, dominic west'in karizmasının zekatına sahip olsa hayatta başka bir şey istemezdi zaten. komple kıyak geçilmiş bir casting.

    - elizabeth debicki'nin boyu dikkat dağıtıcı düzeyde uzun. kadın 1,90'mış, royal şıklıktan ödün vermemek için bir de topuklu giydiriyorlar, diana yanına geçtiği bütün erkeklerden en az bir karış yüksekte kalıyor. galler prensesi değil filenin sultanı mübarek.

    - anne, margaret, kraliçe'nin anası… hiçbiri gerçeğe benzemedikleri gibi önceki oyunculara da benzemiyorlar. o ilk sezondaki margaret nerede kaldı? margaret'ın kendisi bile kendine o kadar benzemiyordu.

    -muhammed el fayed'i devlet bahçeli'ye oynatmışlar. hele profilden direkt 40 yapar.

    oyuncu seçimleriyle harikalar yaratan bir dizi için diyebilirim ki ilk dört bölüm itibarıyla umduğumu bulamadım.
  • muhammed el-fayed'i oynayan salim dau'yu bir kere daha övmeye geldim. o ne oynamak arkadaş? o morg sahnesinin muhteşemliği neydi öyle, o nasıl 'ya allah' çekmekti. diana'nın hikayesine aşina olmama rağmen ona değil dodi'ye ağladım oturup. o camide o cenaze namazında nasıl döktürdün öyle canım abim. olanların ardından şaşkınlığın, sorgulaman… ahh… bu batılılar, o kültürü bilmediğinden senin oyunculuğunu da anlamaz, kıymet vermez belki ama ben kalbimin bütün en iyi yardımcı erkek oyuncu ödüllerini sana verdim bugün.
  • çok özenilmiş bir yapım. evet diana ve charles hikayesini biliyoruz, netflix'te bile onlarca yapım vardır konuyla ilgili. ama bunu yeniden izlerken prens philip'in at arabaları ile ilgili tutkusu, kraliçe'nin balmoral'daki av gezintileri, deniz aşırı ülkelere/kıtalara gemiyle yapılan seyahatlerin hiç bir yerde göremeyeceğimiz detayları ve özenilmiş kadrajlar, 1930'lardan başlayıp şimdilik 80'lere kadar süren 50 yıllık saltanatın yapı taşları, elbiseler, arabalar, uçaklar, entrikalar, savaşlar, ...
    evimin salonundan 80'lerin londra'sına 4k tv'de göz alıcı renklerle gidebilmek, biraz yakın tarih öğrenmek, güzel müzikler dinlemek, farklı spor branşlarını görebilmek...
    sezonlar arası çok uzun olduğu için nerede kalmıştık sorununu yaşatması haricinde güzel dizi.
  • üzerinden hayatımda gördüğüm en boş anglosakson güzellemesi yapılan dizidir.

    margaret thatcher kurmaylarına yemek hazırlarmış, ingilizler dünyanın en mütevazı insanlarıymış, az önce dünya ile ilgili kararlar alıp sonra pub'da bira yuvarlarlarmış.

    dünyayı dizilerden öğrenince böyle oluyor demek ki. zaten en meşhur ingiliz atasözüdür "a bite a cardigan"

    hatta şu da var çok kıymetli bir iskoç atasözüdür "the one who sleeps full while her neighbor goes to bed hungry is not one of us"

    yine kuzey irlandalıların tutumlulukla ilgili meşhur sözü "hide the hay, it's time will come"ı da unutmayalım.

    dünyanın dört bir köşesinin zenginliğini asırlarca yağmalamış, daha henüz kısa zaman önce tahta çıkan kral için yapılan ilkel değişikliklere toplam 6 milyar sterlin harcayan bir ülkeyi, adam biraz daha ileri ingilizleri bektaşi, londra esnafını ahi ilan edecek.

    pahalı arabalara sadece göçmenler, araplar binermiş. bentley'nin sadece kraliçeye özel bir limuzin ürettiğinden de haberi yok. rolls royce'u da zaten çölde develerle yarıştırmak için üretirlermiş eskiden.

    siz bir de peaky blinders izlemeyin, iyice kafayı yersiniz.
  • 4. sezon 2. bölümden bildiriyorum:

    --- spoiler ---

    tüm aile tarafından günlerce aranıp en sonunda prens philip tarafından diana'nın göstermesiyle vurulan geyik, diana'nın kraliyet ailesi tarafından sonu ölümüyle bitecek bir tuzağa çekilmesine kendi elleriyle yardım etmesi konusunda cuk oturan bir metafor olarak kullanılmış. annesi, o aklı erecek yaşta bir çocukken ailesini bırakıp başka bir asilzadeye kaçan, yıllarca üvey anneannesi barbara cartland'ın yazdığı beyaz dizileri okuyarak büyüyen, bir peri masalı hayaliyle yanıp tutuşarak, önceden ablasıyla çıkmış azılı çapkın ve müzmin aşık charles'ın dikkatini çekmek için her yolu deneyen diana'nın balmoral castle'daki haftasonunda, başbakan dahil her konuğa inanılmaz nobran davranan, halktan iyice kopmuş kraliyet ailesinin sorunlu oğullarını kaktırmak için bulup üstüne çullandıkları toy av olarak gösterilmesi ve kızın kendini kendi elleriyle yıkıma götürmesi bir geyik avıyla daha güzel anlatılamazdı.

    haftasonu bitiminde eve dönerken diana'nın giydiği pembe kazağın deseni bile bu metafor için özenle seçilmiş.

    edit: 3. bölümde diana'nın camilla ile buluştuğu mekanın adı menage a trois. hahahs muhteşem.
    --- spoiler ---

    bir kez daha, all hail the crown.
  • modern çağda monarşinin ne olduğunu diyaloglarla mükemmel anlatan dizi.

    krallıklar, insanların kurgusal gerçekliğinin, anlam arayışının ve bulamayıp lüzumsuz şeylere anlam yüklemesinin bir ürünü. yetkiyi tanrıdan alıp, hesabı tanrıya vereceklerini iddia etmelerinden belli. krallığın kutsallığı kendini tanrıya dayandırıyor. zırvalık üzerine inşa edilmiş zırvalık. hele ki scientia potentia est bölümünde küçük elizabeth'in söylediği gibi ülkeyi yönetmek "ehil olanlara" bırakılmışken; "asil olanların" yaşadığı, üzerinde mutabakata varılmış anlamsız bir yalandan başka şey değil.

    tabii ingiltere'de refah görece homojen dağıldığından ve iki dünya savaşından galip ayrıldıkları için bu şaşaalı yalan devam ettirilmiş. romanoflar'dan bildiğimiz gibi halk açken birileri altın varaklı mobilya kullanınca mevzu bir evin bodrumunda kurşunlanmayla sonuçlanabiliyor... ya da atatürk'ün daha üsturuplu biçimde yaptığı üzere "sizi niye besleyelim amk bi işe yaradığınız yok" denilerek kapı dışarı edilmekle. işler yolunda gitmeyince sır ifşa oluyor çünkü. henry'nin sol taşağından düştü diye edward'a majesteleri çekme saçmalığı...

    ingiliz kraliyet ailesi gibi sırrı saklamayı beceren şanslılarsa görkemli saçmalığın pençesinde debeleniyor. hem önemli hem önemsiz olmanın getirdiği arada kalmışlık, büyük bir iş yapıyormuş gibi yapıp hiçbir şey yapmamanın getirdiği boşluk hissi; "halk sıradan olduğumuzu anlamasın" diye biblo gibi giyinmek, davranmak, yaşamaya çalışmak; biblolarla evlenip biblo gibi çocuklar yapmak. anlamsız yere karşı çıkıldığı için takıntı haline getirilen aşklar... babam seni daha çok seviyor, ben daha popülerim, oğlum bile benden yüksek statüde diye birbirini yiyen koca koca insanlar... rezillik yemin ediyorum. köylüler de bayılıyor bunlara. aman tanrım ne tatlı şarlottt <3 ^^ arkada kraliçenin anası ağlıyor "boksörle polisle el sıkışıcaz bütün vıdı vıdımızı kaybettik :(((" diye ajbsjsnks. ulan ne özelliğiniz vardı amk beleşçileri? doğru zamanda doğru yerde doğdunuz diye kendi kendinizi diğer insanlardan üstün saydınız nesiller boyu. istifa eden kralın dediği gibi ortalama zeka ve yetenekteki tipleri yağlayıp ballayıp royal highness diye satmışsınız yüzyıllardır. bitti o devirler bitti. bak zenci kız nasıl kaptı pirems torununu lol.

    keşke ben de normal insan olsaydım da böyle şeylerden zevk alsaydım. insanlara bakıp bakıp bireysel olarak biraz daha komplike düşünen ama kolektif olarak sonuca varamayan maymunlar görüyorum. çok acı çekiyorum.
hesabın var mı? giriş yap