• üç saat sürüyor,mücbir sebeplerden ötürü son on beş-yirmi dakikasını izleyemediğimi başından belirteyim,tam bitirilmemiş bir film hakkında yazmak nisbi olarak tehlikeli olabilirse de gördüğüm kadarı üzerinden kanaatlerimi aktarmak istiyorum.

    film iki kısım olarak düşünülmüş ve griffith ilk kısımda amerikan iç savaşının başlamasından abraham lincoln suikastine kadar olan tarihsel süreci "kardeşin kardeşi vurduğu anlamsız savaş" düşüncesiyle anlatma gayretinde.bu arada kurgu olduğu ve çekildiği zamanı da göz önüne alarak düşünecek olursak savaş sahneleri zamanının ötesinde denebilir,gerçi ben sessiz sinema döneminde çekilmiş filmlerin kalitesini tartışacak sinema kültürüne haiz olmadığımdan bu yorumu kaale alıp almamak hususunu takdirinize bırakıyorum.hikayenin merkezinde güneyli cameron ailesi var.var ama malum sessiz sinema,arada giren yazıların çoğu belki de gayet normal olarak diyaloglar yerine iç savaşı tarih dersi gibi "şu tarihte federasyon savaş açtı,falanca tarihte general lee'nin dötü kesildi" şeklinde anlattığından cameron ailesi iç savaş anlatımının içinde bir dekor olmaktan daha derin bir anlam ifade etmiyor.bu üslubu eleştirmiyorum zira sırıtmıyor,gayet rahat izliyoruz.

    yeniden yapılanıp "bir millet olarak doğma" süreci ise filmin ikinci "savaş sonrası dönem "kısmını oluşturuyor,çok dikkat edilmesi gereken noktalar var,

    spoiler içerebilirse de izleyecekseniz emin olun filmin tadını kaçırmaz,burasını okuyun lütfen;

    1)tam olarak "bu zenciler komple alayı şerefsiz" gibi bir söylem söz konusu değil.

    evlerinde aslında oğluna ait ku klux klan kıyafeti bulunan dr cameron bir zenciyi öldürmek suçundan yargılamaya götürülürken ortamda bazı zenci olduklarını tahmin ettiğimiz komürlen boyanmış erol taşlar zevkten kahkahalar atıyor,lakin evin sadık hizmetkarları olan başka siyahlar dr cameron götürülürken onu kurtarmak için askerlerle kavga ediyor.d.w. griffith diyor ki hepiniz ibne değilsiniz,efendilerine iyi hizmet eden siyahların hakkını da teslim ederiz evelallah..

    2) bu ikinci kısımda şöyle tarihsel iddialarla karşılaşıyoruz;

    iç savaş sonrası zenciler beyazlarla eşit haklara kavuşmakla kalmamıştır,bilhassa güney eyaletlerinde beyazlardan bile daha fazla hak ve statü elde etmişlerdir.mesela güneyli beyazlardan pek çok ileri gelen bile oy kullanma hakkına sahip değilken (ki sanıyorum iç savaş sorumlusu olmaları gerekçesiyle,aklıma başka makul bir neden gelmiyor), zencilere bu hak tanınmıştır.zenciler eyalet senatolarında yirmi beş kadar beyaza karşı yüz kişiyle temsil edilebilmiş,bu eyaletlerde beyazlar kendi topraklarında azınlık statüsüne düşmüştür ve zenci zulmü altında inim inim inlemişlerdir(şu son cümlem istihza falan değil,film açık açık bunu iddia ediyor).

    yeni birleşik devletler yönetimi zencileri neden güneylilerin üzerinde tutsun,kollasın,kara kaşı,kara gözü,kol gibi şeysinin hatrına mı?film buraya makul bir yanıt vermekten uzak..tamam peki..

    3)işte ku klux klan ezilen bu beyaz güney insanının bağrından kopup geliyor.mesela ne yapıyor ku klux klan götünü parmaklamaktan sıkılmış beyazlarca eğlence olsun diye mi ortaya çıkıyor ?bittabi hayır...mesela beyaz insanların mahsülatına zarar verip evlerini yakan bir zencinin evini basıyorlar,biz zencinin gerçekten ev yakıp yıktığını görmüyoruz ama d.w. griffith abi öyle iddia ediyor,yazı olarak geçiyor bunu,hımm diyoruz o zaman verin küsküğü şerefsize...bir kıza tecavüze yeltenip kızın intiharına vesile olmuş adaletten de götü kurtarmış kara deriliye ne etmeli ?öldürülüyor bittabi..

    filmin ikinci kısmındaki tarihsel argümanlar bana alenen kolpa kokuyor.şahsen amerikada zamanın herhangi bir anında siyahların beyazlar üzerinde en ufak bir yörede görece dahi olsa üstün tutulabildiğini, beyazların azınlık konumuna düşmesi gerçekliğini mantıkla bağdaştıramıyorum,ellilerde bile beyazlarla yanyana otobüste yolculuk edemiyordu bu adamlar.ilk kısımdaki tarihsel-bilimsel bilgi güvenilirliğinden referans alan seyircinin ikinci kısımda anlatılanları lan?fakat?acaba? diye sormayacağı umut ediliyor sanırım ve feci halde duvara toslanıyor.

    neyse son 15 dakika daha ne enteresanlıklara gebeydi sanırım da izleyemedik,izleyebilirsek editleriz entriyi.

    bu film yaklaşık bir asır sonra,aslında üretilme amacından tamamen saparak çok farklı nedenlerle izlenmesi gereken bir mahiyet arz ediyor.ne gibi?

    hiç yaşadığınız şu alemde farklı görüşten olduğu için,saçı uzun kulağı küpeli olduğu için vb sebeplerle adam tartaklayıp "kız arkadaşıma laf attı" diyen adamlar gördünüz mü?

    kendi deyimiyle "kırk kaat"lık jipleriyle mafyatik abilerine televolelerde selam gönderen ve adam öldürenlere şarkı türkü attırıp üzerine yargıya sevk edilince "düşünce savaşçısı- mağdur adam" tribine girenlere aşina mısınız?

    kamuya açık mecrada veya homojen olunmayan ortamlarda ben "öteki"nin şöyle böyle olanını severim (tipik örnek:alevilik hz ali'yi sevmekse ben de aleviyim) deyip üç beş lahasümüt arkadaşıyla başbaşa kalınca "topunu sikeceksin" edebiyatı yapan insanlar biliyor musunuz?

    sadece sinemanın gelişim sürecini merak edenler için değil,ırkçı-aşırı milliyetçi kişi veya kuruluşların hangi argümanı neden ve nasıl gerekçelerle ürettiklerine dair önemli dersler çıkarılabilecek bir film olduğunu rahatlıkla söyleyebilir ve herkese şiddetle tavsiye ederim.
  • d w griffithin 1915 tarihli filmi. 3 saatlik suresine ragmen zamani icin asmis bir sinema dili sergileyen filmin, irkci olmak ve zencileri asagilamak gibi 'ufak' bir kusuru vardir maalesef. ayrica gunumuz paarasina vuruldugunda olmadik meblaglara gelen bir hasilat yapmistir bu film.
  • david wark griffith'in 180 dakikalık, siyah beyaz, sessiz, 1915 yapımı sinemanın baş yapıtlarından, tüm zamanların belki de en saldırgan ve ırkçı filmidir.
    bu saldırganlık ve koyu ırkçılığın filmin sanatsal değerini kaybettirip kaybettirmeyeceği ise kişiye göre değişir herhalde.
    gelgelelim filmin yapısı, kurgusu, temposu, savaş sahneleri ve daha potemkin zırhlısı'ndan 10 yıl önce sinemanın gramerini oluşturmuş olması bu filmi büyük filmler arasına sokmaya yetiyor. griffith bugün sinemanın temeli sayılan teknikleri ilk kullanan yönetmendir; uzun çekim, geriye dönüş, bir odak noktasından ötekine geçiş... ve tüm bunları bir ulusun doğuşu'nda mükemmel bir biçimde kullanmıştır. sinemanın gerçek babası olan griffith ne yazık ki aynı zamanda ırkçıydı.
  • sinema tarihinin en tartışmalı filmi hangisidir diye sorulsa üzerinde uzlaşılacak cevap muhtemelen d. w. griffith’in yönettiği 1915 yapımı “ the birth of a nation” filmi olurdu. filmin vizyona girmesinin üzerinden 100 seneden fazla bir süre geçti ama film hakkında konuşmaya devam ediyoruz ve edecekmişiz gibi de duruyor. “ the birth of a nation” tartışmasız şekilde bir propaganda filmi. propagandalığını yaptığı konu ise onu tartışmaya açık hale getiren meselenin ta kendisi.

    “ the birth of a nation”, kendi zamanı için bile oldukça ırkçı bir film. bilirsiniz bazı olayları kendi zamanında değerlendirmek gerekir diye yazısız bir düstur vardır. fakat bu düstur bu filmde kesinlikle işe yaramıyor. filmin utanıp sıkılmadan işlediği ırkçılık suçuna girmeden filme kısaca bir bakmakta fayda var.

    film, ilki iç savaş dönemi ikincisi ise yapılanma dönemi olmak üzere iki bölümden oluşuyor. filmin ilk bölümünde bizlere kuzeyli “stonemans” ailesi ve güneyli “cameron” ailesi tanıtılıyor. bunlar, iç savaş öncesi de birbirini tanıyan ve ziyaret eden iki ailedir. gördüğümüz kadarıyla iki ailenin de hali vakti yerindedir. özellikle güneyli cameron ailesinin pamuk çiftliklerinde çalıştırdıkları siyahi köleleri ile birlikte refah içinde yaşadıkları görülmektedir. ancak iç savaşın başlaması ile beraber işler karışır. bu iki ailenin erkek çocukları cephede karşı karşıya gelir. hatta kuzeyli aile bir erkek çocuğunu, güneyli aile ise iki erkek çocuğunu savaşta kaybedecektir. her iki aileden hayatta kalan erkek evlatların her biri ise diğer ailenin en güzel ve akıllı kızına âşık olacaktır. bunları bugün duymak size klişe gelebilir ama bu konuların 100 sene önce kullanılması o zaman için bir ilkti.

    filmin bu ilk yarısında ırkçılık babında göze çarpan pek bir şey yok. yani siyahi köleler o zamanlar nasıl yaşıyorlarsa filmin ilk yarısında o şekilde resmedilmişler. ne eksik ne fazla. filmde tartışma yaratan asıl mesele ikinci yarıdan itibaren başlıyor. iç savaş, güney’in mağlubiyeti ile sonlanmış ve güney’de yapılanma dönemi (reconstruction era) başlamıştır. kölelik resmi olarak son bulmuş ve siyahiler topluma kaynaştırılmaya başlanmıştır. bu anlardan itibaren ise film kelimenin tam anlamıyla gerçeklikten iyice kopar. siyahiler ellerinde silahlar ile kuzey’in de koruması altında güney’deki beyazlara terör estirmektedir! siyahi erkeklerin tek hedefi beyaz kadınlarla evlenmek, evlenemezlerse de onlara cinsel saldırı teşebbüsünde bulunmaktır! filme göre siyahiler modern hayata uygun varlıklar kesinlikle değildir. oy kullanmayı bile bilmemekte, üstelik oy kullanmasını bilen kültürlü güneyli beyazları da oy kullanmaktan men etmektedirler. güneyli beyazları siyahilerin bu zulmünden kurtaracak ise tek bir şey vardır. o da ku klux klan (kkk)’tan başkası değildir. kkk tam anlamıyla birer iyilik melekleridir. kadınlarına tecavüz etmek isteyen, mallarını ellerinden almaya çalışan ve canlarına kast eden siyahileri korkutarak ve aralarından bazılarını da öldürerek güney’e kaybettiği özgürlüğünü tekrar verirler!

    ve film mutlu sonla biter. siyahilerin şımarıklığına ket vurulmuş ve güneyli beyazlar bu aşağı ırkla! evlenmek gibi belalardan kurtulmuşlardır. filmin sonlarında da beyazlar oy kullanmaya gelen siyahileri silah zoruyla geri evlerine yollarlar. onların oy kullanmaya ne hakladır vardır ki!

    filme ben iki açıdan bakmak istiyorum. birincisi filmin bahsedildiği gibi sinemasal bir çığır açıp açmadığı meselesi. “ the birth of a nation” filminin sinemasal anlamda çok önemli bir yere sahip olduğu kesin. bunu tartışmaya bile gerek yok. vizyona girdiği dönemde müthiş bir gişe başarısı elde etmesi de onun yerini perçinliyor. ancak iddia edildiği gibi bugün filmlerde kullandığımız pek çok teknik konunun ilk defa bu filmde ortaya çıktığını söylemek en azından benim için çok zor. bunu kanıtlayacak ya da bunun aksini söyleyecek bir sinema birikimim ne yazık ki yok. bazı eleştirmenler (buna en bilinen eleştirmenlerden roger ebert de dâhil olmak üzere) “ the birth of a nation” filmini teknik anlamda sinemaya kazandırdıkları sebebiyle bırakın sadece amerika’yı dünya sinemasının da en önemli filmlerinden biri olduğunu dile getirirler. bazı eleştirmenlerse bu iddiaya şu yönden katılmazlar. onlara göre “ the birth of a nation” filminin kullandığı pek çok sinema tekniği, aslında ondan önce de başka filmlerde ve hatta d. w. griffith’in bundan evvelki filmlerinde bile kullanılmıştı. d. w. griffith’in asıl başarısı, elindeki büyük bütçenin de sayesinde tüm bu sinema tekniklerini tek bir filmde destansı bir şekilde anlatabilmesinden kaynaklanıyordu.

    tabi bunların yanında asıl konuşulması gereken konu, filmin tarihi çarpıtarak ele aldığı ırkçılık mevzusu. ne kadar doğru bilmiyorum ama söylenenlere göre bu film, kkk’nın gerçek hayatta tekrar canlanmasına ve eleman toplamasına yardımcı olmuştur. örneğin günümüzde de yaşayan en bilinen kkk üyelerinden biri olan david duke, örgüte eleman alırken hala bu filmi kullanmaktadır. bu filme yine spike lee’nin blackkklansman (2018) filminde de yer verilmişti. o filmde hatırlarsınız kkk üyeleri “ the birth of a nation” filmini izleyerek kendilerinden geçiyorlardı.

    son olarak filmin gözden kaçan şu faydasını da görmemiz gerekir ve sırf bu yüzden bile “ the birth of a nation” filmini izlemenizi tavsiye ederim. filmde işlenen safi ırkçılık aslında uzaydan gelmiş de filme konmuş bir mesele değil. bu ırkçılık bırakın o zamanı şu an bile insanların zihinlerinde mevcut. bu arada ırkçılıkla sadece amerikalıları da suçlamak istemem. aslında bu film üzerinden tüm dünyadaki her türlü ırkçılığa da bir bakış atabiliriz. filmi izlediğinizde aslında ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. filmde siyahilere biçilen rol o kadar komik ve mide bulandırıcı ki. filmde iyi olarak nitelendirebileceğimiz tek siyahi karakterler köleliği içselleştirmiş olan ve güneyli beyazların yanından ayrılmayanlar. bunların dışında kalan tüm siyahiler cahil, aptal, ırz düşmanı ve hainler. o kadar hainler ki onlara yardım etmek isteyen kuzeyli beyazların bile arkalarından işler çeviriyor ve yine o kadar hainler ki kendilerinin yanında olmayan siyahileri de eziyet etmekten çekinmiyorlar. zaten filmin tek bir sloganı var. tüm beyazlar birleşin. bu anlamda verdiği mesaj çok açık. filmin kuzeylileri kötü göstermek gibi bir niyeti de yok aslında. abraham lincoln filmde babacan bir adam olarak gösteriliyor ve öldüğünde de güneyliler en iyi arkadaşımızı kaybettik diye ağlıyor.

    film, siyahilerin var olan düzene hiçbir şekilde dâhil olmadığı ve köleliğe devam ettiği bir düzeni savunuyor. bu amaçla da kuzeyli beyazları da uyarmayı ihmal etmiyor. film açıkça, “bakın bu insanlar eğitilemez; o yüzden bizi ve fikirlerimizi bir an önce benimseyin. sizi bu tarz canlılardan ancak biz koruyabiliriz” demek istiyor.

    edit: sivil savaş yazan yerler iç savaş olarak düzeltildi.
  • 1915 yapimi, 190 dakikalik sessiz film. izliyo olmam gereken 3 saat 10 dakikayi perdeye bos bos bakarak neden izlemem gerekiyo oldugunu sorgulayarak gecirdigim icin hakkindaki odevi hazirlayamamakta oldugum, bana "hersey zamaninda guzel" diye dusunduren ama 100 yilin en iyi 100 filmi arasina girmis oldugu icin dusuncemden utandiran film. elestirmenler amerikan film tarihinin en onemli filmi oldugunda hemfikirlermis. ayriyeten o zamana kadar cekilen en uzun filmmis ve de 200 yilin en karli filmi olmus (1937deki snow white and the seven dwarfs'a kadar) (bkz: ben ogrendim herkes ogrensin)
  • bitmek bilmeyen bir filmdir bu (uyumadan sonuna gelemedim daha). ayrıca at üstünde koşuşturan ku-klux-klan üyelerinden birini ünlü yönetmen (o zaman çömez daha) john ford'un oynadığı acımasızca rivayet edilir.
  • sinema sanatinda editingin olaganüstü öneminin ilk kez fark edildigi ve ilk kez bu kadar basarili uygulandigi film olarak kabul edilen d.w griffith 'in 1915 yapimi filmidir. bundan önceki dönemde yönetmenler cutter (montaj yapan kisi) denilen emektarlarla calismaktaydi hangi sahnelerin film icinde yer alacaginin belirlenmesi icin. zamanla edit islemi basit bir sahne kes ekleden öte teknikleri icermeye basladikca cutter lar edit islemini gelistirdiler. iste tüm bu hikayelerin baslangici olarak griffith'in bu filmi isaret edilmektedir.
  • griffith'e sinemanın babası unvanını getiren film, işkencenin diğer adı. bu filmi izleyebilmek için a clockwork orange'ta, alex delarge'ın gözlerini açık tuttukları zımbırtı lazım. yine de filmin sonlarına doğru şu hale gelebilir insan. sonuna kadar sıkılmadan izleyebilene saygı duyuyorum.
  • aralıksız bir saniyesini bile atlamadan izleyebildiğim, hatta zevk aldığım filmdir. sabrınızı test etmede kullanılabilirsiniz zira kendi halinde mimikten mimiğe bürünen oyuncularıyla dakikalarca uzunlukta sahneler barındırıyor bu film.

    bariz bir şekilde dw griffith kkk'yı kötü anlatır. üstelik o dönemde de alternatifsiz, bütçesi büyük bir filmdir. kahraman gibi gösterir kkk'yı. zencilerse adeta birer çizgi film karakteri gibidir film boyunca.

    martin scorsese'ye göre efektlerin ilk güzel olarak kullanıldığı filmdir. close-up'lar, dolly'ler, maskelemeler, pan'lar, iris'ler... hepsi bir ilktir bu filmde.
  • david w griffith'in filmi, ku klux klan ovgusu ve verdigi irkcilik lehindeki mesajlar yuzunden, hala tartisilan bir film..
hesabın var mı? giriş yap