• --- spoiler ---
    20 yıllık bir süreci anlatırken oyuncularını fiziksel olarak değiştirmeyi gerek görmemiş bir filmdir.leonardo dicaprio'nun canlandırdığı howard hughes karakteri filmin başında nasıl tüysüz,parlak,çiğ görünüyor ise aradan 20 yıl geçmiş hali de o kadar parlak,tüysüz ve çiğdir. sadece howard hughes da değil.diğer bütün karakterler de,her ne hikmetse bir türlü yaşlanmıyor arkadaş!insan great depression'da,hadi onda da olmadı diyelim 2.dünya savaşı dönemlerinde biraz süzülür,avurtları çöker,saçının rengi solar,ne bileyim yaşlanır işte!bir bıyık eklemek midir yani yaşlandırma işlemi?e türk filmlerinin pudralı saçları daha iyiydi be!spoiler ---
  • --- spoiler ---
    huges'un kafayı iyice çizdiği, idrarları yan yana dizdiği sahnede, yaklaşık 100 şişe kadar idrarın yan yana dizili olduğunu görürüz. bu bize huges'un en azından 30 - 40 gündür idrarını şişelerde biriktirdiğini gösteriyor. normalde insan idararı 1 günün sonunda içinde üreyen mikroplar nedeniyle bulanıklaşmaktadır. buna rağmen huges'un idrarlarının hepsinin berrak olması amerikalıların idrarlarının pirüpak olduğunu, biz sıradan fakir insanlar gibi mikrop üretip kokmadığını gösteriyor.
    --- spoiler ---
  • zevklerin ve renklerin tartisilmazligini bana hatirlatan film. insanlar filmi izlerken sıkılmanın sinirina gelmekten bahsederken, ben 1 saniyesinin bile gereksiz olmadigini dusunuyorum. oyunculuklar harika, goruntu yonetmenligi, kostum tasarimi, vs. muthis, bir de ustune martin scorsese yonetmenligi eklenince, film acik ara olmasa da bu seneki oscar adaylarinin en iyisi olmus (sideways opsiyonel olarak haric tutulabilir). eger en iyi yonetmen odulu isini en iyi yapan yonetmene veriliyorsa, boylesine zor bir hikayeyi layikiyla anlatmak gibi bir basari duruyorken, gidip de odulu clint eastwood'a vermek niye, anlamiyorum. tabi bu oscarlarin dunyanin en mantikli ve ciddiye alinmasi gereken odulleri olmadigi acik ama insan kil olmadan da duramiyor. ayrica yillarin scorsese'sine akademinin gotunu yaliyor diyebilmek nasil bir cahil cesaretiymis, onu da anlayamadim.
  • izlemekten zevk almayan zevzeklerin görsel sanatlar dünyasindan kendilerini uzak tutmalari gereken film.

    martin scorsese'nin daha önce çekmis oldugu en kisa film michael jackson'in bad adli sarkisina çektigi video klip olup onun disinda 40 dakikalik bir segment filmi bulunmaktadir. beyaz perdeye yönetmeni olarak sundugu filmler arasinda daha simdiye kadar 100 dakikanin altinda bir filmi bulunmadigi gibi bir filmi aktarisi hikayenin inicgiyla cincigiyla mümkünse tek sequel olarak aktarilmasi ve hikaye bütünlügünü korumasi seklinde olmustur. ki the aviator filminde de pek farkli bir tutum sergilememistir.

    tanri ona ömür versin ki o da bize mümkün olabildigince güzel filmler izlettirsin.

    belgesel tadinda çektigi the aviator konusunda da söylenecek tek sey filmin mükemmel oldugudur.
  • bugüne kadar duyduğum sayısız "çok sıkıcı, çok anlamsız" benzeri yorumlardan sonra gitmeye çekindiğim, ancak gidince de basbayağı beğendiğim film.

    sıkılanların neden sıkıldığını anlayabiliyorum, sinemadan film bitmeden üçer beşer kaçan ev kadınlarına da hak veriyorum*. ancak ben salondan sinemaya doymuş olarak çok keyifli bir şekilde ayrıldım.

    sinemayı da havacılığı da delicesine seven ve ikisinin tarihindeki olay ve kişilere meraklı olanlar için hediye gibi bir film bu.

    catch me if you can'de pan-am'i dolandıran bir karakteri canlandıran aktörümüzün bu sefer de pan-am'le savaşan bir işadamını canlandırmış olması da hoş bir ayrıntı. ayrıca gangs of new york'tan sonra da ilaç gibi gelmiş bir film oldu bu.

    insan casino'yu ve öncesini ister istemez özlüyor tabii.
  • filmi howard hughes'un hayat hikayesinden bihaber izlerseniz bile hayran kalabilirsiniz, gerçekten çok güzeldi. yer yer yavaşlaması ve genelde durgun bir atmosferde devam etmesi, biyografik temelli olmasından kaynaklanıyor. en azından filmi 2005 yılında sinemada izlediğimde lise öğrencisiydim ve eve gidince howard hughes'un biyografisini ayrıntılı araştırma işine girişmiştim, bu bile filmin bir başarısıdır diye düşünüyorum.

    --- spoiler ---

    geçen gece evde arkadaşlarımla filmi tekrar izledik ve son sahnede aklımıza direkt olarak raging bull geldi. robert de niro'nun aynaya bakarak on the waterfront göndermeli efsanevi "it was you charlie, it was you" monoloğunun aynısını bu kez leonardo di caprio aynaya bakarak "the way of the future" ile yaptı. martin scorsese kendi filmine çok hoş bir referans ile filmi sonlandırıyor. raging bull'da konu kardeşe sitem iken, the aviator'da konu anneye sitem olarak nitelendirilebilinir, çünkü iki filmde de ana karakterin sorunu aile kaynaklıydı. bu da hoş bir ayrıntı.

    --- spoiler ---

    kate beckinsale güzeldi ama cate blanchett'ı tanımlamak için daha öte bir kelime bulmak gerekli. güzel kelimesi yetersiz kalıyor.
  • sözlük ahalisinin begenmeyisine akil sir erdiremedigim bir film. 70ine merdiven dayamis scorsese'den 30 yasinin verdikleri ve hissettirdikleriyle cektiklerini cekmesini beklemek, "nerede taksi drayvir, reycing bull" demek olmaz, reycing bull sakinlesti artik, yaslandi, hosuna giden hikayeleri anlatmak istiyor, kisisel hikayelerini anlatti, öfkesini bosaltti... o baglamda da gayet eli yüzü düzgün bir film. kesilip bicilmis gangs of newyorktan daha derli toplu kotarilmis, oyunculuklar bastan asagi sahane. hikaye ilginc, gerci ben dönem holivuduna daha derinlemesine girer, scarface baglaminda belki howard hawks'u filan da görürüz diye düsünmüstüm, ama fazla girilmemis.

    filmin "goodfellas"tan beri en iyi scorsese filmi oldugu tantanasi ise asilsiz. arada (bence en az goodfellas kadar iyi) bir age of innocence ve casino gibi filmler varken the aviator'in yeri daha ziyade bringing out the dead veya after hours gibisahane ve fakat mütevazi scorsese filmleri arasinda sayilir kanimca.
  • artik bu filmden sonra bile hala di caprio nun oyunculuguna laf soyleyenlere yuh dedirtecek olan film. di caprio nun bu filmle brad pitt den ve ben affleck ten on gomlek ustun oldugu kanitlanmistir.
  • baslarda kullanilan mavi-kahverengi agirlikli filtrenin dikkatleri cektigi, kimi sahnelerdeki cekimleri ve goruntu yonetmenligiyle alkislari hakeden bir martin scorsese filmi.
    ufak bir detay ama filmde kullanilan muzikler cok daha ozenli secilebilirmis.
    kate beckinsdale'in oyunculugu olmasa da guzelligi etkileyiciydi.
    salondaki insanlarin sagligini dusunmek adina filmdeki bazi sahneler daha kisa tutulabilirmis zira sikintidan icine fenalik geliyor insanin zaman zaman.
    tabi bu sikintinin nedeni filmin uzunlugundan ziyade, leonardo di caprionun howard hughes isimli hem hijyen hem de capkinlik sorunu olan (ikisi bir arada nasil oluyor onu pek kestiremedik ama) obsesif adami iyi canlandirmasi da olabilir.
    her seye ragmen the aviatoru, troy ve alexander ile ayni kefeye koymak haksizlik olur gibi geliyor, en azindan martin scorseseye.
  • leonardo di caprio'nun da rol yapabildiğini gösteren filmdir. çekim tekniği konusunda martin scorsese ustalığını yine konuşturmuş, belgesel havasındaki geçmesi gereken yapımı oscarlık hale sokmuştur. cate blanchett'in uyuz aksanı kimi zaman kulağa hoş gelse de ben genelde itici buldum. oynadığı kaprisli ve elitist katharine hepburn'u çok iyi canlandırmış. kate beckinsale beklediğimizden çok daha az rol almış. ve söylemeden geçemiyeceğim; görsel açıdan çok başarılı bir afişe sahip film.

    pozitif eleştrilerim burada bitiyor. negatiflere ise nereden başlıyacağımı bilmiyorum. en büyük saçmalık kesinlikle filmin süresi. 2 saatte anlatabilecek olaylara o kadar çok gereksiz ayrıntı sıkıştırılmış ki buna film başlamadan konulan 25 dakikalık fragman+reklam süresini de ekleyince filmin sonlarına doğru takip zorlugu ve bitse de gitsek havası oluşmaması mümkün değil.

    örneğin howard hughes'un mikrop fobisi olduğu filmde birçok sahnenin ayrıntısı olarak seyirciye hissettiriliyor. bunun için ayrıca o uzun tuvalet sahnelerine hiç gerek yoktu. ya da hepburn'un ailesiyle olan yemek sahnesine.

    soundtrack için de iyi şeyler söylemek mümkün değil. belki o dönemi yansıtmak için uygun parçalar oldukları söylenebilir ama atmosfere uygun parçalar seçilmemiş, aksine bazı yerlerde konsantremi bozduğunu bile söyleyebilirim.

    herşeye rağmen çarpıcı bir film. artık böyle iz bırakan filmler çok sık çekilmiyor.
hesabın var mı? giriş yap